İstanbul barosu


Oturum Başkanı: Veliyeddin ULUSOY



Yüklə 0,63 Mb.
səhifə6/12
tarix21.08.2018
ölçüsü0,63 Mb.
#73750
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   12

Oturum Başkanı: Veliyeddin ULUSOY

----&----

ALİ KAİM- Görevli arkadaşlar konukları içeri davet edelim.

Saygıdeğer canlar, değerli konuklar, şimdi gecikmeli de olsa 2. oturumu başlatıyoruz. Herhalde oturumun sonlarına doğru biraz daha kalabalık olur salon, çünkü gece programına gelecekler ve dinleyenler yararlanırlar bundan.

Paneli başlatmadan önce bir şeyi vurgulamak istiyorum. Bazı örgüt başkanlarımız yarın burada olmayacaklar bildiğim kadarıyla. Ama illerden gelen şube başkanlarımız, şube temsilcilerimiz yarın kaldıklarında burada açık kürsü, bir değerlendirme süreci yine yapılacak. Bugünkü konuşulan konular, biraz sonra konuşulacak konular toparlanıp bir sonuç bildirgesi hazırlanacak Hacıbektaş’tan toplu bir ses vermek adına. Onun için sayın konuklarımızı bir gece daha burada Hacıbektaş’ta misafir etmek istiyoruz yarın uğurlamak üzere. Teşekkür ediyorum.

Şimdi Alevi-Bektaşilerin Hacı Bektaş’tan günümüze örgütlenme çalışmaları ve son günlerde yaşadığımız Alevi Açılımı sürecinde gelinen noktanın değerlendirilmesi amacıyla düzenlediğimiz panelimizin ikinci oturumuna başlıyoruz. Oturumu Sayın Veliyeddin Ulusoy yönetecekler. Katılımcılarımız: Ali Balkız, ABF Genel Başkanı Alevi-Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı, Sayın Tekin Özdil, Alevi Kültür Dernekleri Genel Başkanı, Fevzi Gümüş yok zannedersem aramızda, Ercan Geçmez Hacı Bektaş Veli Kültür Vakfı Genel Başkanı, Doğan Bermek katılacaktı yoklar. Murtaza Demir 2 Temmuz Pir Sultan Abdal Kültür Vakfı Başkanı.

Buyurun.

OTURUM BAŞKANI (Veliyeddin Ulusoy)- Açık oturumun ikinci kısmına başlıyoruz. Konumuz “Alevi-Bektaşilerin Hacı Bektaş’tan Günümüze Örgütlenme Çalışmaları, Alevi Açılımı Sürecinde Gelinen Nokta.”

Katılımcıları tanıtmaya gerek yok, hepsini tanıyorsunuz herhalde. Katılımcılardan ricam, 15 dakika konuşma haklarını 15 dakikayı geçmeden kullanmaları ve ilk sözü Alevi-Bektaşi Federasyonu Başkanımız Sayın Ali Balkız’a bırakıyorum.



ALİ BALKIZ (Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı)- Sayın Dedem, saygıyla; sevgili canlar merhaba yeniden.

Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin “İri olun, diri olun, bir olun” sözü, Pir Sultan Abdal’ın “Gelin canlar bir olalım” sözü, hep örgütlenmeyi çağrıştırır, örgütlenmeyi önerir, önemser. Modern çağda biz kent koşullarında örgütlenmenin erdemlerini keşfettik. Köy koşullarında geleneksel Alevi-Bektaşi inanç örgütlenmesinin yerini kentlerde modern örgütler aldı dernekler, vakıflar, federasyonlar, konfederasyonlar.

Bu kuşkusuz ki, geleneksel inanca dayalı dergâh, pir, mürşit, dede, talip, musahip ilişkisinin bir alternatifi değildir ancak kentteki destekleyicisi ve modern çağda versiyonudur.

Biz Aleviler 50 yıldır, 60 yıldır kentlerde yaşıyoruz, son 20 yıldır da 20-22 yıldır da örgütleniyoruz. Niye örgütlendiğimiz çok belli, kentte kaybolmamak, kültürümüzü, inancımızı yaşatabilmek, bizden sonraki nesillere, çocuklarımıza aktarabilmek, anlatabilmek.

Örgütlenmeseydik eğer, bir kez asimilasyon politikaları bütün şiddetiyle bizi eritmiş olacaktı, hoş hâlâ eritmeye devam ediyor. Biz hak arama, hak sorma, hesap sorma işlevini yerine getirememiş olacaktık. Örgütlenmenin erdemlerini söylediğim gibi keşfetmiş bulunuyoruz.

Başlangıçta Alevi adıyla, Bektaşi adıyla örgüt kurmak yasak olduğu nedeniyle her bir girişimci grup, arkadaş çevresi, yöre çevresi bir ulumuzun adıyla dernekler kurduk. Pir Sultan Abdal, Abdal Musa, Hacı Bektaş Veli ve benzeri ve hep Aleviler birleşmeyi buluşmayı, aynı çatı altında buluşmayı murat ettiler. Uzun yıllar bunun mücadelesi verildi. 1. Alevi Temsilci Meclisi, 2. Alevi Temsilciler Meclisi bunun samimi çabaları idi ancak kimi sorunlar aşılamadığı için o çalışmalar ne yazık ki bir süreç içerisinde kesintiye uğradı.

