İstanbul ansiklopediSİ istanbul Hanımı Resim : Sabiha Bozcalı



Yüklə 5,85 Mb.
səhifə44/91
tarix11.09.2018
ölçüsü5,85 Mb.
#80346
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   91

DAVULCU SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Fatih Kazasının Fener Nahiyesinin Avcıbey Mahallesi sokaklarından; bu mahalle Edirnekapusu civarındadır, Eğri kapu-ya doğru sur boyunca uzanır; Davulcu Sokağı Şişhane Caddesi ile Saklanbaç Sokağı arasında otuzbeş adımlık bir aralık sokakdır; (1934 B.Ş.R.; pafta 8, no. 110) çok eskiden kabataş döşeliymiş, bakımsızlıkdan toprak yol hâlini almış; üzerinde biri 3, diğerleri 1-2 katlı dört kagir ev vardır (şubat 1966)

Hâlid ERAKTAN

DAYAK, DAYAK ATMAK — Dayak, dayanacak değnek, asa sopa demekdir, bir kimseyi sopa, değnek ile dövmeye de «dayak atmak»

denilir, fakat zamanımızda bir kimsenin el ile dövülmesine, tokatlanmasına da dayak atmak, hattâ sadece dayak denilmektedir. Yakın geçmişe kadar «dayak atma», mutlaka sopa ile, değnek ile dövmek anlamında kullanılırdı.

Yine yakın geçmişe kadar toplum hayatımızda mekteblerde, asker ocaklarında ve suçlu esnafın cezalandırılmasında resmen atılan dayaklar vardı.

Dayak ya kaba et üzerine yahud çıplak ayak tabanına atılırdı. Çıplak 'ayak tabanına atılacak dayakda suçlu yere sırt üstü yatırılır; dayak için, ayakları bileklerden bukağı içine alıp tabanları, sopa veya değneği yapıştıracak olana yerden kaldırıp havada tam hedef olarak tutan ve Falaka denilen bir âlet vardı. Kaba etine dayak atılacak suçlu ise yere yüzü koyun yatırılırdı.

Yeniçeri ocağının kanlı bir şehir muharebesi ile kaldırıldığı 1826 yılına kadar istanbul zabıtası bu asker ocağının elinde idi (B.: Yeniçeriler). Kendilerinden gayrı halkdan bir kimseye dayak atılma cezasının tatbikine memur yeniçeri neferlerine «falakacı» denilirdi. Pâdişâhın davlet idaresinde mutlak vekili olan sa-dırâzamlar devlet merkezi istanbul şehirinin de valisi, en büyük idare âmiri yerinde idiler. Her sadırâzam tarafından mutlaka yapılmamakla beraber, çarşamba günleri sadırâzamla-rın çarşıları ve esnafı teftişe çıkması bir gelenek idi. Bu teftişlerde sadrızâmın kalabalık maiyeti arasında falakacılar da bulunur, muhtekir veya hilekâr olduğu tesbit edilen, görülen esnaf hemen o anda dükkânının ve halkın gözü önünde falakaya yatırılırdı, ve emredilen sayıda değneklenirdi, ve çoğu zaman dayak yiyenlerin tabanları yarılır, ayak üstüne basamaz olurdu.

Zamanımızın polis karakolları yerinde olan Yeniçeri Kolluklarında da bir falaka mutlaka bulunurdu. Uygunsuz bekâr uşakları, sikirdim delikanlılar, kadınlara gençlere harfendazlık eden yaramzlar suç üstü yakalandıklarında, kolluklarda, yeniçeri ağalığı tarafından verilmiş yetki ile kolluk âmiri olan çorbacılar tarafından falakaya yatırılırdı. Son yeniçerilerden Çardak Kolluğu çorbacısı ve halk şâiri Ga-latalı Hüseyin Ağa Mısır Çarşısında Kuleli Dükkânının çırağı Attar Benli Ömer sânında yazdığı bir destanda kendi kolluğundaki bir dayak faslını şöyle anlatıyor ;

Kolluk divânının vakti ikindi Bir sârik tutuldu dîdiler şimdi Getirin göreyim nerede o gidi Bîr taze yiğitmiş zeberdest fetâ

Zeneire vurulmuş eli ayağı Tığ gibi pırpın bekâr uşağı Didiler bu itdir soyan çardağı Güzellikde Yusuf misâli yekta

Didim hiç tanımam hüsünle hatır Sârikm cezası ip ile satır Falaka bendeki siyâset yatır Dayak şu şehbaza ifasânü ata

Didim hüküm yüzdür yaluıı tabana Yiğit ağlar dir ki kıyma sen bana Yüz değnek satıra bedeldir ağa Aşkbazîık dalgası oldu bu hatâ

Siyehcerde civan misâli pelenk Perişan kâkülü sünbülî çelenk Gamze işmarından aldım nakış renk Emrii fermanıma olmuş alesta

Narayı attım ki misâli mecnun Bre nıeded durun varın savulun Sır dökmeye halvet emreder kaanun tzin verdim ana derdin anlata

Büyük şehrin günlük zabıta vukuuâünda yakalanub türlü suçlardan şer'î mahkemelere sövk edilen de hafif suçunun derecesine göre dayak cezasına mahkûm olur idi, o zaman dayak için hâkim huzurunda falakaya yatırılırdı.

Başka yeniçeriler bütün kapukulu asker ocaklarının disiplin nizâmında dayak cezası vardı. Aşağıdaki satırları R. E. Koçu'nun «Yeniçeriler» isimli eserinden alıyoruz:

«Acemioğları falakaya yatırılırdı ve değnek çıplak tabanlarına vurulurdu. Yeniçerilere ise dayak yüzü koyun yatırılarak kaba etlerine atılırdı. Dayak, aşın edebsizlik, serkeşlik, âmire itaatsizlik, sarhoşluk, sokakda ırz ehline harfendazlık suçlarında atılırdı. Ocak geleneği olarak, suçlunun mensub olduğu ortanın yoldaşları huzurunda, fakat akşam namazından ve akşam yemeğinden sonra, tek bir mum işi-ğı altında, hemen hemen karanlıkda tatbik

DAYAK

— 4318 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 4319

DAYAN (Nazftü)




olunurdu. Dayak yiyen neferin kim olduğu elbet ki bilinir, lâkin dayak esnasında yüzü seçilmez, bu suretle koğuş arkadaşları arasında askerlik haysiyet ve şerefi korunmuş olurdu. «Dayak, yere serilen bir kilim üstünde nefer yüzü koyun yatırılarak kalınca kızılcık değneği ile kaba etlerine vurulmak suretiyle atılırdı. Aynı ortanın kıdemli neferlerinden dört kişi ayrılır, dayağa yatırılan neferin ikisi ayaklarından, ikisi de kollarından basdırarak kıpırdamasına mâni olurdu, dayağı da odabaşı ağa atardı. Dayağa getirilen nefere tekdir, tevbih yerinde de, dayağa nezâret eden çorbacı ağa sâdece: — Aşk olsun yola!., derdi.

«Acemioğlanları falakaya yatırılırken yeniçeri neferlerinin kaba etlerine dayak atılması ne hikmete dayanır bilemeyiz. Her halde taban . yaraları kapamncaya kadar yere basamayıp zelîlâne sürünmesi hoş görülmediğinden ola-cakdır.

«Dayağı hak etmiş neferin sabıkası yok ise değnekler senbolik, hafifçe vurulurdu. Dayağın son haddi, şiddetle vurulmak şartı ile 240 değnek idi. Fakat bir seferde hiç bir insan vücudu buna tahammül edeteyeceği için bu azamî ceza üç gece arka arkaya seksener değnek olarak tatbik edilirdi. Bir yeniçeri ortasının en büyük zabiti olan çorbacı ağa suçlu bir neferine kendi hükmü ile en çok 40 değnek attırabi-lirdi, kırk değnekden fazla dayak cezası ancak Ağa Divânı denilen yeniçeri mahkemesinde verilirdi; cuma geceleri ve ramazan ayı içinde dayak cezalan tatbik edilmezdi».

