İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə8/169
tarix15.01.2018
ölçüsü13,72 Mb.
#38491
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   169

164- Ebeveynin İslâmî esaslara aykırı olmamak şartıyla hukuklarına riayet ve Allah için hürmet etmek gerektir. Evet «peder ve vâlideyi, şefkat ile teçhiz eden ve seni onların merhametli elleriyle terbiye ettiren hikmet ve rahmet hesa­bına onlara hürmet ve muhabbet, Cenab-ı Hakk’ın muhabbetine aittir. O mu­habbet ve hürmet, şefkat Lillah için olduğuna alâmeti şudur ki: Onlar ihtiyar ol­dukları ve sana hiçbir faideleri kalmadığı ve seni zahmet ve meşakkata attıkları zaman, daha ziyade mu­habbet ve merhamet ve şefkat etmektir.

¯±¿­~ _«W­Z«7 ²u­T«# «Ÿ«4 _«W­;«Ÿ¬6²—«~ _«W­;­f«&«~ «h«A¬U²7~ «¾«f²X¬2 Åw«R«V²A«< _Å8¬~ (17:23) âyeti, beş mertebe hürmet ve şefkate evladı davet etmesi; Kur’anın na­zarında vâlideynin hu­kukları ne kadar ehemmiyetli ve ukukları ne derece çirkin oldu­ğunu gösterir. Ma­dem peder, kimseyi değil, yalnız veledinin kendinden daha ziyade iyi olmasını ister. Ona mukabil veled dahi, pedere karşı hak dava ede­mez. Demek vâlideyn ve veled ortasında fıtraten sebeb-i münakaşa yok. Zira münakaşa, ya gıbta ve hasedden gelir. Pederde oğluna karşı o yok. Veya mü­na­kaşa, haksızlıktan gelir. Ve­ledin hakkın yoktur ki, pederine karşı hak dava etsin. Pederini haksız görse de, ona isyan ede­mez. Demek pederine isyan eden ve onu rencide eden, insan bozması bir canavar­dır.

Ve evladlarını, o Zat-ı Rahim-i Kerim’in hediyeleri olduğu için kemâl-i şef­kat ve merhamet ile onları sevmek ve muhafaza etmek, yine Hakk’a aittir. Ve o mu­habbet ise, Cenab-ı Hakk’ın hesabına olduğunu gösteren alâmet ise: Vefatla­rında sabır ile şükürdür; me’yusane feryad etmemektir. “Halikımın benim neza­retime verdiği sevimli bir mahluku idi, bir memlûkü idi, şimdi hikmeti iktiza etti, benden aldı, daha iyi bir yere götürdü. Benim o memlûkte bir zahirî hissem varsa, hakiki bin hisse onun Hâlik’ına aittir. El-Hükmü Lillah” deyip teslim ol­maktır. Hem dost ve ahbab ise: Eğer onlar iman ve amel-i salih sebebiyle Cenab-ı Hakk’ın dostları iseler, “Elhubbu Fillah” sır­rınca o muhabbet dahi, Hakk’a aittir.» (S.639)

165- Milletin ehl-i takva, musibetzede, hastalar, ihtiyarlar, çocuklar, fa­kirler ve gençler olarak altı tabaka olduğunu ve bu taifelere göre onlara uy­gun ders, teselli ve terbiye gerektiğini beyan eden risalenin çocuklara ait kıs­mında, mim­siz medeniyet­çilere hitaben şöyle denilmektedir:

«Dördüncü taife ki, çocuklardır. Bunlar, hamiyet-i milliyeden merhamet is­ter­ler, şefkat beklerler. Bunlar da za’f ve acz ve iktidarsızlık noktasında; merhametkâr, kudretli bir Hâlikı bilmekle ruhları inbisat edebilir, istidadları mes’udane inkişaf edebilir. İleride, dünyadaki müthiş ehval ve ahvale karşı ge­lebilecek bir tevekkül-ü imanî ve teslim-i İslâmî telkinatıyla o masumlar hayata müştakane bakabilirler. Acaba, alâkaları pek az olduğu terakkiyat-ı medeniye dersleri ve onların kuvve-i maneviyesini kıracak ve ruhlarını sön­dürecek, nursuz sırf maddi felsefî düsturların taliminde midir? Eğer insan bir cesed-i hayvanîden ibaret olsaydı ve kafasında akıl olmasaydı; belki bu ma­sum çocukları muvak­katen eğlendirecek terbiye-i medeniye tabir ettiğiniz ve terbiye-i milliye süsü verdiğiniz bu frengî usul, onlara çocukçasına bir oyun­cak olarak, dünyevî bir menfaatı verebilirdi. Mademki o masumlar hayatın dağdağalarına atılacaklar, mademki insandırlar; elbette küçük kalblerinde çok uzun arzuları olacak ve kü­çük kafalarında büyük maksadlar tevellüd edecek. Madem ha­kikat böyledir, onlara şefkatın muktezası, gayet derecede fakr ve aczinde, gayet kuvvetli bir nokta-i istinadı ve tükenmez bir nokta-i istimdadı; kalblerinde iman-ı billah ve iman-ı bil-âhiret suretiyle yerleştirmek lâzımdır. Onlara şefkat ve merha­met bu­nunla olur. Yoksa divane bir vâlidenin, vele­dini bıçakla kesmesi gibi, hami­yet-i milliye sarhoşluğuyla, o biçare masumları manen boğazlamaktır. Cesedini bes­lemek için, beynini ve kalbini çıkarıp ona yedirmek nev’inden, vahşiyane bir ga­dir­dir, bir zulümdür.» (M.421)

Devr-i câhiliyette çocukların ebeveynleri tarafından diri diri gömülerek öl­dü­rülmelerini takbih edip yasaklıyan (6:137,140,151) (16:57-59) (17:31) (81:8,9) âyetle­rinin, bilhassa, (6:137) âyetinin bu asra bakan mânâ vecihlerin­den biri; yukarıda bahsedildiği gibi, rahmet-i İlâhiyenin bir ihsanı olan ve fıt­rat-ı as­liyeye uygun isti­mali icab eden şefkat hissinin ebeveyn tarafından su-i istimali ile, mevhum ve alda­tıcı dünyevî şan ü şeref ve istikbal endişesiyle çocukların mimsiz medeniyet hesa­bına âhirzaman fitnesinin ifsad cereyanı içine, sefahet hayatına itmeleriyle onların nefisçe ihyalarına mukabil iman ve ahlâk, kalb ve mâneviyat bakımından tahribata uğrayıp mânen bir nevi ölümlerine sebebiyet verilmesine işareti bulunmasıdır. As­rımızın bu neviden olan cinayetleri, câhiliye devrindeki cinayetten nihayetsiz dere­cede eşedd ve daha zâlimanedir. Zira devr-i câhiliyette mazlûmen öldürülen çocuk­ların fâni hayatlarına mukabil ebedî Cen­net hayatları vardır. Asrımızda ise mezkûr ve­cihle çocukların imanlarının ve mâneviyatlarının izalesi ile, ebedî ölümleri bahis mevzuudur. (S.B.M. 18. hadisi de mevzu ile alâkalıdır.)

Bir atıf notu:

-Eski Mısır’da Fir’avun zamanında erkeklerin kesilmeleri, kızların ise ha­yatta bı­rakıl­maları kıssası: 976.p.başı

166- Yukarıda bahsi geçen, yalnız terakkiyat-ı medeniye dersleri ve maddi fel­sefe düsturlarıyla zihni terbiye olsa, yani asrî ve Avrupaî terbiye tarzında, yani gayr-ı İslâmî maarif usulü ile çocuk yetiştirilirse, (Bak: Maarif) hayadan ve merhametten yoksun ve tahribattan zevk alan bir gençlik ortaya çıkacağına dik­kati çeken aşağı­daki hadis-i şerif ve mânâ-yı küllîsiyle daha çok asrımıza bakan ve aynı hadis-i şerifi te’yid eden (17:64) âyeti pek manidardır. Hadis-i şerif şöyledir:

²v¬;¬…«ž²—«~ |¬4 ­w[¬0_«[ÅL7~ ­v­Z­6¬‡_«L­< °–_«8«ˆ ¬‰_ÅX7~|«V«2 |¬#²_«<

²v«Q«9 Ô «Ä_«5 ¬yÁV7~ «ÄY­,«‡«_< «t¬7~«† °w¬=_«6 ²—«~ «u[¬5

 ¬š_«[«E²7~ ¬}ÅV¬T¬" Ô «Ä_«5 Ó ²v¬;¬…«ž²—«~ ²w¬8 _«9«…«ž²—«~ ­¿¬h²Q«9 «r²[«6«— ~Y­7_«5

İnsanlar üzerine bir zaman gelecek, şeytanlar onların evladlarına ortak ola­cak­lar. (Buradaki “şeytan”ın mânâsı, münafık insî şeytanlara da bakar, bak: 3544-3546.p.lar)

Denildi ki: Bu da olacak mı yâ Resulallah? Buyurdu ki: Evet.

Dediler ki: Bizim evladlarımızı, onların evladlarından nasıl ayırd edece­ğiz?

Buyurdu ki: Haya ve merhamet azlığından anlaşılacak.”(8)



167- Evet hadis metninde geçen “haya” insanlık âleminde temel unsur­dur. Zira hayasız kimse, kötülüklerin çirkin neticelerinden vicdani müteessir olma­yan insan­dır ki, fâsık-ı mütecahir mânâsını taşır. (Fâsık-ı mütecahir kelime­sine bakınız.)

İşte hadis-i şerif, yeni nesli günahlara iten nefsanî ve inkârcı telkinler için­deki asrî terbiyenin ve tedrisata hulul edip tabiatçılığı ve maddeciliği aşı­layan şer cere­yanların vahim neticelerini ihbar eder.

Hakikaten hadisin ihbarı gibi, bozuk cemiyetlerde başlıca iki dehşetli sı­fat hükmeder ki; biri sefahet çılgınlığının neticesi olan mütereddi bir haya­sızlık; diğeri ise, imansızlığın neticesi olan merhametsizlik ve gaddarlıktır.

Ahkâm-ı şer’iye cihetinde değil, belki ibret ve teyakkuz makamında zikre­dilen mezkûr (17:64) âyeti ise, daha çok asrımıza bakan vechiyle ifham ettiği zahir ve işarî mânâ ki; insî münafık şeytanların şerlerine karşı mü’minleri ikaz sadedinde Allah, insî ve cinnî şeytanlardan mürekkeb şer ce­reyanının mümessi­line ve mümessillerine hitaben: İnsanlardan gücünün yet­tiği kimseleri sesinle (yani şehevî çalgılarla ve si­hirbaz, aldatıcı ve yalan telkin ve propagandalarla) oynat, kaydır, şaşırt (idlal et) ve süvarilerinle (yani mü­cehhez askerî kuvvetinle) ve yayalarınla (yani içtimaî müesse­selerinle) üze­rine var (tahakküm et, ihtilal yap); (çeşidli neşriyat yollariyle) yaygara kopar (korkut, sindir); (riba yollarına ve haram muamelelere mecbur edip veya mülkiyet hakkını kaldırmakla) mallarına; ve (kendi ifsad edici tedris ve ter­biye sis­temine çekip) çocuklarına ortak ol. Onlara (aldatıcı, parlak) va’dlerde bulun (sizleri en üstün refah ve medeniyet se­viyesinde yaşatacağız (ve sizi şu makamlara çıkarta­cağız) deyip ümitlendir, kendine çek.) Fakat şeytan (insî münafık) yalnız bir aldatış va’d eder, diye ehl-i dalâletin ifsaddaki esas metodlarını icmalen beyan eder. (Bak: 2652,2653. p.lar)

Böyle ifsadata karşı müteyakkız olan ve âyetin devamından da anlaşıldığı üzere, şeytanın aldatamadığı hakiki mü’min nazara alınarak:

1-Gizli din düşmanlarının aşıladıkları sefahetlere girmez,

2-Dine hücumları karşısında hizmet-i diniyeden çekilmez, sebat eder,

3-İfsadkâr neşriyatlarına muhatab olmaz,

4-Derd-i maişet yolunda riba ve haram muamelelere maruz kalmamak için ön ted­birleri alıp uzak durmaya çalışır, (Bak: 412.p.başı)

5-Çocuklarını onların telkin sahasına sokmaz,

6-Refaha kavuşturmak gibi propagandalarına aldanmaz; şeklinde altı cihete dik­kati çeki­lip ikaz ediliyor.

167/1- Hem yine, Nuh (A.S.)’ın kıssasında: “Doğurdukları çocukları hüs­ranla­rını arttırır ve onlar ancak fâsık doğururlar” mealindeki (71:21,27) âyetler­den (ve o kıssadan her zamanın hisse-i dersi bulunması kaide-i külli­yesiyle) anlaşılır ki, maddi iktidara sahib ve cemiyette müfsid sultası bulunan hâkim ce­reyanların hükmü altın­daki bozuk cemiyetlerde çocuk terbiyesi çok müşkil ol­duğu gibi, o müfsid cereyan­ların terbiyesindeki çocukların da ekse­risinin fâsık olacağı galib ihtimaldir. (Bak: 412.p.sonu)

Gerçi böyle cemiyetlerde hidayet yolu tamamen kapalı değildir. Zira aynı cemi­yette bazıların hidayet yolunu takib ettikleri görülüyor. Eğer hakkı bul­mak şartları hiç bulunmasaydı “fetret devresi” olup mes’uliyet kalkardı. (Bak: Fetret)

İşte böyle fitne devrelerine karşı işâri mânâ külliyetiyle ümmeti teyak­kuza davet ile irşad eden pek çok âyat vardır.

168- Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyuruluyor:

¬y¬9~«h¬±M«X­< ²—«~ ¬y¬9~«…¬±Y«Z­< ­˜~«Y«"«_«4 ¬?«h²O¬S²7~ |«V«2 ­f«7Y­< ެ~ ¯…Y­7 ²Y«8 ²w¬8 _«8

_«Z[¬4 «–YÇK¬E­# ²u«; š_«Q²W«% ®}«W[¬Z«" ­}«W[¬Z«A²7~ ­c¬B²X­# _«W«6 ¬y¬9_«K¬±D«W­< ²—«~

|¬BÅ7~ ¬yÁV7~ «?«h²O¬4 Ô­y²X«2 ­yÁV7~ «|¬/«‡ ­?«h²<«h­; Y­"«~ ­ÄY­T«< Åv­$ «š_«2²f«% ²w¬8



(9) ­v¬±[«T7~ ­w<¬±f7~ «t¬7«† ¬yÁV7~ ¬s²V«F¬7 «u<¬f²A«# «ž _«Z²[«V«2 «‰_ÅX7~ «h«O«4

“Her doğan çocuk muhakkak İslâm fıtratı üzerine doğar. (Bak: Fıtrat) Sonra anası ile babası onu Yahudi yahut Nasrani yahut Mecusi yaparlar. Nasılki her hay­vanın yavrusu tamm-ül aza olarak doğar. Hiç o yavrunun bur­nunda kula­ğında ek­sik, kesik bir şey görülür mü? Sonra Ebu Hüreyre radıyallahü anh (30:30) âyetini okudu ki meali şöyledir:

«Habibim! Allah’ın, insanları hakkı idrak ve kabule müsait yarattığı fıtrat-ı asli­yeyi -ki fıtrat-ı İslâmiyedir- rehber-i hareket ittihaziyle Allah’ın yarattığı bu İslâm ve tevhid seciyesini şirk ile tebdil etmek, muvafık değildir. Bu İs­lâm ve tevhid dini, en doğru bir dindir.» (Bak: 969.p)

Sahih-i Buhari 23. kitab, 93.bab ve 82. kitab, 3.bab; ve Sahih-i Müslim 46. kitab-ül kader 6.bab, aynı mevzuu beyan eder.



169- Aile mes’uliyetinde gayet hassas davranmayı telkin eden ve uhrevî netice­lerini tasvir ederek dünya gafletinden ikaz eden ve bu ciddi din terbi­yesi­nin neticesi olarak Cennet’teki kurtuluşun sevincini ihsas eden şu âyet:

«(52:25) «–Y­7«š_«K«B«< ¯m²Q«" |«V«2 ²v­Z­N²Q«" «u«A²5«~«— (Cennet’te) bazısı bazı­sına dönmüş soruşuyorlardır. Hem o zevk ve neş’e esnasında birbirle­rine yüzyüze yö­nelmiş ahval ve ef’alinden soruyor, hasbihal ediyorlardır. ~Y­7«_5 so­ranlar de­mekte­dirler (yine her biri demektir): «w[¬T¬S²L­8 _«X¬V²;«~ |¬4 «u²A«5 _ÅX­6 _Å9¬~ (52:26)

Evet doğrusu biz evvel ehlimiz içinde, ilimizde veya obamızda veya ha­ne­mizde ailemiz içinde yüreklerimiz titrer, korkar idik; âkıbetten endişe eder, bir is­yana düşmekten veya bir azaba maruz olmaktan korkar idik.

_«X²[«V«2 ­yÁV7~ Åw«W«4 Şimdi Allah bize menn etti; lütf u tevfikiyle bu ni­met­leri in’am buyurdu. ¬•Y­WÅK7~ «~«g«2 _«X²[«5«—«— Ve bizi o semum aza­bından ko­rudu.»