Sonrasında birçok önemli örgütümüzün bunların içerisinde o günkü adıyla Hacı Bektaş Veli Kültür Tanıtma Derneği, Pir Sultan Abdal Derneği başta olmak üzere birçok derneğimizin katılımı ve katkılarıyla yurtdışı örgütlülüğümüzün katılımıyla, Alevi-Bektaşi Kuruluşları Kültür Birliği adında bir dernek kuruldu. Bu federasyonun şimdiki federasyonumuzun temelidir diyebiliriz. Ancak hemen tüzüğümüz Valilik tarafından, İçişleri Bakanlığı’ndan reddedildi, mahkemelere düştük 11 kurucu üye 2 yıl süren yargılamalar sonucunda ancak Alevi ve Bektaşi adıyla dernek kurabilmeyi mümkün hale getirdik. Ki öncesinde Semah Kültür Vakfı’nın böyle bir çabası vardı, kulakları çınlasın Lütfi Kaleli ağabeyimiz Semah Kültür Vakfı’nı Alevi-Bektaşi Eğitim Vakfı’na dönüştürebilmişti. Bir örneği de Narlıdere’de vardı, Narlıdere Alevi Kültür Derneği de bunu başaranlardan biriydi.

Sonrasındaki gelişmeler çerçevesinde bütün süreci yakından biliyorsunuz. Örgütlerimiz arasındaki ilişkiler zaman zaman kimi kırgınlıklar, kimi küslükler, kimi kızgınlıklar, kimi çekememezlikler nedeniyle pek de çokça da cemde alıştığımız birliğe bütünlüğe benzemese de her bir örgütümüzün Alevilik davasına, laiklik ve demokrasi davasına durduğu yerden bazen başka yoldaşlarıyla ve musahipleriyle buluşarak, bazen kendi başına verdikleri mücadeleyi de hepimizin anımsayıp başımızın üstüne koyması gerekiyor.

Alevi örgütlenmesinin birleşmesi bütünleşmesi, bütün Alevilerin düşü ve hülyası oldu dedim. Bunu başaramadık, bunu başaramayışımızın kimi nedenleri var. Bunlardan birincisi bir kez devlet bizim birleşmemizi, buluşmamızı istemiyor. Şöyle istemiyor, kendine yakın örgütler, kendine yakın ilişki kurabileceği ahbaplar ediniyor, o ahbaplar aracılığıyla bizim birliğimizi, bütünlüğümüzü parçalıyor, birinci neden bu.

İkinci neden, bize dayatılan Alevilik tanımı, Aleviliğin ne olduğu öncelikle bir tanımlayalım hele şuradan, bu tanımdan başlayalım, o tanım çerçevesinde buluşabilirler, buluşsunlar anlayışı da bizim sonuçta bir araya gelmemizi engelleyen önemli ikinci neden olarak sayılabilir.

Bunu nasıl aşarız? Bunu şöyle aşmak mümkün, bir kez Aleviliğin tanımını biraz evvel bu kürsüyü işgal eden akademisyen arkadaşlarımız yaparlar, yapmalılar. Araştırmacılar yaparlar, yapmalılar. Tek tek araştırmacılar, tek tek şahsiyetler, merak sahibi insanlar, dedelerimiz, ozanlarımız yaparlar yapmalılar. Ama Aleviliğin tanımını bence bir Alevi örgütü yapmamalı. Bu onun işi değil. Onu iş edinmeye kalkıştığı zaman ki, bir Alevi örgütü demek, örgütlenmesi demek en geniş kitleye hitap edebilecek, en geniş kitleyi belli ve bilinen ilkeler ve projeler ve tüzük ve program etrafında birleştirmeyi amaçlamış olan bir yapı demektir. Bu yapıya amaçladığı bu şeye ulaşmasının önünde kendi eliyle bir engel çıkartmamalı.

Her bir örgüt yöneticimizin kuşkusuz ki kendince bir Alevilik tanımı vardır. O kendince doğrudur, ama başkalarından da öğreneceğimiz şeylerin mutlaka olduğu gerçeğini de görmemiz gerekir. Devlet kimi aktörleri, kimi sözcüleri aracılığıyla, bazen bu bir Başbakan oluyor, bazen bir Kültür Bakanı oluyor, bazen Alevi Çalıştayını yürüten bir moderatör, kolaylaştırıcı oluyor, bize bir Alevilik tanımı dayatmaya çalışıyorlar ve kendilerince bir Alevilik yaratmaya çalışıyorlar. Çok haklı olarak kimi arkadaşlarımız bu girişimi eskiden Alevilerle uğraşıyorlardı şimdi Aleviliğimizle uğraşıyorlar biçimindeki veciz bir sözle anlatmaya, aktarmaya çalıştılar.

Ama Alevileri birleştirmek mümkün; Alevilerin nasıl birleşebileceğini sokak gösterdi. Hem 9 Kasım Sıhhiye’de, hem 8 Kasım Kadıköy’de Alevilerin nasıl birleşebileceğini gerçekten sokak gösterdi. O tarihlere gelinceye kadar biz çalmadık kapı bırakmadık, yazmadık kitap bırakmadık, vermedik dilekçe bırakmadık, yapmadığımız sempozyum, panel kalmadı, gitmediğimiz mahkeme de kalmadı. Ama bir tespit yapılması gerekiyor idi. Dilekçe devri bitti, eylem vakti geldi. Tepki vere vere vere hep tepki göstere göstere bir hal olmuştuk, ama hiçbir şey talep etmiyorduk, talep etme zamanı geldi. Tepki hareketinden dönüştü Alevi hareketi talep hareketine. Bu bir bilinç sıçramasıdır. Bu tespiti de şöyle bir altını çizip bir kenarımıza koymamız gerekiyor.