Eski asker ocaklarından devren kalmış bir ceza olarak meşrutiyete kadar askerlere ve askerî okullar talebesine de dayak atılırdı, ve dayak cezaları askerî mahkemelerce verilirdi, ve eskiden olduğu gibi suçlu nefer veya talebe falakaya yatırılmaz, yüzü koyun bir kilim üzerine yatırılarak tıbkı yeniçerilerde olduğu gibi kaba etleri değneklenerek dövülürdü. Hasan Baba adında bir kimsenin yayınladığı «Nizamiye Kapusu» isimli eserde Kuleli Askerî îdâ-disindeki dayak sahneleri tafsilâtı ile anlatıl-mışdır; fakat bir takma isim olduğu belli Hasan Baba bu eserini gaayetle avâmî bir dil ile yazmışdır, geçmişi edeble nakil yerine tehzil bayağılrna düşmüşdür (B.: Kuleli).

Eski sibyan mekteblerinde de mekteb hocalarının çocukları falakaya yatırma yetkisi vardı, bu yetki çocuk velîleri tarafından da öy-

lesine bir hak bilinmiş idi ki bir çocuk mektebe verilirken : «Eti senin, kemiği benim» denilirdi. Bâzı sadist hocalar dayak yetkilerini pek zalimane kullanırlardı. (B.: Sibyan Mekteble-ri).

İlk rüşdiye mekteblerinde de dayak cezası olmuş, sibyan mektebleri gibi oralarda da çocuklar falakaya yatırılmışlardır. Biri Sultan-ahmedde diğeri Süleymaniyede ilk açılan~iki rüşdiyeden Süleymaniye rüşdiyesinin talebesi olmuş. Aşçı Dede ibrahim Beyin pek kıymetli hâtıralarında çok şirin bir dayak sahnesi nak-ledilmişdir:

«...ders cihetinden Süleymâniyeliler, yazı cihetinden Sultanahmedliler birinci idi, ama bizim içimizde hüsnü gibi hattı da güzel Ziya Bey var idi, bu Ziya Bey Adana Valisi iken vefat eden meşhur şâir Ziya Paşadır. Benim gibi Kandillili olup mahalle mektebinde dahi bir-likde okumuş idik. Hemşerilik dolayısı ile beni pek severdi, ikimiz de ondört onbeş yaşlarında idik, lâkin o, o kadar zeki ve fatin idi ki sual ve cevabda birinci hoca Numan Efendiydi durdururdu, Numan Efendinin ziyâdesi ile sevgilisi bir dânesiydi. Birgün nazır îmamzâde Efendi mektebe geldi, bizi imtihan edecekdi, Ziya Bey: — İbrahim., sen içeri imtihana girince kapunun öüne otur, ben perdenin arkasından sana söylerim, imtihanı verirsin!., dedi. Canıma minnet memnun oldum. İmtihana toplu olarak girdiğimizde diğer çocukların ce-vab vermedikleri suallere ben cevab verirdim. İmamzâde memnun olur bana aferin oğlum der öbürlerinin de yüzüne1 tükürürdü. Bir ara Ziya Bey sesini perde arkasından fazlaca çıkarmış, îmamzâde işitti, Numan Efendiye: — Perdenin arkasında birisi var, çabuk şu habisi tutup bana getir!., dedi. Numan Efendi dışarı çıkıp da Ziya Beyi görünce ele vermemek için: — Kimse yok efendim., dedi. Fakat îmamzâde ısrar edince zarurî Ziya Beyi tutup getirdiler ve İmamzâdenin emri ile Ziya Beyi falakaya yatırdılar. Bîçâre Numan Efendi elleri titreyerek Ziya Beyin ayaklarına yavaşça bir iki değnek vurup îmamzâdenin eteğini öptü: — Kulunuza bağışlayın!., demesi ile Ziya Beyi falakadan kaldırdılar...»

Büyük muharrir, İstanbulun büyük evlâdı Ahmed Rasim (B.: Ahmed Rasim, Cild I, sayfa 443) çocukluk ve mekteb hâtıralarının önemli kısmını «Falaka» isimli eserinde toplamışdır.

(B.: Falaka); pek şirin hâtılar arasında dayağı ilfe meşhur Hafız ismail adında bir meekteb hocasının, mektebinin talebesi olmayub hariçden terbiye için getirilen çocukları da falakaya yatırdığını anlatıyor ve falaka dayağının çeşidle-rini şöyle sıralıyor :

«Mest üstüne hafif; mest çıkarılarak çorab üstüne az ağır; yalın ayak üstüne ağır; ıslak yalın üstüne daha ağır; kuvvetli bükmelerle zincirli falakada ıslak yalın ayak üstüne pek ağır; bu son vaziyetde vurulan sopa ayağın tabanından birden bire kaldırılmayıp, sopanın taban ile teması sıkı sıkıya muhafaza edilerek yavaş yavaş bütün taban üzerinden deri parçalayarak geçirilmesi en ağır».

Merhum Üsküdarlı Vâsıf Hoca da bir karakol dayağı üzerine şu vak'ayı anlatıyor : «... 1878-1880 arasında 15-17 yaşlarında idim; benden üç yaş kadar büyük Yusuf Şah adında güzelliği dillere destan olmuş bir delikanlı vardı ki Usküdarm Doğancılar yangın tjuluımbası sadığının uşaklarındandı. Yosma hanımlardan biri güzel oğlana göz koymuş, fakat oğlanın yoluna saldığı kılavuzlar, çöpçatanlarla Yusuf Şahı kandırarak evine getirememiş, muradına erememiş, muhabbeti gayze, kine çevrilmiş, bir gün çarşı boyundan araba ile geçerken, gençlik, zıpırlık, bıçkınlık sânından tulumbacı şehbazı da gaflet ile kadına laf atmış: — Hanımım yüzüme pek bakma, işmarım aldım ama bir altın saat ile bir elmas yüzük ergenlik hediyesini almadan gelemem!., demiş. Yosma da fırsatı ka-çırmamış, hemen karakola şikâyet etmiş. Koca çarşı boyu, yüzlerce şâhid. Irz ehli hâtûna pervasızca laf atma, o zamanın tabiri ile «harfendazlık» suçundan Yusufu çarşı karakoluna •almışlar. Karakol kumandanı bu gibi vak'alar üzerinde titiz asabiyetle durur ve dayağı ile meşhur bir amansız, gaddar adam idi, halk tarafından takılmış lakabı'ile Cellâd Süleyman diye anılırdı. Yusuf Şahı hemen falakaya yatırmış. Hiç unutmanı, bir Cuma günü idi, vak'ayı gözümle gördüm. Dayak sahnesini görmedim, görmedim ama delikanlının feryadını karakol önünde biriken halk arasında dinledim, sesi hâlâ kulaklarımdadır. Önce avazı çıkdığı kadar bağırdı. Sonra sesi perde perde alçaldı, ve bir inilti hâlinde kesildi. Tam o sırada karakola bir asker paşa girdi, onun da : — Karakol kumandanı mısın, cellâd mısın alçak herif!., diye gürlediğini ve Allaha sığınarak atılmış bir

kaç şamar sesi duyduk. Bu paşa kim idi bilemiyorum. Sonra öğrendik ki Yusuf Saha kırk değnek vurmuşlar. Destancılıkda ustam Aşık Râ-zi Yusuf Şaha dayak atan Zabtiye çavuşunu şu manzume ile hicvetmişdir :

Kîİ kalemle Bihzad eylemiş tersim Yusaf §ah dirler ki hoş düşmüş isim Gedâyım ne haddim o şahı telsim Bûsegâhım iken o şahda ayak Nasıl kıyarsın da atarsın dayak

*.

Kogarfı ayakla o hümâ pervaz Yavru pelsnfc misâl yangıncı şehbaz Ne reva dayakda enîn ü avaz Bûsegâhım iken o şahda ayak Nasıl kıyarsın da atarsın dayak



*

JLânetle yâd olsun kalitenin adı Bir nigârm şerri, fitne, fesadı Dayağa yıkdkrdı kaddi şemgâdi Bûsegâhım iken o salıda ayak Nasıl kıyarsın da atarsın dayak

*

Tulumbacıların serveri güzel Hâki payı yüzbin kahbeye bedel Zelil idaneler îânet eyîe gel Bûsegâhım iken o şahda ayak Nasıl kıyarsın da atarsın dayak



*

Be zâlim kırılsın kubad ellerin Be kâfir yüzülsün mülevves derin

6-ayyâvı cahimdir ey şaki yerin Bûsegâhım iken o şahda ayak Nasıl kıyarsın da atarsın dayak

«... Bu dayakdan sonra Yusuf Şah uzunca bir zaman yürüyemedi, koltuk değneği ile dx>-laşdı, ve en civelek, uçarlı koşarlı çağında tulumbacılığı da bırakdı...» (B.: Yusuf Şah).

DAYAK DÎVANESİ — İstanbulda onyedinci asır ortalarında yaşamış bir meczub; Evliya Çelebi: «Kasımpaşada idi, her zaman çıplak gezerdi. İstanbulun şiddetli soğuğunda Ok Meydanında kar içinde yatdığı halde mübarek yanakları terler idi. iki elleri omuzunda şallak mallak dolaşırdı» diyor. Hayatı hakkında başka kayda rastlanmadı.

DAYAN (Nazmı) — Ressam, yıllarca İstanbul Belediyesi İmar Müdürlüğü ressamlığın-

DAYAN (Nazmi)

— 4320 —


istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

4321

DAYE HATUN CAMÜ




l

da bulundu ve yaş haddi ile emekliye ayrıldı; bu ansiklopedide emeği geçmiş vefakâr bir dost; arkadaş muhitinde fedakârlığı, iyi kalbli-liği, gillügişi olmayan bir asîl kişi olarak tanınmıştır; 1893 de Aydında doğdu, Karaosman-oğulları ailesinin Osman Nuri Efendi kolun-dandır, Türkiyeııin ilk mektebli avukatlarından biri olan Osman Nuri Efendinin büyük oğlu Mehmed Kemaleddin Beyin oğludur; Meh-med Kemaleddin Beyin küçük kardeşi ve Naz-mi Dayının amıcası Abdülgani Seniy de bir muharr-ir ve diplomat olarak memleketimizin tanınmış simalarmdandır (B.: Abdülgani Şen-

iy).

Bir maarifci ve muhasebeci olan babası memuriyetlerle dolaşır iken, Nazmi Dayan, ib-tidai, rüşdi ve idadi tahsilini taşrada görmüş, hocalarından biri de orta bir hattat, amatör bir ressam, kanun, ney ve santur çalan ve musiki bilgisi hayli derin olan babası olmuştur.



1911 de on dokuz yaşında bir idadi talebesi iken, gönüllü olarak Balkan Harbine iştirak etti, yaralandı, yaralı iken zatürrieye tutuldu, ne-kahat devrinde tebdilihava için, Beyrut mek-tubcusu olan amıcası Abdülgani Seniy'in yanına gitti. Birinci Cihan Harbi başlangıcında Bey-rutta idi, odun kömür tevzii teşkilâtına memur edildi, Kudüs, Gazze, Nablus ve havalisini dolaştı, Beyrutda ingilizlere esir düşdü ve sivil esir olarak enterne edildi; îzmirin işgali haberinden sonra, içlerinde bir çok zabit de bulunan sekiz kişilik bir kaafile arasında ve ermeni muhacirleri ile beraber bir rus gemisi ile İstan-bula kaçtı, Anadoluhisarında, Anadoluya gidüb milli orduya katılmak isteyen Kuleli Askerî idadisi talebelerini Anadoluya kaçırmak için delâletde bulunan gizli teşekilâtda çalışdı. Babasından resim yapmasını çocuk iken öğrenmiş, fıtrî istidadı ile bu hünerini inkişaf ettirmişti, Aşiyan Sultanisi ile Menbaülirfanda resim muallimi oldu; zaferden sonra îzmirde yerleşti, orada, 1925-1926 arasında aslen Aydınlı Fıtnet Hanım isminde bir muallime ile evlendi ki ancak ondört ay beraber yaşadığı bu hanımdan bir oğlu oldu.

îzmirde merhum Fethi Okyar'ın liderlik etdiği Serbest Fırka'ya intisab etti, en faal azalardan biri oldu, fakat, muhalefet faaliyeti ile kendi lâik ve inkilâbcı düşünceleri arasında bir yakınlık göremiyerek partiden ayrıldı, Beyrutda tavattun etmiş bir mısırlı ile evli bulu-

nan hemşiresinin yanma gitti, 1930-1931 yıllarını orada geçirdi, küçük bir tabeleci-ressam atölyesi açdı; bu küçük atölyenin müşterileri arasında Hırant Canikaya isminde bir ermeni tanıdı, kalpak giyen ve başı daima önüne eğik yürüyen, sırtında daima bir cerkes gömleği bulunan ve her iki elinin baş parmakları gerisinde dövme ile birer gemi çapası yapılmış olan bu adamın anî olarak bir Yunanistan seyaha-tına çıkması nazarı dikkatini celb etti, ki o sırada, Türkiye Cumhuriyeti Başvekili ismet Paşa da, Elefterios Venizelosun Ankara ziyaretini iade etmek üzere Atinaya gitmek üzere idi. Nazmi Dayanın şübhelerini şöyle bir hâdise tahrik etmişti; Beyrutdaki atölyesinde tabî ce-sametde Gazinin bir tam portresini yapmış idi, bu portre, atâlyenin gayet loş olan iç odasında duruyordu, Hırant Canikyan, ressamı bir ziyaretinde, açık ara kapudan loşluk içindeki bu Gazi protresi ile gözgöze gelmiş ve boş bulunarak elini tabancasına atmıştı. Nazmi Dayan, şübhelerini Türkiyenin Beyrut konsolosluğuna bildirdi, bir müddet sonra istanbul zabıtası, rıhtıma yanaşan romanya vapurundan, Yunanis-tandan dönmek üzere bulunan ismet Paşayı vuracak bir taşnak komitecisini tevkif etmiş, fakat bu adam, bir iki dakika için izin alarak girdiği vapurun ayak yolunda kendisini bel kayışı ile boğarak intihar etmişti, bu komiteci Hırant Canikyan idi, vak'a şöyle cereyan etmişti; Ressamın îkazı üzerine konsolosluk merkezi haberdar etmiş, eşkâli Yunan Hükümetine bildirilen adam Yunanistana sokulmamış, Canikyan Romanyaya geçmiş, ve hiç umulmayan bir istikâmetden Istanbula girmeye çalışmıştı.

1932 de vatana dönen ressam, sanat tahsilini tamamlamak üzere Güzel Sanatlar Akademisine girdi, üç sene Hikmet Onat'm bir sene de Leopold Levy'nin atölyelerinde çalıştı (1934 -1937); bu arada İmâr Müdürlüğü muakkad kadrosuna da imtihan ile ressam olarak alınmıştı ki, ancak 1940 da asli kadroya geçebildi.

Ressam Nazmi Dayanın en güzel eserlerinden biri 1949 da başlanmış olan Behçet Elver'in portresidir, ki B. Elver o tarihde onyedi yaşında bulunuyordu ve İstanbul Ansiklopedisi bürosunda çalışıyordu. (B.: Elver, Behçet).

Nazmi Dayan, gayet cesur bir adamdı, bir gece Cağaloğlunun karanlık bir sokağında kendisini soymak isteyen üç pırpırı hırhızı çil yavrusu gibi dağıtmış, yakayı ele veren bir tanesi,

yediği ilk iki üç tokatın şiddeti karşısında «Bekçi, bekçi!...» diye bağırarak gelen zabıta memurlarına: «Ben hırsızım, tevkf edin, aman bu adamın elinden kurtarın» demiştir. Bir gün de bir arkadaşı ile iddialaşarak geceyarısından sonra Yedikuleden Floryaya yaya gitmiştir, ertesi sabah vasıta ile floryaya giden arkadaşı, ressamı, sabahın ilk saatlerinin letafeti içinde denizde bulmuştur.

Pek cüzî bir maaş ile emekliye ayrıldığında geçim yolunda yurd gezilerine başlamış. Türkiyeııin hemen her vilâyet merkezinde konulan yurd âbideleri, yurd güzellikleri ve Türkiye Tarihinden hamârî sahneler olan eserleri ile resim sergileri açmış, geniş ilgi toplamışdır; sergiler için gezip dolaşır iken de durmadan çalış, yeni tablolar yapmışdır. Ucuz nakil vâsıtaları ile yapılan seyahatler ve yaşlı sanatkârın geçim kaygusu boyun ve omuzlar nahiyesinde bir halis kanser doğurmuş ve sanatkâr yapılan bir ameliyatdan az sonra 1963 yılında yine sergi açmak için çıkdığı uzun bir seyahatin ilk merhalesi olan Ankarada bir otel odasında vefat etmişdir; ölümünde 70 yaşında idi.

DAYE, DAYA — Dilimize farscadan alınmış isim, halk ağzında «Taya» diye de söylenir; çocuğa bakan câriye, çocuğa süt veren câriye, kadın karşılığında kullanılır. Aşağıdaki kıt'a XVIII. yüz yıl türk şiirin büyük sıması Nedimin meşhur bir şarkısındandır:

Şehnişinler ziyneti âguşle.r îîrâyesi Dahi bil yıldır yanından ayrılalı dâyeri Sevdiğim gönlüm sürürü ömrümün sermâyesi Gül yanaklı gülgüli kerrâkeli aıor hareli

Yine aynı şâir Kaptanderyâ Mustafa Paşanın yalısı için yazdığı kasidede:

Gûhü derya iki cânibden derâguuş eylemiş Sanki derya dâyesi gûhsar ise lalasıdir Gûh sakınmakda ruhsârın doğan günden anm Bahr ise âyînedârı tal'atı zibârıdır

diyor. (B.: Lala).

Zamanımızda varlıklı ailelerin çocuklarına bakan kadınlara «dadı» adı verilmektedir; eski «daye» nin yerine Tanzimatdan sonra kullanılmaya başlanmış bir isimdir. Dayeler, hizmetinde oldukları ailenin hareminde, o ailenin bir ferdi gibi bilinirdi; zamanımızın dadıları ise, bir aylık karşılığı çocuk bakma ihtisası ile geçinir kadınlardır.

DAYE HATUN — Asü adı Ahmedbey kızı Hand Hâtûndur, Fatih Sultan Mehmedin süt anasıdır; İstanbulda Tarakçılar civarında bir Cami .ve Demirkapuda da bir mescid, ve Edir-nede de bir cami yaptırmışdır; bu hayır eserlerinden birincisini Tarakçılar Camii, ikincisi de Demirkapu Mescidi diye anıla gelmişlerdi; kendi kabri de Tarakçılar Camiinin avlusundaki türbesindedir. Camii de mescidi de zamanımızda yıkılmış bulunuyorlardı; türbesi de yarı yıkık durumda idi (1963); türbesindeki kitabesinde vefat tarihi 9 sefer 891 (Milâdî 14 şubat 1386) olarak kayıdlıdır; hayatı hakkında başka bilgi demlemedi (B.: Tarakçılar Camii; Demirkapu Mescidi).

Bibi.: Hadikatül Cevâmi, I.

DAYE HATUN — Kanunî Sultan Süley-manın dayası; Mahmudpaşa Camii civarındaki Dayahâtun Mescidinin bâniyesi (B.: Daya-hâtun Mescidi); kabri Ayvansaray civarında Yavedud İskelesinde Abdülvedud Camiin karşısındaki mezarîıkda müstakil türbededir; hayatı hakkında bilgi edinilemedi; mescidini hicrî 937 (Milâdî 1530-1531) de yaptırdığına göre bu târihden sonra vefat etmigdir.

DAYE HATUN — Kâğıdhâne Köyü Mescidinin bâniyesi; Kanunî Sultan Süleymanın oğlu Şehzade Mehmedin dayasıdır, asıl adı bilinmiyor (B.: Kâğıdhâne Köyü Mescidi); hayatı hakkında başka bilgi edinilemedi.

DAYE HATUN — Adı Asiye'dir, Kanunî Sultan Süleymanın kızı ve sadırâzam Rüstenı Paşanın zevcesi Mihrimah Sultanın dayasıdır; Rüstem Paşanın adamlarından Çaşnigir Ali Çelebinin Mahmud Paşa Camii civârinda yaptırdığı bekâr odalarının kapusu üstüne bir mescid yaptırmışdi; bu münasebetle mescidi halk ağzında Canigir Mescidi diye anıla gelmişdir. Daya Asiye Hâtûnun Çaşnigir Ali Çelebinin anası olmak ihtimâli kuvvetlidir; hayatı hakkında başka bilgi edinilemedi (B.: Dayahâtun Mescidi).

Bibi.: Hadîkatül Cevâmi, I.

DAYE HATUN — Halıcılarda Fenârî îsa Camii civârînda Öksüzce Mescidinin bâniyesi hayır sahibi bir kadın; hayatı hakkında bilgi edinilemedi. (B.: Öksüzce Mescidi).

Bibi.: Hadikatül Cevâmi, 1.

DAYE HATUN CAMÖ — (B.: Tarakçılar Camii).


fLL

DAYE HÂTÛN CADDESİ

_ 4322 —


istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

— 4323

DAYI REVlŞİ





DAYE HATUN CADDESi — Eminönü ilçesinde Hocapaşa Mahallesindedir; Hüdâvendi-gâr ve Alemdar Caddelerinin bağlantı noktası olan köşebaşı ile (eski tramvay yolu ile) De-mirkapu, İstasyon Caddesi arasında uzanan, tramvay yolu tarafından gelindiğine göre sağ tarafı boydan boya Topkapusu Sarayına Has-bağce (Gülhâne Parkı) kale duvarıdır; sol ta-rafda Dârüssaade Sokağı, Nöbethâne Caddesi ve Kummeydanı sokakları ile kavuşakları vardır (1934 Belediye Şehir Rehberi, Pafta l, mahalle Numarası 2).

Üzerindeki dükkânlar hemen tamamen oto tamirhaneleri ile oto malzemesi ve yedek parçaları satan yerlerdir. Kale bedenine yapışık ahşab evler de yakın geçmişin son, kaybı olmaya hâtıralardır.

Caddenin başında Edirne, Otelinin altında teknesi çukurda kalmış susuz, harab ve hicri 1184 (M. 1770-1771) tarihli Zeyneb Sultan Çeşmesi vardır. Daha ileride Çağlayan Oteli, Ya-lova-Fertek Gazoz Fabrikası ve Şen Çorum Nakliyat Anbarı bulunmaktadır; tesbit ( ettiğimiz diğer iş yerleri, dükkânlar şunlardır: 6 otomal-zemecisi, 5 oto tamirhanesi, 5 oto hırdavatçısı, 8 tornacı, 2 motor tamircisi, li bisiklet tamircisi, 2 kaynakçı, l makas tamircisi, l oto döşemecisi, l oto boyacısı, l oto elektrik işyeri, l oto yedek parçası, l oto akümülâtörcüsü, l oto alım satım bürosu, 3 kahvehane, 2 berber, l büfe. Caddenin kapı numaraları l—28 ve 2—52 dir. (ekim 1964).

Hakkı GÖKTÜRK

DAYE HATUN MESCİDİ — (B.: Demir-kapu Mescidi).

DAYE HATUN MESCtDt — (B.: Kâğıd-hâne Köyü Mescidi).

DAYEHATUN MESCİDİ — Mahmudpaşa civarında sadırâzam Rüstempâşanın adamlarından Çaşnigir Ali Çelebinin bekâr odalarının kapusu üstünde fevkaanî bir mescid idi, Rüs-tem Paşanın zevcesi Mihrimah Sultanın dayesi Asiye Hâtûn tarafından yapdırılmışdı (B.: Da-ye Hâtûn); geçen asır içinde tesbit edemediğimiz bir târihde bekâr odaları ile beraber yok olmuşdur; halk ağzında bekâr odalarına nisbet-le Çaşnigir Mescidi diye anılırdı.


Yüklə 5,85 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin