Sattığı sükkeri vasîü muhabbet Aldığı ol şalin nakdi can elbet
DERVİŞ (Şeyh Köçeği Ahmed) — Tophane Ketebesinden Üsküdarlı halk şâiri Âşık Râ-zinin evrakı metrûkesi arasındaki bir notuna göre, onyedinci asrın ilk yarısında Dördüncü Sultan Murad zamanında devlet otoritesine meydan okumuş ve hattâ silâhlı bir isyanın başına geçmiş olan Sakarya Şeyhi adı ile meşhur bektaşi babasının kendi adı Ahmed Derviş olup taze civanlık çağında İstanbulda Merdivenli (Merdiven) Köyünde meşhur ' Şahkulu Bektaşi Tekkesinde bulunmuş, orada adı bilinmeyen büyük Babanın şeyh köçeği (hususî uşağı) olmuş, ve Şahkulu Tekkesinden kaçdık-dan sonra baş döndüren maceralı hayatına atıl-mışdır.
Âşık Râzi onbeş on altı yaşlarında iken bir maddeden babasına küsmüş, baba evinden kaçarak Şahkulu Tekkesine sığınmışdı (B.: Bektâşiler; cild 5, S. 2449); ölümünde Üsküdarlı Vâsıf Hocanın eline geçen bir büyük sandık dolusu evrakı arasından Şahkulu Tekke-sindeki günlerine âid bir deftercik çîkmışdır; yukarda bahsettiğimiz notu oradan aynen naklediyoruz :
«Bu fakirin Şahkulu Dergâhı Şerifinde babamız huzurunda teslim olup ayak mühürledi-ğimiz eyyam mutfakı şerifin yanındaki yeni hamam henüz inşâ edilmemiş idi amma aynı mahal yine hamam olub kapudan girildikde sağlı sollu iki oda olup içerde halvet yok idi, üç kurna var idi, sağdaki odada canlar soyunur idik, soldaki oda zincir ile bağlı asma kilid ile mukaffel durur idi, ve kapusunun takında lal boya ve sülüs hat ile şu kitabe mastur idi:
Makamdır
Şehidi pâki râhi aksu muhabbet gülgancei velayet Şeyh. Köçeği Ahmed Derviş Baba eşşehîr benâmı Sakarya Şeyhi, sene 1081 (Milâdî 1670-1671)
«Şahadeti giceridir rivayeti ile saferin dokuzuncu gecesi kapusunun önüne hamamcı can bir kebir taş şamdan vaz idüb tâ besabah mum yanardı. Bu makaamın temizliğine memur olduğumuzda, pencere yokdur, dört duvar zemini tahta boş odanın bir cidarında beyaz üzerine surh (kırmızı) ile şu levha manzurumuz ol-mağla anı da istinsah eyledik :
Dîdei uşşâka belâ Hâki pâyidîr tûtiya Yüzün sür gel eyle niyaz Makaamı Şeyhi Sakarya
R. Ekrem Koçu «Dağ Pâdişâhları» adlı eserinde Sakarya Şeyhinin hayatını târihî bir hikâye çeşnisi ile şöyle anlatıyor :
«Onyedinci asrın ilk yıllarında Eskişehir ile Bilecik arasında Bozdağ'da Sakarya nehri kıyısında bir bektaşi tekkesi vardı. Önünde koca nehir gürül gürül akar, etrafı çam ormanları ile kaplı, haşmetli bir güzelliğin âguuşun-da, uzakdan bakılınca şahin yuvası, içine girilince, mermer döşeli avlusu, avlusunda fiskiye-li havuzu, derviş odaları, şeyh köşkü, semahanesi, misafirhanesi ile türk yapı sanatının bir bedîası idi. Kapusunun tahta kanatları üstüne güzel bir hat ile: «Girene kapumuz açık, yiyene aşımız hazır!» yazılmışdı.
«Burada yaşayan canların, gül gibi kokma-salar dahi, yeşil yapraklar ortasında açmış al, sarı mor yaban şakayiklerini andıran bir hayatı vardır; ilim ile irfan ile ilgisi olmayan, bir güzel gördüler mi hû deyip tapan, ar ve namus şişesini taşa çalıp kıran gönlü büyük aşıklardı; «iç bade, güzel sev, var ise aklü şuurun,
Şeyh Köçeği Derviş (Ressam Münif Fehimin Kompozisyonu)
DERViŞ (Şeyh Köçeği)
— 4496 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDlSİ
— 4497
DERVİŞ (Şeyh Köçeği)
dünya var imiş, yâ yok imiş ne umurun» diyen cehlin ağzı ile bir yoî tutmuşlardı.
«Milâdın 1628 yılı ilk baharında bu bektâ-şî tekkesine bir garip oğlancık gelip sığındı. Onbes, onatlı yaşlarında, yalın ayak, üstünde partal, belki yüz yamalı şalvar ve mintan, basında yağlı keçe külah, kirli bir dülbend. fakat vücud yapısı sağlam, eli ayağı düzgün, kaşı gözü yerinde, hattâ bir melek gibi güzeldi, ve gözlerinde de zekâ ışıkları oynaşırdı. Baba Efendi :
— Bu oğlanda çehre var, çehresi olanda
cevher olur, tekkede kalsın, barınsın!, dedi.
«Oğlanı soydular, hamama koydular, yıkandı, paklandı, bektâşi kılığına girdi, caniar-dan biri kahve ocağında bir köşe, ve o köşede bir koyun postu gösterdi:
— Burada yatarsın., dedi.
«Oğlanın adı Ahmed'di. Elleri her işe yatkın, ayakları da iş yolunda koşarlı çıkdı. Her işe canla başla sarıldı, her emre ve arzuya itaat etti. Bektaşiler nereli olduğunu ve baba ocağını niçin terk ettiğini sormamışlardı, lüzumu da yokdu.
«Büyük Baba Efendi okuma yazma bilmezdi, bütün müridleri de öyle idi. Tekkede okur yazar Alâeddin Baba adında bir kişi vardı. Baba Efendinin halifesi yerinde idi, tekkenin hesabını, kitabım, da o tutardı. Bu Alâeddin Baba müstesna tekkedeki bütün canlar demlenirler di. Ahmed de, kâh'tekkede, kâh ormanda, kâh ırmak kenarında kurulan işret sofralarının ka-dehkârı oldu. Sesi de pek güzeldi, nefesler öğrendi, okudu. Oyun da biliyordu, şarâbı gürrenk ile keyf olup güzellik âşıkı rindlere köçeklik et-ti,hattâ büyük baba efendinin mahbub sakisi ve köçeği oldu.
«Yıllar yel gibi geçdi. Şeyh köçeği Ahmed yirmi bir yaşına basdı, bir tüvânâ yiğit oldu. Yalın ayağını pekçe basıp topuk vura vura yürürken yer sarsılırdı. Ortalık çakıl çakıl buz tutmuş iken nevcivanlık hararetinden yüzünün pul pul terlediği görülürdü.
«Tekkeye Ahmedin levend adımlan ile iki saatlik yerde ve Sakarya kenarında Meşeli adında bir köy vardı, her hafta büyük pazar kurulurdu, o civarın en büyük pazarı idi. Meşelinin en zengin ağasının dâridünyâda biricik kızı bir yaz günü pazara gelmiş olan şeyh köçeği Ahmedi gördü, bir görüşde de delikanlıya gönül verdi. Alnında perişan kâküller, uzun
saçları lüle lüle omuzlara dökülmüş, dilber yüzünde karanfil bıyık ve kıvır kıvır civan sakalı, sinesi üryan, gaayet serbest tavırlı, edalı, erkek işi iri kıyım çıplak ayakları ile leven-dâne topuk vurarak yürüyen civelek Ahmed, elhak her kızın gönül vereceği şehbazdı. Fakat bektâşilerden nefret eden köy ağası kızının gönül kuşunu şeyh köçeği oğlanın kara perçemine kondurduğunu öğrenince ateş püskürdü:
— Bre ben kızımı Sakarya nehrine atarım,
şu iki elimle boğarım da ağızları şarab kokan
zındıklara köçeklik eder yalın ayaklı hîz oğla
na kız vermem., ırzım var, namusum var!., de
di.
«Meşeliden ve şâir köylerden tekkeye gelip gidenler çok olurdu. Hattâ köy imamları bu ziyaretleri hoş görmedikleri hakte yine gi~ derlerdi, ve tekkedeki canların işret sofralarına misafir olurlardı. Kısa da olsa bir zaman için ahret korkusunu atarlar, «ben doldurur, ,/ ben içerim, günah benim, kime ne..» diyebilirlerdi, dünya lezzetleri tadarlardı. Onların ağzı ile koy ağasının sözü tekkeye geldi, Şeyh-köçeği Ahmed de:
— Bre ben de and içerim, o ağayı Sakarya
nehrine atıp kızını âguuşi muhabbete çeke
rim!., dedi.
«Bu sıralardadır ki Ahmedin hâmisi olan büyük baba efendi öldü. Halifesi Alâeddin Efendi baba postuna oturdu. Alâeddin Baba nefsinde gaayet perhizkâr adamdı, tekkeden içki sofralarını, rindlik, âşıklık perdesi altında yüz kızartıcı nefis azgınlıklarım kaldırdı. Hele selefinin mahbub sakisine hiç yüz vermedi. Tekkeden kaçırtmak için Ahmede her vesile ile hakaaret etti. Yatağını kahve ocağından ahır sekisine kaldırttı, ahır küretti, ayak yollarını yıkattı. İnsan vücudu pulâddan olsa dayanamayacağı kadar ağır is altmda ezdi.
«İşret sofraları ortadan kalkınca tekkeye beş vakit namaz girmişdi. Ahmed namaz kılacak oldu, yalan yanlış abdest aldı, diğer canlara bakarak yatıp kalkacaktı, Alâeddin Baba: «Senin namazın ile cemâatin ibâdeti fâsid olur» diye kovdu. Oğlan namaza gelmedi, bu sefer de: «Zındık habis!.» diye yüzüne tükürdü.. Delikanlı her kötü muameleye tahammül etti:
Bu bize imtihandır., sabır gerek!, dedi.
«Yıllardır laubali bir hürriyete alışmış olan diğer canlara da Alâeddin Babanın idâre-
si çok ağır gelmişdi. Bir müddet sonra mırıltılar, homurtular, köşe köşe gizli dertleşmeler şikâyetler başladı. Ahrnsad bunu fırsat bildi; önce lâtife yollu :
— Beni baba postuno oturtun, sizlere zev-
kü sefa, âşıklık ve muhabbet üzere bir nizam
vereyim ki görün!, dedi.
«Sonra işi ciddîye döktü. Sordular :
-
Yâ Alâeddin Baba ne olacak?., dediler.
-
Siz beni baba yapmaya karar, verin, ben
Alâeddin Babaya buradan başını alıp gideceği
yeri gösteririm., dedi.
«Ahmed tekkedeki candan kendin^ uydurduktan sonra Alâeddin Baba bir gece kayıplara karışdı. Akşam yatmak üzere girdiği odası sabahleyin boş bulundu. Ahmede babayı ne yapdığını kimse sormadı; eski şeyhköçeğini baba postuna oturttular.
«Baba postuna oturan Şeyhköçeği Ahmed sözünü tuttu, evvelâ haramı ve günahı kaldırdı :
— Bizlere nefis ve arzuyu Tanrı vermiştir.
Dünya onun eseridir, bütün dünya nimetleri
ve lezzetleri de insanlara onun lütfü, ihsanıdır,
insanın perhiz ile nefsine azab eylemesi Tanrı
ya karşı nankörlüktür; ırz, namus, edeb, ha
ram, günah ham ruhların uydurduğu şeyler
dir., şu fânî dünyada her lezzeti tatmak insa
nın hakkıdır., dedi.
«Kendisi gece ve gündüz işret sofrasından kalkmayarak en rezilââne fuhşiyatı hiç sıkılmadan alenen yapmaya başladı. El altından da etrafa kendisinin «Mehdî» olduğunu yaydırt-tı :
«Artık Kıyamet Günü yakındı, Ahmed Babayı yer yüzüne kullarım son günlerinde onun irşadı ile mes'ud olsunlar diye, Tanrı yollamıştı.
«Ahmed Baba işi güngünden azıttı:
— Abdest, namaz, oruç yokdur.. Tanrıya
ibadet nimetlerine şükür ile, aşk ve muhab
bet zevkü safadır!., dedi.
«Cahil köylüler bu şeytanî telkinllre kolayca kapıldılar, ve Şeyh Ahmede taparcasına bağlandılar. Artık «Sakarya Şeyhi» diye anılmaya başlayan serserinin şöhreti süratle yayıldı. Köylerden imamlar kovuldu. Şeyhin nüfuzuna karşı köylü üzerindeki otoritelerini korumaya çalışan köy ağalarının çiftlikleri yakıldı, yağma edildi. Sakarya Şeyhî intikam yolunda
içdiği andı da yerine getirdi, Meşeli ağasını Sakarya nehrine attırdı, kızım da, kocasının elinden aldırtarak tekkeye kaldırttı, âguuşî muhabbetine çekti. Tekkesine güzel güzel kızlar ve oğlanlar doldurdu. Çengi, köçek, iyşû işret, bir çılgınlık' bütün Sakarya vadisini tuttu. Boz-dağ Tekkesi Hasan Sabahın yer yüzü cennetine benzedi. Buraya gelen köylüler, muhayvile-sinin sının dışında, çini çıplak hürriyet içinde nefis yolunda aklına geleni yapınca bir daha ayrılamadı. Sakarya Şeyhinin yoluna başını koydu, onun uğrunda ölümü dahi hiçe saydı. İçten içe yanıp da alevi birden bire çatıya saran yangın gibi, Sakarya Şeyhinin ahvâli Padişaha aksedinceye kadar üç yıl geçti.,
«1638 sejıesinde devrin Padişahı Dördüncü Sultan Murad Bağdad fethi niyeti ile sefere çıkmıştı. Ilgın konağında Eskişehir kadısı Padişahın huzuruna çıktı ve Sultan Muradın ayaklarına kandı:
— Padişahım, Sakarya Şeyhi dedikleri Şeyh Ahmed Mehdîlik iddiaeder bir dinsiz ahlâksız heriftir., bütün Sakarya köyleri, Kocaeli ve Mudurnu tarafları 'tamamen onun sözü altındadır, dervişlerden, çobanlardan, eşkiyâ-dan, yalın ayaklı bağrı açık âşık makuulesi sekiz binden ziyâde silâhendaz askerleri vardır, ihmâl olunursa fitne gün günden büyür., dedi. Sultan Murad Anadolu Beylerbeyisi Var-dar Ali Paşa'yı bir miktar askerle Sakarya Şeyhinin yakalalmp kendisime getirilmesine memur etti. Bunu haber alan Şeyh Ahmed de müridlerî ve yoluna baş koymuş levendleri ile cenge hazırlandı. Bozdağ eteklerinde bir gün seher vaktinden gün batıncaya kadar devam eden kanlı bir cenk oldu. Vardar Ali Paşa bozguna uğradı, Tırhala ve Karahisar Sancak Beyleri ile bin kadar askerî şehit düştü, ikibin kişi kadar da yaralandı.
«Vardar Ali Paşa'mn bozulması Sultan Muradı Sakarya Şeyhine karşı son derece gazaba getirdi. Bu adamın mutlaka yakalanmasını istedi, ve bu işe bu sefer Çiftelerli Osman Ağa memur edildi, hem tuttuğunu koparır takımm-dandı, hem de o havalinin halkındandı, kayıplara karışan Şeyh Alâeddin'in de ahbapların-dandı. Yanına beşbin kadar asker koşuldu ki hepsi Rumeli tarafındandı.
«Osman Ağa evvelâ sekiz on köylü ve çoban yakalattı, onları sözde Şeyh hakkında sorguya çekiyormuş gibi görünerek: «Biz dahi
DERVİŞ (Yazıcızâde)
— 4498 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDlSİ
— 4499 —
DERVİŞALİ MAHALLESi
lip bu satırların yazıldığı şuradaki durumu tes-bit edilemedi (ekim 1966).
DERVİŞ ALİ
fa 612).
(B.: Ali, Derviş, cild 2, say-
DERVlŞALl MAHALLESi — Fatih İlçesi nin Karagümruk bucağı mahallelerinden; aynı bucağın Beyceğiz, Haticesultan, Kaariye atikali-paşa, ve Fener Bucağının Kasım Göneni, Ha-mami muhiddin ve Kâtib muslihiddin mahalleleri ile çevrilmişdir.
1934 Belediye Şehir Rehberinde (Pafta 7, No. 108) Sınır yolları şunlardır: Drağman Caddesi (Kasım gönani, Hamamı muhiddin Mahalleleri ile), Saray ağası Caddesi (Kâtib
Şeyh babanın yolundayız., tekkenin aşını yemişlerden ve kendisine inanmışlardanız., bizden endişesi olmasın.. Padişah emri yerine gelsin diye şöyle bir dolanıp döneriz.» dedi. Bu haber derhâl Şeyhin kulağına ulaştı, ve gaflete düşüp eski üslûbu üzere keyif âlemine düştü. Osman Ağa da son yakaladığı iki köylüyü işkenceye verip Şeyh Ahmedin dağdaki yerini öğrendi, ve bir gece sabaha karşı, işret sofrasının başında köçek oğlanlar oynatırken bastı. Kanlı bir çarpışma oldu, her iki taraf da ağır telefat verdi, Ahmed Baba ile on iki müridi de diri olarak ele geçirilip zincire vuruldular.
«Sakarya Şeyhini çır il çıplak soydular, üstünde yalnız bir iç donu bıraktılar bir de başında siyah tülbent sarılı külahı kaldı. On iki müridi ile beraber o sırada Konya sahrasında bulunan Padişahın yanına yaya olarak götürüldü. Yolda atları tırısa kaldırırlar, iplerle çekilerek koşdururlar, at ayağına yetişemezler, düşerler, sürünürler, kaldırıp tekrar koştururlardı.
«Ordugâhtaki otlağı hümâyunda Sultan Murad Sakarya Şeyhini bizzat sorguya çekti:
— Bakaa.. sen Hazreti îsâyım der imişsin,
doğru mu?., diye sordu.
Ahmed Baba :
— Hâşâ., ben Ümmeti Muhammeddenim..
ama İsa Peygamberin gökten inmesini bekliyen-
lerdenim.. dedi.
Pâdişâh Sakarya Şeyhinin, zincirbend olarak getirilmiş on iki müridinin gözleri önünde işkence ile îdammı ferman etti. Cellâd başı meşhur Kara Ali Ahmed Babanın evvelâ el, ayak parmaklarım mafsal mafsal kesti, Şeyhin ağzından bir of, aman sesi işitilmedi, hattâ yüzü bile kırışmadı. Sonra göğüsünün ve sırtının derisi yüzüldü, o zaman Cellâd Kara Aliye :
— İşini çabuk çabuk görme cellâd ağa, yaptıkların zevkime gidiyor, tadına doyayım!. dedi. Bunu duyanlar dehşet ve hayret içinde kaldılar.
«Cellâd Kara Ali çıplak vücudu ve üstünde donu kan içinde kalmış Sakarya Şeyhini başındaki kocaman siyah sarığı ile bir eşeğe bindirdi ve ordugâhda dolaştırarak askere teşhir etti. Sonra tekrar işkenceye başladı, burnu, kulakları, elleri ve ayakları kesildi, ağzından yine en küçük bir feryad çıkmadı, o hâli ile bırakıldığı yerde öldü. Adamın bu metanetine Pa-
dişah da şaşırdı. Sakarya Şeyhi acaba bir deli miydi?..
«Sultan Muradın emri ile Bozdağ Tekkesi ile o civarda bulunan kırk kadar köy temellerinden yıkılarak kaldırıldılar.» (R, Ekrem Koçu, Dağ Pâdişâhları).
Öyle tahmin ediyoruz ki Sakarya Şeyhi çok yakın bir dostuna çocukluğunda bir ara Merdiven Köyündeki Şah kulu Tekkesinde bulunduğunu, belki de bu tekkede yıkılan eski hamam yanındaki odada yatar kalkar tekkenin dellâk canlarından olduğunu söylemiş olacak-dır, sonra bu dost, büyük kanlı vakadan canını kurtarmış, İstanbula gelecek Şahkulu Tekkesinde Âşık Râzinin bahsettiği makamı ihdas etmiş olacakdır.
DERViŞ (Yazıcjzâde) — Onaltıncı asırda yaşamış ve güzelliği ile nam almış bir delikanlı, şâir Ulvî Çelebi İstanbul civanları sânında kaleme aldığı Şehrengiz isimli manzum risalesinde bu genci de şu beyitler ile övüyor :
Bugün serdeiteri hûbânı azade Güzel dir isen eğer Yazıcızâde
Anın Dervişdir nâmı şerifi Cihanı kul ider hulki lâtifi
Dehânı gibi hiç mânendi yokdta* Gözün yaşı gibi uşşâkı çokdur
Rehi aşkında dil pâmâli oldu Yolunda baş açık abdâli oldu
Beni kul itti ol sahi velayet İdersem nola dervişane hizmet
DERViŞ ABDİ — (B.: Abdi, Derviş, cild l, sayfa 21).
DERViŞ ABDİ — (B.: Abdullah Efendi, Himmetzâde, cild l, sayfa 41).
DERVİŞ AĞA — Geçen asır ortalarında yaşamış «zenne» ye çıkar meşhur orta oyuncularından; hayatı hakkında başka bilgi edinilemedi.
Bibi.: Ahmed Râsim, Muharrir buya.
DERVİŞAHMED SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Kasımpaşada Catma-mescid Mahallesi sokaklarından; yerine gjdi-
muslihiddin mahallesi ile), Kurtağa Çeşmesi Sokağının bir kısmı, Drağman çukuru Sokağı, Karagümruk Karakol Sokağı, Hattat Rakım Sokağı (Beyceğiz Mahallesi ile), Fevzipasa Caddesi (Hatice sultan Mahallesi ile), Salma-tomruk Caddesi (Kaariye atik alipaşa Mahallesi ile).
Yine aynı rehbere göre. İç sokakları şunlardır : Kurtağa çeşmesi Sokağının büyük kısmı, Kasım odaları Sokağı, Müftü Sokağı, Faizci Sokağı, Kasab Sokağı, Kozca Sokağı, Tetik Sokağı, Dolmuşkuyu Sokağı, Arı Sokağı, Eski Osmaniye Sokağı, Sena Sokağı, Sena Yokuşu, Nakkaş Sâî Sokağı, Kelebek Sokağı, Kanat Sokağı, Hasan fehmipaşa Cadde-
/ ^~
/^%?^%SJ
Dervişali Mahallesi (1934 Beediye Şehir Rehberinden)
DERVlŞALİ MESCİDİ
— 4500 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 450İ —
DERVİŞ ÇELEBİ (Tophaneli)
sinin büyük kısmı, Nureddin tekkesi Sokağının bir kısmı, Canfedâ Camii Sokağı, Açıkbaş Sokağı, Oyuk duvar Sokağı, Dervişali Sokağı, Alişah Sokağı, Kefevî Sokağı, Zülüflü Hüseyin Çıkmazı, Tercüman Yunus Mescidi Sokağı, Bestekâr servet Sokağı, Dilmaç Sokağının bir kısmı, Tercüman Yunus Sokağının bir kısmı, Dolablı bostan Sokağının bir kısmı, Yahyâ-zâde Sokağı, Drağman Camii Sokağı, Ananas Sokağı.
İstanbulun üç meşhur ve büyük çukur bostanından biri bu mahallededir (B.: Çukur-bostan); Bu mahallede 4 camii (Drağman, Kefevî, Dervişali, Kethüdâkadın Camileri, bu isimlere bakınız), l tekke (B.: Nureddin Dergâhı), l çeşme (Drağman çeşmesi), 23 dükkân ve 974 ev vardır, 1964 muhtarlık kütüğündeki nüfûsu 6510 kişi idi.
Hakkı GÖKTÜRK
DERVİŞALİ MESCİDİ — Karagümrükde kendi adını taşıyan mahallede Dilmaç Soka-ğmdadır; Hadikatül Cevâmi: «Dırağman kur-bindedir, banisi mescidi mezbunm kurbinde medfundur, mahallesi vardır» diyor. Tahsin Öz «istanbul Camileri» isimli eserinde şun-
Dervişali Mescidi (Resim: Ömer Tel)
ları yazıyor : «Banisi Üçüncü Murad devri ricalinden olub cami XVI. Yüzyılın ikinci yarısında yapılmış ve (H. 1227) 1812 de tecdid edil-mişdir. Duvarları kagir, çatısı ahşabdır. Minaresi sekiz köşeli, alt kısmı taş ve tuğladan, üst kısmı köfekiden olup mihrab şeklinde pencerelidir».
Karagümrükde kendi adını taşıyan Derviş ali Mahallesinde Dilmaç Sokağındadır.
Bugün bağçe hüviyetine bürünmüş geniş bir avlunun bir kenarına inşâ edilrnişdir Dikdörtgen (mustatil) plânlı bir. binadır.
Son cemaat yerinin giriş kapusu mihrab hizasında olmayub sol yandadır; son cemaat yerinin, bu mescidin 1812 de tecdîden tamirinde ilâve edildiği söylenebilir. Son cemaat yerinin sağ ucu bölünmüş, bir imanı-müezzin oda-ciğı hâline konmuşdur.
İbâdet sahmnın kapusunun üzerinde sülüs-hat ile imzasız bir Besmele yazılır. İbâdet sah-nı basıkça ve loş olup üstü düz tavanla örtül-müşdür. Ziyaretimiz tarihinde ağır basan çatıdan dolayı tavan içeriye doğru bombeli bir durum almış bulunuyordu, ibâdet sahnı mihrab duvarında iki, yan duvarlarda üçer ve son cemaat duvarında bir olmak üzere tek sıra hâlinde ve yuvarlak kemerli 9 pencere ile ışık-landırılmışdır.
Mihrab yuvarlak kavislidir ve duvar içindedir; süsleme kasdı ile yağlı boya ile perde-
Dervişali Mescidi (Kroki plân: Ömer Te!)
ler, kandiller resmedilmiş ve maalesef avâmî zevk ile sâdece çirkinlik numunesi olmuşdur.
Minber ahşab ve oldukça yayvandır, onun da üzeri yağlı boyalı olup tezyini bir motif taşımaması isabet olmuşdur.
Girişin iki yanında iki maksure vardır, bu maksurelerin üstündeki kadınlar mahfiline sağdaki maksureden ahşab bir merdivenle çıkılır.
İbâdet şahında yer olduğu hâlde vaiz kürsüsünün sol yandaki pencerelerden birinin içine yerleştirilmiş olması da garibdir.
Mescidin en orjinal tarafı oldukça nâdir görülen minaresidir. Mescidin sol tarafındaki, bu küçük minareye mihrab duvarının yanından bir kapu ile girilir Minarenin kaidesi kesme taştan inşa edilmiştir. Gövde sekiz goşeli-dir, ufki taş ve tuğla sıralarıyla örülmüştür. Şerefesi gövde içinde olup mihrab şeklinde sekiz pencerelidir. Minarenin, dolayısı ile mescidin eşsiz hususiyeti, minarenin sekiz köşeli piramid şeklindeki külahının üzerine alem olarak taşdan yapılmış bir edhemî derviş tacının konmuş olmasıdır (B.: Edhemî Tâc).
Mescidin bir kaç mezardan ibaret haziresi çok perişandır. Banisi Derviş Ali'nin kabrine burada rastlanmamıştır. Mahalle sâkinlerinin bâzıları da bu mezarın Topkapu'da olduğunu söylemişler ise de kesin olarak yeri belli değildir. Hâlen burada bulunan kabirler mescitte vaktiyle imamlık vazifesini gören bir kaç şahısla ailelerine aittir.
Avlu kapusundan girilince sağda taş bilezikli ve çıkırıklı bir kuyu, önünde abdest almak için tek musluklu bir taş tekne ve duvar yanında bir çeşmecik vardır; ziyaretimiz tarihinde kuyu muattal, tekne ile çeşme de susuz idi.
Mescid 1940 senesinde Hacı Tahir adında bir hayır sahibi tarafından tamir ettirilmiş, bu tamir esnasında hayli geniş olan avlusuna imam meşrutası bir de evceğiz yapılmışdır. Mescidin imamı Bay Dursun Beğen 1960 yılından, müezzini Bay Lütfi Eser de 1926 yılından beri bu vazifelerde bulunuyorlardı. Çok bakımlı, tertemiz bir mescid idi.
Mescidin sokak duvarının mescid önüne gelen yerinde demir kafes çubuklu iki pencere, bu pencereler arasında ve duvarın sokak yüzünde bir kitabe vardır; duvar beton ile tamir edilirken üzerine beton çapakları sıçratıl-
mış, ayrıca yeşile de boyanmış, metni okunamaz bir hâle getirilmişdir (eylül 1966).
Bibi.: R. E. K., Erdem Yücel ve Hakkı Göktürk, Gezi notu.
DERVİŞALİ SOKAĞI — Fatih İlçesinin Karagümrük Nahiyesinde Dervişali Mahallesi Sokaklarından, Kefevî Sokağı ile Alişah Sokağı arasında uzanır bir aralık sokakdır (1934 Belediye Şehir Rehberi, Pafta 7, mahalle numarası 108). Alişah Sokağından gelindiğine göre bir araba geçecek genişlikde bir toprak yol olup üzerinde, yukarda adı geçen rehberde gösterilmemiş sağlı sollu iki çıkmaz sokakcık vardır; üçü ahşab 2-3 katlı evlerinin hepsi mütevazı gelirli aile meskenleridir; kapu numaraları l—5 ve 2—18 dir (nisan 1966).
Hakkı GÖKTÜRK
DERVİŞ BEY (Mısırlı) — Onaltıncı asırda saray müteferrikaları arasında bulunmuş bir nakkaş ve ressam; hayatı hakkında bilgi edinilemedi; Koca Mimar Sinandan sonra hassa baş mimar olan Davud Ağanın yapdığı incili Köşkün iç tezyinatında çalışdığına dâir müverrih Ahmed Refik Beyin «Âlimler ve Sanatkârlar» isimli eserinin Mimar Davud Ağa bahsinde çok mübhem bir kayıd vardır.
O asrın büyük müverrihlerinden Seleânik-li Mustafa Efendi; Derviş Beyin, Üçüncü Sultan Murad zamanında Mısır teftişine memur ibrahim Paşanın tarafından 1585 de İstanbula dönerken İbrahim Bey adında ünlü bir kuyumcu ile beraber; İstanbula getirildiğini kaydediyor, ve bu iki sanatkârın, İbrahim Paşanın Mısırdan pâdişâha hediye olarak getirdiği meşhur murassa altın tahtı sarayda kurmaya memur edildiklerini ilâve ediyor.
Dostları ilə paylaş: |