İstanbul ansiklopediSİ Büyük Kapalı Çarşıda Yağlıkçılarda İstanbul Hanımı



Yüklə 5,01 Mb.
səhifə28/80
tarix03.01.2019
ölçüsü5,01 Mb.
#88905
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   ...   80

İSTANBUL

ansiklopedisi

— 482İ —


DÜNDAR (Ali)


«Hayatı evi ile tiyatro sahneleri arasında geçer; eşinin, kızlarının bir dediğini iki etmez» (Orhan Tahsin, Hayat Mecmuası).

İki kızı vardır, İpek (doğumu Î944) ve Serpil (doğumu 1954). Sporlardan yağlı güreşi sever, hatta gençliğinde güreşmişdir. Türk Tiyatro Cemiyeti ve Sahne Sanatkârları Derneği üyesidir.

DÜMEN — Halk ağzı argo ile hâneber-duşlar argosunda hîle, dalavere; «İşi gücü hep dümen..» (F. Devellioğlu, Türk Argosu), «Tüyünü düzmek için dümen çevireceksin anam, yoksa yalın ayak yarım pabuç çok sürter durursun!..».

DÜMEN (Haydar) — Değerli bir asabiye mütahassısı hekim, mesleği üzerinde değerli bir yazar; 1931 yılında Uşak'm İkisaray Köyünde doğdu; baba, okuma yazmayı kendi kendisine öğrenmiş yaradılışı uyanık insanlardan mütevazı gelirli bir çiftçi idi; ilk ve orta okulları Uşakda bitirdi, lise tahsilini Afyon Karahisar-da yapdı, İstanbul Üniversitesinin Tıb Fakültesini bitirdi. 1955 de doktor oldu, ve aynı yıl içinde aynı fakültenin Nöroloji ve Psikiyatri Kliniklerinde ihtisasa başlayarak 1958 de ihtisas diplomasını aldı; 1959 - 1960 yıllarında Adarıa Askerî Hastahânesinde asabiye mütahassısı olarak çalışdı. 1960 da Uşak Devlet Has-tahânesine tâyin edildi; 1962 de Erzurum Numune Hastahânesine nakledildi, 1965 de îlk



Dr. Haydar Dümen (Resim: S. Boeealı)

Yardım Hastahanesinin asabiye mütehassısı olarak İstanbula geldi; bu satırların yazıldığı sırada bu vazifede bulunuyordu.

Meslekî çalışmaların yanında sosyal psikoloji sahasında araştırmaları vardır; bu araştırmalarının çoğunu 1960 dan sonra ilgili dergi ve gazetelerde yayınlamışdır. Yazılarını rahat ve zevkle okutan ilgi çekici bir üslûba sâhibdir. Son yıllarda bilhassa cinsel konular üzerinde durmaktadır. İstanbulda büyük bir hafta sonu gazetesi olan «A.B.C»deki yazıları, zamanımızda cinsî sapıklığın türlü tezahürlerinin cinayetlere kadar varan vak'aları karşısında analar, babalar, mürebbîler, ve bilhassa kanun a-damları tarafından dikkatle okunmaya değer makaalelerdir; değerli gene hekim Haydar Dümenin bu yazıları, en önemli bir konuya ışık tutmaktadır.

DÜMENCİ — Halk ağzı argo; 1. hilekâr, dalaveracı; 2 — en geride olan, sonuncu: «Ali sınıfın dümencisidir» (F. Devellioğlu, Türk Argosu) .

DÜMEN KIRMAK, DÜMENİ KIRMAK — İstanbul ağzı argoda «Kaçmak, sıvışmak»; misaller:

Gitdikleri memleketlerde gitar çalarak ve şarkı söyleyerek dilenen ve ayrıca fuhuş ile de geçinen biri kız biri oğlan iki taze turist üzerine konuşulur:

Yedik içdik, kuş dili ile muhabbet ettik, çantada keklik dedik.:, bir saklambaç oyunu tutturdular... tam curcunadayız... neden sonra farkına vardık... ikisi de ortada yok... dümeni kırmışlar.. (B.: Hâneberduş turistler).

Bir fındıkçı şaha kaptırdım gönül Bıçkın cilvesiyle mest etti benî Vasîın vadi ile gelmişken kâfir Eşik atlamadan kırd^ dümeni

DÜMEN SOKAĞI — ±934 Belediye Şehir Rehberine göre Galatada Ömer Avni Mahallesi sokaklarından; Bağodaları Sokağı ile Hacı izzet Paşa Sokağı arasında uzanır, isimsiz bir sokakla Gümüşsüyü Caddesine bağlanır (1934 B.Ş.R. Pafta 15/169), yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi. (Şubat 1967).

DÜMER (Ekrem) — Aktör; 1928 de İstanbulda doğdu, Sami Dümer adında bir kunduracının oğludur, annesinin adı Nazmiye Hanımdır; Kasımpaşa 9. îlk Okulunda (1939), Beyoğlu Orta Okulunda (1942) okudu ve 1945 de İstanbul Ticâret Lisesini bitirdi. Doğan Nakliyat Şirketinde (1945 - 1948), Nevzad Sertel ihracat ve Komisyon iğlerinde (1950), Mer-meriş T.A. Şirketinde (195± - 1962) çalışdı.'

Sahneye henüz talebe iken amatör olara.k Halk Evlerinin temsil kollarında çıkdı (1930 -1949); ±949 da Avni Dilligil'in açdığı tiyatroya intisab etti, 1950 de Tevhid Bilge - Aziz Basmacı topluluğuna katıldı; 1952 de Ses Tiyatrosuna girdi ve sekiz sene bu tiyatroda çalışdı Çığır Sahne — Ekrem Dümer firmasını, Tiyatro - Operet - Film işletmesini kurdu. Türk Sahne Sanatkârları Derneği idare meclisi üyesidir. Posta pulu ve tiyatro afişleri koleksiyoncusu-dur.

Bibi.: Kim Kimdir Ansiklopedisi; H. Göktürk,

Not.


Ankara Caddesinin Sir-

DÜNDAR (Ali) -

M Dündar (Resim: Ş. Bozcalı)

keçi tarafında Is-tanbulunu büyük ve güzel lokantalarından istanbul Lokantasının sahihlerin? den; 1921 de Adıyaman'da doğdu, Mustafa adında bir yapı ustasının oğludur, annesinin adı Hanife Hanımdır. İlk tahsilim Adıyamanda yap «di; Malatya Orta O-ikulunun üçüncü sı-fında sınıf da kalınca, ailesi yanına dönmekden, baba huzuruna çıkmakdan utanarak 1939 da 17-18 yaşlarında iken İstanbula kaçdı. Bir kaç gün âvâre dolaşdıkdan sonra Kâraköyde Tünel yanında Ermenice Jamanak Gazetesi idarehanesinin bulunduğu binanın alt katında Filip Efendinin lokantasına bulaşıkçı olarak girdi. Filip Efendi o zamanın çok ünlü Tokatlıyan Otelinin

mutfağından yetişmiş bir aşçıbaşı, ve lokantası Karaköy ve civarının şöhretli yerlerinden biri idi. Filip Efendi yeni bulaşıkçısı gencin bir ortaokul talebesi olduğunu öğrendikden sonra, işine gelmeyen haylaz bir kominin yerine onu mutfakdan alıp lokantaya verdi; bir müddet sonra da komilikden garsonluğa çıkardı.

Ali Dündar Filip Efendinin lokantasında bir buçuk sene kadar kaldı. Lokanta akşamları erken kapanıyordu; işinden ayrıldıkdan sonra Galatadaki tiyatrolara giden Ali Dündar o devrin tuluat aktörlerinden Atıf Koç'un nazarı dikkatini çekdi, ve bu sanatkârın delâleti ile Karabaş Tiyatrosuna figüran olarak girdi, artık her gece lokantadan çıkıp tiyatroda figüranlık yapmaya başladı. Fakat bir müddet sonra E-minönünde Madam Angelikinin lokantasından çok tatmin edici şartlarla garsonluk teklifinde kalınca Filip Efendiden izin alarak Madam Angelikinin yanına gitti, Galatadaki tiyatro figüranlığını da bırakdı.

Madam Angelikinin lokantası eski Eminönü Meydanında idi, meydan aşıldıktan sonra yine o civarda Yağcı Sokağına nakletmişdi, O tarihlerde çok ünlü aşçıbaşı Pandeli'nin Keres-tecilerdeki lokantasının ilk parlak devri idi (B.: Çobanoğlu, Pandeli), ve İstanbul tarafında ';ek rakibi Madam Angeliki idi.

Ali Dündar biraz gecikmiş olarak 1943 de askere alındı, ±945 de terhis edildi ve 1946 da Pandeli'nin Lokantasına garson olarak girdi; ve 1957 yılana kadar on iki şene orada çalışdı.

Pandelinin damadı Hristo Petro pek usta bir aşçibaşı idi. Pandeli ile çok iyi geçindiği halde kayınbiraderlerinin yersiz ve hoş görülmeyecek bâzı hareketlerine tahammül edememiş ve ayrı bir lokanta açmışdı. Ali Dündann çok dürüst halleri, iş bilirliği dikkatini çekdiği için beraber çalışma teklifinde bulundu; Ali Dündar da Hristoınan büyük aşçı olduğuna inanmışdı, birikmiş bir az parası var,dı, ve artık şahsen bir müessese sahibi x>lmak istiyordu, Hristonun davetini kabul etti ve ortaklaşa Ankara Caddesinde istanbul Lokantasını satın aldılar (B.: istanbul Lokantası); ve kısa zamanda bu lokanta Istanbulun en güzel, en temiz, ağız tadı ile yemek yenilen, ağız tadı ile içki içilen yerlerinden biri oldu. 1962 yılı mayısının 18-19 uncu gecesi civarda bir dükkândan çıkan bir yangında bu güzel lokanta yandı. Bu ateş afeti karşısında Ali Dündar metanetle göğıis verdi, Hristo yıldı,



r

DÜNDAR SOKAĞI

İSTANBUL

ansiklopedisi

4823 —



DÜNYA GAZETESİ



UNYA

6 U V A T A N 'H E P B U H A L K İÇİ N


Başyazarı: FaliB Rıfh ATAÎ


Dünya Gazetesinin başlığı

Hristonun yetişkin oğlu Pandeli Ali Dündara destek oldu, istanbul Lokantası Ali Dündar ile Küçffk Pandeli ortaklığı ile ihya edildi ve dört ay sonra dost müşterilerine kapusunu tekrar açdı.

Hristo Petro Yunan uyruklu idi, 1964 de Türkiye hududu dışına çıkarıldı; oğlu Türk uyruklu Pandeli anası ile birlikde babasının kaderine boyun eğdi ve o da Türkiyeden ayrılınca hissesini Muhammed ve Yusuf Salahî kardeşlere sattı; bu satırların yazıldığı sırada istanbul Lokantası bu iki kardeş ile Ali Dündarın elinde bulunuyordu.

Orta boylu, temiz bir yüze sâhib olan, terbiyesi ile, nezâketi ile lokantasının çoğu seçkin sımalar olan müşterilerinin sevgisini kazanmış Ali Dündar Tole (Türkiye Otel, Lokanta ve Eğlence Yerleri Sendikasının kurucularındandır. 1950 yılında Bayan Cemile (Akın) ile ev-lenmişdir; Müzeyyen (doğumu 1951), Mustafa (doğumu 1953) ve Hülya (doğumu 1956) adında üç evlâd sahibidir.

Sirk ve canbaz seyrim pek sever; yağlı Türk güreşinin hayranlarındandır. Bu istanbul Ansiklopedisine «Döner Kebab» maddesini yaz-mışdır.



DÜNDAR SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Üsküdarın Icâdiye semti yollarından, bu semtin göbeğinde Çifteçınar Sokağı ile Türkân Hâtûn Sokağı arasında uzanır uzun bir sokakdır; Yazmacı Sokağı, Mağa-zacı Sokağı ve Sıvacı Sokağı ile dört yol ağızları yaparak kesişir (1934 B. Ş. R. Pafta 27/ Icâdiye): yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (Şubat 1967)

DÜNGELEN (Hüseyin Fahri) — Zamanımızın ünlü tanbûrîlerinden, ihya edilen Mehter Takımının Iritmik mehter yürüyüşünün mucidi, gün görmüş sanatkâr bir istanbullu sohbet ve meclis adamı, kısa bir süre bu istanbul Ansiklopedisine kalemi ile yardımda bulunmuş dost bir sîmâ; 1898 de Istanbulda Sarı-yerde doğdu, babası uzun zaman istanbul Askerî Mahbushâne müdürlüğünde bulunmuş ve bu vazifede iken 1911 de emekliye ayrılmış binbaşı ismail Hakkı Beydir, Annesi Rumelihisar-lı Ülker Hanımdır. Bağçe kapusunda Hamidi-

ye Ibtidâisinde, Yerebatan Rüşdiyesinde, Vefa idadisinde okudu, îdâdi talebesi ve 18 yaşında iken Birinci Cihan Harbi içinde 1916 da ihtiyat zabit olarak askere alındı ve altı aylık bir tâlimden sonra Irak Cebhesine sevk edildi; Küt El-Amâre muharebeleri ve muhasarasında bulundu, bu şehrin ingilizler elinden istirdadında esir edilen General Charles Towns-hend'in Istanbula şevkinde muhafızlarından biri olarak Istanbula geldi, ve Istanbulda Ef-rad ve Zabıtan Aile Erzak Komisyonunda görevlendirildi; 1918 mütârekesine kadar bu komisyonda çalışarak terhis edildi, ve hemen bir tanbûrî olarak Dârülfeyzi mûsikî topluluğuna katıldı.

Musikiye incizâbi ve tanbura hevesi ço-sukluk çağında başlamışdı, sünnet düğününde hediye olarak gelen bir gramofon ile Tanbûrî Gemilin bir kaç plağı Hüseyin Fahriye o geniş âlemin kapusunu açmışdı; rüşdiye talebesi i-ken Tanbûrî Hikmet Beyden ilk tanbur derslerini almış, îdâdi de iken ikinci saz hocası da emekli süvari binbaşılarından ressam ve tanbûrî Tahsin Bey olmuşdu.

Bir sazende olarak piyasa hayatına 1920 - 1921 arasında 22 yaşında iken Kuşdilinde Hamdi Beyin Gazinosunda çalan ve Kemani Memduh Beyin idaresinde. bulunan saz takımında atıldı. O tarihden bu yana ömrü o âlemin



Fahri Düngelen (Resim: S. Bozcalı)

içinde geçmekdedir; çalışdığı yerlerin başında Kristal, Panorama, Küçük Çiftlik Parkı, Tepe-başı ve Cumhuriyet Gazinoları gelmektedir, 1964 de de Kazablankada bulunuyordu.

Sâzendeliği gece işi olmuşdur, memuriyetleri de vardır, 1918 den 1953 yılına kadar otuzbeş yıl Eyyubda ve sonra Sirkecide Askerî Levazım Gayrî Mamul Anbarlarmda bulunmuşdur; 1953 de istanbul fethi 500. yılı hazırlıkları arasında Mehter Takımını ihya eden General Şükrü Kanatlı, törenin yapılmasından onbeş gün evvel Hüseyin Fahri Düngeleni bu takıma musiki öğretmeni olarak tâyin etmiş, ve sanatkâr, bir yandan seçilmiş neferlere saz ve tegannî öğretmiş, bir yandan da o günlerden beri tatbik edi-legelen ritmik mehter yürüyüşünü îcad etmiş-dir; kendisi gösterilerde, takımın başında eski kıyafet ile elinde hocalık alâmeti bir tuğ taşıyarak bulunurdu. Mehter hocalığından 1955 -1956 arasında gücenik olarak ayrıldı.

1926 da Burdur telgrafhanesi müdürlüğünde bulunmuş bir zâtın kızı Bahriye Hanımla ev-lenmişdir. Bu hanım, sanatkârın acı ve tatlı günlerinin kırk yıllık şefkatli hayat arkadışı-dır; evlâdları olmamıgdır.

Fahri Düngelen 1,78 boyunda, güzel yüzlü, tatlı dilli, hatır sayar, vefa bilir, rind meşreb adamdır; badeye iltifat eder, hattâ onu pek sever, ve sigara tiryâkisidir; bağçıvan denilecek kadar çiçek meraklısı, balıkçı denilecek kadar hünerli olta balıkcısıdır.

Bu satırların yazıldığı sırada Kadıkcyürıde Cevizlikde Halil Edhem Sokağında kendi milki olan evde oturmakda idi.



22 6§ 88 - 22 83 «4 Santral: 27 99 19


DÜNYA GAZETESİ — Istanbulun hâlen yayınlanmakda olan günlük sabah gazetelerin-

den biri; l Mart 1952 de ünlü gazeteci, edib politika adamı Falih Rıfkı Atay tarafından kuruldu; 1953 de tanınmış fıkra yazarlarından Bediî Faik ile bir ortaklık tesis edildi; 1963 de Falih Rıfkı hissesini Bediî Faike devrederek Dünyâda sadece başmuharrir olarak kaldı. (B.: Atay, F. Rıfkı, Cild 3. Sayfa 1260; Bediî Faik, Cilt 5; Sayfa 2368).

Bu gazetenin sahibi B. Bediî Faik ile gazetenin yazı işleri müdürlüğüne gönderdiğimiz mektublar cevabsız kaldığı için Dünyâda çalışan gazetecilerin, ve yazılarını bu gazete ile yayınlayan sanat ve fikir adamlarının kimler olduğunu tesbit edemedik.

Aşağıdaki satırları 22 Ağustos tarihli nüshaya atfen kaydediyoruz:

8 sayfa olarak yayınlanmaktadır. Baş muharrir F. R. Atay'ın makaleleri «Politika» başlığını taşımaktadır. 2, 3, 4, 5, 6, 8. sayfalara isimler verilmiş olup gazetenin çeşidli yazılan belli sayfalarda toplanmak istenmişdir; şöyle ki:


ra: ıs

Sayı: 3756




  1. Sayfa «Düşünce Yorum» — «Bugünkü
    Dünya bunalımı ve insanlığın geleceği» başlıklı
    eski Bolu milletvekili Fuad Ümid'in bir makaa-
    lesi; «Her salı» başlıklı Yılmaz Öztuna'nın bir
    fıkrası; bir terceme roman tefrikası; «Dışar
    dan» başlıklı bir sütunda iki fıkra: Liz'in (ünlü
    sinema aktrisi) derdi ve isveç usûlü hırsızlık.

  2. sayfa «Yurddan ve Dünyadan» — Çe
    şidli dünya haberleri.

  3. sayfa «Dünyadan Dünyaya» — Dünya
    gazetelerinden aktarmalar ve Çubuk resimli 5
    roman tefrikası,

  4. sayfa «Düşünce Tarih» — Naşid Uluğ'-
    un «Çanakkale Zaferinin şahikası Anafartalar
    Meydan Muharebesi» isimli tarihî tefrikası ve

DÜRBÂLİ

— 4824 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

4825 —



DÜRDÂNE (Kaçakçı)


bir terceme roman tefrikası.

6. sayfa «Olaylar Magazin» — Dünya ma


gazin ve gazetelerinden resimli aktarmalar.

8. sayfa «Dünya Spor» — Spor haberleri.

7. sayfa, diğer sayfalardaki yazıların geri
kalan kısımları ile küçük haberlere tahsis edil
miş bulunuyordu.

Dünya Gazetesinin idarehanesi Cağaloğlun-da Narhbağçe Sokağında 15 numaralı binada idi, ve kendi matbaasında basılmakda idi (1967).



Bürhaneddin OLKER

DÜRBALl — Asıl adı Ali Bâli Ağadır, Fâtih Sultan Mehmedin istanbul muhasarası ve çenginde bulunanlardan, ni'melceyş'dendir; Üs-küdarda Dürbâli Mescidinin banisi; kabri de Üsküdarda, Tavukçularda Itriyatçı Ali Beyin dükkânının içindedir. Dürbâli adının «Torbalı Albden yakıştırma olduğunu kaydedenler vardır.

Bibi.: E. H. Ayverdi, Fatih Devri Mimarisi.



DÜRBÂLİ CAMÎI SOKAĞI — Üsküdarda Çavuşderesinde Dürbâli Mahallesi sokaklarından, Torbalı Sokağı ile Şâirûhi Sokağı arasında uzanır (1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta 27). Bir araba geçecek genişlikde, kabataş döşeli, dirsekli bir yoldur. Sokağa adını veren ve bu sokak üstünde bulunan mescidden eser kal-mamışdır, fakat adı geçen rehberin paftasında yeri gösterilmişdir. Büyüklü küçüklü ahşab ve kagir evler arasından geçer; kapu numaraları 3 - 33 ve 2 - 18 dir (Şubat 1963).

Hakkı GÖKTÜRK

DÜRBÂLİ MAHALLESi — Üsküdarm en eski mahallelerinden biridir, adını Fatih Sultan Mehnıed devrinde yapılmış Dürbâli Mescidinden almışdır; 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Bülbül deresi ve Çavuşderesi arasına düşer (adı geçen rehberde pafta 27); Toygar-hamza, Tenbel Hacı Ahmed, Solak jâinan ve înkilâb mahalleleri ile çevrilmişdir, sokakları şunlarıdır: Selâmsız Caddesi, Kevâkibzâde Çıkmazı, Solak Çıkmazı, Koltukcu Musa Sokağı, Hacı Mutsalip Sokağı, Torbalı Sokağı, Halil Efendi Çeşmesi Sokağı, Toygar Hamza Sokağı, Dibeki Ahmed Sokağı, Kuşoğlu Yokuşu, Zenciler Sokağı, Dürbâli Camii Sokağı, Himmetba-

ba Sokağı, Hatmi Sokağı.

1963 yılında mahalle muhtarlığında B. Mehmed Alemdaroğlu (bakkal) bulunuyordu, onun verdiği nota göre mahallede 315 ev, 5 dükkân, l eski tekke (Saçlı Ahmed Efendi Tekkesi) var idi.

Hakkı GÖKTÜRK

DÜRBÂLİ MESCİDİ — Üsküdarda adını verdiği mahallede, ve aynı adı taşıyan sokakda idi; Hadikatül Cevâmi şu malûmatı veriyor: «Banisi Ali Bâli Ağa nam sahibi hayırdır ki Fatih Sultan Mehmed Han hazretleri ile gelen ni'melceyşdendir; merkadi şerifleri Kavukeular içinde bir mahallî mahsusda ziyâretgâh iken mürûri eyyam ile dükkânlar arasında kalmışdır. Mahallesi vardır». Üsküdarlı Vâsıf Hiç'in notlarında çok harab bir halde iken meşrûtiyetin ilânında (1908 - 1910 arasında) yıkdırılmış olduğu yazılıdır. Mahalle halkının rivayetine göre de, dört kagir duvar üzerine kiremitli ahşab bir çatıdan ibaret Dürbâli Mescidi 19'23 (?) yılında ibâdete açık iken harab durumundan ötürü kadro dışı bırakılmış, yıktırılıp enkaazı satılmış, yeri de her nasıl ise şahıs milki olmuş-dur.

Ekrem Hakkı Ayverdi ise bu mescidin yıkılmasını çok daha yakın bir zamana alıyor, «Fatih Devri Mimarisi» isimli eserinde şunları yazıyor: «Toygartepede bulunan bu mescid 1950 senesinde yıkılmış ve arsası satılmışdır..». Mescid 1934 Belediye Şehir Rehberinde de gösterildiğine göre Vâsıf Hiç'in hedim tarihini 1908 - 1909 arasında kaydetmesi hatalıdır.



Hakla GÖKTÜRK

DÜRBİNOĞLU — Geçen asırda yaşamış bir bestekâr ve sazende; Ayvansarayın Lonca çingenelerinden olduğunu tahmin ediyoruz (B.: Ayvansarayda Lonca, cild 3. sayfa Ü644); asıl adı bilinmiyor; Hâşim Bey, kendi adına nisbetle anılan meşhur mecmuasında bu Dürbinoğlunun arezbar faslında bestelediği bir şarkısını kaydediyor; şarkının güftesi Vehbi Efendinindir:

Mutrib yine bir nağme serağa/ iderek gel Ahengi def ü nâyini demsâz iderek gel Uşsaka neva sene hem âgaz iderek gel Gerdan kırarak salınarak nâz iderek gel

Teşrife bulunmazsa eğer gündüze imkân Akşama karib olsun aman ey mehi taban Yüz sürsün ayağın tozuna Vehbii nâlan Gerdan kırarak salınarak nâz iderek gel

DÜRDÂNE (Çengi) — Geçen asrın büyük kalender şâirlerinden Enderunlu Fâzıl Beyin (B.: Fâzıl Bey, Enderunlu) bir gazel ile övdüğü bir rakkaase (B.: Çengi, cild 7, sayfa 3840):

Gülerek raks iderek her yâne Çıkdı ol çengi kızı meydâne

Ele almış yine çarpâresini El aman böyle gerek cânâne

Ne ace'b raks ideyor seyr eyle Sabra takat mı kalur insâne

Nağmesin mutrib unutdu göricek Sazları oldu dahi mestâne

Yerdedir havf ile cesmi neyzen Yüzüne baksa olur dîvâne

Ruhi zîbâsı güzel peşini güzel Kadi bâlâsı güzel Dürdâne

Gamzesi akl alıcı mahremi râz İşvesi can verici bigâne

Fâzılı haste dili atma sakın Nazeninim güzelim yâbâne

Gazelin altıncı beytindeki «Dürdâne» ismi, şâir tarafından övülmüş rakkaaseye «inci dâ-nesi» anlamında sıfatdan ziyâde bir has isim olarak manâlı, ve yakışık almakdadır.



Hüsnü KINAYLI

DÜRDÂNE (Çengi) — Geçen asır sonlarına doğru Istanbulun namlı çengilerinden bir kıbti kızı; Üsküdarlı halk şâiri Âşık Râzi tarafından bu kızın bir gönül macerası manzum olarak anlatılmışdır. Zabit veya nefer, gene ve güzel bir fransız gemicisine âşık olmuş, fakat iki köçek oğlan kardeşinin kendisine tercih edildiğini gören çengi kız bir gece Halicde kendisini denize atarak intihar etmek istemiş ise de bindiği kayığın kayıkçısı tarafından kurtanl-mışdır. Yarı mizah yollu yazılmış manzume şudur:

Babası zurnacı anası çengi Cümlenin malumu Lonca ahengi

İki köçek oğlan kardeşi vardır Ananın babanın ablanın dengi

Dürdâne esmerin güzeli âhû Oğlanlar andırır yavru pelengi

Topuklu İboyla Karakız Receb Şahin başda hüsni şe'bab çelengi

Siyehçertie kıbti müzehheb teni Menekşe mor zanbak gözlerin rengi

Bellerinde birer hençeri pûlâd Tîri nıüzgân ile muhabbet cengi

Üç kardeş cıkdıkda meydânı raksa Lal ider tevsimde görse Ferhengi

Cümle uşşâkının gözden gönülden Süngeri vasi ile silerle jengi

Âh kim Dürdânemin derdi büyükflür Sever bir gemici civan frengi

Gel görki ol seyyâd tevcih eylemiş Biraderlerine gönül tüfengi

Napolyonlar atar nişangâhına Kaybedüb meclisi meyde direngi

Kâğıdhâne Göksu germâbe hotel Gezdirir o iki kara pelengi

Nâ murad nâ ümîd giryânü nâlân Kasd etti canına Dürdâne Çengi

DÜRDÂNE (Kaçakçı) — Hicrî 1306 (milâdî 1888 - 1889) da kanlı bir vak'anm kahramanı olmuş tütün kaçakçısı bir kadın, o tarih-de henüz 18 yaşında ve son derecede güzel, gaa-yetle diîbaz, pervasız, korkusuz bir kenar mahalle yosması imiş. Genç bir arabacı olan kocası tütün kaçakçılığında yakalanıp hapse mahkûm olunca yatalak kaynatasına, ihtiyar kaynanasına, ve nihayet kendisi ile kundakdaki bebeğine bakabilmek için geniş bir kaçakçı şebekesi arasında kocasından boşalan yeri almışdı. ve altı ay kadar Mardivenköyü ile Üsküdar arasında, kucağında bebeği ile kolcuların dikkatini çekmeden gidip gelmiş, kaçak tütün taşımışdı, ve her seferinde 10 okka tütünü, koynunda ve çocuğunun kundağında rahat rahat taşımışdı.

Bir seferinde 20 okkalık bir malı Merdiven-köyünden alıp Üsküdara götürmesi icab etti, ve bu iş için ilk defa olarak çocuksuz yola çıkdı. Tütünlerin hepsini bir kundak bebeği şekline



DÜRDANE (Oyacı)

.4826 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 4827 —


DÜRDÂNE HANIM


sokarak yalancı çocuğun yüzünü de bir dülbend ile örtmüşdü. Merdivenköyünden ortalık karardıktan sonra yola çıkmış, Dürdâneyi korumak için Kürd Halil adında birini de yanına katmışlardı. Aslında şakî tiynetli olan Halilin genç kadında gözü varmış. O zamanlar o havalide büyük bir beylik orman vardı. Halil kestirme yoldur diyerek Dürdâneyi ormana sokmuş ve orada bıçağını çekerek ölüm tehdidi altında genç kadına tecâvüz etmiş. Ertesi sabah kaçak tütünlerle perişan bir halde evine dönen güzel kaçakçı, başından geçeni kaynanasına olduğu gibi anlattıktan sonra ondan mahbushanedeki kocasının tabancasını almışdı. Bir hafta on gün kadar sonra da yine Merdiven Köyüne gelmiş. Kaçak tütün paketlerinden bir kundak çocuğu daha yapılmış ve genç kadın: «Geçen sefer Kürd Halilin arkadaşlığından pek memnun oldum, bu sefer de onu isterim..» demişdi. Kendisini genç ve güzel kadına beğendirmiş olduğunu zan eden şaki bu sefer yanına uygunsuz güruhundan Parlak Hasan adında genç bir bostan yanaşmasını da almışdı. Dürdâne Kürd Halile karşı küskün görünmediği için artık bıçak çekmeye, ölümle tehdide lüzum görülmeden eğlenebileceklerini sanan iki hayta, beylik ormanın can sohbetine elverişli ıssız bir yerine geldiklerinde Halil: «Haydi bakalım Dürdâne.. feraceyi çıkar at da muhabbete başlayalım!» demiş, Kundak çocuğu şeklindeki tütün dengi Parlak Hasanın kucağında imiş, Halilin elinde bir muşamba fener varmış, ormana girerler iken söndürmüş. Zifirî karanlık, önde Halil, ortada Dürdâne, arkada Hasan, elele tutuşmuş olarak yürüyorlar-mış. Kürd Halil durup da kadına yukardaki sözü sarfedince Dürdâne feracesini çıkarıyor-muş gibi yaparak tabancayı çekmiş ve hemen burnunun dibindeki Hâlinin beynine boşaltmış, o yere devrilirken neye uğradıklarını anlayamayan Parlak Hasanın göğsüne de iki el ateş etmiş. Kürd de oğlan da o anda ölmüşler. Dürdâne gayet soğuk kanlı el yordamı ile arayıp bulduğu muşamba feneri yakmış, ve kaçmarmş. Kundak çocuğu şeklindeki tütün denginin üstüne oturarak fenerin cılız ışığında ölüleri seyretmiş. Silâh seslerine koşan orman bekçileri genç kaa-tir kadını fenerin ışığı ile kolayca bulup yakalamışlar.

Bu vak'a Merdivenköyünde ve Usküdarda

o kadar derin akisler yapmışdır ki Dürdâneden yıllarca bahsedilmişdir.

Bir namus intikamı yolunda iki kişi öldüren Kaçakçı Dürdâne cinayetini işlediği anda tecennün etmiş, bir müdet Toptaşı Timarhâne-sinde yatmış, zararsız deli olarak ailesine teslim edilmiş. Dört beş yıl kadar yaşamış, ve kendisini hep erkek bilmiş, saçlarım kesmiş, kocasının poturunu cebkenini giyer, başında fes sokaklarda dolaşır, kimsin diye soranlara: «Bana Kanlı Acem Ali Bey derler!» cevabını verirmiş. Bahtsız kadının o devrin büyük halk romancısı Ahmed Midhat Efendi «Dürdâne Hanım» ismindeki romanını okuyanlardan olduğu anlaşılıyor (B.: Dürdâne Hanım).



Yüklə 5,01 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   ...   80




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin