İtti bir ahvz ile yine şimdi Revnakın ol mesirenin mtizdâd
Havuz amma ki buheyrei kulzüm Havuz amma ki havzi cûyl nijâd
Bir gün ol gûhsâri vâlâye Geldi devletle hizberi cihâd
Seyre ikbâl idüb saadetle) Seri havze olunca pay nihâd
Didi ol sadri Baykarâ çâker Feyzi akdesden idüb istis'âd
Bâdeziu bu mesîrei hasam Nâmı olsun cihanda Feyzâbâd
Baykarâ tacın attı şevkinden Şali târiiün eyledim tâdâd
Oldu hakkaa ki bî bedel târih «Câyi dilcû makaamı Feyzâbâd.»
1136 — 2 = 1134 (1721-1722)
Tarih tâmiyelidir, tâmiye «Baykarâ tacın attı şevkinden» mısraında işaret edilmiştir, yâni tarih mısraı hesab edildikden sonra «Baykarâ)) isminin tacı, ilk harfi olan «B)> nin karşılığı 2 adedi tarih mısraı tutarından çıkarılacaktır, bu hesab ile de rakamla olan tarihi aynen tutmaktadır.
Kitabeden anlaşılıyor ki, havuz da ibrahim Paşanın eseridir ve Çubuklu Mesiresi bu havuzun inşasından sonra Feyzâbâd adını almışdır.
1965 de bu târihî havuzun etrafı tel örgülü bir demir parmaklık ile çevrilmiş bulunuyordu, asılı bir levhada bu parmaklık ile tel örgünün 7 Haziran 1958 de Pet-
ÇUBUKLU İLK OKULU
rol Ofisi tarafından konduğu anlaşılmak"
4149
tadır.
Erdem YÜCEL
ÇUBUKLU İLK OKÜLü — Boğaziçin-de Çubukluda, köyün Mekteb Sokağında-dır.
İlk binasına, Çubukluda bir şatosu ve bir yalısı ile çok geniş arazisi ve bir çiftliği bulunan Mısır Hıdivi Abbas Hilmi Paşanın hayır eseri olarak başlanmışdı (B.: Abbas Hilmi Paşa). Mısır hükümdarı paşanın It-tihad ve Terakki Fırkası erkânı ile geçinememesi, İstanbulda mâruz kaldığı bir sui kasd üzerine de Türkiyeden küskün ayrılarak Avrupaya gitmesi, Birinci Cihan Harbinin ilk yılında Mısır tahtını kaybetmesi ve o büyük harb Çubukludaki mektebi 1914 da tamamlanmamış, metruk bırak-dı; bina ancak Cumhuriyet devrinde 1928 yılında Maarif Vekâleti eliyle tamamlandı ve yalnız oğlan çocuklar için bir ilk okul olarak 1928 - 1922 yılında tedrisata başladı. Yirmi yedi sene sonra, 1950-1956 ders yılı içinde binada tehlikeli çatlaklar görülerek okul boşaltılıp kapatıldı, bina yıkdırıldı, yanında bulunan bir arsa satın alınarak yeri genişletildi ve 1855 metrelik bir yere zamanınızdaki üç katlı beton okul binası istanbul Vilâyeti tarafından yapdırıldı. Çubuklu ilk okulu altı yıllık bir fasıladan sonra 1961-1962 ders yılında ikinci defa olarak açıldı. 1964 yılında normal tedrisat yapmakta ve kız-oğlan karışık 450 talebesi var idi. Okul müdürü Bay Talât Gür 1949 dan beri bu vazifede bulunmakta olup Çubuklu ilk Okuluna çok emek harcamış bir maarifcirnizdir. 1929 dan 1963 yılına kadar bu okuldan 381 oğlan ve 302 kız çocuk ilk okul diploması almışdır.
Hakla GÖKTÜRK
ÇUBUKLU - KANLICA YOLU — Bo-ğaziçinin Anadolu yakasının ana sahil yolunun Kanlıca ile Çubuklu arasındaki parçasının adı, «Kanlıca - Çubuklu Yolu>;. da denilir; Kanlıca Meydancığından Çubuklu Vapur İskelesine kadar uzanır; iki araba rahatça geçebilecek genişlikte asfalt yoldur. Kanlıca tarafından gelindiğine göre, sol tarafı rıhtım, denizdir. Çubukludaki Dalgıç Okulu bu cadde üzerindedir. Geçen asır sonlan ile asrımız başında pek şöhretli eğlence yerlerinden Çubuklu Gazinosu da bu yol üstünde ve Çubuklu Vapur iskelesinin karşısmdadır,
İStÂNBüL
ÇUBUKLU KAPATMASI — Yukarı Boğaziçinde Kılıç Balığı av yerlerinden birinin adıdır (B.': Hılıç Balığı); Gazhanenin önünden başlanır, tâ aşağı sularını buluncaya kadar açılarak suların düzgün yerine çıkılır çıkılmaz, kayığın başı Yeniköy Vapur iskelesine doğru düzeltilerek ağ atılır; doğruca Çubukluya, Hidiv'in yalıları önüne akılır ve orada ağ toplanır.
Bibi.: Karakul Bey Deveci yar*, Balık ve Balıkçılık.
ÇUBUKLU KOYU — Dibi derin ve şiddetli akıntıya mâruz bir koy olduğu için gemilere iyi bir demir yeri değildir.
ÇUBUKLU MESİRESİ GAZİNOSU — Lâle Devrinin Feyzâbâd adı verilmiş Çubuklu Mesiresi zamanımızda, parlak mazisini tahayyül bile ettiremeyecek durumdadır. Bir kenarında Çubuklu Çeşmesi, Çeşme arkasında bir namazgah, ortasında Çubuklu Havuzu, ulu çınarlar altında kısmen Gazino adını taşıyan bir kahvehanenin sınırı tahdid edilmemiş bağçesi olarak kuilanıl-makda idi. «Gazinomuzda içki içilmez» diye bir de levha aşılmış olan bu kahvehaneyi Ahmed Yetimoğlu adında bir zât işlet-mekde idi; yazın soğuk suyu bulunan, iyi kahve pişirilen, iyi çay demleyen temiz bir kahve hâne idi. Mesirenin, dolayısı ile ga-zinonun yalı kenarı bir takım acâib binalarla tamamen kapanmış bulunuyordu (1965, temmuz). 1934 Belediye Şehir Rehberinde bu kahvehane - gazino bağçesi eski mesire «Gülbağcesi» adı ile gösterilmiştir.
ÇUBUKLU NAMAZGAHI — Lâle Devrinde Feyzâbâd adını almış Çubuklu Mesî-resindedir; Çubuklu Çeşmesinin hemen arkasında mihrab taşı durmakda metruk bir namazgâhdır. Çubuklunun Feyzâbâd adı ile ihyasından çok evvel kurulmuş bir namazgah olduğu muhakkakdır; tesisi belki de İstanbulun fethi asrına kadar götürüle-bilir. Alçak kabartma olarak zincirli bir kandil motifi ile tezyin edilmiş mihrab taşının Lâle Devrinden önce konulduğu işçiliğinden bellidir.
ÇUBUKLU SUYU — İstanbulun çok meşhur ve makbul menbâ sula.r nd.an biridir. Bu meşhur su Dedeoğlu Çiftliği arazisinde, Göztepe denlien yer ile o civarda üç menbâdan toplanır, Menbalarm verdiği su-
ANSİKLOPEDİSİ
lar ayrı ayrı yollarla biri 1500, diğeri 10.00, ve üçüncüsü de 2000 metreden olmak üzere 50-60 milimetre genişliğinde pik, ve 2 parmak kutrunda galvanizli vidalı borularla aynı çiftliğin Batakdere mevkiinde 150 metre küplük bir deposunda birikir. Bu depodan 80 lik pik ana isâle yolu ile Çubuklu vapur iskelesi yanındaki 200 metre küplük ikinci depoya iner. 1901 de ilk tesisat yapıldığı zaman isâle hattı çelik borularla yapümış ise de sonradan çelik borular harap olduğundan, pik borularla değiştirilmiştir. Suyun verimi kuru aylarda günlük 60 metre küp, kışında bu miktarın arttığı öğrenilmiştir. Çubuklu Gazinosunun yanındaki depodan doldurulan damacanalar deniz yolu ile şehre sevk edilerek piyasada satılır.
Dr. Saadi Nâzım NİKVEN
ÇUBUKLU VOLÎ YERİ — Çubuklu Va- . pür İskelesi ile Çubuklu koyu arasındadır; balık avlama hakkı müstecirine aiddir, ;onun kayığı bulunmazsa şâir balıkçı kayıkları aidat ödeyerek balık avlayabilirler/
Bibi.: Karalan Bey Deveciyan, Balık ve Balıkçılık.
ÇUHA, ÇUHACILAE — «Yün mensucat, yünlü kumaşdan yapılan esvab» (Hüseyin Kâzım, Büyük Türk Lügati); aynı anlamda farsca «çuka» kelimesinden alın-mışdır, bazı eski metinlerde de çuka diye yazılıdır. Asırlar boyunca İstanbul çarşılarında yerli ve yabancı .çuhalar (bilhassa ingiliz ve fransız, çuhaları) satılmış, îstanbulda da çuha dokunmuştur.
Bütün kumaşlarda olduğu gibi çuha fiyatları harcanan yün çilesi üzerinden tes-bit edilir, renk farkları da ufak farklar yapardı, hicrî 990 (m. 1582) tarihli bir fermandan en makbulünün kırmızı çuhalar olduğunu öğreniyoruz, aynı fermanda tes-bit edilen fiyatlar şudur:
100 çile kırmızı çuhanın arşını 200 .akçe
60 » » » » 120 »
80 » sair » » 160 »
60 »- » » » 100 »
Avrupadan ingiliz, ve iransız tüccarları tarafından gemilerle getirilen çuhalar îstanbulda çuhacı esnafına devlet nezâretin de hiç birine gadrolmamak üzere dağıtılıp satılırdı. Gelen çuha mahdud olacağı için çuhacılar gruplara ayrılmış, çuha geldiğinde bu gruplara nöbetle verilir.
ÇUHA, ÇUHACILAR
1582 - 1584 arasında çuhacılar kâhyalığı yapan David oğlu Sinan adında bir mû-sevi idhal malı çuhanın tevzi işlerine hile karışdîrıp gelen ingiliz ve fransız çuhalarını kendi adamlarına verdirtmiş, bir kara borsa kurmuş, İstanbulda çuha. fiyatları birden yükselmişdi; vazifesinden atıldı, fakat el altından yine meşgul oldu, öyle ki, 1584 de bu adamın çuha işleri ile uğraşmasının kesin olarak men edilmesi için İstanbul Kadılığına hitaben bir ferman çıkdı.
Yine eski fermanlardan ve narh defterinden öğreniyoruz .ki, hazır çuha esvab satıcıları da sıkı bir devlet kontrolü altında idiler; boylan, kolları, etekleri, astarları, düğmeleri nasıl olacağı teker teker tes-bit edilmişti.
Evliya Çelebi XVII. asrın ilk yarısında Dördüncü Sultan Murad zamanında yapılmış büyük bir esnaf - ordu alayını tasvir ederken (B.: Esnaf Alayları) çuhacılardan şöylece bahsediyor:
«Esnafı Çuhacıyan — Dükkân 100, nefer ât 107; pirleri Ebülhüdâyi Halebidir, kabri Mekkededir. Bunlar arabalar üzerine londrin, karkaşone, nemce, paris, ankone (Londra, Karkason, Avusturya,, Ankona) yetmiş çile çuhaları endazeleyip: — Al a!... bin kuruşluk!... Al a!... iki bin kuruşluk!.. diyerek geçerler. >;•
Başda yeniçeriler, bütün kapu kulu askerine yılda bir kat çuha esvab verilirdi; nefer başına 10 arşın çuha tesbit edilmiş-di ve bu asker çuhaları mavi renkli olup, Selânikde dokunurdu. Askere mahsus miri çuha anbarı İstanbulda Darphânenin de bulunduğu Bayazıddaki Simkezlıânede idi. Bir anbar emininin .emrinde 150 nefer muhafızı vardı. Yeniçeriler başda gelmek üzere tevziata Kadir Gecesi başlanır ve' üç gün sürerdi. Taşradaki yeniçerilere çuha yerine «çuha bahâ» adı ile piyasaya göre 10 arşın çuhanın bedeli gönderilirdi. Çuha ile beraber sarıldık astar ve. donluk gömleklik bez de verilirdi; çuha bahaya onların bedeli ilâve olunurdu.
İstanbul delikanlıları arasında, onların da bilhassa garip bekâr uşakları için bir kat çuha esvaba sâhib olmak büyük şey bilinirdi. İstanbulun eski zengin kibar ka-pularında yılda iki bayram bütün bende-gâna bir bohça içinde esvab ve çamaşır dağıtılırdı (B.: Boğça); faraza bir çubukdâr gencin boğçasınm içinden bir kat çuha es-
415İ
— 4150 —
ÇUHACI HANI
vab çıkması efendinin ona aşırı iltifatı bilinirdi.
Yaşlı, dul, zengin ve erkek canlısı İstanbul yosmaları yalın ayak ve yarım pabuçlu fakat kaşı gözü yerinde, eli ayağı düzgün ve bıçkın meşreb ayak takımından delikanlıları oynaş olarak elde etmek için onlara bir elmas gül yüzük, gümüş yahud altın bir koyun saati bağışlarlar, bir kat da çuha esvab yapdırırlardı; bu üç şey o yollara sapmış olanlar arasında adetâ an'-aneleşmişti ki, îstanbulun aşk ve muhabbet masallarında teferruatı ile anlatılmış -dır. Aşağıdaki kıt,alar çuhalarla süslenmiş pırpırı delikanlı portreleridir:
HAYTA
Altı kaval beyin üstü şişhane Sırmah çuhayla gezer daltaban Şalı ver b«g arşın şehlevendâne Kahve peykesinde yatar balaban.
TULUMBACI
Al çuhalar kesdireyim çapkına Şehîdâm kalenderan aşkına Yangıncıdır açar rengi âteşin Anı gören vallah döner şaşkına
HANIM OYNAŞI KAYIKÇI
Benli Binnaz Hanım çift otuzunda Hamlacı şehbaza yakmış abayı Kesdirdi Londrin çuhadan cebken Çekdi âguuşine bürehne payı
HANIM OYNAŞI TERSANE ÇIPLAĞI
Cevizü Konakdan aldım haberi Hanım câmehâba çekmiş nefejri Ne de açmış yahu şu mor çuhalar Dünkü çıplak olmuş şûhler serveri
HANIM OYNAŞI YANAŞMA
Çalıdan halıya çekdi oğlanı Anası yerinde hamamcı karı Sırmalı çuhalar samur kürk ile Af a yapdı dünkü bitli bekârı
HANIM OYNAŞLARI
Denizde kum yosma hanımda para Çuhalar keisdirir toy oğlanlara Hamlacı, kalaycı, yorgancı, hallaç Tâzerû zeberdest pehlivanlara
ÇUHACI HANI — Nuruosmaniye Ca miinin fevkaani avlu köşesi Te Mahmud-paşa yokuşunun üst başı arasında uzanan ve kendi adını taşıyan sokakda ve Büyük Kapalı Çarşının karşısındadır. Hadikatül Cevaminin kaydına göre on sekizinci asrın
İSTANBUL
ilk çeyreğinde 1718 üe 1730 arasında sadır-âzam Nevşehirli Damad İbrahim Paşa tarafından yapdırılmıştır. «Çuhacılar Hanı» diye de anılır (B.: Çuhacılar Hanı Mescidi). Hanın esasının bir bizans yapısı olduğu da söylenir.
İstanbulun kakmacı - kuyumcuları (kendilerine verilen kıymetli taşlar ve altın ve gümüşlü mücevher yapıcı sanatkârlar) yüz elli yıldan beri bu hanın içinde toplanmışlardır, daha evvelleri han, tamamen çuha tüccarları tarafından iskân edilmiş idi, Çuhacılar Kethüdası da o handa otururdu, ki han adını da o münasebetle almışdır.
Büyük bir iç avluyu fırdolayı çevirmiş iki katlı ve kesme taşdan bir binadır, ikinci katdaki odaların avlu tarafının önünde, taş sütunlar arasına atılmış kemerler ile yine fırdolayı bir revak - koridor vardır, o ikinci katdaki odalann, ve onların önündeki bu ruvakın üstü kurşun kaplı kubbelerle örtülmüşdür; oda kapularının kapu kanatları demirdendir.
Hanın sokak kapusu da demir kanadh-dır ve sokakdan hana ve han avlusuna üstü tonos kemerli uzunca bir geçid üe girilir; ikinci kata çıkan taş merdiven, bu ge çidin avlu tarafı başındadır.
Rivayet edildiğine göre iç avlunun ortasında eskiden büyük bir havuz bulunuyormuş, sonra ibtal edilmiş ve yerine de kagir bir bina yapılarak hana eklenmişdir.
Han odabaşısı Ruşen Kılıçaslanm verdiği malûmata göre Çuhacı Hanının dörtte bir hissesi evkafın olub dörtte üçü eşhas elindedir. İç avlu ortasındaki muhdes iki bina da dahil bütün han 134 göz-odadır; bu odaların hepsi dükkân - atölye olarak kullanılmaktadır: 78 kakmacı kuyumcu, 7 gümüş işçisi, 5 elmastraş, 6 silindirci, altın eritici - ayarcı, 4 altın yaldızcı, 6 dök-meci, 6 tornacı, 6 karyolacı, l darbhâne altın bilezik ayarcısı, l elektrikçi, l gelin telcisi, l kutucu, 3 mineli rozet yapıcısı, l cilâcı, l kapu kilidi ve gömme kilid imalâthanesi, l marangoz, 2 kahvehane, 2 aşçı ve l mezeci vardır (1964).
Çuhacı Hanı hicrî 22 zilhicre 1168 (29 eylül 1755) büyük Hocapaşa Yangınında yanmış, bugün görülen bina o yangından sonra tâmiren yapılmışdır; hiç şüphesiz ki ilk yapısının güzelliğinden çok şeyler kaybetmiş olaoakdır.
Hakta GÖKTÜRK
ANSİKLOPEDİSİ
ÇUHACI HANI SOKAĞI — Eminönü Kazasının Bayazıd Nahiyesinin Tayahâtun Mahalüesinde, Büyük Kapalı Çarşının önünde, Nuruosmaniye - Çarşıkapusu caddesi üe Mahmud Paşa Yokuşunun üstbaşı arasındadır. Bir çarşı boyudur. 10 kuyumcu, 3 madenî eşya satıcısı, l kalem kakmacı, l çeyizci, l saatçi, l tuhafiyeci, l kunduracı ve l kalıpçı vardır. Büyük Kapalı Çarşıda Ağa Sokağı bu Çuhacı Hanı Sokağına çıkar, ki Ağa Sokağının Çarşı içindeki öbür ucunun karşsında İç Bedestan (Cevahir Bedestânı) bulunmaktadır.
Hakkı GÖKTÜRK
ÇUHACILAR HANI MJ&Cim — Büyük Kapan Çarşısının Nuruosmaniye taran önunae, iNuruosmanıye - yarşuKapu caddesini Manmud raşa. Yokuşuna oagıayan Çuhacı jtianı sokağında Çunacı Manınaa-dır. Hadikatül Cevami şu malumatı veriyor : ((Nuruosmaniye Camii kurbındecur, banisi iğneci lühac Hasan Ağadır, markaca miûm değildir, mescid (Handa) kapu üstündedir, minberi mezkûr han yapılırken konmuşdur; hanın banisi maktul Damad (Nevşehirli) ibrahim Paşadır.»
Bu satırlar gösteriyor ki kagir ve fevkaani olan bu mescid, On sekizinci asrın ilk yarısında 1718-1730 arasında yapılmış Çuhacılar Hanından evvel yapılmış, han inşâ edilirken binası içine alınarak kapu üstünde kalmışdır ve bu arada minber de konmuşdur.
1893 doğumlu olup 1904 de on bir yaşında iken Istanbula gelen ve tam altmış yıldan beri Çuhacılar Hanında kahvecilik yapmakda olan Avadis Mesropyan: «Mescid Birinci Cihan Harbi içinde 1914 yılına kadar ibâdete açık idi; altı üstü iki kısımdı, sonra kapatıldı, hana iki oda olarak ilâve edildi» demişdir.
Mescide han kapusunun sağ tarafından önce beş basamak taş, sonra beş basamak da ahşab merdivenle çıkılır; her iki kısmı da beşik kubbe örtülüdür; ikinci kısmı hanın ikinci katında 8 ve 9 numaralı odalar arasındadır; asıl ibâdet sahnı burasıdır, altda kalan diğer kısmın müezzin meşrutası olacağını tahmin ediyoruz. 1964 yılında eski mescidin alt kısmında bir karyola imalâthanesi, üst kısmında da bir dökümcü atölyesi bulunuyordu; ilk kısmında sokağa bakan demir parmaklık korkuluklu ezan yeri hâlâ durmakda idi.
Hakkı GÖKTÜRK
ÇUHACI YAN (Diferan)
ÇUHACIOĞLU SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre (Pafta 11, mahalle numarası 37) Yenikapuda Yalı Ma hailesi sokaklarından; deniz kenarında kadim sur kalıntısı ardında Yenikapu Kumsal Sokağı ile tren yolu boyu arasında uzanır; yalı boyu büyük caddenin açılmasından sonra yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (1964).
ÇUHACIYAN (Annik) — Tiyatro sanatkârı; 1871 de kızkardeşi Tereza Çuha-çıyanla birlikte sahneye çıkmıştır. Serbest ve temiz konuşmak kabiliyetini haiz olan bu sevimli aktris, bazı safderun (ingenue) rollerde başarı kazanmıştır. Bunlar arasında «Cesar Bargıa». da Paolo, ((Paris Fakirleri» nde Claudette, «Angelo Malipieri» de Daphne, «Pamela» da Constance, «George Dandin» de Clitandre zikredilebilir. Bilhassa bu sonuncuda cariyelik rolünün en yüksek mertebesine yükselmiştir. Aynı zamanda istidatlı bir ses sanatkârı ve dansöz olmuştur.
. Doğduğu ve öldüğü torihler tesbit edilemedi (Şarasan, Türkiyede Ermeni sanatkârlar).
Kevork PAMUKCİYAN
ÇUHACIYAN (Dikran) — Türkiyede ilk defa opera ve operet besteleyen ve sahneye koyan büyük kompozitör, piyanist ve maestro ve musiki muallimi; Sultan Mecid-in gününde saatcıbaşı olan ve çalgılı saatin mucidi olduğu söylenilen Kevork Çu-hacıyan'ın büyük oğludur; 1836 veya 1837 yılında (Sarkis Tütüncüyan'a göre 1840 da) bazı kaynaklara göre Galatada, bazılarına göre ise Beyoğlunda doğmuştur. Tahsili vasat bir seviyede kalmıştır. Çok erken musikiye karşı müstesna bir ilgi ve meyil gös termiştir. Bunu gören babası, Manzoni ad • h İtalyan bir sanatkârdan piyano dersleri aldırtmıştır. Bu sıralarda babası ile birlikte tiyatro temsillerinde de bulunmuş ve bunlar müstakbel sanatkâr üzerinde büyük tesir icra eylemiştir.
1861 de Milânoya gönderilerek orada hususî musiki kurslarına devam etmiştir. Bazı kaynaklarda Milano Konservatuarına devanı ettiği yazılı ise de, bu vârid değildir. İstanbula avdetinden sonra, 1862 de, «Kınar» adlı ermenice aylık bir musiki meç-
ÇUHACIYAN (Dikran)
muası neşreden Kapriel Eranyan'la (1827-1862) teşriki mesai yapmıştır.
1864 de, Bedros Mağakyan'ın idaresi altında faaliyette bulunan ve yeni teşekkül eden Şark Tiyatrosunun sanatkâriariyie temasa geçerek marş ve sair bazı ufak tefek bestelerini temsiller esnasında icra ettirmeğe muvaffak olmuştur. Aynı yıl Matmazel Annik Abazyan'la (1839-1925) evlenmiştir. İstanbula dönüşünden sonra orkestra ve korolarda maestroluk yapmış, musikiye dair konferanslar, ve hayatını kazanmak için de hususî dersler vermiştir. Bu sıralarda, orkestra, koro ve piyano için birçok parça bestelemiştir; ((Kınar» (keman-çe) adlı bir de musiki cemiyeti kurmuştur.
Dikran Çuhacıyan (Resim: Sabiha BozcalıO
1868 de kaleme aldığı «ikinci Arsak» (Arsace) veya «Olympia» adlı büyük operasını hassa mimarı Serkis Bey Balyan'ın köşkünde son provaları yapılırken, temsil edileceği Naum'un Tiyatrosunun, 1870 yılı Mayıs ayında vuku bulan Beyoğlunun büyük yangınında kül olmasiyle Çuhacıyan hayal sukutuna uğramış ve geçinmek için tekrar ders vermeğe başlamıştır. Müteakiben Sultan Bayazıd meydanında bulunan Askerî Misafirhaneyi kiralayıp, büyük masraflar yaparak tiyatroya ifrağ etmiş ve burada da Karakin (veya Eğyazar) Melik-yanla beraber temsiller vermiştir.
1872 de temsil edilen «Arifin Hilesi»
4152 —
adlı operetin başarısından cesaretlenen Melikyan parlak vaadiarla senede Çuhaci-yana üç operet bestelemesini teklif etmiştir. Bu anlaşmaya göre, D. Çuhacıyan ay-- da 25 altun ve her bir opereti için de 250 -300 altun müellif hakkı alacaktı. Üstad, 1874 de «Köse Kâhya» yi bu şartlar altında hazırlamıştır. S. Tavityan'a göre bu sırada, hayranlarından biri olan Karekin Melikyan bir koronun teşkili ve yetiştirilmesi için bestekâra ayrıca 1500 altun ver-mişdir. Aynı yıl, Ortaköyde, Taşmerdiven adlı semtte büyük bir yangın olmuş ve D. Çuhacıyan'ın evi, eşyaları ve şahsî evrakı da yanmıştır. Hayırlı bir tesadüfle operetlerin partisiyonları dostu Kevork Abdul-lahın yanında bulunduğundan kurtulmuştur.
1873 de, Beynelmilel Musiki Festivalinin daveti üzerine «ikinci Arsak» operasını temsil etmek üzere, Vartovyan Tiyatrosunun birinci suflörü Dikran Kalemciyan-la beraber Viyanaya gitmişse de, muvaffak olamıyarak az sonra îstanbula dönmüştür.
Güllü Agop, Çuhacıyan - Melikyan Operet Heyetinin başarılarını görerek kendisi de Batıdan operetler tercüme ettirip temsil etmeğe başlamış ve Çuhaciyanın heyetinden bazı elemanları tarafına ayartmış-dır. Üstada karşı besledikleri büyük muhabbetten dolayı, ancak Takvor Nalyan, Haçik Papazyan, Şazik Köylüyan, Ohannes Acemyan ve Dikran Kalemciyan gibi birkaç sanatkâr ve ufak bir koro kendisine sâdık kalmışdır. ilerde bunlardan bazıları da ayrıldığından, Beyoğlu ve Kadıköyde verdiği temsiller aksamış ve kumpanya dağılmıştır.
1876 da, Sultan Hamid Çuhacıyan'ın faaliyetini durdurmuştur.
1878 de, Türk-Rus Sulh Muahedesi imzalandıktan sonra, gran dük Nikola'nın şerefine tertiplenen merasime, Çuhacıyan da eserlerinden hazırladığı bir programla katılmış ve orkestrayı bizzat kendisi idare etmiştir. Törende Sultan Hamid de hazır bulunmuş ve bestekâr - maestro'yu nişanla taltif etmiştir. Bu münasebetle kendisine Grandük Nikola nişan vermiş; muhtelif tarihlerde, Fransız ve İtalyan Hükümetleri cîe güzide bestekâra nişanlar vermişlerdir. 1882 - 1883 yıllarında, Üsküdar'da,. Ce-maran Mektebinde musiki muallimi olmuştur.
ANSİKLOPEDİSİ
1890 da «Zemire» adlı operasını besteledikten sonra, ertesi yü Parise gidip orada bu eserini temsil etmek istemiştir. Fakat bu iş büyük masraflara muhtaç olduğundan, Fransanın namlı Ermeni zenginlerinden Kapriel Ekneyan'a müracaat etmiş, o da teklifi müsbet karşılamışsa da, vaadini yerine getiremeden az sonra ölmüştür. Çuhacıyan, Pariste Alder namında bir maestro ile tanışarak onun idare ettiği «Splendide - Taverne» adlı orkestraya, «Olymia» nın uvertürünü ve «Fantaisie Orientale» ismini taşıyan bestesini icra ettirebilmiştir. Bu vesile ile bir musiki münekkidi Çuhacıyan için «Türkiyenin Offen bachı» demiştir. Maamafih bu mahdud muvaffakiyetler üstadı tatmin etmemiştir.
«Zemire» Operası temsil edilemediği için hayal kırıklığına uğrayan Çuhacıyan, 1892 de İstanbul'a dönmüştür. Bu sıralarda maddî sıkıntıya uğrayan büyük sanatkârın şerefine, dostu Sımpad Keseciyan (vefatı 1928 de) tarafından Beyoğlunda, Konkordia Salonunda, Mınakyan Kumpanyasının iştirakiyle temsilli bir konser tertiplemiştir.
1895 de tekrar Parise giderek, «Opera Buf» Tiyatrosunda «Zemire» Operasını temsil etmişse de, umduğu başarıyı elde edemediğinden, İstanbula dönmek için Leblebici Operetini Jubert Neşriyat Dairesine satmak mecburiyetinde kalmışdır.-
Son defa temsiller vermek ve oradan da Parise geçmek gayesile İzmire gitmiştir. Fakat henüz emelleri tahakkuk etmeden, orada, 25 Şubat 1898 de, yüzünde beliren bir kanser tümöründen, ızdıraplı günlerden sonra vefat etmiştir, ölüm döşeğini de, son sözü olarak, Verdi'nin Othello Operasının partisiyonunu istemiştir. Cenaze merasimi ölümünden üç gün sonra, yapılmış ve Diran Kasparyanla Sımpad Keseciyan'm gayretleri sayesinde mutantan olmuştur. Törende Patrik Varjabetyan için besteldi-ği cenaze marşı çalınmıştır.
1903 de, İzmir Ermeni Mezarlığında bulunan kabri üzerine, Sımpad Keseciyan-m, Arutyun Sinanyan'ın, Diran JCaspar-yan'ın, ve Istepan Agayan'm himmeti ile şanına lâyık bir âbide dikilmiştir.
Hürriyetten sonra, Arsak Benliyan'm Operet Kumpanyası, İstanbulda D. Çuhacıyan'ın eserlerini ihya etmiştir. Mumaileyh 1910 da, Sempad Keseciyan ve Ervant Tolayanla birlikte bir tiyatro heyeti teşkil
4153 — ÇUHACIYAN (Dikran)
edip, Kumanyayı, Belçikayı ve İngiltereyi ziyaret ederek temsiller vermiştir. Bu me-yanda «Leblebici Horhor Ağa>,- opereti kâh tamamiyle, kâh kısmen sahneye konulmuş-dur.
1948 de ölümünün ellinci yıldönümü münâsebeti ile Beyoğlu Gençlik Kulübü amatörleri büyük bir koro ve 80 kişilik kadro ile Leblebici Horhor Ağayı temsil etmiş ve çok muvaffak olmuşdur (Fakat bu asil alâka, bir amatör gençler topluluğundan önce türk sahnesini temsil eden otoritelerden beklenirdi. İst. Ansiklopedisi).
Dikran Çuhacıyan, Doğu musiki çevrelerinde, Şarkın musiki motiflerini Batı müziğiyle kaynaştıran ilk bestekâr olmuştur. Bu maksadla minör «ganime» lan kullanmıştır. Ünlü aktör Arutyun Ale'ksanyan'ın oğlu musiki münekkidi Nubar Aleksanyan 1926 yılı Teotik Salnamesinde (s. 459), bu hususta ezcümle şunlart yazmaktadır:
«Çuhacıyan'ın eserlerinde iki keyfiyet göze çarpar. Birincisi dramatik hareketin (mouvement) kuvvetidir. Bu babda Çuhacıyan'ın hareketlerinin daima çeşitli ve canlı olduğunu söyliyebiliriz. Meselâ, İkinci Arsak Operasının uvertüründe sekiz defa hareket değişmektedir ki, bu ender rastlanan bir keyfiyettir. «Rythme» e ve «gam-me» a gelince, melodinin gidişatı ağır olduğu zaman çok defa minör gamları kullanmaktadır. Gidişat hızlı olduğu zaman da, gamlar bâzan «nıineure harmonique», bâzan alaturka ve bâzan da alelade majör şeklini almaktadır. Zemire'nin gammı «sole majeure» dür, fakat «rythme» i arap melodilerinin «rythme» ini andırır. Çuhacıyan da Offenbach gibi kuvvetli «rythme» ler kullanmaktadır.
Dostları ilə paylaş: |