Bu Ansiklopedi için hal tercemesinde yukarıdaki satırlarla yetinilecek sanatkâr değildir; fakat esefle kaydederiz ki, iyi tanıdıklarımızdan olan Abdullah Çizgen, sânına lâyık bir hal tercemesiniıı yazılabilmesi için gereken notları kendisinden bir kaç sefer talep ettiğimiz halde ne yazmış, ne de konuşmuşdur.
ÇlZME, ÇİZMECİLER — Çizme, ayağı bacak ile beraber örtüb koruyan ayakkabı; koncu baldıra, hattâ diz kapağına kadar çıkan uzun konçlu ayakkabı.
Sokaklarının çamuru ile meşhur eski İstanbulda her tabaka halk ve asker için kış ayakkabısı idi; baldın çıplak güruhu müstesna, kışın hattâ çocuklara bile çizme giydirilirdi.
yeniçerilik zamanında atlı yaya kara askeri seferlerde daimî çizme giymişdir.. 1826 dan sonra Asâkiri Mansurei Muham-
ÂNSİKLOPEDÎSİ
mediye adı ile yeni ordu teşkilâtı kurulduktan sonradır ki yaya kara askerlerinin ayaklarına postal denilen ayakkabları yap-tırılmışdır. 1826 dan evvel kapukulu askerine her sene «Çizme behâ», «Çizme para-adı>.- ile ayakkabı bedeli ödenirdi. Evliya Çelebinin kaydına göre onyedinci asır, ortasında İstanbulda 100 çizmeci dükkânri'bu-" lunuyordu. Büyük muharririn şâir benzer esnaf hakkında verdiği rakamlara kıyas ile bu 100 dükkânda 400 - 500 nefer çizmeci esnafının işlemekde olduğu söylenebilir.
Çizme çeşitleri bu ansiklopedinin konusu dışında kalır. Şu kadar kaydedelim ki, zamanımızda kösele taban üzerine deri meşin çizmeler ancak orduda süvariler ve zabitlerle sivil hayatda itfaiye efradının, at meraklılarının, jokeylerin ayaklarında görülmektedir; işi icâbı çizme giymek mecburiyetinde olanlar, meselâ balıkçılar, gemiciler, amele, ırgad takımı artık lâstik çizme giymektedirler. Bu arada lâstikden ve naylondan gaayet zarif, şık kadın çizmeleri de moda eşya arasında çok yaygın haldedir.
Çeşidli isimler altındaki eski papuçlar, ayakkabları arasında eski çizmeden bozma, konçları kesilip alınmış ayakkabılara «katır», «katır kundura» denilirdi, bu isim üzerine eski sohbet dilimizde şirin bir tekerleme vardı; şımarık türediler hakkında kullanılırdı:
Çizıtieden bozma katır Ne gönül bilir ne hatır!
Haddini bildirme yolunda da : «Çizmeden yukarı çıkma...» denilir.
ÇÎZMECÎ — Pâdişâh sayfiye göçüne çıkdığında Enderunu Hümâyûnda Kiler yahud Seferli koğuşlarından seçilen bir zülüflü ağanın unvanı; bu delikanlıyı Rikâb Başçuhadârı Ağa seçerdi ve delikanlının bu vazifesi o göç süresince devam eder ki pâdişâhın çizmesini muhafaza etmek ve dilediğinde ayağına giydirip çıkarmakdır (B.: Çuhadar).
ÇİZMECİ BABA — Babam «Mir'atı İstanbul müellifi Mehmet Râif Bey merhumun evrakı metrûkesi arasında bir kayde göre Eyyubdaki kabri-halk tarafından bu isimle anılır ve kabrine adak mumlar dikilir o yedinci asırda yaşamış bir çizmeci ustasıdır; asıl adı Ahmed olub gülşeni dervişlerinden imiş. Çok yaşlı, pîr olarak vefat
ÇİZMECİLER -TEKKESİ
etmiş; M. Râif Bey tarafından istinsah edilmiş kabir taşı kitabesi şudur:
Çizmeci Ahmed o pîri gülşenî itti vefat Gülşeni cennetde .yâ Kab bula âli mertebe Didiler yaran Nazîmâ fevtinin târihini Pâyi ecel haffafi çekdi Çizmeciyi kaalîbe
(kalıba:)
Hicrî 1081 (m. 1670-1671)
General H. Râif AYYILDIZ
ÇİZMECt CİVANI — Kalender meş-meşreb şâirler tarafından «Şehrengiz»^adı verilen manzum risalelerle medhedilen esnaf güzelleri arasında Çizmeci civanlarına da rastlanır; şehrengiz yollu yazılmış ve «Hûbannâmei Nevedâ» adını taşıyan manzum mecmuada Çizmeci Civanı şu beyitlerle övülmüşdür:
Gazilere çizme diker elleri Çizmecinin namlıdır güzelleri Velâkin tenleri sahtiyan kokar !Âkil olan uşşak ırakdan. bakar Bûyi gül reşk ider tenine amma. Kaçan ol şuh bir gez girse Hamama O şuh dahi cündi levende hemser Şahin başda kavak yelleri eser
İ — İstan-
bulda Ağa kapusunda yeniçeri ocağının çeşitli ihtiyaçlarını karşılayan otuzdan fazla imalâthane vardı ve o eski dervişlerin ağzı ile bu imalâthanelere «kârhâne>;. denilirdi; bunlardan biri de çizmeciler kârhânesi, bir çizme atölyesi idi; H. 1175 (milâdî 1761) tarihli bir ulufe defterine (maaş defterine) göre bu atölyede 20 nefer çizmeci yeniçeri çalışmakta idi; atölyenin ustası, zâbi «ciz-mecibaşı» unvanını taşırdı.
ÇÎZMEClLER TEKKESİ — Kabataş-da bir halveti tekkesi idi, mescidi ile beraber hicrî 904 (m. 1498-1499) da Çizmeci-başı olan Bedreddin Mahmud Ağa tarafından yaptırılmış, banisinin kabri tekke ka-pusunun karşısında idi (B. : Çimzeciler Tekkesi Mescidi); bu tekkenin âyin günü pazar idi. 1864-1865 de basılmış olan Hadi-kâtül Cevâmi, bu tekkenin, fevkaanî olan mescidi ile beraber yıkılmış ve yerinin bir arsa olduğunu söylüyor. Evliya Çelebi bu tekkenin deniz kenarında olduğunu kaydettikten sonra, semtin bir mesiresi olduğunu yazıyor:
((Çizmeciler Tekkesi lebi deryada bir azîm teferrücgâhdır. Deryaya nazır bin adam alır sofrası vardır. Mutfağında bin sahanı, üstâd aşçısı vardır.»
ÇİZMECİLER TEKKEESİ MESCİDİ
4044 —
istanbul
ANSİKLOPEDİSİ
4045
ÇOBAN
Yeniçeri Ocağının kaldırıldığı 1826 tarihinden az evvel tanzim edilmiş olan bir bostancıbaşı defterinde (B.: Bostancıbaşı Defterleri) burası «Çizmecibaşı arsası» diye kaydedilmişdir.
ÇİZMECİLER TEKKESİ MESCİDİ — Kabataş civarında idi; 1864 den evvel yıkılmış, yeri arsa halinde idi; kaydettiğimiz 1864 tarihinde kitâb hâlinde basılmış olan Hadikâtül Cevânıi bu mescid hakkında şu malûmatı veriyor:
«Bu mescid fevkaanîdir, banisi Çizmecibaşı Bedreddin Mahmud Ağa nam kimsedir ki bu tekkenin kapusu önünde medfun-dur; bir büyük taşın üzerinde Reişülcer-mukciyan diye mufassal tercemei hâli yazılıdır. Zaviye ve mescidin itmamı tarihi dahi «Hayri aziz» 904 (milâdî 1498-1499) olmak üzere kazdırmışdır. Müruru zaman ile zaviye mezbûre harab olarak fakat tarih taşı baki kalmışdır, ve yeri sonradan bir parmaklık, ile muhafaza yolunmuşdur. El'an hâli arsadır. Tevliyetini çizmecibaşı-lar zatedegelmiştir. Lâkin meşrupta değildir. İttisalinde sadnâzam Hekimzâde Alı Paşa merhum ilk sadâretinde Tophane suyundan bir miktar mâileziz ayırtıp iki taraflı bir büyük çeşme bina eylemişdir.»
ÇİZMECİ MENZİLİ — Ok Meydanında kemankeş pehlivan mevzilerinden biri, «Çullu poyraz» menzili de denilirdi; bu menzilde muhtelif tarihlerde ok atmış ve rekor taşları dikmiş namlı kemankeşler şunlardır : Yaycı Dâvud, Çizmeci Dâvud, Arabzâde ibrahim, Karga Mustafa, Börekçi Mehmed, Bozdoğancı Mustafa, Lenduha Cafer, Çullu Ferruh.
ÇÎZME KAPUSU — Topkapusu Sarayında Birinci Avluda bir kapu idi, hâlen mevcud değildir; Babı hümâyundan girince sağ taraf da idi, bu Çizme kapusundan öte, Cebehâne Meydanına doğru yokuş aşağı bir yol inerdi; yine bu Çizme Kapusunun solunda Orta Kapuya doğru bir duvar uzanır idi ki bu duvar zamanımızda da dur maktadır; ki Cellâd Çeşmesi bu duvar ke-narındadır.
ÇİZMELİ — Geçen asır başında yaşamış kalyoncu bıçkınlarından bir delikanlı olub Hazîneli Küçük Kadri Ağanın bir şarkısından yalnız lâkabı ile tanılıyor; şarkı şudur:.
Semti Tersanede gördüm güzeli Kalyoncudur şûhi şehbaz Çizmeli Kuşağından özge sarmalı beli Kalyoncudur şûhi şehbaz Çizmeli
Hep zümrei nadan ile ülfeti Diîşâd ider hergün ol şuh bir iti Bilmem eşkiyâyâ neden minneti Kalyoncudur şûhi şehbaz Çizmeli
Çapkınım glaayetle sevdim ben seni Sevilmez- mi senin gibi külhenî Sefineî aşka açdım yelkeni Kalyoncudur şûhi şehbaz Çizmeli
Kalaycı Bağında geçirdim ele Çizmesin çıkardı cilve nâz ile Pâyin bûs eyledim o şahın hele Kalyoncudur şûhi şehbaz Çizmeli
ÇİZMELİ — Geçen asır sonlarında yaşamış ve güzelliği ile şöhret bulmuş bir istanbul bıçkını; Üsküdarlı halk şâiri Âşık Râzi tarafından şu manzume ile övülmüş-dür:
Kırk yıl İstanbulu gezdim gezeli Hele meşrebimtee seçdim güzeli
Bir serkeş haylazı hümâ pervazı Bıçkınlar içinde nâmı Çizmeli
Ebrüleri hançer belinde hançer Zeberdest itoğlu itliği belli
Yıkmış külahını çatık kaşına Sırma saçak olmuş saçların teli
Didiler elhazer çapkın sakardır. Şekaâvete meyli var yançizmeli
Dayı reftârına nümayişe bak Görem ben anı da olmam nü deli
Ya bir de külhanca işmar çakınca Viririm yolunda başımı belî
Gül ruhlerinden lebi lâ'îinden Eyvallah ne ihsan eylerse eli
Bir gez fersat ile alub çizmesin Pâyi müşekkeli bin gez öpmeli
(Tarih)
Haneye geldiğin o külhanbeyi Tarihle malûmu olsun cihanın Çıkarub bin niyaz ile çizmeyi «Yalın ayağını öpdüm ben anın» 1349 — (çizme) 55 = 1294 Milâdî 1877
Âşık. Râzi'nin bu manzumesi Küçük Kadri Ağanın şarkısından mülhem de olabilir (Bundan önceki maddeye bakınız).
ÇİZMELİ — Galatanın büyük ve namlı gedikli meyhanelerinden biri (B.: Gedikli Meyhaneler; Meyhane); îkinci Sultan
Mahmud zamanında Enderunda Çuhadar Ağalıkda bulunmuş ve sonra Hekimbaşı Behçet Efendi dâmad olmuş Râsih Ağa «Şevkiye» isimli manzumesinde bu meşhur meyhaneyi mübhem çizgilerle tasvir ediyor:
Gelicek hatırıma seyri sefâyi Galata Şevk ile düştü heves cünbüşi semti Galata
Akla yelken iderek düşdüm o sûye ben de Belki olur diyerek bâisi zevkü hande
Nâgihan gûşime bir nağmei şehnaz (irdi Gûyiyâ sinei mecruhuma hançer girdi
Mecmai zevki sonıııca didiler Çizmeli'dir Levhi dilden gamü efkârı bozub çizmelidir.
Olayım ben de didim dâhili bezmi zürefâ İdelim defi gumûm eyliyerek zevkü safa
Vardım oî meclise kim bir şehi hûban oturur Karşısında nice bin valehü hayran oturur
Yâni bir neyyiri reşk âveri taban
Şem'i ruhsânna pervane ânjn şemisi cihan
Söylemiş sanki bunun hakkına ol şâir Yâni bir ehli hüner fenni şiirde mahir
Ne kadar gevheri zî kiymet ise beynennâs Bir hacer pâresidir lâ'line nisbet elmas
Belde zünırüd tepeli âh o mücevher hançer İşleyüb sînei uşşâkına tâ câne geçer
Bele marpiçli sarıp başına al fermâyiş Veriyor gördüğü üftâdeye kat kat hâhiş
Nigehi zevki meyi nâz ile mest olmuş ezel İnce bel kaddi güzel veebi güzel çeşmii güzel
Nâz ile dest uricak sâgara simin bileği Dinenine sunar ol muğbeçe şeker çileği'
Konmuş ortaya tekirle dahi mercan tavası Sanki manîlerin olmuşdu o meclis yuvası.
Ne ararsan bulunur anda ne istersen tçofc Meclisinde o raiehin heman kuş sudu yok
Nâzı bir yana ko ey mey diyerek miçoları Getürürler iç efendim diyerek altım suları
Alıcak yanına ben âşıkı zan gelerek Sundu desti ile ol dîdei bâdaml süzerek
Şalı başından çıkanp sacdı saçı eğdi fesi Şiire gaayetle meğer varmış o şuhun hevesi.
Zevke dâir orada haylice sohbet oldu, Meyi aşk ile sebûyi dilü canım doldu.
O devrin seçkin kalender şâiri Ende-runlu Fâzıl Bey zaman zaman divânesi olduğu nevcivanları «Defteri Aşk» adındaki meşhur eserinde anlatır iken o mahbublar arasında ismail adında bir köçek oğlandan da bahseder, aslı çingene olan bu dilber delikanlı işi icâbı meyhane meyhane dolaş-makda, bu arada Çizmeli adındaki meşhur
meyhaneye de uğramaktadır (B.: ismail, Köçek Kıbti). Dilber köçeğin dolaşdığı diğer meyhaneler ((Gümüş Halkalı», ((Servili)), «Sarnıçlı); diye anılır gediklilerdir, Çiz-meli'den şu mısra ile bahsedilmişdir: Çizmeli'den kesilir mi ayağı?,..
ÇİZME PARASI — Başda yeniçeriler kanun gereğince kapukulu askerlerine senede bir defa verilen çizme bedelinin adı.
ÇOBAN — ((Türkçe isim. Koyun ve sürülerini otlatan, sığırtmaç.» (H. Kâzım, Büyük Türk Lügati»; Inek'in öküzle karışması, keçinin ve mandanın da çoban nezâreti ile bakılan hayvanlar olduğuna göre yukarıdaki tarif noksandır; «ehli hayvan sürülerini otlatan);.demek daha doğru olurdu sanırız. Dilimizde, bu arada İstanbul ağzında bu isim üzerine şu darbımeseller vardır:
Manevî kıymeti büyük hediyeler için; yâhud maddî kıymeti çok bir hediye için aşın tevazu ile: ((Çoban armağanı, çam sakızı» denilir.
Malın gözetme ile tutulacağı yolunda: «Çobansız koyunu kurt kapar».
Bir malı, bir parayı ne israf eden, ne de faydalı bir yerde kullanan hakkında : «Çoban köpeği gibi, ne yer, ne yedirir».
Ahlâkın verasetle intikaali iddiasında: «Çoban sığır koyun güder, oğul babanın huyun güder.»
Sâhibsiz malın yağması, yâhud herhangi bir talan için: «Çoban aldı bağa gitti, kurt aldı dağa gitti.»
Hüseyin Kâzım Bey büyük lûgatmda. <(Kaz çobanı tahkir ifade eder», diyor. Kara sığır, koyun, keçi çobanlan olduğu gibi kaz sürüsünü güden otlatanlara da çoban, ((Kaz çobanı» denilir. Bundan ötürüdür ki, bu tâbir yerinde kullanıldığı zaman tahkir ifade etmez; ancak, kaz sürüleri, dağa kıra, götüremez. Köy, çiftlik, civarında, önünde gezdirilir; dolayısı ile kaz çobanlığım küçücük çocuklar bile yapabilir; kelimenin tahkir ifâdesi, bir idarenin başında bulunan kimsenin aczi kasdedilerek: «Kaz çobanı bile olamaz!...» şeklinde olur.
istanbul civarı köylerinde çobanlar köy halkından çıkar, daha doğru tâbir ile her evin koyununu, sığırını evin bir çocuğu, delikanlısı kıra götürür. İstanbul civarı çiftliklerinin çobanları ise çoğunlukla iz-mitin Kandıra, Taşköprü köylerinden olurlar; 15 yaşında bir çocuk çobanlık çağma
_ÇOBAN (Hüseyin)
4046 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 4047
ÇOBAN (Neş'et}
gelmiş sayılır ise de çobanın makbulü 18 -25 yaşlar arasındaki delikanlılardır. Çiftlik, veya istanbul köylerinde ağa çobanları, Hıdrellezden Kasıma, Kasımdan Hıdrelleze, götürü tesbit edilmiş bir ücret karşılığı altışar aylık tutulurlar ve ücretli altı aylık hizmetlerini gördükten sonra ödenir; kadim bir gelenekdir, çobanın günlük azığı, kışlık kepeneği, ağılda veya. evde yatacak yeri ağa yâhud çiftlik sahibi tarafın dan temin olunur.
îstanbulda «Çoban» kelimesine bağlı yer ve bina isimleri şunlardır:
Çoban Baba merkadı, Merdivenköyü Tekkesinde;
Çobançavuş Camii;
Çobançavuş Külhan Sokağı;
Çobançavuş Mahallesi;
Çobançavuş Medresesi;
Çobançavuş Medrese Sokağı;
Çobançavuş Sokağı;
Çobançeşmesi, Alibeyköyünde;
Çobançeşmesi, Bakırköyünde;
Çobançeşmesi - Koşuyeri Yolu, Bakırköyünde;
Çobançeşmesi - Mandıralar Yolu, Bakırköyünde;
Çoban Kızı Sokağı, Büyükderede;
Çobanoğlu Sokağı, Şişlide;
Çoban Sokağı, Tarabyada;
Çoban Suyu Sokağı, Eminönünde.
Mehmed AH GÖKTUNA
ÇOBAN (Hüseyin) — 1955 de hortla
mış ve 1960 dan sonra alabildiğine dal bu
dak salmış kabadayılık denilen şehir şeka-
avetinin kurbanlarından 27 yaşında bir
kahvehane uşağı; 1964 yılı başında Taksim
de Bekâr 'Sokağındaki Şark Kahvehanesin -
de ocakçılık yapıyordu; aslı Erzurumlu
olup ayakdaşları arasında «Koçero Hüse
yin» diye taşındığı
na göre kendisinin
de bileğine pençesi
ne güvenir gençler
den olduğu bellidir.
12 Nisan 1964 tari
hinde Adanalı Zeki
adında genelev fe
daisi ile kafadarı
Ramazan Sargılı
Portofino isimli iç
kili lokantanın sahi
bi Necdet Türemiş'i
öldürmek isterken
yanlışlık ile Şark
Kahvehânes inde
Necdetin hemen ar- Hüseyin Çoban
kasında Hüseyin (Kesim: S. BozeaM
Çoban'ı vurup öldürmüşlerdi. Ocakçıyı vuran Adanalı Zeki olduğu halde katledilmek istenilen lokantacı N. Türemiş polise verdiği ifadede: «Ramazan lokantamda çalışıyordu, bir kaç gün evvel işden çıkardım, beni öldürmek istiyorlardı).-, demiş-dir. Ramazan Sargılı da 17' yaşında bir gençdir. Bu kanlı ve adî zabıta vak'asının arkasında büyük .bir cemiyet yarası durmaktadır.
ÇOBAN (Mehmed) — İkinci Cihan Harbinden önce Atatürk devrinin ünlü peh -livanlarından, millî forma ile Türkiyeyi temsil etmiş sporculardan; hakikaten ço-banlıkdan gelmişdir, soy adı kanunundan evvel Çoban Mehmed Pehlivan diye şöhret bulmuşdur. Uzun boylu, iri yarı vücud yapısı ile güreş meydanında askerlik görevini yapar iken kumandanlarının teşviki ile so-yunub çıkmış, pehlivanlığa arianevî yağlı güreşle başlamış, sonra Türkiye millî güreş takımına serbest güreş ve greko - ronıen güreşde yıllarca ağır sıklette memleketini temsil etmişdir. Gaayetle nâzik, çelebi, sportmen vekaarmı hiç zedelememiş, köylü çocuğu safvetini dâima muhafaza etmişdir. îstanbulda yerleşmiş, güreşi terkettik-ten sonra îş Bankasında mütevazı bir vazife almış, orada da yıllardan beri dürüstâne çalışmaktadır. Bütün eski pehlivanlar gibi tatlı, bilhassa baklava düşkünüdür. Bu satırların yazıldığı sırada yaşı altmışını bulmuş, efendi kıyafeti ile nereye gitse hürmetle, sevgi ile karşılanır bir sima idi; tanıyanlar tanımıyanlara: ((İşte Çoban Mehmet Pehlivan!...» diye gösterir; tanımayanlar da Evliya Çelebinin tâbiri ile «apul apul pehlivan reftârı ile yürürken : ((Aman şu babayiğite bakın!...» derdi. Maalesef sânına lâyık bir hal tercemesi tesbit edilemedi.
ÇOBAN (Mustafa) — 1964 yılında 24 yaşında fabrika işçisi bir kaatü; büyük şehrin ayak takımı arasında bediî ve fikrî meşgale yoksulluğu dolayısile günlük hayatın tek kıymeti ve zevki cinsî duygu ve hırslardır ve bu yüzden îstanbulda, usta kalemler elinde roman konusu olacak cinayetler işlenir; Mustafa Çoban böyle bir cinayetin fâüidir
1960 yılında çalışdığı fabrikada 17 yaşında Saliha Arabacı adında çok güzel bir işçi kız görerek sevmiş ve ailesi Kemerburgaz'ın Göktürk köyünde oturan bu güzel
Mustafa Çoban ve S. Arabacı
(Besim: S. Bozcalı)
kızla nişanlanmışdır; fakat nikâh aktedil-meden, Taşlıtarlada Dörtyol Mahallesinde Gülseren Sokağında 3 numaralı ve tek odadan ibaret bir gece konduda yerleşerek karı koca gibi yaşamaya başlamışlardır ve böylece dört yıl geçmişdir. Bu arada işinden çıkarılmış olan Mustafa Çoban, nişanlı - metresinin ailesinin oturduğu Kemer-burgazda yeni bir iş bulmuş, Taşlıtarlada-ki odalarında bırakdığı güzel Sabihamn yanma haftada bir gün gidebilmiştir. Aradan bir müddet geçince Sabihamn bâzı hallerinden şüphelenmeye başlamış, bu şüpheler dışarda duyduğu bazı dedikodular da eklenince 1964 yılı temmuzu ortalarında bir gece vakit evine giderek genç ve güzel kadını boğarak öldürmüşdür; o geceyi, ertesi günü ve ertesi geceyi odasına kapanarak ölünün yanında geçiren kaatil, ikinci günün sabahı Kemerburgazın Göktürk Köyüne gitmiş, nişanlı - metresinin anasına: «Kızını çok seviyordum, fakat bana oyun oynadı, ben de onu nihayet öldürdüm, gidip cenazesini kaldırın...» demiş ve ormana kaçmışdır, bir gün sonra da motorlu polis ekibi tarafından o civarda Pirincci köyünde kahvehanede oturur iken yakalan-mışdır.
Cinayetin görgü şahidi yoktur; kaatil polisde ve mahkemede şunları söylemiş-dir:
«Ben, Sabiha Aıabacı ile dört seneden beri nikâhsız olarak oturuyordum. Çok arzu etmemize rağmen bir türlü nikâh yap-tıramamıştık. Kendisinden ancak dokuz ay yaşayan Şengül adında bir kızım oldu, Sabiha ondan sonra iki sefer daha gebe kaldı,
fakat çocukları düşürdü. Haftada bir de eve uğruyordum. Etraftan duyduğum dedikodular yüzünden Sabiha'dan şüphelenmeğe başladım. Vak'a gecesi saat 1.30 da eve gittim. Açılan kapıdan girerken bir adam bana çarparak dışarı fırladı. Sabiha-ya adamın kim olduuğnu sorduğum zaman bana: — Sana ne?... diye sert ve haşin bir cevap verdi, îki elimle boğazını sıkmaya başladım. Biraz sonra hırıltıları kesildi ve Sabiha cansız yere düştü. Elbisesinin kuşağı ile de son defa boğazını iyice sıktığımı tahmin ediyorum.»
Bu satırların yazıldığı sırada, gazetelerin «orta boylu, kumral ve hayli yakışıklı bir genç).-, diye tarif ettikleri Mustafa Çobanın muhakemesi savcının idam talebi ile devam etmekte idi (Ekim, 1964).
ÇOBAN (Neş'et) — Merdivenköylü Neş'et Pehlivan diye meşhurdur; greko -romen usulünde güreşen ilk pehlivanlarımızdan; hicrî 1296 (milâdî 1879} da Mer-divenköyünde doğdu (îstanbulda Anadolu yakasında büyük bektâşi tekkesi ile meşhur köy; eski adı Merdivenli Köyü; B.: Merdiven Köyü), babası çiftçi ve bağcı Riza Ağadır, aile unvanı da ((Çobanoğlu» dur; zan ediyoruz ki, bu aile evlâdı fatihandan-dır; yukarda adı geçen tekkenin kuruluşu Erenköy ve civarının fethi akabindedir, Merdiven Köyü de tekkeden az sonra ku-rulmuşdur; tekke naziresinde medfun bir «Çobanbaba» nın Çobanoğlu ailesinin bir ceddi olması muhtemeldir (B.: Çoban Baba). Neş'et Pehlivanın annesi Hatice adın da Bursalı bir hanımdır.
Kurbağalı Derede Celâl Bey Rüşdiye-sinde okudu; bu okul binası eski tahta köprünün yanında, Fenerbağçe Kulübü karşısında hâlen mesken olarak durmaktadır; Neş'et Pehlivanın bu rüşdiyeyi bitirmiş olacağını zan etmiyoruz; gençliğinde bir ara babasının yanında çiftçi olarak çalışdı, sonra İstanbul Mahbushânesinde ser gardiyanlık yapdı, oradan gümrük idaresi hizmetine geçerek uzun zaman gümrükde kaldı ve oradan emekliye ayrıldı.
Pehlivanlığa şehiremini Rıdvan Paşanın oğlu Reşad Rıdvan Beyin teşviki ile ve meşhur Kara Ahmed Pehlivanı usta tutmakla başladı; 1902 de yirmi üç yaşında iken Tanburacı Osman Pehlivan ve Koç Mehmed Pehlivan ile beraber bir Paris ve
— 4049 —
— 4Û48 —
İSTANBUL
mış iki koyun kabartması ile bir çoban değneği vardır, zan ediyoruz ki, benzeri olmayan bir kabir taşıdır; talik hat ile yazılmış kitabesi şudur:
Hû dost
Terki dünya hırka ehli postu ehli hak-dı bîriyâ
Eyledi hizmet çobanlıkla bu zâti pür haya
Ergiri kazasından
olup işba müeeı-red saf dil
Son deminde hû de.
yûb göçdii lıemaıı Musa Baba.
Hüsnü KINAYLI
Çoban. Babanın Kabrinde kabartma resimli
ayak taşı (Resim: Ömer Te!)
— Kalender meşreb şâirler tarafından «Şehrengiz »adı verilen manzum risalelerle medhedilen esnaf güzelleri arasında çoban civanlarına da rastlanır; şehrengiz yollu yazılmış «H'ûbamıa-mei Nevedâ>;. adını taşıyan manzum mecmuada çoban civanı şu beyitlerle övülmüş-dür:
Çobanın civanı şahin balaban Hem dahi oynaşı dağdaki çoban
Dağlı fetâdır ki dumanlı başı Koç ylğite nıihrab olmuşdur başı
Hâli vahşet üzre kız saçlı dilber îstanbulda, görür yılda bir berber
ÇOBAN ÇAVUŞ CAMİİ — (B.: Çoban-çavuş Mescidi).
ÇOBAN ÇAVUŞ KÜLHANI SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Eminönü Kazasının Kumkapu Nahiyesinin Nişanca mahallesi sokaklarından; Şeyh Şâmil Sokağı ile Nişanca Bostanı Sokağı arasında bir aralık sokakdır (adı geçen rehberde pafta 3, mahalle numarası 32); yerinde, kapu numaralarına göre, Tuğrakeş
ÇOBAN BABA
New York seyahatına çıktı, Tanburacı ile Koç Mehmed Atinadan geri döndüler. N eş'-et Pehlivan Amerikaya gitti ve orada bir seneden fazla kalarak bir spor kulübünde güreş antrenörlüğü yapdı. Türkiyeye dön-dükden sonra bâzı meraklı genç beylere güreş ustalığı yapdı, kendisi de 1918 yılına (39 yaşma) kadar güreşdi.
Çok uyanık, dilbaz, meclis adamı bir pehlivandı; fransızca konuşur ve şiirle uğraşırdı; iyi avcılar arasında sayılırdı, tüfeği oğlu Riza Çobandadır.
Bütün emsali gibi gençliğinde Merdiven Köyü sandığında tulumbacılık yapmış-dı; hattâ tulumbacılığın kaldırıldığı sırada bu sandığın reisi bulunuyordu.
2 Mayıs 1958 de bir safra kesesi ameliyatında vefat etti; kabri Merdiven Köyü mezarlığındadır.
Riza Çoban •— Neş'et Pehlivanın oğlu ve hayrülhalefi; 1910 da Merdiven Köyünde doğdu, Kadıköy Orta Mektebini, Kabataş Lisesini bitirdi. Hukuk Fakültesinde yüksek tahsilini yarıda bırakarak Maliye memurluğu olarak hayata atıldı; ünlü bir pehlivanın oğlu, 1.84 metre boyunda mü-heykel bir vücud yapısına sahib, ve muhitinde «Pehlivan Riza» diye tanındığı halde çocukluğunda ancak heves olarak gü-reşmişdir; hattâ güreş seyrinden bile zevk almaz. Meslek hayâtında çok dürüst bir memur olarak tanınmış ve otodidakt olarak fransızca öğrenmişdir; fransızcaya siyasî makaaleleri tâkib edecek derecede vâ-kjıfdır. Bir pratisyen hekim kadar tıb ilmi . ile ilgilenmiş, tıb kitabları ile lûgatlardan mürekeb küçük bir kütübhâneye sâlıipdir. Emsalsiz hafıza sâhiblerindendir, Yunus Emre divânı tam olarak ezberindedir. Dostlarına vefakâr, sohbet ve meclis adamı; bu satırların yazıldığı sırada Merdivenköyü-nün şöhretli simalarından biri idi (1964).
Dostları ilə paylaş: |