— Avdan vaz geçdim.. inşallah birkaç gü
ne kadar buradan Tersane Sarayına geçerim...
dedi, ve birkaç gün sonra Davudpaşa Sarayın
dan Tersane Sarayına göç etti...».
Birkaç ay sonra da cebhede başlayan bir askerî ihtilâl sonunda Dördüncü Sultan Mehmed tahtdan indirildi. Davudpaşa Sarayına bir şeamet çökdü. Zaferler devri kapanmışdı, ordunun tantanalı merasim ile uğurlanmas^ zafer neş'e-si ile karşılanması târihî bir hâtıra oldu. Davudpaşa Sarayı harabiye terkedildi. Fakat bina,
müştemilâtı ile Türk yapı san'atımn çok güzel eserlerinden biriydi; çökmesine de gönüller razı olmadığı için orada yapılan tamirle ayakda tutuldu:
«... Davudpaşa Kasrı çok harab bir halde iken bu yıl tamir edildi..» (Vâsıf Tarihi, H. 1175 = M. 1761-1762 vekaayii).
«.. Eski seferlerde hâtıraları çok büyük o-lan Ok Meydanı Tekkesi ile Davudpaşa Sarayı pek harab halde idiler. Üçüncü Sultan Selim Orduda ıslahat yaparken ve yeni hafb silâhları ile uğraşırken teberrüken bu iki kadın binamın tamirini de irâde buyurdu, ve tekke ile saray kısa zamanda tamir olundular..» (Cevdet tarihi, H. 1203 = M. 1791 vekaayii).
«.. Dersaadet civarında Davudpaşa Sarayı ile ittisâlindeki Camii şerif devri zaman ile müşerrefi harab olarak îmar ve inşâları, ve Davudpaşa Kışlasına dâir bâzı ebniye tanzimi lâzım geldiğinden sarayın atik kârgir ve ahşab dâireleri ile hâriciyesindeki ebniyenin tamir ve tecdidi, ve çeşmelerin yolları ile iki ahır inşâsı hususlarının 8000 bu kadar kuruşa mal olacağı anlaşıldığından tarafı şahaneye (İkinci Sultan Mahmuda) arz olundu. Pâdişâh bu kadar para ile bu işlerin yapılamayacağını söyleyerek tamir için yeni bir keşif yaptırmasını defterdara irâde buyurdu..» (Lütfi Tarihi, H. 1243r=M. 1827 - 1828 vekaayii).
Üçüncü Sultan Selim Davudpaşa Sarayını tamir ettirdikden sonra bir gün buraya kalabalık bir maiyetle gelerek enderunlu ağalara bu-yük bir atlı cirid oyunu oynatmısdı; bu vesile-ile yakm bendelerinden mabeyinci Nâşid İbrahim Bey 66 beyitlik bir kasîde yazmışdır, iki beyitini alıyoruz:
Temâgâye gürûhi bendegâm seyr icün bir gün Biniş emreyledi şâihi cihan Davudpâşâya
Kud&miyle o deşti düküşâ cennet nümün oldu Oturdu şevketü ikbâl ile kasrı ferahzâya
29 ve 37 yıl ara ile bu üç tamir kaydından anlaşılıyor ki Davudpaşa Sarayının 1762 ve 1791 de gördüğü tamirler pek sathî olmuşdur. 1828 de düşünülen tamirin tahakkuk edip etmediğine dâir başka bir kayde rastlanmadı; fakat 1848 de Sultan Abdülcemidin Veliefendi sahasında bir askerî manevrayı bu saraydan tâkib etmiş olması o tamirin yapıldığını gösterir.
Eski an'aneye göre Davudpaşa Sarayında
Orduyu Hümâyunu karşılayan son pâdişâh Dördüncü Sultan Mustafa olmuşdur, fakat bu karşılama tamamen siyasî endişelerle yapılmış-dı. Ordu seferde iken Yukarı Boğaz kalelerin-deki Laz yamakların ayaklanması ile başlıyan ve tarihimizde «Vakai Selimiye» ve «Kabakçı Mustafa Vak'ası» isimleri ile anılan ihtilâlde üçüncü Sultan Selim tahtdan indirilmiş, yerine Dördüncü Sultan Mustafa geçmiş, o sırada Rusya ile de mütâreke imzalanmış, Orduda bulunan Sultan Selim taraftarları Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşanın etrafında toplanmışlar ve Alemdarın milislerinin» silah kuvveti ile Sultan Selimin tekrar tahta çıkarılmasına, karar vermişlerdi; bunun için de Ordunun îstanbula dönmesi, Alemdar Paşa ile şâir Rumeli ayanlarının da askerleri ile beraber orduya katılarak îstanbula gitmesi lâzımdı. Sadrâzam ve serdar Çelebi Mustafa Paşa, mütarekeden istifâde ederek îstanbula gidilmesi için ikna edildi ve, devlet merkezinde ciddî bir endişe uyandıran bu gelişe, Alemdar Paşa ile şâir Rumeli ayanlarının yeni pâdişâha arzı ubudiyet süsü verildi. 1808 yılında Dördüncü Mustafa iş-de böyle bir siyâsî endîşe ile Davudpaşa Sarayında orduyu istikbâle çıkmışdı. Rusçuk yaranından Râmiz Efendi Alemdar Paşaya Sultan Mustafanın Davudpaşada tevkif edilerek işi kestirme yoldan bitirmeyi teklif etmiş, fakat Alemdar Mustafa Paşa: «Böyle kahbelikle iş görmek merdljğe yakışmaz!...» diye teklifi red etmişdi. O gün pâdişâh ve bendegâm o kadar telâşlı idiler ki, vak'anüvisin tarifi ile: «dırıntı kabilinden yeniçerilerin karşısında Alemdar onbin kişi kadar olan muntazam ve fedakâr askerlerini görüp dehşet içinde kalmışlar»? ve Davudpaşa Sarayında Sadrâzam Serdar ile. yanındakilere mutâd ziyafet de verilememiş, istikbâl merasimi bir kahve ikramı ile bitmişdi.
Lütfi Tarihinin 1828 yılı vekaayii arasındaki kaydından açıkça anlaşılıyor ki Davudpaşa Sarayı, kısmen kârgir, kısmen ahşap dâirelerden mürekkeb ve hayli müştemilâtı olan büyük bir saraydır. Muhakkak ki geçen asır başındaki o tamirde, bilgisizlik yüzünden, tarihî sarayın her tarafı Birinci Sultan Ahmed camiindeki çinilerin benzerleriyle kaplı olduğu halde kırılarak sökülmüştür.
1942 yılı aralık ayında-Yüksek Mimar muhterem Sedad Çetintaş bu saray hakkında mu-harir Selahâddin Güngöre şunları anlatmıştır:
DAVUDPAŞA SARAYI
— 4312 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
4313
DAVUDPAŞA TAŞ OCAKLARI
«1938 yılı içinde bir gündü, İbrahim Paşa sarayı için yaptığım kavgaları gazete sütunlarında taKib eaen i>avudpaşa Kışlası komutanının, nuvı^eti Dır tünü anlaşılamayan bu binayı teşnıs için beni davet ettiğini söylediler. Haberi getiren Saüeddin Nüzhet, Dr. Osman Şevki U-luüağ ve Rıfkı Melûl ile birlikte Davudpaşaya gıttıK. Binayı daha görür görmez mütalaamı söyledim:
— Kesin olarak bir şey diyemem ama, Sul-tanahmed camiini yapan mimar Sedefkâr Meh-med Ağanın yapısını andırıyor; ancak içine girip yakından inceleyince bu kanaatim değişebilir! dedim.
«Binayı köşe bucak dolaştıktan sonra kanaatim değişmek şöyle dursun, bir kat daha kuvvetlendi: Burası Birinci Ahmed zamanında yapılmış bir kasırdır., dedim.
«Sarayın alt salonundaki çeşme kitabesinde Birinci Ahmedin manzumesini okuyup dış kısmında gene ayni pâdişâh devrinde dikilmiş bir nişan taşım görünce artık hiç şüphe kalmadı; tarihimizin meşhur Davudpaşa sarayı,, işte burasıdır, ve Birinci Ahmed devrindeki eserlerin çoğu gibi, bu da Sedefkâr Mehmed Ağanın eseridir.
«Sarayı, ilk defa tetkik eden, ben değilim. En başta büyük şâir Yahya Kemâl, sonra, Hamdullah Suphi merak edip gezmişler. Fakat bina, o derece harab) birçok asırların eklemeleri ile hüviyetini o kadar değiştirmiş, o derece tahrife uğramıştı ki, eski mimarî eserleri uzun müddet etüd etmiş olanların bile sathî bir tetkikle işi kestirip atmasına imkân yoktu.
«Sarayın eski halini size birkaç kelime ile anlatayım: Merdiven molozlarla kapalı. Üst katla alt katı birbirinden ayırmışlar. Bütün sahanlık pencereleri kapı haline getirilmiş. Sarayın şimal cihetindeki kapısının verandası mah-volduğu gibi kapısı da örülüp baştan başa sıvanmış. Ortadaki büyük mermer direk hiç görünmüyor. Üst katın taraçasına o kadar çok toprak yığmışlar ki, üzerinde biten otlardan â-deta küçük bir koru peyda olmuş.
«Bazı odaların kapılan gene moloz taşı ile örülerek battal edilmiş. Hasılı bina. içerden dışardan acayib bir şekle sokulmuş.
«Önce binanın plânını çizdim, şimdi de temizlemeye çalışıyorum..».
Değerli bilgin Yüksek Mimar Sedad Çetin-
taş ile Davudpaşa Sarayının harab kalıntısı için de konuşan Selâhaddin Güngör, 1942 de Cumhuriyet Gazetesinde intişar etmiş makalesinde kendi müşâhadesini de şöyle tesbit ediyor:
«Sırasında, kendisi de bir ırgad gibi çalışarak, sabah akşam, gide gele, yirmi beş günde saray m önünü açtırmağa muvaffak olan Sedad Çetintaşın, bu çetin işten ne derin bir zevk duyduğunu anlamak için kendisini yakından tanımak gerek... Bir yandan benimle konuşuyor, bir yandan da toza toprağa bulanarak bir moloz yığınından öteki moloz yığınına atlıyor. Kâh elinde bir cam kırığı, kâh bir küçük çini parçası ile yanımıza dönüyor.
«Davudpaşa sarayının bilhassa üst katındaki geniş salon hakkında Çetintaşın bana anlatacak çok şeyleri vardı. Zaten o, anlatmasa da, Izniğin en nefis çinileri, Marmara adasının ve daha bilmem nerenin en parlak mermerleri ile bezenen bu muhteşem salon, bir zamanlar ne heybetli toplantılara sahne olduğunu kendi hal dili ile bize söylüyordu.
Fakat ah şu çiniler.. Tırnakla kazınmış gibi delik deşik edilerek şimdi sadece izleri kalan o yeşil mücevher parçaları. Zaman mı çok mer-hametsizmiş biz mi fazla kayıdsızmışız? Galiba ikimizde de kabahat var. Bari, bundan sonrası için elde kalanları kurtarabilsek.
«Salonu bir çırpıda tarif etmeğe çalışacağım; Tepemizde, geniş bir kubbe. Yer yer çatlakları var. Hattâ kilid taşlarından birkaç tanesi yerinden oynadığı için bina, gitgide tehlikeli bir duruma da girebilir.
«Gayet sağlam bir harçla yapılan duvarların ötesinde berisinde yekpare mermerle kaplı küçük raflar var. Köşede büyük bir ocak... Hasılı, ağır, yüksek üslûblu, temiz bir kubbealtı salonunda bulunuyoruz.
Herde, Davudpaşa sarayını, yalnız mimarın fırça ve kalemi ile değil, çekiç ve kazma ile yâni hakikî şekilde, restore (ihya) etmek lâzım-geleceğini de bu vesile ile kısaca kaydetmeği unutmıyayım» -(S. Güngör).
Sedad Çetintaşın bu temizleme teşebbüsünü tenkid edenler de olmuşdur; aşağıdaki satırları Turing Klüb bülteninden alıyoruz:
«Asarı kadimeden Davudpaşa köşkünün ötedenberi harablığa maruz kaldığı ve son zamanlarda da Mimar Sedat Çetintaş'ın ika eylediği hasar ile de bütün bütün fena bir duruma
girdiği ötedenberi tebarüz ettirilmiş ve ahiren bu köşkün tamirine karar verildiği ve teşebbüste bulunulduğu anlaşılmıştır. Geçenlerde Eski Eserleri Koruma Encümenince topluca gidilip mezkûr köşk bir daha tetkik edilmiş ve maalesef bilinen harablığın bir misli daha arttığı anlaşılmıştır. Merasim Salonunun zemini sökülerek altındaki salonun kubbesi açıkta bırakıldığından açık pencerelerden giren yağmur ve kar gibi tesiratı havaiye ile sıvalar dökülmüş, demir kirişler meydana çıkmış bakiye kalan pencere söğeleri sökülerek bir kenara konmuş, teshin ocaklarının cephe sütreleri yıkılarak ateşe mütehammil tuğlalar çıkarılıp bir köşeye yığılmak üzere hemen nakle müheyya bir halde ihzar edilmiş ve yukarı katta yalnız bir pencerenin parmaklığı kalmıştır. Bekçisiz ve bakımsız olan bu kıymetli parça giren çıkan belli ol-mıyacak bir haldedir. Muhitte askerler ikamet etmekte ise de bu hususta muhatap addedilecek ne bir makam ne de bir şahıs bulunmaktadır. Bu vaziyette devam edildiği ve bir an evvel, yâni bu kışa kadar, bir miktar muhafaza tedbiri alınmadığı takdirde, binanın mühim kısımlarında mutlaka yıkıntılar husule geleceğinden şüphe yoktur».
Çalmabilecek, aşırılacak demek var iken «hemen nakle müheyya bu halde ihzar edilmiş» gibi îmâlı bu cümlenin kullanılması ve «îkaa eylediği tahrib» diye de mesnedsiz bir ittiham, yukarıdaki bendin bir ilmî tebliğ kıymetini düşürmektedir; o bendin kâtibi tarafından Sedat Çetintaşın, unutulmuş bir âbidenin daha 1942 de ilk defa olarak hüviyetini beyan eden kimse olduğu hakikati karşısındaki gafleti şayanı e-sefdir.
Davudpaşa sarayı — kasrının zamanımıza kadar gelebilmiş kısmı hâlen restore edilmiş bulunmaktadır.
DAVUDPAŞA SABAYI CAMÖ — Topka-pusu dışında eski Edirne yolu üzerinde meşhur Davudpaşa Sarayında (bu sarayın kuruluşu onbeşiaci asrın ikinci yarısı içinde) on yedinci asrın ortalarında Dördüncü Sultan Mehmed tarafmdan yaptırıLmıştı; hâlen mevcud değildir. Hadikatül Cevâmi şu malûmatı veriyor:
«Davudpaşa Sarayı Sultan Beyazıdı Veli vüzerâsından Sadrâzam Davud Paşanın binâsı-dır; bu saraydaki mescidi Dördüncü Sultan Mehmed yaptırmıştır, saydü şikârdan çok zevk aldığı için ve dâima Davudpaşa sarayına gidip
geldiğinden beş vakit namazda ve bilhassa cumalarda cemâati tesîre olacağından Davudpaşa sarayına mezkûr mescidi bina, ve minber dahi koymuştur ve o civan ihya etmiştir. Bu camie Uşşâkîzâde Abdülbâki Efendinin târidir:
Hâsılı tarih için Baki didim
«Camii Sultan Muhammed Hâna ge!»
H. 1061 (1651)
Vak'anüvis Râşid Efendinin Hicrî 1076 (Milâdî 1665-1666) vekaayii arasında sır kayıddan Dördüncü Sultan Mehmedin Davudpaşa Sarayında yaptırdığı mescide tam onbeş sene sonra minber koydurduğu ve o zamana kadar bu mescidin minaresi yok iken bir minare yaptırdığı öğreniliyor:
«Cuma namazı da kılınması için pâdişâhın fermanı ile Davudpaşa sarayındaki mescide bir minare inşa edildi ve mescide minber kondu. Davudpaşa Sarayı minaresinde ilk ezan 23 Ce-mâziyelevvel 1076 Cuma günü (l Aralık 1665) ve ilk Cuma namazı o gün kılındı. İmâmı Sultani İbrahim Efendi beliğ bir hutbe okudu, ; Şeyh Vânî Mehmed Efendi de kürsüye çıkıb vâızda bulundu. O kadar kalabalık vardı ki cemaat camie sığmadı, pencere içlerinde bile namaz kılındı».
1828 de saray ile beraber harab bir halde bulunan cami ikinci Sultan Mahmud tarafından tamir ettirilmişdi; pek az sonra o civarda aynı pâdişâh tarafından bir kışla inşâ edilince, cami askere ibâdet yeri olmuştur. (B.: Davudpaşa Sarayı; Davudpaşa Kışlası).
DAVUDPAŞA SÜLEYMANI — XVII. asır vezirlerinden ve ikinci Sultan Osmanın kaatili Kara Davud Paşanın adamlarından; paşanın doğancılarından olub Bunkar denilen bir sazı çalmakda zamanın sayılı ustalarmdandı, hayatı hakkında başka bilgi edinilemedi.
Bibi: Evliya Çelebi, Seyahatname, I.
DAVUDPAŞA TAŞ OCAKLARI — XVII. asır ortasında îstanbulun en meşhur taşocakları idi; Evliya Çelebi, Seyyahatnâmesinde ve eserin İstanbul Mâdenleri bahsinde (Cild I, sayfa 69) mübalağayı sever dili ile şöyle anlatıyor:
«Üçüncü mâden— Edirne Kapusu dışında Davudpaşa Bağçesi yanında yedi yerde taş mâdenleri vardır ki bir diyarda benzeri yokdur. Bin yıldanberi her gün niceleri deve, eşek, katır yükü taş çıkarılır, sanki deryadan katra, gü-
DAVUD SAHÎB EFENDi
— 4314
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 4315 —
DAVULCU (Mustafa)
neşden zerre alınmış gibi orada taş tükenmez; sanki yeniden taş hâsıl olur, Hızır Mâdeni derler, sert bir taşdır. Ayasofya binasında Hızırın delâleti ile bu taş kullanılmıştır. İşlenmesi de kolay makbul bir taşdır».
DAVUD SAHlB EFENDi — Onsekizinci asır hattatlarından, istanbulludur, 1748 de yüz yaşında ölen hattat Bosnalı ismail Efendinin oğludur: yazı sanatını asrın büyük üstadların-dan Mirahur Camii İmamı Emir Efendiden meşk etmiş fakat yazılarına imza koymak için izin almadan hocası vefat ettiği için icazetnamesini hattat Taşmektebli Rakım Mustafa E-fendi vermişdir. Arpa Emâneti kâtibliğinde bulundu. 1773 de ikinci defa olarak hacca giderken Şam'dan bir konak ötede vefat etti.
Bibi.: Müstakibzâde, Tuhfei Hattâtin.
DAVUD USTA — XVII. asır ortasında yaşamış namlı bir kılıççı ustası, Dördüncü Sultan Muradın kılıçcıbaşısı, Evliya Çelebi bu meşhur sanatkârın bir mirî kılıçhane olduğunu tahmin ettiğimiz Dimişkîhânede işlediğini söylüyor (B.: Dimişkîhâne); Davud Ustanın hayatı hakkında başka bilgi edinemedik.
Bibi.: Evliya Çelebi, Seyahatname, I.
DAVUDYAN (Andon) —- Geçen asrın ilk yarısında şöhretli Ermeni zenginlerinden; ve Katolik oldukları için Düzoğullan (Düzyanla-rın) can düşmanlarından (B.: Düzoğlu). Çok karışık siyasî entrikalar ve çok büyük mâli suiistimaller neticesi Düzoğullarınm îdam edildikleri gün düşmanları bu Andon Davudyanın Kandillideki evinde bir ziyafet sofrası etrafında toplanmışlardı. Bir ailenin felâketi karşısında husûmetin bu derecesi bütün İstanbul Er-menilerini müteessir etmişdi. Andon Davudyanın hayatı hakkında başka bilgi edinilemedi.
Bibi.: Dikran Kelekyan, Kazaz Artinin hayatı, Osman Tarih. Encümeni Mecmuası.
DAVUL — «İki tarafı deri kaplı büyük bir kasnakdan ibaret bir musiki âleti» (Hüseyin Kâzım, Büyük Türk Lügati).
istanbul ağzında bu isimle ilgili bâzı deyimler vardır:
Fazla gürültüden sersemleme anlamında «Kafam (başım) davula döndü»; bir meseleyi, sırrı, ayıbı âleme yayma anlamında «Bir davul çalmadığı kaldı»; aslında çetin, mihnetli, yorucu olduğu .halde içinde olmayanlara kolay
görünen işler hakkında: «Davulun sesi tızak-dan hoş gelir» (Darbımesal); gizli yapılması gereken bir işi gevezelikle bozma yolunda »Davul zurna hırsız arar» denilir.
Asırlar boyunca îstanbulun günlük hayatında davulun önemli bir yeri olmuşdur; düğünlerde, sünnet düğünlerinde, bayram yerleri eğlencelerinde, pehlivan güreşlerinde zurnanın refakati ile davul çalınmışdır; ramazan geceleri mahalle bekçileri sahur vaktini davul çalarak dolaşmak suretiyle bildirmişlerdir; bekçiler ve tulumbacılar mahalleleri ve semtleri halkından bayram bahşişlerini kapu kapu davul çalarak dolaşmak suretiyle toplamışlardır; gazetenin bulunmadığı devirlerde halka hükümet emirleri dellalları vâsıtası ile ilân edilmiş, halkı îkaz ederek emri dinlemeye toplamak için de dellala bir davulcu refakat et-mişdir.
Ruşen Eşref «Ayrılıklar» isimli eserinde îstanbulun kara işgal yıllarındaki ramazanlarında bekçi davulu seslerini şu satırlarda tes-bit etmişdir :
«Davullar, toplar ve kandillerle karşılanan ramazan, davullar ve kandiller, toplarla yürütülür; davullar, kandiller ve toplarla uğurlamr. Türklerin geçirdiği belki en küskün ramazan bu olduğunu unutarak çocuk gibi sevindim.
«Ağabânî sarıklı ve poturlu bekçi, elinde muşanba fener kapuya dikildi. Sopasını taşa vurdu. Mânici, bu günlere pek uygun düşen titrek bir sesle dedi ki :
Besmeleyle çıkdım yola
Selâm verdim sağa sola
A benim devletli beyim
Vakti şerif hayır ola
Dambır dadan dan, daıribır dadan
Dambır dadan dan, dambır dadan
«Eskiden böyle bekçi kapuya geleceği akşam sofrada ne telâş olurdu. Çocuklar yemek-den bir an evvel sıvışmak isterlerdi. Kafesler sürülür, mânicinin yolu beklenirdi. İftardan yeni kalkan erkekler, beyaz entariler, sam hırkaları ile minderlere bağdaş kurarlar, orucun keyfini gidermek için bol kahvelerle keh-rûba saplı çubuklardan Beyazıd Sergisinden alınma güzel kokulu sigaralar içerler, başlarında gürültü istemezlerdi. Kadınlar üst üste kafes arkalarına yığılırlar ,yahud lâmbayı üfleyerek kafesleri açarlardı. Cesareti, tek başı-
na gece yanları sokaklarda sopasını vura vura dolaşırken beliğleşen bekçi o akşam söz belâ-gati karşısında silik kalırdı. Efendilerinden bahşişini istemek için parası ile tuttuğu uyanık zekâlı, sözü, ahengi düzgün şehirli mânici-ye bir vilâyet adamı hayret ve gururu ile, bön ve iyi bir tebessümle bir bakışı vardı ki unutmak kaabil değil!
«Bu seferki mânici, askerden yeni döndüğü sırtındaki alman ceketinden belli, zayıf, esmer bir gene, davulu taşımakdan yorulmuş gibi duvara yaslandı. İnsanları azalmış, bin maddî derdi içinde onbeşinci gecenin âdetini unutmuş ev halkında heyecan bile uyandırmadı:
Bize geldik, size geldik İnci mercan dize geldik. Başlar tacı iki gözüm Arz eyledik dize geldik.. Dambır dadan dara Dambır dadan dan
«Karanlık sokaklardan şapkalı fesli çocuklar, siyâsî dinî düşüncelerin fevkindeki iki tecessüsleriyle mâniciye sokuldular. Bekçi, bir tatlıdan sinek kovar gibi çocukları sağa sola aç-dı. Mânici de dedi ki:
Bekçiniz kapuya geldi Cümlenize selâm verdi. Darılmayın iki gözüm Bahşişini almaya geldi. Dambır dadan dan Dambır dadan dan
«Bekçi, mânicinin eskiden kalma beyitlere sokuşdurduğu fasâhati başı ile tasdik ediyordu. Çocuklar büsbütün çoğalmaya başladı. Davulla beraber el çırpanlar, göbek atanlar bile vardı. Yoldan geçen birkaç fronsız, ingiliz neferi de bu kalabalığa katıldı Mânici gittikçe coşuyordu. Ramazanı şöyle tarif etti :
Bu aya sultan ay derler Kaymak ile bal yerler Ezelden âdet kılınmış Bekçiye bahşiş verirler Dambır dadan dan Dambır dadan dan
«Zavallı genç, kaymakla baldan yenen ayların ne kadar uzakda kaldığını düşün müyor muydu? Türk kapularının otuz gece her gele-
ne açık olduğu o iftarlar kalsaydı davul boyun-nuna böyle ağır gelir miydi ? Acaba bahşişini beklediği adamlar bile baldan, kaymakdan tadabiliyorlar mıydı? Ah!... türklerin bol ve şen günlerinde, kim bilir, hangi yüreği coşkun ve zekâsı şen bir halk şâirinin tertib ettiği bu safdil beyit o gece ne kadar müessirdi !
«Artık arzusunun yerine getirileceğine kanaat getiren, fakat sabırsızlanıp sopasını taşa vuran bekçiye de dedi ki:
Duvardan kedi atladı, Bekçinin ödü patladı. Merak etme Bekçi Baba Bey kesesini yokladı. Dambır dadan dan Dambır dadan dan
«Hiciv ve medhiye karışık bu beyitlerde türk rumuzunun neşesi o kadar güzel gözüküyordu ki... cesur bekçinin karikatürü, ne yap-dığını görmediği efendinin kesesini açdığına dâir ezberden malûmat verişi, cidden eli keseye uzattıracak kadar zevkliydi.
Pencereler açılıyor Çil paralar saçılıyor. Bahşişim aldım bergüzar A paşam eylemem inkâr.. Veren eller derd görmesin Hak bereket versin Yezdan . Dambır dadan dan Dambır dadan dan
«Gerçe mânicinin tahmin ettiği gibi pencereler açılıyordu, fakat çil paralar saçılmadı, ay ışığında uçuşan kirli kâğıdları bekçi kelebek avlar gibi tuttu...» (Ruşen Eşref, Ayrılıklar, Davulcunun mânileri: B.: Bekçi; Ramazan; Ayrılıklar; Ünaydın, Ruşen Eşref).
DAVUL — «(Hâneberduş pırpırılar argosunda) göt, kıç (B.: Boğça, Küfe, kâse, semer)» (F. Devellioğlu, Türk Argosu).
DAVULCU (Mustafa) — 1948 ile 1949 arasında 14 yaşında hâneberdüş kimsesiz bir çocuk olub yalın ayak çul çaput içinde pazar yerlerinde hammallık yaparak bir kazada bir bacağını kaybetmiş bahtsız anasının medarı maişeti olmaya çalışmakda idi. Pazarcı esnaf-dan iyi yürekli bir manavın verdiği küçük bir küfe, kendisini hamrnal olarak tutan bir kimse tarafından doldurulduğu vakit çelimsiz narin vücûdu güçlükle, adetâ ezilerek taşına bili-
DAVULCU CÎVANÎ
4316 —
istanbul
ANSİKLOPEDİSİ
DAYAK
yordu. Bir akşam Fâtihin Çarşamba Pazarında ona küfesini temin etmiş olan iyi manav en güzelinden ve en babalısından iki kilo kadar elma vermiş : — Mustafa., bunları anana götür!., demişdir. Elma paketini küfesine koyduk-dan sonra çocuğun karşısına yaşlıca ve üstü başı gaayet düzgün, kolları iki dizi altın bilezikli, parmakları elmas yüzüklü bir kadın çıkmış, oğlancığı hammal olarak tutmuş ve küfesini pazardan aldığı türlü sebze, meyva ve eşya paketleri ile doldurmuşdur. Çocuk ile beraber evine gittiğinde küfesi boşaltılır iken elma paketi de alınmış, Mustafa: «Hanımefendi., o elmalar benimdir!., dedi ise de süslü kadın: — A!., deliye bak!., nereden olacakmış senin!., diyerek ve belki de bile bile anasına gidecek o güzel elmaları gasbetmişdir. Yüzünün melâhat ve letafeti
Mustafa Davulcu (Resim: S. Bozcalı)
içinin mâkesi olan çocuk elmalarını kurtarmak için ısrar edememiş, o boydan bayanların ağzı ile «salon salamanceli» apartman dâiresinin kapısı önünden ağlayarak uzaklaşır iken, karşısında büyük adam merhum Muzaffer Esen'i bulmuşdur. (B.: Esen, Muzaffer). Mustafanın önce göz yaşları ile ilgilenen o muallim ve muharrir o akşam, küfesini türlü nimetlerle doldurarak hammal çocuğu, evine, sakat anasına sevinç içinde yollamış, ertesi günü de onu çalıştığı Vakit Gazetesine çağırmışdır. ilk okulu bitirmiş olan Mustafa Davulcunun hammallık çilesi o gün dolup kapanmış ve çocuk Muzaffer Esenin asîl ve necib himaye kanadı altında -iş hayatına atılrmşdır. 1965 de 30-31 yaşlarında bir şirketin dürüst, genç memurlarından bulunuyordu, yeni evli ve bir çocuk sahibi idi; misafir odasını süsleyen tek bir resim var idi: Ankara Caddesinde Vakit Gazetesine de arkasında küfesi ile gittiğinde merhum Muzaffer Esenin gazete fotoğrafçısına çekdirttiği resim.
Hüsnü KINAYU
DAVULCU CIVANI — Kalender meşreb şâirler tarafından «Şehrengiz» adı verilen manzum risalelerle medhedilen esnaf güzelleri arasında davulcu civanlarına da rastlanır; şeh-rengiz yollu yazılış «Hûbannâmei Ne veda» isimli manzum mecmuada davulcu civanı şu beyitlerle övülmüşdür :
Davulcu güzeli gencin irisi Güm güm çıkar anın Dâvûdî sesi Çam yarması yalın yüzlü dilâver Yalın yüzde duman misâl hatâver Pûiâd misâlidir vücûdi pâki Vatanı o şahın Anadolu hâki
Dostları ilə paylaş: |