(E.T.4556) diyerek mesrur olurlar.(Bak: 30,31.p.lar)

170- Çocuğun dinî terbiyesi hakkındaki hadislerden biri de şudur:

_«Z²[«V««2 ²v­;Y­"¬*²/!«: «w[¬X¬, ¬p²A«, ­š_«X²"«~ ²v­;«— ¬?«ŸÅM7_¬" ²v­6«…«ž²—«~ ~—­h­8



(10) ¬p¬%_«N«W²7~|¬4 ²v­Z«X²[«"~Y­5¬±h«4«— «w[¬X¬, ¬h²L«2 ­š@«X²"«! ²v­;«:

Çocuklarınıza yedişer yaşlarını bitirince namaz ile emrediniz, onlar (on) yaşla­rını bitirmiş oldukları halde -namaz kılmazlarsa bu­nun üzerine kendile­rini hafifçe- dövünüz. Ve bu onar yaştaki çocukla­rın aralarını yataklarda ayı­rınız.” (Çocuk bahsi için “Vildan” kelimesine de bakınız.)



171- «Şer’an yedi yaşına gelen bir çocuğu namaz gibi farzlara peder ve vâ­lideleri onları alıştırmak için teşvikkârane emretmek ve on yaşına girse şiddetle namaz kıl­dırmak ve alıştırmak şeriatta var.» (E.L.II.66)

172- İmam-ı Buhari’nin Kitab-ül Cuma gibi Sahihinin müteaddid bablarında tahric ettiği bir hadiste :

« ¬y¬BÅ[¬2«‡ ²w«2 «–Y­7 ÎY²K«8 ²v­UÇV­6«— ¯~«‡ ²v­UÇV­6 “Ey ümmetim! Siz he­piniz ço­bansınız, ailenizin her ferdi öbürlerine karşı bir takım vazifelerin ifa­sıyla mü­kel­leftir. Ve bu vazifelerden dolayı Allah’a karşı mes’uldür.” buyur­muştur. Bu vazifeler ve mes’uliyetler şeriat-ı İslâmiyede müstakil fasıllar ha­linde bü­tün te­ferruatıyla tafsil ve izah edilmiştir... Bunların vazife ve mesu’liyetlerine:

­?­~²h«W²7~«— ¬y¬BÅ[¬2«‡ ²w«2 °ÄÎY²K«8«— ¯~«‡ ­u­%Åh7«~

_«Z¬BÅ[¬2«‡ ²w«2 °}«7­¶Y²K«8«— _«Z¬%²—«ˆ ¬a²[«" |¬4 °}Å[¬2~«‡

«Zevc raidir, aile halkının nafakasından ve terbiye-i fikriyyesinden, be­denî neşv ü nemasından mes’uldür. Zevce de, zevcin yed-i emanetine teslim ettiği aile yuvası­nın hüsn-ü muhafazasından mes’uldür, kem nazardan sıya­netle mü­kelleftir” vecize­siyle işaret edilip bu umdeler, yüzlerce ahbar ve ehadis ile tafsil edilmiştir.» (11) (Bak: 2367.p.) (Bu hadisin asıl metni, S.B.M. cild:3, Hadis No: 487’dedir.)

173- Çocuklarda haya hissinin gelişmesi için gereken terbiyeyi vermek, ço­cuk terbiyesinde en önemli yeri işgal eder. Haya hissi; nasihattan daha çok, İslâmî adaba uygun yaşayış ile gelişir. Başta adaba uygun giyinmek, konuşma­larda ciddiyet ve gayr-ı ahlâkî durumlara karşı gösterilen hassasiyet gibi husus­lara dikkat gerekmek­tedir. Büluğ öncesi çocukların küçük yaşta oluşları düşün­cesiyle kız çocuklarının başını örtmemek ve kısa giydirmek; erkek çocuklara da moda namı altında dar veya kısa pantolon gibi giyimler, haya hissinin gelişme­sine manidir. Peygamberimiz (A.S.M.) bir hadis-i şerif­lerinde:

¬h[¬RÅM7~ ¬?«‡²Y«2 «}«8²h­& Å–¬_«4 ¬y¬#«‡²Y«2 «}«8²h­& ~Y­O«3

¯?«‡²Y«2 ¬r¬-_«6 |«7¬~ ­yÁV7~ ­h­P²X«< «ž«— ¬h[¬A«U²7~ ¬?«‡²Y«2 ¬}«8²h­E«6

Çocuğun avretine riayet edin ve onu örtün. Zira onun avreti de büyüğün av­reti gibidir. Allah, avretini açana rahmet nazarı ile bakmaz.» (12) buyur­makla vicdaniyatın (Bak: Vicdaniyat) ve ulvi hislerin teşekkülünde en önemli hususa dikkati çeker.

İslâm terbiyesinde çocuklar bu hassasiyetle korunurken, yabancı ve büluğa er­miş erkeklerin, büluğ öncesi çağındaki çocuklara karşı ciddiyetlerini muha­faza et­meleri, laübaliyane ihtilatta bulunmamaları tavsiye ediliyor. Ez­cümle: İmam-ı Azam hazretlerinin Ebu Yusuf’a şu vasiyeti var: «Henüz büluğ çağına yaklaşmış olanlar ile konuşma. Zira onlar birer fitnedir. Ama küçük çocuklar (*) ile konuşmanda ve on­la­rın başlarını okşamanda mahzur yoktur.» (İmam-ı Azam’ın Ebu Yusuf’a Vasiyeti. Ser­dengeçti Neşriyatı, 1962 An­kara, sahife:6) (Bak: 2820/1.p.)

174- İslâm aile hayatında kadın ve erkeğin vazife, hak ve mesuliyetleri tav­zih ve tanzim edilmiştir. Ezcümle: Aile hukuku ile alâkalı bir âyetin tefsi­rinde deniliyor ki:

«Erkeklerin mirasta istihkakları ziyade olmasının hikmeti (4:34)

¬š_«K¬±X7~ |«V«2 «–Y­8~ÅY«5 ­Ä_«%¬±h7«~ erkekler ve alel-husus recul olan tam erkekler, ka­dınlar üzerinde kavvamdırlar; onların üstlerinde dururlar, işle­rine bakarlar, dikkatle gözetir, muhafaza ederler, kâhyaları, müdürleri, muha­fızları, veliyy-ül emirleridir...

175- Şüphesiz ki, bu vazifelerini yapan ricalin de kadınlar üzerinde kavvam ol­maları ve onlardan itaat ü sadakat beklemeleri bir hakk-ı meşrula­rıdır. Binae­naleyh °€_«B¬9_«5 ­€_«E¬7_ÅM7_«4 saliha olan kadınlar da Allah’a itaat ederler. Ko­calarına karşı divan durup, haklarına riayet ederler.

¬`²[«R²V¬7 °€_«P¬4_«& Kocalarının gıyabında nefis ve mal ü namus ve haysi­yet ve esrar-ı âile gibi muhafazası lazım gelen hususatı ­yÁV7~ «o¬S«&_«W¬" hıfz-ı ila­hiye istinaden mu­hafaza ederler. Zira Allah bunların muhafazasını emretmiş­tir.

Aleyhissalatü Vesselâm Efendimiz’den mervidir ki: “Nisa’nın hayırlısı o ka­dındır ki; baktığın zaman seni mesrur eder, emredersen itaat ey­ler, gıya­bında bulunduğun zaman da seni malında ve nefsinde hıfze­der” buyurmuş ve bu âyeti okumuştur...

176- Åw­;«ˆY­L­9 «–Y­4_«F«# |¬BÅV7~«— Ey kavvam olan ve zevcelerinin hakla­rını ve­ren zevcler! Nüşuzlarından, yani kafa tutup itaatsızlık etmelerinden kork­tuğunuz, korkacak bir emare hisset­tiğiniz karılara gelince...

Nüşuz: Esas-ı lügatta irtifa’ ve tümseklik mânâsından me’huz olarak, kadı­nın kocasına kafa tutup isyankâr bir vaziyet almasıdır ki, güya kendisini yüksek farzedip itaatını ref’eylemiş olur.

Böyle bir hal karşısında; Åw­;Y­P¬Q«4 evvela bunlara va’z u nasihat ediniz. ¬p¬%_«N«W²7~ |¬4 Åw­;—­h­D²;~«— saniyen; yataklarda mehcur bırakınız. Åw­;Y­"¬h²/~«— sa­li­sen; hafifçe ve şeyn-âver olmıyacak (iz bırakmıyacak) bir surette biraz dö­vüveriniz. Bi­naenaleyh ®Ÿ[¬A«, Åw¬Z²[«V«2~Y­R²A«# «Ÿ«4 ²v­6_«X²Q«0«~ ²–¬_«4 size itaat eder­lerse artık ta­arruz için aleyhlerinde vesile aramayınız.» (E.T.1348) (Bak: Ta­lak)



(Âhirzaman alâmetlerinden sayılan kocanın her hususta karısının emrinde olacağı rivayeti, bak: 2049.p.)

Bununla beraber (4:128) âyetinde ise erkeğin kadına karşı nüşuzunu bah­se­der. Yani: Erkeğin ailesini kendisine uygun bulmaması ve uzaklaşmak is­temesi mesele­sidir. Bu halde kadına, bazı haklarını feda ederek sulh istemesi ve aile nizamını bozmaması tavsiye ediliyor.



177- Aile hayatında diğer önemli bir husus da şudur ki: Tahyir âyetleri na­mıyla bilinen (33:28,29) âyetlerinin bildirdiği kıssadan hisse alarak; zevce, dünya hayatının zinetlerine meyletmemeli ve zevcini iktisadî hayat darlığına düşüren iktisadsızlık yoluna girmemelidir. Hele günün moda ve fantaziyelerine kapıyı ciddiyetle kapama­lıdır.

(Evlad ü iyal sahibi olmak cihetinde ikaz edici âyetlerden notlar, bak: 419 ve 419/1.p.lar)

178- Aile efradı arasında muhabbet ve itaat, (9:23) (29:8) (31:15) âyetle­rinde de beyan edildiği gibi dine uygunluk şartına bağlıdır. Şöyle ki:

«(58:22) ¬h¬'´ž²~ ¬•²Y«[²7~«— ¬yÁV7_¬" «–Y­X¬8ÌY­< ®•²Y«5 ­f¬D«# «ž Allah ve âhiret gününe iman eden hiçbir kavmi (cemaatı) ­y«7Y­,«‡«— «yÁV7~ Å…_«& ²w«8 «–—Ç…~«Y­< Allah’a ve Re­sulüne hadd yarışına (Bak: Hadd) kalkan kimselerle sevişir bir halde bula­mazsın...

²v­Z«#«h[¬L«2 ²—«~ ²v­Z«9~«Y²'¬~²—«~ ²v­; «š_«X²"«~²—«~ ²v­; «š_«"³~ ~Y­9_«6 ²Y«7«—

Babaları veya oğulları veya kardeşleri veya hısımları, hemşehrileri olsalar bile...



179- «t¬\³7—­~ İşte onlar -o Allah ve Resulüne yarışa kalkışan kimseleri sevmiyen mü’minler yok mu- «–_«W<¬ž²~ ²v¬Z¬"Y­V­5 |¬4 «`«B«6 Allah onların kalblerine imanı yazmıştır. -Yalnız lisanlarında değil, kalblerinde tesbit ey­lemiş, yerleştirmiş­tir. Bun­dan anlaşılır ki, asıl iman kalb işidir.-

­y²X¬8 ¯ƒ—­h¬" ²v­; «fÅ<«~ «— ve kendilerini, tara­fından bir ruh ile teyid bu­yurmuş­tur. -Kalblerine hayat veren İlahî bir irfan nuruyla kuv­vetlendirmiştir. Onun için Allah’ı unutmazlar. Âhiret yolunu görür, se­vileceği se­vilmeyeceği tanır­lar. Allah ve Resulüne itaat ederler, Allah yolunda her fedakârlığı yaparlar.

­‡_«Z²9«ž²~ _«Z¬B²E«# ²w¬8 >¬h²D«# ¯aÅX«% ²v­Z­V¬' ²f­< «— hem Allah on­ları, al­tından ır­maklar akar Cennetlere koyacaktır. _«Z[¬4 «w<¬f¬7_«' O suretle ki, içle­rinde ebediyyen kalmak üzere ­y²X«2 ~Y­/«‡«— ²v­Z²X«2 ­yÁV7~ «|¬/«‡ Öyle ki, Allah onlar­dan hoşnud, onlar da Allah’dan hoşnud... Hem marzıyye, hem raziye olarak, Allah’ın rıdvanına ermişler.

¬yÅV7~ «²i¬& «t¬\³7—­~ İşte bu evsafını duyduğun mü’minler, Allah’ın hiz­bi­dirler. (Bak: Cemaat) -Allah’ın askeri ve Allah dininin yardımcıları, Allah yo­lunda mücahede eden mücahidlerdir.- «–Y­E¬V²S­W²7~ ­v­; ¬yÁV7~ «²i¬& Å–¬~ «ž«~ Uyanık ol ki, Allah’ın hizbi mu­hakkak hep felah bulanlardır.» (E.T.4804) (9:114 âyeti de mevzu ile alâkalı­dır.)



180- Mezkûr âyetin tefsirinden, dine aykırı isteklerde bulunan ebeveyne, ço­cukların isyan edeceği mânâsı çıkarılmamalıdır. Zira 164’üncü parağrafta da beyan edildiği gibi, dine aykırı isteklerde bulunan ebeveyne itaat etmemek başka, isyan etmek daha başkadır. Bir çocuk, ebeveynine hiç bir şekilde isyan edemez ve onları rencide etmez. Ancak ebeveynin dine aykırı istekleri olursa, çocuk ehven bir şekilde bunları geçiştirir, yapmaz, dini yaşayışına de­vam eder.

Bazı ana ve babalar, çocuklarını dinî hayattan çekip kendi anlayışlarına uy­gun bir hayata itmektedirler. Bu hal ise manevi mes’uliyete ve çocukların da itaatsızlı­ğına sebeb olur. Zira dinin emri ile ebeveynin emri tearuz ederse, dinin emri tercih edilir. (Bak: 3760/10.p.)

Yukarıda anlatılan ebeveynle evlad arasındaki ayrılığı haber veren bir riva­yette mealen şöyle buyuruluyor:

«Yakında bir fitne olacak, öyle ki, insan kardeşinden ve babasından ayrıla­cak (aile müessesesinin fıtrî ve iman şuuruyla inkişaf eden manevi ra­bıtası, sıla-i rahmi zedelenecek) bu fitne kıyamete kadar insanların kalblerinde yayılıp duracak. Hatta o fitnelerde belaya uğramış çilekeş bir adam, (cemiyetin ve aile­lerin bozukluğunu gö­ren ve ıslahına çalışan asrın imamı) zaniyenin zinası sebe­biyle ayıplandığı gibi ayıp­lanacak.» (R.E.298)



Atıf notları:

-Ebu Yusuf’un dinî tahsiline ebeveyninin müdahalesi, bak: 1613.p.

-Aile müessesesinin korunması, Bak: 3760/9.p.

181- Aile reisinin riyasetinde yürütülen aile hukuku ve münasebetleri ile alâkalı olarak, kadınların camiye ve bilhassa evlerinden dışarıya çıkmalarının mahzurları mes’elesine gelince:

«Hanefilerin “El-Hidaye” namındaki fıkıh kitabında, kadınların cemaate de­vamları hakkında aynen şöyle denilmektedir:

Kadınların cemaate gelmesi mekruhtur. Yani genç kadınların gelmesi mek­ruh­tur. Çünkü fitneden korkulur. Yaşlı kadınların sabah, akşam ve yat­sıya çık­masında bir beis yoktur. Bu Ebu Hanife’ye göre böyledir. İmameyn: “İhtiyar kadınlar bütün namazlara çıkabilirler, zira fitne yoktur, çünkü onlara rağbet az­dır. binaenaleyh bay­ram namazlarında olduğu gibi, burada da çık­maları mekruh değildir.” demişlerdir. Ebu Hanife’nin delili şudur: “Fazla şehvetperestlik, ihti­yar kadınlara da musallat olmaya sevk eder. Binaenaleyh fitne melhuzdur.” Müteahhirin-i ulema, genç ihtiyar bütün kadınların, bütün namazlara çıkmala­rını men’etmişlerdir. Çünkü sair vakit­lerde fasıklar galibdir.

“El-İnaye” adlı fıkıh kitabımız şu malumatı veriyor: “Eskiden kadınların na­maza çıkmasına müsaade edilirdi. Sonraları bu fitneye sebeb olunca çık­mak­tan men’edildiler. Tefsirde mezkûrdur ki,

(15:24) «w<¬h¬'²_«B²K­W²7~ _«X²W¬V«2 ²f«T«7«— ²v­U²X¬8 «w[¬8¬f²T«B²K­W²7~ «w²W¬V«2 ²f«T«7«—

“Vallahi sizden ileri gidenleri ve vallahi sizden geri kalanları bildik.” mea­lindeki âyet-i celile kadınlar hakkında nazil olmuştur. Çünkü münafıklar ka­dın­ların avret (Bak: Avret) yerlerini (yani ayak bileklerini) görmek için geriye du­rurlarmış. Filha­kika Hz. Ömer (R.A.) kadınları mescidlere çıkmaktan men’etmiş, onlar da Aişe (R.Anha)’ya şikayet eylemişlerdi. Hz. Aişe: “Pey­gam­ber (A.S.M.), Ömer (R.A.)’ın bildiği bu günkü ahvali bilmiş olsa, sizlere çıkmak için izin vermezdi.” demiştir.



Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   169




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin