ÇUKUR MAHALLESi — Beyoğlu ilçesi merkez nahiyesi mahallelerinden; merkez nahiyesinin Hüseyin Ağa, Kalyoncukollu-ğu, ve Beyoğlu İlçesi Taksim nahiyesinin Şehid Muhtar Bey, Bülbül ve Bostan Mahalleleri ile çevrilmişdir; sınır yolları şunlardır: Tarlabaşı Caddesi (Hüseyin Ağa Mahallesi ile), Kalyoncu Kolluğu Caddesi, (Kalyoncukuluğu Mahallesi ile), Kamer Bostanı Sokağı, Adam Sokağı (Bostan Mahallesi ile), Sakızağacı Caddesi (Bülbül Mahallesi ile); iç sokakları da şunlardır : Demirbaş Sokağı, Peşkirci Sokağı, Tirşe Sokak, Çukur Sokak, Karakurum Sokağı, Halebli Bekir Sokağı, Boynuz Sokağı, Kadın ç!1 mazı. Y^rı^^me sokağı, Keçi Sokağı, Budak Sokağı, Salkımsa-çak Sokağı, Mermer
Çukur Köyü Aşağı Mahalle Camii (Besim ve plân: Salim Erdem)
İSTANBUL
Sokağı, Cezayirli Sokağı, Hasan Paşa Sokağı, Zerdali Sokağı, Berber Şahin Sokağı, Geniş Yokuş Sokağı, Ayva Sokağı, Karanlık Bakkal Sokağı, Fıçıcı Cokağı Geniş Yokuş, Tekuyulu Sokağı, Narcıl Sokağı, Erik Sokağı, Fıçıcı Abdi Sokağı (1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta 14, no. 146).
Çukur Mahallesinde l tarihî çeşme (Sultan Mahmud Çeşmesi), l Rum Ortodoks Kilisesi (Ayios Konstantinos), l rum ilkokulu, l Süryâni kilisesi, 647 ev, 120 dükkân olub, nüfusu 6000 kişidir. 1963 yılında mahalle muhtarlığında emekli yarbay Ali Yelmen bulunuyordu (1963).
Hakkı GÖKTÜRK
ÇUIİUE MESCfiD SOKAĞI -— 1934 Belediye Şehir Rehberine göre (Pafta 8, mahalle numarası 99) Haliç boyunda Ayakapu ile Fener arasını kaplayan Abdisübaşı Mahallesi sokaklarından, Ser halife Sokağı ile Miralay Nâzım bey Sokağı arasında uzanır, Gülçeşrne Sokağı ile de bir kavuşağı vardır; semtin ana yolu Abdülezel Paşa Caddesine paralel bir yoldur. Bir araba .geçecek ge-nişlikde kabataş döşeli olub ahşab ve kagir evler arasından geçer; bir terazi imalâthanesi ve bir tornacı atölyesi vardır; ka-pu numaraları 3-35 ve 4-22 dir. Sokak adını Çukurkarabaş Mescidinden almışdır (B.: Karabaş Mescidi).
ÇUKUR SOKAK — 1934 Belediye Şehir Rehberine gere (Pafta 14, mahalle numarası 146), Beyoğlu Merkez Nahiyesinin Çukur Mahallesi sokaklarından; Tarlabaşı Caddesi üe Cezayirli Hasan Paşa ve Zerdali Sokakları arasında uzanır, bir ucu bu iki sokakda üç yol ağzı teşkil eder; Fıçıcı Abdi Sokağı Erik Sokağı, Ayva Sokağı, Geniş Yokuş ile' kavuşakları vardır. : Yerine gidilip şu satırlarm'-yazıîdı-ğı sıradaki, durumu tesbit edilemedi (1964).
YETİ — 1964 yılı nisan ayı içinde Beyoğlunda Çukur
ANSİKLOPEDİSİ
Sokakda bir gece sabaha karşı Beyoğlunun azın sabıkalılarından Turgud Işık, yine azılı sabıkalılardan Ramazan Yüksel'i, kumarhane dönüşünde 300 lira için yaptıkları çekişmede önce tabanca üe vurmuş, ve sonra hırsını aıamıyarak bıçağı ile saldırıp yerde kıvranmakça oıan hasmın delik aeşik et mişdır. Önce bir düello şeklinde karşılıklı kullanılan tabanca sesleri ve yüksek sesle savrulan küıürier bütün sokak sekenesini ayağa kaldırmış ve dehşete salmış, cinayetini müteakıb kaatil de kaçmışdır. Günlük gazeteler bu âdi zabıta vak asını halka duyurur iken büyük şehrin asayiş ye inzibatı üzerinde durmuşlardır; meselâ Cumhuriyet Gazetesi şu dikkate değer satırları yaz-mişdır: «Silâhlılar çoğalıyor; bilhassa sa-. bıkalüarın son zamanlarda silâhlı vahalara sebebiyet verdiği müşahede edilmişdir.»
ÇUL — «Aslı arabca çul den bozma isim: küdan örülmüş şey, kıldan at örtüsü.;, kaba kirli esvab; pelâspâre,-yırtık dökük esvab» (Hüseyin Kâzım, Büyük Türk Lügati).
Hakimane konuşmuş şâirler ile hâne-berduş pırpırı nevcivanları övmek istemiş kalender şâirlerin kalemleriyle edebî dilimize girmişdir:
Her şahsı harîmi Hakka mahrem mi sanırsın Her tâc giyen çulsuzu edheın mi sanırsın.
(Ziya Paşa)
Ne gam ki olsa dahî âlûdei tin ü hâk Yafcıı ayağı anın verdi bedii lâhût Gönül tahtı sultanı ol dilberi sîneçâk Atlas u diba olur lâbis olsa çal çaput.
(Bozyöriik)
Bir lokma bir hırkaya kalenderiz eyvallah Sevdiğimiz bir dilber korkduğum.nz bir Allah. Biz cemal asıltıyız gördük mü bir Şah Ayvaz Çul çaputa bakmayız başsınız tacı şehbaz Hâneberduş pırpırı âhûyi bii.reh.ne1 pâ Taraveti şebâbı anda atlas u dîbâ Naksl kalemi "huorşîd oîmuş ana pîrehen Öyle hüsni müzehheb ol sereri süz efken.
(Bozyörük)
ÇUL DEĞİŞTİRMEK, DÜZMEK — 1) Hâneberduş pırpırılar argosunda yeni, yenice esvab, üstbaş düzmek; misâl:
-
Senin Mestâne çul değiştirmiş, pek
apiko olmuş be!...
-
Bir koyun tüccarı yakaladı, sağı
yor.
-
Sana haminto var mı?
ÇULFAS (Adam)
— Sikirdim haracı yemem!...
2) Halk ağzı deyim, ayak takımından birinin birden zengin olması; misâl:
1950 - 1960 arası sohbetlerinden: «Çul düzenler ne kadar çoğaldı, dün iskele başında yalın ayak yarım pabuçla simit satan şehbazm altında otomobil, hammal beş katlı apartıman yapdırıyor, meteliğe kurşun atan it meyhanede garsona on kâğıd bahşiş bırakıyor, değirmenlerin suyu ner-den bir tülü kestiremiyorum...»
ÇULFAS' (Adam) — Bu satırların yazıldığı tarihde îstanbulun içkili lokanta ve .gazino garsonlarının pirî idi ve Ankara Caddesinde istanbul lokantasında çalış-makda idi; meslekdaşları ve kendisini tanıyanlar arasında «Rarba>: diye meşhurdur.
Adam Çulfas (Besim: S. Bozcalı)
Anadolu rum-larındandır; 1878 de Gümüşhanede doğmuşdur. Babası bir halı imalâthane sinde gündelikle çalışır işçi imiş; oğluna iki yasında yetim bırakarak ölmüş., on iki, on üç yaşına kadar âvâre büvümüs: anasını da kaybedince, büsbütün bîkes kalmış. Bir hayır sahibi bu rum çocuğunu elinden tutup kaymakam beye götürmüş, himaye rica etmiş, o zat da: «Burada ne yapabiliriz ki.., İstanbulda semtimizin bir bakkalı vardır, baba adam, oğlanı ona çırak gönderelim... Istanmul büyük yerdir, sürer, çıkar, hayatını kazanır.» demiş ve küçük Çulfasın eline bir mektup verip cebine de yol harçlığını koymuş, İstanbulda semti olan Beşiktaştaki bakkala çırak olarak göndermiş. Bakkal da yaşlı adammış, çıraklık işi yokmuş amma kaymakam beyin hatırı için yetimi üç yü boğazı tokluğuna barındırmış, bir gün de:
— Oğlum, on beş yaşına geldin, artık cebin gündelik, para görmelidir, seni ahbabım bir kahveciye çırak vereyim!... demiş, Çocuk Feriköyünde kahveci çırağı olmuş; bir yıl ateş gibi çalışmış... Böyle çı-
ÇULHA
4178
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 4İ79 —
ÇÜLHÂYAN (Dikran)
rakların alıcısı çok olur, kahve müşterilerinden biri:
— Çulfas... demiş, Alman kulübünden
bir garson çocuk arıyorlar, gider misin?
Hem aylığı dolgun, hem de Almanca öğre
nirsin!...
Alman kulübünde de iki yıl çalışmış ve kulaktan dolma Almanca öğrenmiş... Oradan Tötonya kulübüne geçmiş, bir sene de o.rada çalışmış. Yaşı olmuş on yedi, on sekiz... Bu sefer önüne başka bir adam çıkmış:
— Seni zengin bir Fransız bankerin
yazıhanesine yerleştireyim! demiş.
Çulfas meslek değiştirip Baron Vand-ö-rün yazıhanesine girmiş. Gözünü ve kulağını açıp bir yıl içinde de Fransızca ifadei merama muvaffak olmuş, Fransız Baronu memleketine giderken hizmetinden memnun olduğu Çulfası dostlarından italyan Sinyor Vicenzoya devretmiş, iki sene de bu İtalyan tüccarın yanında kalan Çulfaz hem Fraıısızvasını ilerletmiş ve hem de İtalyanca konuşmağa başlamış. Ve yaşı yirmi olmuştur; bir gün efendisinin bir hizmeti için koşarken önüne bir adam çılmr.ş:
— Çulfas!.. demiş.. Yazıhanede uşaklı
ğın istikbâli yok, üç dil konuşuyorsun., gel
seni bir otele yerleştireyim., hem aylık var,
hem de kibar müşterilerden bol bol bah
şiş!...
Delikanlı Büyükderede Paris Oteline girmiş. Bir yıl da orada çalışmış.
Sene 1900; Mıgırdiç Efendiye sağlık vermişler. Büyükdereden Tarabyaya, To-katlıyana geçmiş. Öyle bir müessese ki yazın Boğaz sefası, kışın da Beyoğlunda lüks hayat!... Üç yıl da böyle geçmiş; yine bir gün, Tokatlıyanın namlı müşterilerinden Mösyö Suliye.
— Çulfas i. Gel seni Konyaya Gar Otel
ve Gazinosuna götüreyim, metrdotel yapa
yım!., demiş.
Meslekte mühim terfi.. Genç adam Konya yolunu boylamış. Üç yıl da orada çalışmış; sene olmuş 1906.
Evlenmiş, karısı hastalanmış, hekim : «Konyanın havası gelmez. Deniz lâzım, deniz havası lâzım» diyince, İstanbula gelmiş. Eski kapılarında iş bulamamış. Yalova Otelinden çağırmışlar. Bir yü da orada bulunmuş.
1908 den 1921 yılına kadar on üç sene ticaret işlerini tecrübe etmiş. Kazanmış; kaybetmiş. Bir türlü ipin iki ucunu bir ara-
ya getirememiş. Ve bir gün sermayeciğinin kediye yüklenmek üzere olduğunu görünce tekrar eski mesleğine, garsonluğa dönmüş, 1921 de Karaköyde Cenyo gazinosuna girmiş; 1923 de oradan Babıâli Caddesinin Sirkeci başında İştaynburuh lokanta ve gazinosuna geçmiş.
İşte Adam Çulfas, tam otuzbeş senedir, garson olarak hep aynı yerdedir. İştaynburuh elden ele geçmiştir; isim değiştirmiş, İstanbul Lokanta ve Gazinosu olmuştur, en son meşhur Pandelinin damadı Hıristo Usta ile Ali Dündarın himmetiyle birinci sınıf bir müessese olmuşdur. Müessesenin demirbaş eşyaları arasında ziruh. bir varlık olarak Çulfas da «Barba» ünvaniyle patrondan patrona devredilmiştir.
Bu adamın iki oğlu olmuştur, biri 33 yaşında biri de 23 yaşında askerliğini yaparken kazada ölmüşlerdir. Bu iki büyük darbedir ki, başını iki omuzunun arasına çöktürmüştür; fakat titreyen bacaklarının üstünde, her gün sabahtan akşama kadar hâlâ çalışmaktadır.
İstanbul garsonlarında meslek aşkı. şuuru oîsa, ve Garsonlar Cemiyetinde bu. yolda ön ayak olacak kimseler bulunsa," Adam Çulfasın bir jübilesi yapılır, ve o gece, bütün İstanbul gazino ve içkili lokantalarındaki garsonlar, aldıkları bahşişleri bu meslek pirine terkederler; ne kayb ederler? hiç; ne kazanırlar? mesleklerinin birlik kuvvetini. Adam Çulfas bu satırların yazıldığı sıra, 87 yaşında ve hâlâ iş başında idi (1965).
ÇULHA — İpekden, yünden, kıldan kumaş dokuyan; çulhalık yakın zamanlara kadar İstanbulun küçük el sanayiinin başında gelir, kenar mahallelerin birer katlı ahşab evceğizlerinin hemen hepsinde birer tezgâh bulunur, hele yazın, pencereler, kapular açık, sokakları tezgâhların sesi doldururdu; o yolların en tipiKlerinden biri de Aksarayda Ahmediye Caddesi idi (B.: Ahmediye Cadesi; cild l, sayfa 377). Tezgâhların başında namuskâr orta halli ailelerin delikanlıları oturmuş, mütevâzi, asil dekor içinde, hırpanî fakat tertemiz ve pitoresk kıyafetleri ile kudretli, kuvvetli kalemlere ve fırçalara tablolar konusu idi, temaşasının zevkine varana öyle gelirdi ki, kırk çulha resmi yapsa hepsi bir ayrı güzellikde olurdu. Memleketimizde dokuma sanayiinin süratle fabrikalaşması o kü-
sü-'
çük ev tezgâhlarını hemen tamamen ortadan kaldırmışdır (B.: Bektaş, Çulha).
ÇULHA CİVANI — Kalender meşreb şairler tarafından «Şehrengiz» adı verilen manzum risalelerle medhedüen esnaf güzelleri arasında çulha civanlarına da rastlanır; şehrengiz yollu yazılmış ve «Hûban-nâmei Nevedâ» adını taşıyan manzum mecmuada çulha civanı şu üç beyit ile övülmüşdür:
Çulha civanında nezâket tamanı Pak olur cümlesi istemez hamam EİI ayağına uygun dilberdir Teni pâkizesi ıtri anberdir
Atarken îpîîğe ol civan mekik Gam çekme efendim çantada kefelik.
ÇULHA — 1880 ile 1890 ara-
sında Üsküdarda güzelliği ile meşhur çulha esnafından bir genç olup, yine Üsküdarlı kalender meşreb halk şâiri Tophane ke-tebesinden Âşık Râzi bu delikanlı sânında bir şarkı yazmışdır. Râzi'den dinlediğime göre asıl adı Cevdet yâhud Cevad imiş, fakat aşırı güzelliğinin yanında aile asaleti, halk arasında Kırım hanzâdelerinin taşıdığı «Giray» unvanı ile şöhretine sebep olmuş ve asıl adı da unutulmuş. Âşık Râzi: «Masallarda tarif edildiği gibi yüzüne bakarı gözler kamasırdı, dilber simasında asaletinin de ayrıca ülkeri vardı, yalın ayağında yarım pabuçla esnaf kılığında dolaş-dığı halde taııımıyan bile bu çocuk bir şehzade, hanzâdedir der idi. Son Kırım hanlarından Bahadır Girayın torununun oğlu olduğunu söylerdi. Kimsesi yokdu. Çinili Hamamın yanında, hanedanımızın emekdârıdır dediği ihtiyar b'ir tatarla beraber oturur, tezgâhı da evinde idi, bu adamcağız öldükten sonra kendisini idare edemedi, işret ile bıçkınlık yoluna sapdı, sanatını işleyemez oldu, ve veremden öldü» diye anlatmışdı. Râzinin şarkısı şudur:
Bıçkınım âşıka cefâ eylemek Hilafı rızâi İlâh değil mi İtlerle ülfetin ey misli melek Hüsni şebabmı tebah değil mi
Ağyar ile çayır çemen safâlar Aşıkı zâirisie bunca cefâlar
Bana yan çizib de ile vefalar KitâJîî aslî içre günah değil mi?
Ne de hoş civelek taze civansın Yıkmış dal fesini gaayet yamansın Vahşetinle sen âfeti devransın Seni sevmeyenler günırah değil mi
Zeneiri zülfünü takdim gerdâne Saldın sahralara ettin dîvâne İşte geldim sana hâlim beyâne Sevgimden tatarım agâh değil mi
Fitnelikler ile aklım oynatma Mest olup kopuklar dizinde yatma Kulun bu Râziyi bir pula satma Dime işim gücüm külah değil mi
Tâ be seher gökde yıldız sayarım Hâlîi nahvetinde uyurken yârim: Gurbet oldu sanki vatan diyarım Sorarım saate sabah değil mi?
Bilirim çulhasın atarsın mekik Nâzik parmağında görünür ilik Dayanmaz çevrine kalb oîsa çelik Gülüb dersin bahtın siyah değil mi?
; Vâsıf HİÇ
ÇULHALAR SOKAĞI — Karagümrük Nahiyesinin Beyceğiz Mahallesi ile Fener Nahiyesine bağlı Kâtib Muslihiddin Mahallesi arasında sınır sokakdır; Mehmed Ağa Hamamı Sokağı ve Çilekeş Sokağı ile teşkil ettiği bir üç yol ağzı ile Çarşanba Değirmeni Sokağı arasında uzanır bir aralık sokakdır. Bir araba geçecek genişlikde ve kabataş döşelidir; üzerinde ikişer katlı ve biri çinko kaplı ahşab iki ev ile bir kaç gecekondu vardır; bir başında da İstanbulun mimarî, âbidelerinden Mehmed Ağa Camii görülür (Eylül 1963).
Hakkı GÖKTÜRK
ÇULHA MEKİĞİ — Halk ağzı deyim; durmadan fikir, karar, iş değişdiren adam; misâller:
-
Dün evet dedi, bugün hayır diyor..
-
Bilmez misin çulhamekiğini, ona
bel bağlanır mı?
* Baba oğlundan bahseder: «Kerata çulha mekiği... yaş oldu otuz, hâlâ bir baltanın sapı değil... şimdi de tutturdu otomobili satıp kahve açacak imiş...);.
ÇULHA TEZGÂHÇILAKI — Çulha tezgâhı yapıcıları; Evliya Çelebi XVII. asır ortasında 6 dükkânda işler 20 nefer sanatkâr olduklarını yazıyor. Bir tezgâh dededen toruna miras kalır; İstanbulda 6 tezgâh yapıcı sanatkârın bulunması, o devirde İstanbulda çulhacılığın ne kadar yaygın olduğuna çok kuvvetli delildir.
ÇÜLHÂYAN (öikran) — 1880 de Kum-kapuda bir meyhanede üç balıkçıyı taban-
ansiklopkdisi
*- 4181 —
— 4180 —
-
İşte ol anda koptu kıyamet
Takfor Reis bakdı bir lanet lanet
Şamarlayub aldı ayak altına
Şütûmat ile çok itti hakaaret
-
Hem üç nefer balıkçılar hempası
Çamur çomar yokdur edeb hayası
Ağır lâflar idüb Dikran şahıma
Utandırdılar şeytââm hannâsı
-
Narayı patlatup fırladım neman
Gözümü bürümüş bir kanlı duman
Yaşım otuz dostlar merdi meydan.
Hem dahî Vanlıyız intikamda yanı
-
Altı patlar aldı birer birer nişanı
Yere serdim Vartan Mıkar Nişan'ı
Sonra atub elden silâhı yere
Şamara şamardır Takforun sânı.
-
Üç sille aşk ettim san, çakdı sinişe!
Dişlerin ağzına dökmüşüm Mşek
Meğer girmiş arştan postu içine
Takfor Reis denilen ol uyuz eşek.
-
Kendi kamasmj aldım belinden
Yerden kaldırarak tutub elinden
Sonra bî can, tekrar sermişim yere
Ol gaddar pelidi vurup böğründen
-
Halkı meygedenta cümlesi mebfaût
Libâsı matemi giysün Kavmi Lût
Meclisi muhabbet kan revan içre
Takfor Reis yerde misâli Câlût
-
Didinı maşukuma işte gör Dikran
Ben zindan râhine olurum revan
Hatırdan gönülden çıkarma beni
Sıtkı vefa göster ey şehi hûban
-
Gayri bundan sonra göremem seni
Dikranım civanım sen şûhi şeni
Lutfedüb bana bir tasvirin gönder
Ol nakşi hayalin avutsun beni.
j Vâsıf HİÇ
ÇULHAYAN (Kirkor) — Ünlü musikişinas, bestekâr ve maestro; 1888 de Kum-kapuda doğmuş ve 28 Şubat 1938 de yine Kumkapuda vefat etmiştir. Balıklı Ermeni Mezarlığında medfundur.
Kirkor Çulhayan, Van'ın Aykestan köyünden dokuyucu (çullan.) Sahak adlı bir şahsın torunu ve gümrük memuru Simon Çulhayan'm oğludur. 1876 da Kumkapu dışında bulunan Boğosyan - Varvaryan mektebine girmiştir. Burada; meşhur musikişinas Aris Şalcıyan'm (nârnı diğer Aris-takes Ohannesyan, 1812 - 1878) talebesi
ÇULHAYAN (Dikran)
ca ile yaraladıktan sonra balıkçı reislerinden Takfor Reisi bıçakla katleden Vanlı bir hammal ve tulumbacı; yirmi yıl kalebend-liğe mahkûm olarak Sinop Zindanına gön-derilmişdir. Yine Dikran isminde genç bir balıkçıya hitaben yazılmış -şu mektub ile ona eklenmiş bir destan ve genç balıkçının tulumbacı kıyafetinde de bir fotoğrafı halk şâiri Âşık Râzinin evrakı metrûkesi arasından çıkmışdır; cinayet tulumbacılar arasında çok derin akisler yapdığı için, bastırıp sattırmak üzere, destanı Âşık Râzi mi yazdı, yoksa Dikran Çulhayan Sinop Zindanında birine yazdırıp ayni maksadla mektub ile beraber mi .gönderdi, bilemeyiz:
«Balıkçı öikranıma dîdelerimin kanlı yaşı ile yazıklı bu mektubu muhabbet uslûb zincir-bend Çulhayandan:
Sinop Zindanında Dikran Çulhayan
Gice gündüz kanlı yaşla ağlayan
Adaşım Dikranım biliip hâlimi
İki nerkis gözü olsun çağlayan.
«Allah kurtarsın dirim gayrî sözüm yokdur
ki eğer ahvâlimi bir bir şerh eyler isem çokdur, destan olur, dört yanını taş duvar, ayaklarımda Kırk okka çeker zincirler, sen dahi benini için
Allaha yalvar kî, masum duası makbul olur, ha. tınm su ile sor?»n yârana selâm, bu kadardır kelâm Dikran Ağa canım.»
DESTAN
l.\ unvanım Çulhayan nâmımız Dikran Hâki pâkimizdir Vilâyeti Van
Sahibi pençe hem dilâver civan Hûb şada okurum semaî dîvan.
-
Şehri İstanbulda Kumkapu semtim
Hamallık iledir nâse hizmetim
Akran emsale ayak uydurmuş
Hem tulnmbacılıkda rızık kısmetim
-
Âteşi nemrûda girer semender
Sandığın altında misâli ejder
Meyhane meyhane meclis be meclis
Mestane dolaşur şehbaz kalender
-
Gaayetle makbulüm bir servi revan
Hem dahi adaşım Balıkçı Dikran
Refikim olmuşdur canımdan aziz
Dü dîdenı üstünde odur ebruvan
-
Takfor Reis dirler bed tıynet kişi
Rezalet çamurluk her dâim îşî
Bed likaa bed sima bed lisan ancak
Şeytânı racimdîr herifin eşi.
-
Meğer Bikranıma yakmış abayı
Sureti beşerde Ehremen ayı
İSTANBtft
Balfkçı Dikran (Resim. S. Bozcaîi')
Yanında görenler dirler yekzeban Karabulut örtmüş ol melılikaayı.
/. Y-angroâan yangiBa uğrar koğuşa Hasret ;ie çekdirmeye' âguuşa Yâ Rap ne garip bu cilvei kader Yâri görmeye bir iane tutuşa
8. Reise tayfası olmuş emirber
Takfor ile gezerler dâim beraber
Bize dahi ara sıra uzakdan
Bir kuruca selam verir o dilber
9. Meğer iş içinde varmış bir hikmet
Güzeller serveri nûri melâhet --
Dikran civanımın Takfora meyli
Değilmiş efendim akçeye rağbet
10. Takforun kızıdır Agavni Hanım O! duhtere tutkun 'Dikranım canın
Aksam meygedede mest oldu ise Derelini Takfora açdı civanım
_ÇÜLHAYAN (Kirkor)
Kirkor Çulhayan
(Kesim: S. Bozealı)
olmuştur. Tavır ve hareketleri o-na çok benzediği için, Kumkapulu-lar onu «Küçük Aris)-. tesmiye etmişlerdir. Mumaileyhin ölümünden sonra, akşamlan, musikişinas Nikoğos Taşçiy andan (1836 - 1855) hususî dersler almağa başlamıştır. Keza, Kumkapu Surp Arutyun Kilisesi rahibi Der Bağdasardan da «sarakan» dersleri almıştır.
1881 de, Dr. Arutyun Tiryakyan'ın (1845 -1919 bilâhare Han unvanını alan değerli bir dilci) himayesinde Bezciyan Orta Mektebine girmişdir. 1884 de henüz talebe iken hocası Nikoğos Taşçıyan'ın muavini olmuştur. Dört sene mezkûr mektepte okuduktan sonra, mezun olmadan, babası onu çırak olarak Kapalıçarşıda, fistancı Dakes Ber-beryan'ın yanma koymuş ve dört sene orada kalmıştır. 1885 de, Patrikhane Kilisesinin muganni heyetine girmişdir. 9 Eylül 1885 de hocası Nikoğos Taşçıyan'ın vefatından sonra, Kujmkapu'da Hampartzum Çerçiyan'dan musiki dersleri almağa başlamıştır. Birkaç yıl sonra, Rumeli Hisarın-daki Surp Santuht Kilisesinde dört ay müddetle başmuganni olmuştur. 1891 de Tekirdağdaki Surp Takavor Kilisesine başmuganni tayin edilmiş ve birbuçuk sene bu vazifede kalmıştır. 1893 de, İstanbula avdetinden sonra, Rumeli Hisarındaki Surp Takavor kilisesine başmuganni tayin edilmiş ve birbuçuk sene bu vazifede kalmıştır. 1893 de, îstanbula avdetinden sonra, aynı yıl Kumkapu dışında bulunan Surp Arutyun Kilisesinin baş mugannisi olmuştur. Keza aynı yıl, musikişinas ve kitapçı Vırta-nes Hisarlıyan'ın (bilâhare rahip) Uzun-çarşıda bulunan dükkânına da uğramağa başlamış ve onun bilgisinden de faydalanmıştır. Çulhayan, Hampartzum notasını öğrenmek için buraya gelen türk bestekârların şarkılarını ve bestelerini derhal kop-
ÇULHAYAN (Kirkor)
4182
İSTANBUL
ye edip kendi nezdinde bulunan notaları da onların istifadesine arzedermiş.
Alaturka musikide epeyce bilgi edindikten sonra, birgün Bağçekapuda, Dördüncü Vakıf Hanında musiki âletleri taciri Mardik Efendinin dükkânının önünden geçerken, tanınmış kanunî Uzun Garbis kendisini içeriye davet edip, hakkında malûmat aldıktan sonra ona, ücret mukabili türküler ve şarkılar notalamayı teklif etmiş, o da bu teklifi kabul ederek Türk musiki çevrelerinde de tanınmıştır. Bundan cesaret alarak orada hususî bir dükkân da kiralayıp musiki dersleri vermeğe, türküler ve şarkılar bestelemeğe, keza türk ve ermeni musiki üstadlarını oraya davet etmeğe başlamıştır. Bunlar meyanında şu zevat zikredilmektedir: Kemanı Hacı Kirami El, Abdülkadir Bey, Dr. Suphi Bey, Zekâi De-dezâde Hacı Ahmed Efendi, Kanunî Hacı Arif Bey ve bilhassa Neyzen Rauf Yekta Bey; ermenilerden ise, Kemanı Astik Ha-mamcıyan, Ortaköylü Kemanı Aleksan Ağa, Kemanî Tateos Efendi, Udî Âfet veya Hapet Mışırlıyan, Hanende Hacı Karabet v.s. Sözü geçenlerden Rauf Yekta Bey onunla birlikte bütün tekkeleri gezerek, alaturka musikide bilgisinin tekâmülüne faydası dokunmuştur. Çulhayan da onlara Hampartzum Notasını öğretmek suretiyle hizmette bulunmuştur.
Değerli musikişinas Surp Arutyun Kilisesinden maada Yenikapu, Samatya, Nar-lıkapu, ve Altımermer ermeni kiliselerinde de vazifede bulunmuştur. 1909 da Gedik-paşadaki Surp Ohannes Kilisesine başmu-ganni tayin dilmiştir. 1910 da ise, Balat ermeni kilisesinin başmuganniliğine getirilmiş ve altı sene bu vazfede kalmıştır. Müteakiben birkaç sene sonra tekrar Ge-dikpaşa Kilisesinde aynı vazifeyi deruhde ettikten sonra, 1923 den vefatına kadar Samatyadaki Surp Kevork ve Altımermer-deki Surp Agop Kiliselerinin başmugannisi olmuşdur.
Dostları ilə paylaş: |