Her iki mitingimize de biz Alevi-Bektaşi Federasyonunun çağrısı, Alevi-Bektaşi Federasyonunu oluşturan iki önemli örgütümüz ve bağlı diğer örgütlerimizin yanında tüzüksel sorunları nedeniyle Federasyonumuza bağlı olması olası olmayan ya da güçlerini bizimle birleştirmekten sakınan kimi çevreler, kimi arkadaşlarımız da dâhil. Hatta bizim yaptığımız işleri karalayan, köstekleyen kesimlerin de sözlerinin ulaştığı yerdeki kitle akın akın meydanları doldurdu.

Oraya gelen insanların, Alevi yurttaşların Alevilik İslam içi midir, dışı mıdır diye bir dertleri yoktu. Bu lafı söyleyen falan profesör mü, falan başkan mı gibi bir merakları da yoktu. Onlar bir çağrıya kulak kabartmış ve orada bulunmayı o gün için kendilerine iş edinmişlerdi. O kadar çok hırpalanmışlardı ki, o kadar çok hakarete maruz kalmışlar, katliamlara maruz kalmışlar, atılmış, itilmişler, hırpalanmışlardı ki, bu sese yanıt verdiler. Şimdi Sayın Ayhan Yalçınkaya arkadaşımız yok. Bakanı dinledik niye bizi dinlemeden gitti diye şikâyetçi oldu, şimdi ben de ondan şikâyetçi oluyorum. Onu bu arada fırsattan istifade yanıtlamak istiyorum sizin huzurunuzda.

Şimdi sevgili dostlar, birçoğunuz örgütçüsünüz, birçoğunuzun örgütü var, elinizde mühür var, olanak var, yönetim kurulunuz var, üyeleriniz var, üyelerinizin eşleri var, çocukları var, onların komşuları, akrabaları var, sonuçta Alevi halkı var. Bunlara karşı duyacağınız sorumluluk çok büyüktür, çok büyüktür. Hele de bir sokağa çıkarken ayaklarınız titrer, kalbiniz heyecandan atar, alnınız terler, avuç içleriniz terler. Çağırdığınız, davet ettiğiniz bu insanları sağ salim evlerine gönderebilmek gibi bir sorumluluğunuz ve bir yükümlülüğünüz var.

Tabii Ayhan arkadaşımız bir akademisyen sorumsuzluğu ile ya da akademisyen özgürlüğü ile Kadıköy Mitingi’nde bir yurttaşımızın, bir kardeşimizin saçından bir tel dahi düşmedi, biz böyle bir miting yaptık bu örnek de vardı derken “orada kaldırım taşları sökülmeliydi” dedi. Tabii bir akademisyen bunu söyler. Ayhan Hoca’nın üslubunu sizler de biliyorsunuz, ben de biliyorum biraz provoke ederek, bu bir tartışma yöntemidir; provoke ederek işi tartışmayı derinleştirerek, laf atarak geliştirmek, genişletmek, zenginleştirmek gibi bir üslup da bir üsluptur. O üslubuna bir şey söylemiyorum, ama bakın bu Türkiye Madımak’ı yaşadı, hâlâ konuşuluyor. Hâlâ konuşuluyor, hâlâ konuşuluyor ve ev içinden suçlular aranıyor hala.

Demin kuliste konuşurken Adanalı arkadaşları anımsattım. Hacı Bektaş etkinliklerine, Hacı Bektaş ziyaret sonrası Adana’ya, Mersin’e dönen otobüslerimizin Pozantı’da geçirdiği kaza sonrası, bu bir trafik kazası hâlâ arkadaşlarımıza sorular soruluyor. Niye o otobüs, niye o şoför, niye o yol vesaire… Onun için bağışlayın biz ürkek insanlar olduk, korkak insanlar olduk. Ama bir o kadar da cesuruz, bir o kadar da yiğidiz, bir o kadar da kararlıyız. Bütün bu olumsuzluklara karşın hâlâ ayakta, dimdik mücadele etmeye devam ediyoruz.

Ayhan Hoca’nın yazdığı kitap, içinde bulunduğu kurum bu mücadelenin bir parçasıdır. Her birinizin içinizde bulunduğunuz kurum, yazdığınız kitaplar, söylediğiniz sözler, attığınız adımlar, harcadığınız paralar, eşinizden, işinizden sakınarak bu yola feda ettiğiniz her bir değer neyse bütün bunlar mücadelenin bir parçasıdır. Ama unutmamak lazım ki, neden acaba Aleviler bütün bir Selçuklu dönemi, bütün bir Osmanlı dönemi, bütün bir Cumhuriyet dönemince demin Erdoğan Aydın arkadaşımız anımsattı bize tarihte olagelenlerin bir kısmını, bir kısmını da sizler yaşadınız zaten biliyorsunuz.

Tarihin bu evresinde Alevi-Bektaşi Federasyonu Yönetiminin dönemi tahlil etmesi, tespit etmesi, konjonktürü belirlemesi, strateji belirlemesi, taktik belirlemesi, kadro oluşturması, örgütlenmesi, amansız bir çalışmaya girmesi, herkesle bir ve beraber olma çağrısının üzerinde ısrarla durması ve bu görkemli mitingi gerçekleştirmesinin önderlikte bir hakkı bir payı yok mudur arkadaşlar? Övüneceksek bunla övünelim, her olumlu şey hepimizindir. Elbette o mitingi düzenleyen biz vesileyiz elbette, ama her canımızın ve bütün tarihimizin biriktirdiği bir öfkenin bir birikimi de söz konusudur.

Aleviler cesur olmak zorunda, yiğit olmak zorunda, inançlı ve kararlı olmak zorunda, pasifizme, korkaklığa asla ve asla yer yok. Ama Donkişot’luğa da yer yok. Siyaset, evet mücadeledir, siyaset bir dildir, siyaset elbette müzakeredir, siyaset elbette kazan-kazandır sözcüğünde ifadesini bulan bir olgu ve olaydır. Siz kişiliğinizle, kimliğinizle, vakarınız ve gururunuzla aslan gibi çıkıp davanızı savunabiliyor iseniz bunda kararlı olduğunuzu, inatçı olduğunuzu gösterebiliyorsanız, hak verilmez alınır bize kimse bir şey vermeyecek diyor iseniz Pir Sultan’ın evlatlarının bugün hâlâ yaşamakta olduğunun da bir işareti olsa gerek bütün bunlar.

O anlamda Kadıköy’de taş taş kaldırım taşları yerinden sökülmüştür. Cismi anlamda taş söküp kaldırımda kırıp camlara atmak değil, söylem anlamında taşlar yerinden sökülmüş Marmara’nın deniz kıyılarına atılmıştır. Gerici basın bizimle dalga geçiyor. Yaptığınız işe bakın gerici basın sizi üç beş cümleyle andı. Ama aynı gerici basının geçen sene bir Ulu Dedemizin cümlesiyle “bunlar Alevi değil, bunlar Gazi’nin, Sivas’ın provokatörleri” cümlesini alıp, Yeni Şafak, Zaman Gazetesi ve Star Gazetesi manşetlerinden çekip, günlerce onu konuşturup bizim üzerimize hücum etmediler mi? Aynı gazeteler bu sene böyle bir malzeme bulamayınca, Dedemiz de akıllanmış olmalı ki, böyle bir malzeme bulamayınca baş eğmek, birinci sayfadan o mitingin o görkemli fotoğraflarını basmak zorunda kalmadılar mı? Kazanım ise buyurun size kazanım.

Şiddetin, hangi şiddeti tercih ederiz, hangi şiddeti elimizin tersiyle iteriz? Tabii üstatlar, siyaset bilimciler savaşın siyasetin silah yoluyla mücadelenin silah yoluyla aracılığıyla sürdürüldüğü bir yöntem olarak tanımlarlar. Ama bir savaşta değiliz biz. Biz bir demokratik hak arayışında ve demokratik mücadele arayışında ve algılayışındayız. Sayın Hocamız burada olsaydı 9 Kasım 2008 mitinginden bir ay öncesine kadar Türkiye siyaset literatüründe, Alevilerin kendi literatüründe eşit yurttaşlık hakkı diye bir kavram yoktu. Aleviler bu kavramı herkesin önüne yazıp koydular. Herkes bu kavramla kalkıyor, bu kavramla oturuyor.

Yapacağımız daha çok işler var. Alevi Çalıştayının geldiği nokta Sayın Bakan’ın da yüzüne söylediğim gibi işi sulandırma noktasıdır. Sulandırma noktasıdır, tanınmaz hale getirme noktasıdır. Yiğitlik ise Alevi-Bektaşi Federasyonu o meydanda o yiğit sözü söylemiştir. İncinsen de incitme. Biz Aleviler bu sözün ne anlama geldiğini herkesten çok iyi biliriz. Ama be birader incitile incitile şamar oğlanına döndük ya yeter artık. Bize bir gün incitmeyi öğretmeyin. Gelecek sene bize okullar açıldığı zaman çocuklarımızı din dersine gitmeyin çağrısı yapmak zorunda bırakmayın. Şahkulu’nun, Karaca Ahmet’in, Erekli Baba’nın, diğer mekanlarımızın, makamlarımızın kontratlarını ellerimizle yırtmak zorunda bırakmayın sözü Pir Sultanca bir sözdür, sanırım ki Ayhan Hoca’nın da hoşuna gidecek bir sözdür.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

OTURUM BAŞKANI- Sayın Balkız’a teşekkür ediyoruz.

Söz Sayın Tekin Özdil’de, buyurun.



TEKİN ÖZDİL- Değerli arkadaşlar; hepinize saygılarımı sunarak ben de bugünkü sohbetimizin konusu olan Alevi-Bektaşilerin Hacı Bektaş’tan günümüze örgütlenme çabaları ve Alevi Açılımı olarak değerlendirilen bu Çalıştay sürecinde gelinen noktayla ilgili sizlerle düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.

Ben biraz daha panelin konusu olan Alevi-Bektaşilerin Hacı Bektaş’tan günümüze olan örgütlenme süreciyle ilgili birkaç cümleyle başlamak istiyorum. Aslında biraz daha ötesine giderek, Hacı Bektaş’ın da ötesine giderek oradan da kısaca bakarsak daha doğru olacağını sanıyorum.

Hacı Bektaş’ın beslendiği coğrafya, Horasan olarak bizim değerlendirdiğimiz geniş bir coğrafya. İran’ın üst kısmında geniş bir coğrafya, Hazar’ın, Aral’ın alt taraflarından Doğu Anadolu’ya kadar gelen çok geniş bir alan. Yani bu alanda beslenip Anadolu’ya gelen bir sürü Hacı Bektaş benzeri Horasan Erenleri olarak değerlendirdiğimiz Aleviler açısından yol önderi kabul edilen insanlar var.

Horasan’dan gelen bu insanlar aslında bir örgütlenme biçiminin parçası olarak Anadolu’ya zaten geldiler. Yani Anadolu’ya rast gele gelmek, burada bir macera yaşamak için hiçbirisi gelmedi. Diğer gelen yol önderlerimiz açısından değil, ama Hacı Bektaş açısından bir şey söylemek gerekirse, Hacı Bektaş menakıbı olarak, inanç olarak Anadolu’ya güvercin donunda geldi olarak düşündüğümüz bu bizim inancımız. Bunu da rumuzlarız, bunun Batıni anlamlarını oturur kendi aramızda konuşuruz, ama Hacı Bektaş’ın bir de gerçek olarak Anadolu’ya gelişiyle ilgili bir yolculuğu var.

Hacı Bektaş, çok zeki, çok yetenekli bir genç ve Horasan’ın alt taraflarında İslamiyet’in içerisinde çıkan muhalif kanat, Batıni ekolü olan o zamanki İsmaililik Hareketinden etkilenir, oralarda eğitimini görür. Ki, bunun daha sonraki en tanınmış simalarından bir tanesi Hasan Sabbah’tır. Onunla ilgili anlatılanlar, o haşhaş falan meselesinin de Marco Polo’nun bir uydurması olduğunu artık günümüzdeki okuyan herkes bilir.

Yetiştirilir ve bir propagandacı olarak Anadolu’ya gönderilir. Yani bir örgütlenmenin parçası olarak zaten kendisi Anadolu’ya gelir. Ve Anadolu’ya ilk girişinde 1-2 yıllık opsiyonla yaşı 23 civarındadır, daha genceciktir. İyi bir propagandacı, gencecik bir insandır ve Sulucakarahöyük’e de bir günde gelmez. Yine Anadolu’da bir örgütlülük söz konusudur. Daha önce de burada var olan Rum Erenleri vardır. Rum Erenleri de örgütlüdür yani kendi başlarına rast gele çalışmıyorlar. Kendi hepsinin bir etki alanı vardır, kimse kimsenin etki alanına müdahale etmez. Birbirine saygı ve sevgi içerisinde kendi etki alanlarında toplumu şekillendirmeye, yönlendirmeye, onları inançları doğrultusunda inançlarla da harmanladıkları günlük yaşantılarını da iç içe alarak onlara yaşamları içerisinde bir yolculuk yaptırırlar bu yol önderleri.

Yani bir başka yapının içerisine geldiğinde Anadolu’da da bir örgütlülük vardır ki, o dönemde Anadolu’da özellikle Anadolu’dan şöyle yukardan aşağıya bir çizgi çekersek, ikiye bölersek bu toprakları çizginin sağında kalan tarafta Ebu’l Vefa’nın çok ciddi etkisi vardır. Vefailik, bu anlamda Hacı Bektaş’ın düşüncesinde İsmaililik Hareketinin, Batıniliğin, Karmatiliğin, Horasan’da diğer inançlarla beraber, ama Anadolu’da Vefailik’le de şekillenir ve örgütlenme biçiminde Anadolu’yla tanıştıktan sonra biraz daha kendisini değiştirir.

O dönemlerde çok etkin olan Dede Kargın, Anadolu’da çok etkilidir. Öyle bir etkilidir ki, Dede Kargın’dan sonra herhalde o kadar etkili olan bir ikinci insan gelmemiştir. Biz çok iyi tanımamamıza, araştırmamamıza rağmen, Dede Kargın’ın bir tek isteğiyle şu anki Malatya, Maraş alanlarının olduğu bölgelerin birinde, o zaman iller bu şekilde sınırlı değil, bu sınırları biliyorsunuz Cumhuriyetle beraber çizdik il sınırlarını; bu alanda toplantıya çağırdığında Anadolu’nun her tarafındaki Rum Erenleri ve daha sonradan buraya dâhil olan Horasan Erenleri burada toplanırlar ve yüzlerce yol önderi günlerce süren toplantılar yaparlar yeniden Anadolu’nun, Balkanların ve yine Horasan’a kadar, Mısır’a kadar olan coğrafyanın şekillenmesi için resmen bir örgütlenmeye giderler.

Bu örgütlenmenin sonucudur ki, kendisine görev verilen insanlardan birisi olan Baba İlyas, aynı zamanda Hünkâr’ın da Anadolu’daki yine şekillenmesindeki en etkin ikinci insandır. Baba İlyas ve Babai Ayaklanması dediğimiz Anadolu’daki ayaklanmaların önderi olan Baba İlyas da bu toplantıda ve yine kendisi görev alarak kendi bölgesine dönen bir insandır. Yani örgütlülük vardır, bu örgütlülük rast gele bir örgütlülük değil, o dönemde kendi içerisinde hiyerarşisi olan, bağları olan ve çok ilginçtir, bu örgütlenmede öylesine ince bir yol seçilir ki, ortalama bir insanın yaya yol mesafesi olan mesafelerde tekkeler kurulur, dergâhlar kurulur. Her tekkenin, her dergâhın birbirine uzaklığı bir günlük yayan yol mesafesidir. Işıkla birbirine haberler verilir, örgütlenme aslında bir ağ şeklinde bütün Anadolu’yu kuşatmıştır.

Yani ta o dönemlerde 1200’lü yılların içerisinde Anadolu’da ciddi bir örgütlenme vardır. Bu örgütlenme daha sonraları Babai Ayaklanması’nın çok kanlı bir şekilde bastırılmasıyla biraz yer altı diyebileceğimiz yeniden kendisini üretmek, biraz daha teoriyle beslemek için Hacı Bektaş ve birkaç tane o dönemin yol önderi içerisinden farklı bir çalışmayla şekillenmeye başlar. O dönemde Anadolu’da güçlü olan ikinci bir örgütlenme var, Ahilik Teşkilatı. Ahilik Anadolu’da çok güçlü bir örgütlenmedir ve daha sonraları Hacı Bektaş yaşarken de, sonraları da Anadolu’da Selçuklu döneminde de, Osmanlı döneminde de çok ciddi bir etkileri vardır. Ve öyle ki bazı yerlerde şehirlerin yönetimi ahilerin elindedir.

Ahiler, Selçukluya ve Osmanlıya rağmen şehir yönetirler ve bu teşkilatın Piri olan, ilk yaşam yeri Denizli daha sonra debbahların piri olarak bilinen, daha sonra bütün Ahilik Teşkilatının piri olan Ahi Evran oradan İç Anadolu’ya, şu anki Nevşehir, Kırşehir bölgelerine doğru gelir ve Hünkâr’la tanışmasından onun bilgisini, birikimini görmesinden sonra kendisi çok büyük ihtimalle ondan çok yaşlı olmasına rağmen, kendi örgütüne bir talimat verir. “Her kim ki bizi Pir bilirse, Hünkâr Hacı Bektaş dahi onun Piridir” diyerek Hünkâr’ın pirliğini ve bütün teşkilatına bir emir olarak da verir.

Bu örgütlenmeyle beraber Anadolu’daki örgütlenmenin şekli sadece inançsal bir örgütlenmenin de ötesinde zanaatkâr örgütlenmesiyle de örtüşmeye başlar. Bir zanaatkâr örgütlenmesi ki, bunlar daha sonra zaviyeler çevresinde özellikle bu örgütlenme kendisini göstermeye başlar. Onun için Tekke ve Zaviyeler Kanunu kapatılırken onu özellikle aklınızda tutun, bize verilen zararın neler olduğunun.

Zanaatkâr örgütlenmesi de bu çevrede yürüyor ve Ahi Evran’ın bu talimatından sonra Ahilik teşkilatı da Aleviliğin, Kızılbaşlığın o günkü tabiriyle şemsiye kavramı olan Kızılbaşlığın zanaatkâr kolu olarak örgütlenmesini devam ettirir. Ve oradaki yol kardeşliği şet kuşanma ve benzeri şeyler daha sonra aynen Hurufilikte ve diğer inançlarda olduğu gibi, Aleviliğin içerisine girip Aleviliği veya Kızılbaşlığı ciddi şekilde kendi ritüellerine taşıyarak o isim altında tek isim altında toplanır ve zamanla kaybolurlar.

Hünkâr bütün bu tecrübelerden sonra, kendisi insan yetiştirmenin, beyin takımı yetiştirmenin esas olduğunu gördüğü zaman çok değil bizde inanca göre 366 halifesi vardı, 3 bin tane vardı, bin tane vardı, ama bizler pratikte 13-15 tane halifesinin ardılları içerisinde çok iyi yetişmiş ve kendisinden sonra aslında Hünkâr’ı Hünkâr olarak herkese tanıtan ardıllarının da o dönemde kendisinin yetiştirdiğini biliyoruz.

Bu nedenle, bunların içerisinde işte aklımızda olanlardan şu anda hemen bir çırpıda aklıma gelen Seyit Cemal Sultan, Sarı İsmail Sultan, Koluacık Hacım Sultan, Güvenç Abdal, Karadonlu Can Baba vb. her birisi daha sonra bir Alevi yol önderi olan insanlar, o dönemde yetişirler. Hünkâr sağken yanındadırlar ve daha sonra her birisi Anadolu’nun, Balkanların hatta bir kısmı ta Kuzey Irak’ın ki, biraz önce konuşmacı arkadaşlarımızdan Enstitüyü tanıtırken bir arkadaşımız belirtti. Kuzey Irak’ta Seyyid Ali Sultan Tekkesi var ve şu anda postnişinleri var; bizimle de Türkiye’ye gelip sık sık ilişkiye geçiyorlar.

Şimdi böyle bir örgütlenme yaratılır ve bu beyin takımı Hünkâr’ın Hakka yürümesinden sonra bir şey şekillenir. Bir, Serçeşme iki insan üzerinden bilgiyi ve örgütlenmeyi geleceğe taşır. Birincisi Kadıncık Ana’dır. İlk taşıyıcı Kadıncık Ana’dır. Belki de Alevi-Kızılbaş toplumu olarak bizlerin ihmal ettiği şeylerden bir tanesi de Hünkâr’dan sonra bir süreliğine buradaki Serçeşme’nin yönetiminin Kadıncık Ana’da olduğunu unutmamızdır.

Kadıncık Ana daha sonra zamanı geldiğinde bilgileri, sırları ve emanetleri Abdal Musa’ya teslim eder ve Abdal Musa bunları alır, Bursa’nın fethi dönemi de orada kalır. Fakat Osmanlının ilk kuruluş dönemi olan bu dönemde devletle ilişkilenmenin zamanla devletin bir inancı, payandası, ekip biçebileceği bir tarla konumuna geleceğini fark ettiğinde de Kızılbaş inancının böyle bir yapıyla, böyle bir tarlada kendisini geliştirmesinin, geleceğe taşımasının mümkün olmadığını gördüğünden Osmanlının topraklarını ve verilen hediyeleri vakfiyeleri reddederek; Geyikli Baba ve diğerleri kabul eder kalırlar.

Kendisi reddeder ve mümkün mertebede o ilk imparatorluğun nüvesi olan o topluluktan uzaklaşır, ta Akdeniz’in kıyılarına ben bazen şakayla diyorum deniz olmasa daha da öte gidecekmiş. Ne kadar uzağa kaçarsam o kadar iyi olur, çünkü o şekillenmeyi devletle yeniden kurulacak devletle ilişkilenmekten dolayı kaygıları vardır.

Bugün biz Alevilerin de temel taleplerimizi dillendirirken hükümetlerden, devletten, cemevi, elektrik, su parası, şu bu diye isterken aslında Abdal Musa’nın yol önderlerimizin en büyüklerinden olan birisinin bu kaygısını aynen bugün yaşamamız ve onu anlamamız gerektiğine inanıyorum. Eğer konuşmanın içinde atlamazsam niye öyle olacağını da kısaca belirtmeye çalışırım.

Hünkâr’ın hakka yürümesinden sonra örgütlenme biraz daha şekillenir. Öncesinde de vardır, ama biraz daha güçlü hale gelmeye başlar. Bir Serçeşme kavramı aslında 1600’lü yıllara kadar Anadolu’da çok güçlüdür. Anadolu’daki ocakların nerdeyse tamamına yakını, şu anda çoğu ocak ben kabul etmiyorum dese bile yapılan incelemelerde eğer bunu araştırırsanız, kimisinin 100, kimisinin 150, kimisinin 200 yıl önce Osmanlıdaki baskılardan dolayı kopmaların yaşandığını, bu kopmaların sonucundaki zaruri ihtiyaçtan dolayı da ocakların önce kendi en yakın ocaklarla bir ilişkilerin el ele, Hakka anlayışından gelir.

Mesela diyelim ki Ağuçan Ocağı diyelim ki Seyyid Sabun Ocağına o işte efendime söyleyeyim Baba Mansur Ocağı’na, o işte bir başka ocağa bağlanmıştır. Ama bir süre sonra bu bile zorlaşınca dikkat ederseniz, günümüzde bazı ocakların piri de, mürşidi de, rehberi de kendi içindedir. Hâlbuki bu inançsal açıdan çok sağlıklı bir anlayış değildir. O ocaktaki bir dedenin başka bir ocak tarafından görülmesi gerekir ki, işleyişte el ele, el Hakka konusundaki o iltimas ve tolerans sıfıra inebilsin. Ama zorunluluk, şartlar onu getirmiştir.

Serçeşme kavramı o dönemlerde çok güçlüdür. Hünkâr’ın bulunduğu şu topraklara herkes yayan yol mesafesinde yol ve talip gören her insan, her dede, her pir eğer bu topraklara 1 günlük yayan yol mesafesinde senede bir kere, 5 günlük yayan yol mesafesindeyse 5 senede bir kere gelme zorunluluğu ve kendisi de buradan görgüden geçme zorunluluğu vardı.

Daha sonraları dediğimiz gibi Osmanlı’da 1500’lü yıllardan sonraki sıkıntılardan dolayı bunlardan kopmalar yaşandı. Ama bir sistem bir şekliyle oturdu ve Anadolu’da örgütlenme bu sefer ocaklar üzerinden, bu ocaklar derken biraz daha açarsak ben bu ocakların içerisinde Dedegan Kolu’nu ve Seyyid Ocaklarının tümünü katıyorum. Yani Çelebiler Koluyla, Seyyidler Kolunun tümünü katıyorum.

Daha sonra 1500’lü yıllardan sonra buraya Osmanlının bu konudaki dahliyle, direk dahliyle onu şöyle değerlendiriyoruz, Osmanlı şöyle düşünür: Kızılbaşlar hal Anadolu’da sayısal olarak çok güçlüdürler. Vücutları tek vücuttur. 1500’lü yıllara kadar hâlâ Osmanlılara verilen raporlarda, padişaha verilen raporlarda Anadolu’nun beşte dördünün Kızılbaş olduğu söylenmektedir. O zaman şöyle bir plan yapılır. Gövde tektir, baş da tekrir, ama gövdenin başına ikinci bir baş koyarsak ayak nereye gideceğini şaşırır. Kızılbaş toplumuna hükmetmek, onu bir şekliyle elde avuçta tutmak daha da rahatlaşacaktır. Onun için bir başka kol devlet tarafından ihdas edilir, Babagan Kolunun kuruluşu böyledir. Daha sonraki katkıları olumlu tarafı bir tarafa, ama kuruluşu bu şekildedir.

Bir dede-talip örgütlenmesi de bu şekilde oradan alıp günümüze kadar getirir ve sürem dolduğu için bir iki cümleyle bitiriyorum. Aleviler Hünkâr’dan bu tarafa olan örgütlenmelerini esas olarak ocak örgütlenmesi yani bunun içerisine Ocakzadeler, Seyyidler, Dedegan dediğimiz Çelebiler Kolunun içerisine yani Hünkâr’ın evlalarının olduğu kol; Babagan Kolu olarak Sersem Ali Dede Baba ile başlayıp Osmanlı tarafından kuruluşu ihdas edilen bir kol olarak kurulur. Ama örgütlenmenin alanları dergâhlar, tekkeler ve zaviyelerdir. Burada yetişen insanlar tarafından örgütlenme gerçekleştirilir. Burada yetişen insanlar o zamanki ismiyle icazetname, günümüzdeki bizim diploma diyebileceğimiz mezuniyetleriyle beraber görev yerlerine giderler ve örgüt olarak kendisine burada pirlerinin, mürşitlerinin verdiği talimatlar doğrultusunda da örgütlenmeyi, inançsal, toplumsal örgütlenmelerini yaparlar.

Bir cümleyle de Çalıştayı belirteyim belki daha sonra arkadaşlarım da değinecektir. Çünkü buradaki arkadaşlarımızın hepsi Çalıştaya katıldı. Çalıştay, gelinen nokta demişiz. Gelinen nokta itibariyle Çalıştay kötü başladı, bir başlangıç olarak iyiydi. Alevilerin bir devlet tarafından sorununun görüyorum denilmesi bile bir başlangıçtır. Ama bunun zaman içerisinde ipe un sermek olduğunu, sorunu zamana yaymak olduğunu, çözmekten ziyade toplumsal muhalefetin gazını almak olduğunu görmeye başladık.

En son 3 gün önce konuyla ilgili Sayın Bakan’ın Faruk Çelik’in yaptığı açıklama bir talihsiz açıklamadır. Resmen Alevilere ve örgütlere bir tehdittir. Aynen şunu söyledi, 8 Kasım Mitingini kastederek: Marjinal bir dil kullanarak insanları sokağa çıkarttılar, meydanlara çıkartıyorlar. Açılımla ilgili süreci sıkıntıya koyuyorlar, zarar veriyorlar.

Bu son cümle aslında diplomatik bir tehdittir. Oturun oturduğunuz yerde, Çalıştay yapacaksa da biz yaparız, sorunları çözeceksek de biz çözeriz, adını koyacaksak biz koyarız, siz kim oluyorsunuz ey Aleviler ve örgüt temsilcileri. Oturun oturduğunuz yerde bak zora girer ve ben millete derim ki, siz zora soktunuz biz ne güzel çözüyorduk.

Ama bunun çok sağlıklı bir yaklaşım olmadığını ve bizler tarafından kabul edilmeyeceğini de herkesin bilmesi gerekiyor.

Son cümlem Alevilerin devletle ilişkilenmede fazla hevesli olması Aleviliğin bitmesi anlamına gelir. Haklarımızı talep etmek, kamusal tanırlılık, bunun sınırını iyi çizmemiz gerekiyor. Oturup tekrar tekrar bu masanın başında olan Alevi örgütlerinin genel başkanları da, burada olmayanları da tekrar tekrar stratejik çalışmalar, think-thank çalışmaları yapmamız lazım. Devletle ilişkide fazla hevesli olmak bir süre sonra devletin inancı, devletin payandası, devletin yönettiği bir Alevilik anlamına gelir ki, bunu birebir bu sene bir şehirde yaptığımız bir Alevi etkinliğinde bir kaymakam çok açık söyledi.

Çok zeki ve bir Fethullahçı kaymakam, yerini söylemeyim. Aynen bu şekilde sıkı bir tartışma yapıyoruz. Şunu söyledi, dedi ki: Hiç merak etme, siz istediğiniz kadar karşı çıkın biz dedelerinize maaş vermeyi de becereceğiz, sizin örgütleriniz de bir şekilde devletle ilişkilenmelerini parayla olur başka şekilde olur başaracağız.

Aynen bunu açık açık itiraf etti, bir de çadırın içerisindeydik Ercan Bey de vardı o gittiğimiz yerde ve sonunda şuraya yazdım unutmayayım, sisteme dâhil edip sizi de dilediğimiz şekilde yönlendireceğiz diye açıkça devletin o kırmızı kitabındaki aslında realiteyi ortaya koydu. Sisteme dahil edip dilediğimiz gibi sizi yönlendireceğiz ve eğiteceğiz veyahut da bu konuda size hükmedeceğiz.

Bu nedenle ilişkinin sınırını iyi bilmek gerektiğine burada çok hevesli olmamak gerektiğine inanıyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum.



Yüklə 0,63 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   12




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin