İstanbul Küçükmustafapaşa'da XV yüzyıl sonunda kiliseden çevrilen cami



Yüklə 1,24 Mb.
səhifə26/38
tarix05.09.2018
ölçüsü1,24 Mb.
#76780
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   38

GÜNEŞ



1- Dinler Tarihi

2- Kur'an Ve Hadis

3- Astronomi

4- Edebiyat

1- Dinler Tarihi

Türkçe'nin çeşitli lehçelerinde küneş ve Kıpçak Türkçesi'nde kuyaş şeklinde söylenen kelimenin aslı kün (gün) olup dünyanın kendi etrafında bir defa dönü­şünün aydınlık kısmı ile (kündüz/ gün­düz; karanlık kısmı tün/dün) onu aydın­latan gök cismine verilen addır.581

İnsanlık tarihinde güneş kültüne tarih öncesi devirlerden itibaren rastlanmak­tadır. Kendisine tapılan bir nesne olarak güneş, zamanla gelişen din sistemleri içinde soyutlaşmak suretiyle sembolik bir kavram haline gelmiştir. Başlangıç­ta güneşin hayat bahşedici özelliği ve sonraları zamanı tesbit etmekteki ya­rarlılığı göz önüne alındığında güneş kül­tünün değişik coğrafyalarda eş zamanlı olarak başladığı kabul edilebilir. Bunun­la birlikte bilhassa soğuk kuzey iklimle­rinde güneşin hayat verici özelliği, bu iklimlerde gelişen dinlerin güneş kültü anlayışlarım daha fazla etkilemiş olma­lıdır. Zihnî gelişmenin ileri basamakla­rında güneşin semavî yönü takvim ve falcılık alanlarında da uygulamaya ko­nulmuştur. Tarih öncesi devirlerde gü­neş kültüyle ilgili bilgilerin çoğu arkeo­lojik malzemeden gelir. Kuzey Avrupa'­nın, Alacahöyük başta olmak üzere Ana­dolu'nun ve Kafkasya'nın çeşitli arkeolo­jik merkezlerinde yapılan kazılarda ele geçirilen Bronz Çağı'na ait çok sayıda güneş kursunun güneş kültünde kulla­nıldığı bilinmektedir. Öte yandan arke­oloji terminolojisinde "svastika" (gamalı haç) denilen tarih öncesi bezeme motifi de stilize edilmiş güneş kursudur.

Sumerler"de güneş tanrısı, kült mer­kezi Larsa olan Utu idi ve ay tanrısı Nan-na'nın oğlu kabul ediliyordu. Her gün doğuşundan batışına kadar gökyüzün­de dört fırtına İlâhı tarafından çekilen bir araba ile yol aldığına inanılırdı. Utu aynı zamanda adalet tanrısı idi ve dü­rüst insanların yardımcısı, kötülerin düş­manı kabul ediliyordu; yeminler de onun adı üzerine edilirdi. Utu, benzer fonksi­yonlarla ve Şamaş (Ar. şems) adıyla Sâ-mî Akkadlar'a, gelişen Mezopotamya uy­garlığı aracılığıyla da Anadolu'da oturan ve Hint-Avrupalı bir kavim olan Hititler'e geçmiştir.

Eski Mısır'da güneş kültüyle ilgisi bu­lunan tanrıların kozmogoni ile de yakın­dan ilgili oldukları ve yaratılışta önemli rol oynadıkları görülür. İlk kozmogoni, güneş tanrısı Atum'u yaratıcı tanrı ve onun kült merkezilunu582 şehrini de ya­ratılış yeri olarak göstermektedir. Da­ha sonra panteonda güneşle ilgili baş­ka tanrıların da ortaya çıktığı görülür. Bunların en önemlileri güneşin sabah, öğle ve akşam görünümlerini temsil eden Amon, Ra ve Ptah üçlüsü idi. Horus da şahin şeklinde bir gök tanrısıydı ve göz­lerinden biri güneş, diğeri ay olarak te­lakki ediliyordu. Uzun Mısır tarihinde za­man zaman Aşağı veya Yukarı Mısır'ın yükselmesi yahut birleşmesi gibi siyasî sebeplere bağlı olarak bazı tanrıların da­ha fazla önem kazandığı ve bazan da birbirleriyle özdeşleştikleri görülür. Ön­ce Eski Krallık döneminde Ra, Heliopolis'-te Atum'la Ra-Atum şeklinde özdeşleş-tirilerek ilk varolan tann sayılmış ve hem yer hem de gök tanrısı olarak kozmik

düzenin koruyucusu kabul edilmiştir. Daha sonra Orta Krallık döneminde hü­kümet merkezinin Thebes'e taşınması Ra'nın, kült merkezi bu şehir olan Amon'-la birleştirilmesine yol açmış, böylece Aşağı ve Yukarı Mısır'ın millî tanrısı ha­line gelen Amon - Ra, tanrıların kralı ve aynı zamanda firavunların da babası sayılmıştır. Yeni Krallık dönemi firavun­larından IV. AmonofİS (m.ö. 1363-1347), tahta çıktıktan kısa bir müddet sonra aslında güneşin tam zeval vaktindeki durumunun sembolü olan güneş kur­sunun tanrısı Aton'u, yani kavram olarak en güçlü güneşi tek tanrı İlân et­ti ve Akhetaton ("Aton'un ufku"; bugün­kü Amarna höyüğü) adını verdiği yeni bir şehir kurarak idare merkezini oraya ta­şıdı; kendi adını da Akhenaton'a (Aton'un hizmetkârı) çevirdi. Ancak diğer tanrıla­ra tapınma yasaklanıp Aton devlet zo­ruyla hâkim kılındığı için halk tarafın­dan benimsenmedi. Sonuçta Amon-Ra rahiplerinin başlattığı kanlı bir ayaklan­ma ile tarihin belgelerle tesbit edilebilen bu ilk monoteizmi ortadan kaldırıl­dı ve yine eski düzene dönüldü. Mısır'­da güneşin değişik isim ve sıfatlarla da olsa daima en önemli tann durumunda bulunması, hayat vericiliğinin ve kozmo­gonideki yerinin yanı sıra firavunların ba­bası sayılmasının da etkisiyledir.

Eski İran dininin bir taraftan Grek ve Roma, diğer taraftan Hindistan'ın Ve-dalar dönemi diniyle etkileşimi söz ko­nusudur; bu durum güneş kültü alanın­da da kendini göstermektedir. Eski Hint ve İran metinlerinde "gök" anlamına ge­len Varuna ve "gün ışığı, aydınlık" anla­mına gelen Mitra isimleri ortaktır. Aves-ta'da güneş hvar adını alır. Yasta'da (VI, VII) Özel bir güneş kültünün olduğu bi­linmektedir. Bu. Bundahışn (V. 1-7) ve Sâyast lâ-Sâyast'ta (XXI, 1-7) çeşitli açı­lardan dile getirilir. Fakat eski İran'ın en önemli güneş kültü tanrı Mitra etrafın­da teşekkül etmiştir. Zerdüşt öncesi dö­nemde kutsal antlaşma ve ışığın tanrısı olarak bilinen Mitra, Avesta'da savaşçı bir tanrı konumunda görülür ve bir ilâ­hi ona adanmıştır583. Zerdüştî takviminin yedinci ayında kutlanan Mih-ricân bayramı da onun adına düzenleni­yordu. Ahamenî metinlerinden anlaşıl­dığı kadarıyla Ahura Mazda ve Anahita ile birlikte Mitra'ya da tapılmaktaydı. Mitra, Kuşan İmparatorluğu döneminde Mioro adını almış ve sikkelerde bir gü­neş ilâhı olarak tasvir edilmiştir. Temel­de ışığın tanrısı olan Mitra hızlı atlarıyla her gün güneşi çekmekteydi. Bütün bu özelliklerinin dışında bereketin ve refa­hın da tannsıydı. Herodot, İranlılar'ın yer­yüzü, ateş ve su gibi güneş için de kur­ban kestiklerini nakleder584. Yine eski İran'da rahipler dışındaki in­sanların da güneş doğarken, öğle vakti ve öğleden sonra olmak üzere günde üç defa dua etmeleri istenirdi. Mitraizm'in zamanla İran topraklarının dışına taşa­rak özellikle Roma ve Anadolu'da mis­tik bir Kült sistemi geliştirdiği görülür.585

Hindistan'da güneşle ilgili kültler ol­dukça yaygındır. Her Hindu günlük faali­yetine güneşe dua ederek başlar. Bunun­la birlikte Hinduizm içerisinde bağımsız bir güneş dininden söz edilemez. Ancak Hint tanrılarından Varuna, Mİtra, Surya. Savitri (Savitar), Vişnu, Dyaus güneşle doğrudan veya dolaylı olarak irtibatlan-dınlmıştır. Rig Veda'da güneş Surya adı­nı alır; ayrıca başka pek çok isimle de zikredilir. Agni ve İndra ile birlikte Vedalar'm üç büyük tanrısından biri olan, flig Veda'daki on ilâhinin kendisine adan­dığı Surya, özellikle Kuzey Hindistan'­da yaygın bir ilâh haline gelmiştir. Ku­zeyde Kusanlar" in idaresi müddetince tann Surya etrafında Saura Hinduizmi adını alan özel bir mezhep gelişmiştir. XV. yüzyıldan sonra etkinliğini kaybe­den bu mezhebin temeli, kutsal kitabı Samba Purânaya göre Surya veya gü­neşin yüceltilmesine dayanıyordu. Hin­distan'da diğer bir Vedalar dönemi gü­neş tanrısı Savitri veya Savitar'dır. Ba-zan Surya ile özdeş kabul edilen bu tan­rı Vedalar'da hayatın kaynağını meyda­na getirir. Hinduizm'deki üç büyük ilâh­tan biri olan Vişnu da tasavvura göre hareket halindeki güneştir. Güneşle iliş­kili bir başka tanrı ise gök tanrısı Va-runa'nın gözü olduğuna inanılan Mitra'-dır. İkisinin birlikte gökyüzünde zafer arabaları sürdüğü, 1000 altın sütunu ve 1000 kapısı olan gök saraylarında yaşa­dığı kabul edilir.

"Tanrıların yolu" anlamına gelen Ja-ponlar'ın yerli ve millî dini Sintoizm'de Amaterasu güneş tanrıçası olarak düşü­nülmüş ve kendisine ibadet edilmiştir. İlk defa VII. yüzyılda yazıldığı kabul edi­len Japon kozmogonisi, ülkenin ve in­sanlarının yaratılışını, İki kutsal kitap Kojiki ve Nihongi'de kaydedilen ilâhî çift İzanagi ve İzanami mitine dayandırmak­tadır. İnanışa göre aslında kardeş olan İzanagi ve İzanami "göğün yüksek düz-lüğü'nden yere inmişler ve birleşerek seksen kara parçasını, seksen adayı ve 8 milyon tanrıyı yaratmışlardır. Onlar tan­rıların ve insanların atalarıdır; ülkeyi ve bütün bitki çeşitlerini yaratan evrensel çifttir. Başlangıçta İzanagi gök-baba, İzanami de yer-ana olarak telakki edil­mişti. Daha sonra anlatıma göre İzana­mi ateş tanrısı Kagutsuchi'yi dünyaya getirmiş, o da İzanami'nin ölümüne ve Yomi'ye (öteki dünya) gönderilmesine yol açmıştı. Bunun üzerine İzanagi Yomi'ye gitmiş ve İzanami'yi geri getirmeyi ba­şarmıştı. Dönüşte İlk işi temizlenmek ol­muş, gözlerini ve burnunu temizleme­sinden güneş tanrıçası Amaterasu, ay tanrısı Tsuki-Yomi ve şiddetli fırtına tan­rısı Susano-wo doğmuştur. Gökyüzü ve yeryüzünü kaplayan aydınlık bölgesi Amaterasu'ya, gece bölgesi ay tanrısı­na, okyanuslarla gizli varlıklar bölgesi de Susano-vvo'ya tahsis edilmişti. Milât­tan önce 660'ta başa geçen ilk Japon İm­paratoru Jimmu-Tenno, Amaterasu'nun doğrudan torunu olarak düşünülmüş, böylece güneş tanrıçası Japon dinindeki diğer tanrıların başı ve mikado (impara­tor) sülâlesinin de atası kabul edilmiş­tir. İnanışa göre Amaterasu insanların işlerini, özellikle mikadonun refah ve idaresini gözeten genel bir inayete sa­hiptir. Şînto öğretisine göre, sembolü ayna olan Amaterasu göklerde görüle­bilen ve yeryüzünde bilinip saygı duyu­lan en büyük gerçektir.

Grek dininde Apollo ile Helios güneş tanrısı olarak kabul edilmişlerdi. Özel­likle Apollo, babası baştann Zeus'la kar­şılaştırılan ve kendisine içten duygular­la ibadet edilen büyük bir tanrıydı. Bu tanrı güneşin ısıtıcılığınm, aydınlığın, mû­siki, kehanet tıp ve okçuluğun tanrısı, sığırların koruyucusu, aklî ve fizikî ye­teneklerin sağlayıcısı olarak biliniyordu; ay ve av tanrıçası Artemis de onun ikiz kız kardeşiydi. Olimpos tanrılarından ol­mayan diğer güneş tanrısı Helios. güne­şin ulûhiyyeti değil doğrudan kendisi­dir; Selene ile (ay) Eos da (şafak) titan­lar soyundan gelen bu tanrının kız kar­deşleridir, önemli tanrılar arasında yer alan Helios'un doğduğu yerden başla­yarak dünyayı çevreleyen Okyanus ırma­ğı üzerinden batış yerine doğru gökyü­zü boyunca bir saltanat arabasını sür­düğü, karanlık saatlerde de altın bir ka­yık içinde Okyanus'un derinliklerinden başlangıç noktasına, yani doğduğu yere doğru gittiği kabul edilmiştir. Mezopo­tamya'da olduğu gibi Grek dünyasında da güneş üzerine yemin edilir, ayrıca birisinden intikam alınacağında güneşe yakarı lirdi.

Belli başlı yerli Roma tanrıları arasın­da güneşe rastlanmamaktadır. Roma di­ni, başta Grek dini olmak üzere eski Ak­deniz dinlerinden ve Özellikle eski İran'da ortaya çıkmış olan Mitraizm'den önem­li ölçüde etkilenmiştir. Persler'in Mitra (yenilmez güneş) ibadetinden son dere­ce hoşlanan Romalı askerler, onu Tuna nehrinden Britanya'ya kadar bütün im­paratorluk topraklarına yaymışlardır. Her ne kadar Mitraizm ilk defa milâttan ön­ce 67'de Roma'ya ulaşmışsa da yayılma­sı milâttan sonra II. yüzyılda, eğitimli sı­nıfların onun cazibesine kapılmasından sonra olmuştur. Mitra'nın Romalı as­kerler arasında çok sevilmesinin sebep­leri askerlerin cesaret, itaat, açıkgözlü-lük, başarı ve kendine güvenini sembo­lize etmesidir. Diğer taraftan 270'lerde imparatorluğun bu inancı sahiplenmesi de onun yayılmasını hızlandırmıştır. Mit­ra'nın Roma dünyasına cazip gelmesi­nin diğer bir sebebi ise onun sır ve hik­met karışımı görüşlere sahip olmasıdır. Bu görüşler, ruhun ölümsüzlüğü ve yedi gezegen sahası boyunca yükseldiği inan­cı üzerinde yoğunlaşmıştı. Mitraizm'in Roma'da üstünlük sağlamasıyla Hıristi­yanlığın yükselişi arasında sıkı bir ben­zerlik bulunmaktadır. Mitra'nın da bir kayadan veya Hz. Isâ gibi mağarada bir bakireden doğduğu, mucizeler göster­diği, daha sonra Ahura Mazda'nın onu hakikat ve aydınlık tanrısı, arkasından da yüce varlığın güneş tanrısı haline ge­tirdiği, nihayet göğe yükseldiği ve ora­da ölümsüzler arasına karıştığı, ayrıca kendisine inananlara yardım etmeye ve onları kutsamaya her an hazır olduğu inancı benimsenmişti. Mitraizm'deki bu hayatın son olmayıp sonsuz mutluluk veya acı dolu bir hayata geçiş olduğu, mahşer günü Mitra'nın çağırmasıyla Ölü­lerin kabirlerinden kalkacağı, dünyada iyilik yapanların göğe yükseleceği, kötü­lerin ise karanlıklar bölgesine atılacağı yolundaki inançlar da Hıristiyanlık'takİ-lerle benzerlik taşıyordu. Aynı şekilde hıristiyanlardan önce Mitra istler'de haf­tanın ilk günü pazardı ve 25 Aralık da Hz. isa'dan önce Mitra'nın doğum günü idi. Mitraizm, IV. yüzyılın sonlannda di­ğer putperest Kültlerle birlikte şiddet­le yasaklanmış, Hıristiyanlığın Roma'ya hâkim olmasının ardından da tamamen ortadan kalkmıştır.

Aztek kozmogonisine göre insanlığın yaratılışı, her biri büyük bir tanrı tarafından idare edilen beş döneme ayrıl­maktadır.



1- Jaguar Güneşi. Bu dönemin nezaretçi tanrısı, sonunda kendini gü­neşe dönüştüren Tezcatlipoca idi. Onun zamanında jaguarlar insanları ve yeryü­zünü imar eden devleri yemişlerdir.

2- Rüzgâr Güneşi. Kasırgaların dünyayı tah­rip ettiği ve sonunda insanların maymu­na dönüştüğü bu devrin nezaretçi tan­rısı Ketzalkoatl'dir.

3- Ateş Yağmuru Gü­neşi. Nezaretçi tann Tlaloc'tur. Yağmur tanrısı Tlaloc'un dünyaya ışık verdiği bu dönem bir ateş yağmuruyla sona ermiş­tir.

4- Su Güneşi. Su tanrıçası Chalchiuhtli-cue'nin nezaret ettiği dönemin sonun­da bir tufan gelip insanları balığa dö­nüştürmüştür.

5- Hareket Güneşi. Aztek-ler'in de yaşamış olduğu son kozmik dö­nemin adı dünyayı sona erdirecek olan zelzeleyi haber vermektedir; nezaretçi tanrı güneş tanrısı Tonatiuh'tur. Her dö­nemin sonunda tamamen yok edilen ve ardından daha yüksek bir derecede ye­niden yaratılan insanların yaratılış ama­cı, insan yüreği yedirerek güneş tanrısı­nın kuvvetini tazelemektir. Bu yüzden Aztekler savaşta ele geçirdikleri düş­manlarının yüreklerini güneşe takdim ederlerdi; böylece yaptıkları savaşlara da meşruluk kazandırmış oluyorlardı.

Eski Türk dininde güneş kültü mev­cutsa da güneş kozmogonide yer tut­mamış, sadece gök tanrı İnancına daya­lı sistemin önemli bir parçasını oluştur­muştur. Hunlar'dan itibaren kutsal ka­bul edilen güneş dişi, ay ise erkektir. Güneş ve ay insanın ölümlü olmasına karşılık ebedîdir; ancak kendilerine ait güçleri yoktur, güçlerini ve ışıklarını tan­rıdan alırlar. Altay Türkleri, güneşin kı­rıntılarından yaratılan ve insanlara dai­ma iyilik getiren tanrı Suyla'ya da çok önem verirlerdi. Sibirya kavimlerinden Ostyaklar güneşe ve lekelerine bakarak fal açarlardı. Şamanlar üzerlerine ay ile güneşi temsil eden yuvarlak levhalar ta­karlardı ki bunlar da sihir amacıyla kullanılmaktaydı. Marco Polo'nun seyahat-nâmesiyle Oğuzndme'deki ifadelerden anlaşıldığı kadarıyla güneş bayraklarda amblem olarak da resmediliyordu.586 Güneşin sembolik hayvanı ise kartaldı. Türkler'in Maniheizm'İ kabul edişiyle bir­likte güneş dinî önemini yitirmiş, ancak yine de Türkçe Maniheist metinlerde Kün Teglıri adıyla varlığını sürdürmüştür.

İbrânîce Eski Ahid'de güneş için şemeş ve heres kelimeleri kullanılır; rabbinik literatürde ise bazan "sıcaklık" anlamın­daki hâmmâh kelimesine de rastlanır. Yahudi geleneğine göre güneş, mevsim­lerin düzenlenmesi ve günün aydınlatıl­ması için Allah tarafından yaratılışın dör­düncü gününde meydana getirilmiştir587. Güneşi yapan ve ha­zırlayan Allah588 ona emir verir, o da itaat eder589; ay­rıca görevini yapmak suretiyle Allah'a hamdetmiş olur590. Gü­neş sonunda kararacak591, fakat Allah'ın hâki­miyeti başladığında şimdikinden yedi kat daha fazla parlayacaktır592. Bu ifadelerden, er­ken yahudi düşüncesinde güneşin sade­ce bir gök cismi olarak algılandığı anla­şılmaktadır. Eski Ahid'de güneş, özel­likle Filistin'deki güneş kültleri hakkın­da bilgi verilirken geçer. Buna göre böl­gede Beth Semeş593 ve En Şemeş594 gibi Önemli güneş kültü merkezleri var­dı. Yahudilere bu kült kesinlikle yasak­lanmış595 ve güneşe kulluk edenin taşlanarak öldürüleceği bildiril­miştir596. Bununla birlik­te Yahuda Kralı Manasse bu kültü res­men kabul etmiş597, Kral Yoşiya ise yasaklayıp ortadan kaldırmış­tır598. Ancak Hezekiel'in günlerinde dahi bu kültün yahudiler ara­sında mevcudiyetini sürdürdüğü görül­mektedir599. Rabbinik ge­lenekte güneşin nasıl yaratıldığıyla ilgili pek çok rivayet nakledilmiştir. Bunlara göre güneş ve ay eylülün 28'İnde yara­tılmış, başlangıçta ikisinin hacmi eşit iken sonradan ayınki küçültülmüştür. Önce güneş Ya'küb'un hâmî yıldızıydı, fakat daha sonra Allah güneşi Esav'a, ayı Ya'küb'a uygun gördü. Cehennemde kötüleri yakacak olan ısının kaynağı da güneştir. Ayrıca Yahudilik'te her yirmi sekiz yılda bir defa kutlanan "güneşe şükran" günü vardır. Son olarak 18 Mart 1981'e rastlayan bu günde Allah'ın gü­neşi yaratması ve güneşin bereketi tak­dis edilir.

Yeni Ahid'de güneşle ilgili inançlar ge­leneksel yahudi görüşü doğrultusundadır. Güneş yalnızca bir gök cismidir ve her­hangi bir kutsiyete sahip değildir600. Bazan da ölümü sembolize etmek için kullanılmıştır.601 Fakat Ortaçağ ikonografisinde güneşin Hz. İsa'nın sembolü olarak kullanıldığı görülür. Romanesk sanatta za­mana hâkim olan Hz. îsâ zamanı belir­leyen güneşle özdeş tutulmuş ve bir gü­neş diski halinde tasvir edilmiştir. Hıris­tiyan İkonografisinde Hz. îsâ ve azizle­rin başında bulunan hâlenin kökeni de bazı uzmanlarca aya, bazılarınca güne­şe bağlanmaktadır.



Bazı araştırmacılar. Câhiliye dönemi dininin temelde yıldızlara tapmak oldu­ğunu ve bütün tanrı isimlerinin özde Ay (baba), Güneş (anne) ve bunların kızları Zühre'den (Venüs) meydana geien se­mavî üçlüye (trinity, teslîs) irca edildiğini söylemektedirler. Kur'ân-ı Kerîm'de, "Ge­ce ve gündüz, güneş ve ay O'nun alâ-metlerindendir. Eğer Allah'a ibadet et­mek istiyorsanız güneşe de aya da sec­de etmeyin; onları yaratan Allah'a sec­de edin"602 denilmek su­retiyle Câhiliye Arapları arasında güneş kültünün mevcudiyeti belirtilmektedir603. Tedmûr kitabele­rinde erkek olarak geçmesine rağmen Câhiliye Arapları güneşi dişi kabul et­mişlerdi. Maînliler, Hadramutlular. Ka-tabânlılar ve Sebeliler arasında güneşin bir tanrıça ve ay tanrısının kızı olduğu­na inanılırdı. Arabistan'da güneş kültü­nün ne zaman başladığı bilinmemekte, ancak Câhiliye dönemi onomastiğinde sıkça rastlanan Abdüşems adından İs­lâmiyet'in çıkışına kadar yaygın biçimde devam ettiği anlaşılmaktadır.604

Bibliyografya:



Clauson, Dictionary, s. 725, 729, 734; Hero-dotos. Tarih (trc. Müntekim Ökmen), İstanbul 1973, s. 71; Şehrlstânî, el-Milel (Kîlânîi, !, 230-232; G. L. Berry. Religİons of the World, !Sew York 1873, s. 24, 36-40, 53, 56-58; J. F. Clar-ke. Ten Great Religİons, New York 1896, s. 96-98; S. Mathews - G. B. Smith, A Dictionary of Religion and Ethlcs, London 1921, s. 13-14, 30-33. 120-121, 133-134, 139, 229-230, 272, 301, 318, 410, 413, 429-432, 449, 461-462, 482; G. W. Gilmore. "Light and Darknes", a.e. 5. 260; D. Saurat, A History of Reiigions, Lon­don 1934, s. 86 vd.; M. Eliade. Traitû d'histo-ire des reiigions, Paris 1949, s. 117-141; a.mlf., Patterns in Comparatlue Religİons, London 1976, s. 231-233, 343; a.mlf.. Histoire des cro-yances et des İdĞes religieuses, Paris 1983, II, 349, 390-391; A. Schimmel. Dinler Tarihine Giriş, Ankara 1955, s. 25, 34, 54-57, 152-159, 162, 167-168, 179, 189, 193; 0. J. VVİseman. "Babylonia", NBD, s. 123-124; J. S. VVright "Divination", a.e., s. 320-321; K. A. Kitchen, "Egypt", a.e., s. 351-352; T. C. Mitchell, "Moon", a.e, s. 841-842; W. J. Cameron, "Sun", a.e., s. 1223; H. Ringgren - A. V. Ström, Retigions of Mankinditrc. N. L. lensem), Philadelphia 1967, s. 34, 56-58, 134, 234, 294, 305-306, 345, 409-411; H. J. Schoeps, An intelligent Guide to the Religions ofMankind, London 1967, s. 53, 91-94, 117-123, 134-137; Cevâd Ali, el-Mufaşşal, VI, 51, 55; F. H. Hilliarad, How Men Worship, London 1969. s. 15-28, 37-39, 75; N. Smart, The Religious Experience ofMankind, New York 1969, s. 33, 91, 185, 286-287, 293-299, 310, 317-320, 325-326, 333-334; a.mlf. The World's Retigions, London 1989, s. 182-185, 193-199; G. van der Leeuw, Le religion, Paris 1970, s. 55-61; DCR, tûr.yer.; Azra Erhat. Mitoloji Sözlü­ğü, İstanbul 1972, s. 168; S. Morenz, Egyptian Religion (trc. Ann E. Keep), Mew York 1973, s. 16-30, 43, 66, 116-118, 144-145, 163, 174-179, 243-344; İsmail Raci al-Faruki, "The An-cient Near East: Mesopotamia", Historical At­las of the Religions of the World, McmÜlan 1974, s. 3, 10-11; S. Lauchİli, "Ancient Greece and Rome", a.e., s. 41; G. Partinden V/orship in the World's Religions, London 1974, s. 40; T. Ling, A History of Religion East and West, Mcmillan 1974, s. 1-2; Behçet Necatigil, Mitologya, İs­tanbul 1978, s. 12-13, 17-18, 25; G. C. Vaillant, Aztecs ofMeKİco, London 1978, s. 52, 176-180, 191-192; M. Bucaille. Kitâb-ı Mukaddes, Kur'ân ve Bilim (trc. Suat Yıldırım), İzmir 1981, s. 54; J. Chevalier — A. Gheerbrant, Dictionnaire des symboles, Paris 1982, s. 891-896; Ekrem Sa-rıkçıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Ta­rihi, İstanbul 1984. s. 27-28. 71. 74-75, 100-102, 121; Şaban Kuzgun, İslâm Kaynaklarına Göre Hz. İbrahim oe Haniflik, Ankara 1985, s. 29-49; Hikmet Tanyu. Türkler'de Tek Tanrı İnancı, İstanbul 1986, s. 156; J. R. Hinnells. Dic­tionary of Religions, London 1988, tür. yer.; M. M. Şerif, İslâm Düşüncesi Tarihi, istanbul 1990, c. I; Bahaeddin ögel, Türk Mitolojisi, İstanbul 1991, !l, 47-51; H. Biedermann, Dictionary of Symbolism, New York 1992, s. 330-332; Sina-si Gündüz, "Kur'an'daki Sâbüler'in Kimliği Üzerine Bir Tahlil Denemesi", Türkiye i. Din­ler Tarihi Araştırmaları Sempozyumu, Sam­sun 1992, s. 43-81; Günay Tümer - Abdur-rahman Küçük, Dinler Tarihi, Ankara 1993, s. 89, 107; M. Fatih Keşler, Kafanda Yahudiler oe Hıristiyanlar, Ankara 1993, s. 44-48; J-P. Roux, Türkler'in oe Moğollar'in Eski Dini (trc. Aykut Kazancıgİl), İstanbul 1994, s. 103-109; a.mlf., "Turkic Religions", ER, XV, 87-94; R Challaye. Dinler Tarihi (trc. Semih Tiryakioğlu), İstanbul, ts., s. 101-102; T. H. Gaster, "Sun", IDB, IV, 463-465; E. R. Pike. Encyclopedia of Religion and Religions, London 1951. tür.yer.; An. Pa.. "Aztec", EBr., II, 937-939; David Car-rasco. "Aztec Religion", ER, II, 23-29; Thorkild Jacobsen, "Mesopotamİan Religions", a.e., IX, 447-466; Gherardo Gnoli, "Mithraism", a.e., IX, 580-582; S. Young, "Stars", a.e., XTV, 42-46; Jean Rhys Bram. "Sun", a.e, XTV, 132-143; F. von Oefele, "Sun, Moon and Stars (Introduc-tory)', ERE, XII, 48-61; E. N. Fallaize. "Sun, Moon and Stars (Primitive)", a.e., XII, 62-65; S. Hagar, "Sun, Moon and Stars (American)", a.e., XII, 65-71; E. J. Thomas. "Sun, Moon and Stars (Buddhistr, a.e., XII, 71-73; M. A. Can-ney, "Sun, Moon and Stars (Hebrew)", a.e., XII, 80-83; A. S. Geden, "Sun, Moon and Stars (Hindu)", ae, XII, 83-85; M. Anesaki, "Sun, Moon and Stars (lapanese)", a.e, XII, 88.

2- Kur'an Ve Hadis

Yeryüzündeki hayatı ve ilk dönemler­den beri insanları birçok bakımdan et­kileyen güneş, Kur'ân-ı Kerîm'in üzerin­de en çok durduğu iki gök cisminden biri olup (diğeri ay) Allah'ın üzerine ye­min ettiği nesneler arasında yer alır; bu yeminin geçtiği 91. sûre onun adını ta­şımaktadır (eş-Şems). Güneş Kur'ân-ı Ke-rîm'de otuz bir defa şems, bir defa da "gündüzün işareti" anlamında âyetü'n-nehâr adıyla anılmıştır605. Güneşin ışık kaynağı, ayın ise yalnızca parlak olduğunu ifade etmek için bun­ların farklı kelimelerle nitelendirildikleri görülür. Güneş hakkında gösterici (mutsıra), ziyâ ve yanıp parlayan bir lamba (sirâcün vehhâc) veya sadece lamba {sirâc) gibi benzetmeler yapılmış ve bu kelime­lerin bir kısmı bazan tek başına zikre­dilmiştir606. Bunun yanında sa­dece aydınlık oluşu veya parlak kılındığı belirtilmiştir607. Güneş için değişik sı­fatlar seçilmesi, onun çeşitli durum ve işlevlerini açıklamak amacıyla, meselâ yanıp parlayan bir lamba veya bir çera-ğa benzetilmesi, enerji kaynağının ken­di içinde bulunduğunu anlatmak İçin ola­bilir. Hz. Peygamber'in bazı hadislerin­de cehennemle güneş arasında benzet­meler yaptığı görülmektedir. Meselâ. "Ateş (nâr) rabbine, "Benim bir kısmım diğer kısmımı yiyor' diye şikâyette bu­lundu. Yüce Allah da onun biri yazın, öte­ki kışın olmak üzere İki defa nefes al­masına izin verdi. Mâruz kaldığınız en şiddetli sıcaklarla, sizi en çok üşüten zemheri işte budur"608 şeklindeki söz­leriyle Resûl-i Ekrem'in, "güneşte de­vamlı surette hidrojen gazının helyuma dönüştüğü ve bu sırada ortaya enerji çı­karken bu gazın devamlı surette azaldı­ğı" gerçeğini anlatmak istediği düşünü­lebilir. Yazın sıcak günlerinde öğle na­mazının serinlik çıkıncaya kadar erte­lenmesini tavsiye ederken de Hz. Pey­gamber'in yine böyle bir benzetmesiyle karşılaşılmaktadır609. Kur'an'da cennetin mutedil iklimi anlatılırken de şems kelimesi "ha­raret" anlamında kullanılmıştır.610

Işık kaynağı olan gök cisimlerinin ya­ratılışı şüphesiz ki sonradan vuku bulan bir olaydır; daha önce uzayda mutlak bir karanlık hüküm sürüyordu. Konuy­la ilgili âyetlerde karanlığın aydınlıktan önce zikredilişi bu gerçeğin bir ifadesi sayılabilir. Meselâ, "Hamd gökleri ve ye­ri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur"611 mealindeki âyet ile, "Göklerle yer bitişik bir halde iken... "612 me­alindeki âyetin tefsirinde Abdullah b. Ab-bas ilk önce ortada yalnız karanlığın bu­lunduğunu söyler.613 Işık veren kütlelerin bu duruma gelişini anlatmak için âyetlerde "caT (yapma; yaratma, yoktan var etme) fiili, "mevcut bir madde ve nesneye belli şekil ve ni­telikler kazandırma" anlamıyla kullanıl­mıştır. Buna göre yukarıdaki âyette yer alan "önceleri göklerle yerin birleşik tek bir kütle olduğu" ibaresiyle, "gök adala­rın (galaksi) başlangıçta kızgın birer gaz bulutu iken (nebüloz) zamanla yıldızların ateş topu şeklinde yoğunlaşması üzeri­ne bugünkü duruma geldikleri" ilmî tes-bitinin dile getirilmiş olduğu düşünüle­bilir. Tek başına güneşin aydınlatma ni­teliği anlatılırken de daima ca'l fiilinin kullanıldığı görülür. Bazan da, "Allah gö­ğün gecesini karartıp aydınlığını ortaya çıkardı"614 âyetiyle, "0 -karanlıkları- yanp sabahlan çıkarandır"615 mealindeki âyette oldu­ğu gibi güneşin adı anılmadan aydınlat­ma olayına dikkat çekilir.

Kur'an'da diğer gök cisimlerinin oldu­ğu gibi güneşin de hareketlerine yer ve­rilmiş ve bu hareketlerden "sibâha" (yüz­me) ve "cerâ" (akma) fiilleriyle bahsedil­miştir. İki âyette geçen sibâha fiilinin her iki yerde de felekle birlikte kullanıl­dığı görülür: "0 geceyi, gündüzü, güne­şi ve ayı yaratandır. Her biri bir felekte yüzmektedir"616; "Ne gü­neş aya yetişebilir ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir felekte yüzmekte­dir"617. Bu âyetlerde felek ile gökyüzü (veya gök cisimlerinin yörünge­leri; bk. felek) kastedilmekte ve ayla güneşin burada birbiriyle yarış içinde ol­madan -birer gemi gibi- kendi rotala­rında yüzdükleri bildirilmektedir.

Cerâ fiili ise güneşin ve diğer gök ci­simlerinin büyük çaplı dairevî hareket­leriyle ilgili olmalıdır. Bu konuda beş ay­rı âyet bulunmakta ve bunların yalnız birinde618 sadece güneşin hareketi söz konusu edilmektedir: "Güneş kendisi için belirle­nen yerde akar. İşte bu azîz ve alîm olan Allah'ın takdiridir".619 Mü-fessirler bu âyete zaman ve mekân açı­sından olmak üzere iki ayn yorum ge­tirmişlerdir. Mekânı esas alanlara göre güneş belli bir noktaya kadar, zamanı esas alanlara göre ise belli bir sürenin sonuna kadar akıp gitmesine devam ede­cektir. Müfessirlerin büyük çoğunluğu ikinci görüşü benimsemiş, fakat hare­ket için ayrı ayrı zaman süresi tayin et­miştir. Bir kısmına göre bu, âlemdeki mevcut düzenin bozulmasına kadar ge­çecek olan zamandır; bazıları ise güne­şin akıp gitmesini yıllık veya günlük ha­reketi olarak anlamışlardır620. Herhalde güneşin bu tayin edilmiş akıp gitme hareketiyle Herkül takım yıl­dızına doğru gidişi, yani Samanyolu içe­risindeki saatte 72.000 km. hızla 250 milyon yılda tamamladığı hesaplanan bir dönüşü kastedilmiştir. Abdullah b. Mes'ûd, İkrime ve Abdullah b. Abbas gü­neşin söz konusu hareketiyle ilgili âyeti. "Güneş hiç durmadan ve herhangi bir gevşeklik göstermeden devamlı surette bir tarafa doğru akıp gider" şeklinde an­lamışlardır. Böyle mâna verildiğinde âyet. "Düzenli seyreden güneşi ve ayı size fay­dalı kıldı..."621 âyetiyle de uyum içinde olmaktadır622. Güneşin akıp gitme hareketiyle ilgili âyet hakkındaki Hz. Peygamber'in açıklama­sı ise şöyledir: "Resûl-i Ekrem -etrafın­dakilere-, 'Bu güneş nereye gidiyor bili­yor musunuz?" diye sordu. Oradakiler, 'Allah ve resulü bilir' dediler. Bunun üze­rine Peygamber şu açıklamada bulundu: 'Güneş arşın altındaki belli yerine kadar gider ve orada secdeye kapanır. Secde durumunda iken ona, yüksel ve geldi­ğin yerden geri dön denilir; o da geri dönüp doğu tarafından doğar. Sonra arş altındaki belli yerine varıncaya kadar akıp gider. Orada secdeye kapanır ve bu halde iken ona. yüksel ve geldiğin yerden geri dön denilir; o da geri dö­nüp doğduğu yerden tekrar doğar ve bu şekilde akıp gitmesine, insanlar Allah'­tan korkmadan her istediklerini yapar hale gelinceye kadar devam eder. Niha­yet yine arşın altındaki belli yerine vardığı zaman ona. yüksel ve batıdan doğ denilir; o da batısından döner".623

Kur'an'da ve hadislerde kıyamet sıra­sında vuku bulacak olaylar anlatılırken güneşten bahsedilir. Bazı müfessirler. "Güneşle ay bir araya getirildiği zaman"624 mealindeki âyeti gü­neşle ayın ve dolayısıyla dünyanın çar­pışması şeklinde yorumlamışlardır. Bir hadiste de güneşin arza çok yaklaşa­cağı ve o sırada insanlardan ter boşa­lacağı ifade edilmektedir625. Adını güne­şin kıyamet günündeki halinden alan Tekvîr sûresinde ise güneşin dürülüp tortop edileceği bildirilmektedir.626

Güneş, gökteki belirli düzenin bozul­masına kadar olan sürede bütün seyir ve dönüşlerini hiç şaşmaz bir şekilde ve ince bir plan dahilinde sürdürecektir. "Güneş ve ay bir hesaba göre hareket etmektedir"627 mealin­deki âyet bu durumu açıklamaktadır. Güneşle ayın hareketleri insanlık için bi­rer takvim oluşturmuş ve İslâmiyet'te belli bazı ibadetler zamana bağlı oldu­ğu için Kur'an özellikle bu hususa dik­kat çekmiştir: "Biz geceyi ve gündüzü birer delil olarak yarattık ve rabbinizin nimetlerini aramanız, aynca yılların sa­yısını ve hesabını bilmeniz için gecenin karanlığını silip yerine gündüzün aydın­lığını getirdik".628

Ay ve güneş tutulması (husuf ve küsûf) eski çağlardan beri kehanete dayalı yo­rumlara tâbi tutulmuştur. Hz. Peygam­ber bunlara sadece birer tabii gök olayı şeklinde bakmış ve ilim dışı yaklaşımla­ra şiddetle karşı çıkmıştır. 9 (630) yılın­da ölen oğlu İbrahim'in defni sırasında güneş tutulunca bazı kimseler bunu Câ-hiliye dönemi inanışlanyla yorumlamak istemişler, Resûl-i Ekrem ise insanları bu tabii olay karşısında onun yaratıcısı olan Allah'ı teşbih etmeye ve iki rek'at küsûf namazı kılmaya davet etmiştir.629

"Gökte burçlan var eden, onlann için­de bir sirâc (güneş) ve nurlu bir ay ba­rındıran Allah yüceler yücesidir"630 mealindeki âyette güneş ve ay gökteki burçlar sistemine nisbet edil­miştir. Bazı müfessirler, âyette geçen "sirâc" kelimesini güneş yerine öteki par­lak yıldızlardan biri olarak yorumlamış­lardır.631

İslâmiyet güneşe, Allah'ın varlığının bir belgesi ve insanlığın hizmetkârı632 olmaktan başka bir göz­le bakmamıştır.



Bibliyografya:

Buhârî. "Bed'ü'1-halk", 4, 10, "Tevhîd", 22-23, "Tefsir", 36/1, "Fiten", 25, "Enbiyâ'", 3, 9, "Küsûf", 1, 6; Müslim, "Mesâcid", 180, 185, "îmân", 248, 250, "Küsûf", 10; İbn Mâce, "Fi-ten", 32; Nesâî, "Küsûf", 10; İbn Kuteybe. Tef-sfru garibi'I-Kur'ân (nşr. Seyyid Ahmed Sakr), Beyrut 1398/1978, s. 365; Taberî, Cami'ul-beyân (Bulak), XII, 12; XVII, 17-19; XIX, 19-20; XXI, 7; Hâkim, et-Müstedrek, IV, 571; Beyhakî. el-Esmâ* üe'ş-şıfât. Kahire 1358, s. 393-394; Zemahşerî, et-Keşşâf{r\şr. M. MursîÂmir), Ka­hire 1397/1972, V, 96; İbnü'I - Cevzî, Zâdü't-mesîr, VII, 19; Fahreddin er-Râzî, Mefâtlhu'i-ğayb. Tahran, ts., (Dârü'l-KÜtÜbİ'l-ilmiyyel. XX, 71, 167-168; Kurtubî, el-CAmC, X, 9; Xi, 286; XIII, 65; XV, 28; Ebü'l-Berekât en-Nesefı, Tef­sir, Kahire, ts. (Dâru îhyâi'l-kütübi'l-Arabiyye), IV, 454; NîsâbûrT. Ğarâ'ibü'l-Kur'ân (Taberî, Cambul-beyân IBulak] içinde), XVII, 19; İbn Balaban. el-İhsân bi-tertîbi Şahitti İbn Hibbân {nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût], Beyrut 1407/1987, IX, 277; Ebü's-Suüd, Tefsir, Beyrut, ts. (Dâru İhyâi't-türâsi'l-Arabî), VII, 168; M. Ali es-Sâbû­nî, Muhtaşaru Tefsiri ibn Kesîr, Mekke, ts. (el-Mektebetü'l-Faysaliyye), II, 506-507; III, 163-164; M. Bucaille. Tevrat, İndiler, Kur'ân-ı Ke­rim oe Bilim (trc. Suat Yıldırım), İzmir 1981, s. 239, 248.



3- Astronomi

Güneşin yere göre görünür hareketi­ni en iyi biçimde açıklayan ilk önemli teori, milâttan önce 11. yüzyılda yaşamış ünlü bilim adamı Hipparkhos tarafından ortaya atılmıştır. Hipparkhos, güneşin hareketlerini açıklamak için Aristo'nun evren modeline uygun bir sistem geliştir­miştir. Aristo'nun evren modeli şöyledir: Yer evrenin merkezinde ve hareketsiz­dir; güneş dahil bütün gök cisimleri ye­rin etrafında dairesel olarak dönerler ve hızları sabittir. Ancak yapılan gözlemler, gezegenlerin muntazam bir hızla hare­ket etmediğini ve ayrıca yerden uzak­lıklarının sürekli değiştiğini göstermek­teydi. Dolayısıyla gözlemler Aristo'nun temel prensipleriyle uyuşmuyordu. Hip­parkhos dış merkezli (eksantrik) bir sis­tem kullanarak aradaki uyuşmazlığı or­tadan kaldırmaya çalıştı.

Hipparkhos tarafından ileri sürülen ve daha sonra Batlamyus'un geliştirdiği bu teoriyi İslâm astronomları olduğu gibi kabul etmişlerdir. Buna göre güneş ger­çekte kendi mümessel yörüngesinde de­ğil bu yörünge ile aynı düzlemde bulu­nan dış merkezli bir yörünge, yani "merkezi kaymış" bir daire (felekül-hâricil-merkez. dış merkezli daire, eccentric) üze­rinde bir yıllık sürede dolanmaktadır; bu daire güneşin dış merkezli yörünge-sidir. Buna göre güneş bir yıl boyunca V yarı çaplı bir daire çizer, yer ise bu merkezden "e" kadar bir mesafede bulunur (şekil 1). Burada önemli olan yerin merkezden ne kadar kaydırılacağının, yani dış merkezliliğin (eccentricity) hesa­bıdır. Hipparkhos, bu yörüngenin mer­keziyle yerin merkezi arasındaki mesa­feyi mevsim farklarından faydalanarak hesaplar ve bunu, yörüngenin yarı ça­pı her biri "p" ile ifade edilen altmış bi­rim kabul edildiğinde 2,5P olarak verir. Bu değeri Batlamyus 2? 29", Bettânî 2,08p, Muhammed b. Mûsâ el-Hârizmî ise 2,16? - 2.33p olarak vermektedir.

Yerin merkezden ne kadar kaydırıla­cağının tesbiti için kullanılan bu yöntem­de dönence noktalarının kesin biçimde belirlenebilmesi çok zor olduğundan da­ha başlangıçta işin içine hata giriyordu. Başka bir yöntem de geliştirilemediği için bu uygulama XVI. yüzyıla kadar sür­dü. Copernicus (ö. 1543) ve Tycho Brahe (ö. 1601), dönence noktalarını hesaba katmayan ve "üç gözlem noktası yönte­mi" adı verilen yeni bir usul geliştirdi­ler. Ancak bunun İslâm dünyasında çok önceleri Bîrûnîfö. 1061 |?|1, Nasîrüddîn-i Tûsî. Müeyyedüddin el-Urdî ve Nizâmed-din en-Nîsâbûrî gibi ilim adamları tara­fından kullanıldığı bilinmektedir. Takıy-yüddin er-Râsıd da (ö. 1585) Sidretü'l-müntehâ adlı eserinde, gök cisimlerinin yörünge elemanlarını hesaplamak için bu üç noktalı yöntemi uygulamış ve Co­pernicus ile Tycho Brahe'nin çalışmala­rını daha ileri götürerek dış merkezlik değerini 2? O1 34" 6m 53IV 41v 8VI şek­linde vermiştir. Bu değer Copernicus'ta 1" 56'. Tycho Brahe'de ise 2p 91 2" 24'"1-tür. Bu sistemde birincisi, dış merkezli dairenin merkezinden bakıldığında gü­neşin ortalama hareketiyle oluşan açı­sı, ikincisi, güneşin yerden bakıldığında görülen hareketiyle oluşan A açısı, üçün­cüsü, güneşte birleşen bu iki görüş hat­tının meydana getirdiği K açısı olmak üzere üç açı ortaya çıkmaktadır (bk. şe­kil). Bunlardan V açısına "güneş düzel­timi" (ta'dîlü's-şems, equation of sun) de­nir ve en büyük değeri Hipparkhos ta­rafından 2° 13', Me'mûn zamanında ya­pılan ölçümlerde ve Bettânî tara­fından da olarak hesaplanmıştır. Buna göre V açısının yardımıyla kolay.

Böyle bir dış merkezli sistemde güne­şin hareketi bakımından iki nokta mey­dana gelir. Bunlardan biri güneşin yere en yakın olduğu "perije noktası" (hadîd), diğeri de en uzak olduğu "apoje nokta-sı'dır (eve). Batlamyus apoje noktasının sabit olduğunu kabul etmiş, İslâm astro­nomları ise bu fikre karşı çıkmışlardır. Bu noktanın hareket ettiğine ilişkin ilk verileri Bettânî'nin (o. 929] bulduğu söy­lenirse de Fergânî (ö. 861'den sonra) Cevömicu cilmi'n-nücûm adlı eserinde apojenin hareketinden bahseder ve bu noktanın yılda 36" katederek ekliptiğin kutuplan etrafında batıdan doğuya doğ­ru döndüğünü belirtir. el-Mecistî'nm doktrinlerinden birine karşı çıkış olan bu görüş diğer İslâm astronomları ta­rafından da benimsenmiş ve daha son­ra Batı'ya geçmiştir. Apojenin yıllık ha­reketini Copernicus 24", Tycho Brahe 45" ve Takıyyüddin er-Râsıd da 63" ola­rak tesbit etmişlerdir; gerçek değer ise 61"'dir.

İslâm astronomları, gece-gündüz eşit­liği zamanının geriye kayma (precession of the equinoxes) miktarını da oldukça doğ­ru bir şekilde belirlemişlerdir. Konuya ilişkin ilk bilgileri verenler Mâşâallah b. Eseri ile (ö. 815) Fergânî'dir. Mâşâallah b. Eseri Mo Vi/efü hareketi 1 -eflâk ad­lı eserinde, sabit yıldızlar küresinin bir yüzyılda bir derece (bir günde 36") katet-tiğini belirtir. Aynı değeri Fergânî de ver­mektedir ki bu Batlamyus'un bulduğu ile aynıdır. Bu değeri Bettânî 54". Nasîrüd­dîn-i Tüsî ise günümüzde tesbit edilen 50". 26'lık değere çok yakın bir şekilde 51" olarak hesaplamıştır. Zamanın ölçülmesini, güneşin bir yıl süresince dış merkezli kendi yörüngesi boyunca dolanımı ile doğudan batıya doğru olan günlük hareketi tayin etmek­tedir. Güneş bir yılda burçlar kuşağının on iki burcunu kateder ve tekrar başlan­gıç sayılan Koç noktasına (nuktatü'l-i'tidâl, ilkbahar noktası, vernal point) geri döner. Batlamyus, bu hareketin miktarını 365 gün 5 saat 55 dakika 12 saniye, Bettânî de 365 gün 5 saat 46 dakika 24 saniye olarak verir; gerçek miktar ise 365 gün 5 saat 48 dakika 46 saniyedir.

İslâm astronomları, güneş tutulmala­rının başlangıç ve sürelerini tayin etme usullerinde güneşin paralaksı. görünür büyüklüğü, yere olan uzaklığı gibi ko­nularda Batlamyus'un görüşlerini be­nimsemişlerdir.

Evrenin merkezinde yerin değil güne­şin bulunduğu düşüncesi Copernicus ta­rafından ortaya konulmuştur. Gerçi Co-pernicus'tan çok önce. Grek astronomu Samoslu Aristarkos da (ö. milâttan önce 230) güneşi merkez alan bir sistem öner­miş, ancak bunu o dönemde hâkim olan Aristo fiziği sebebiyle kimseye kabul et-tirememişti. Copernicus'a göre evrenin merkezi güneştir; yer de dahil olmak üzere bütün gezegenler onun çevresin­de, ay ise yerin çevresinde döner. An­cak Copernicus'un güneşin hareketine ilişkin hesaplan Batlamyus'unkilerden farklı değildir.

Güneşe ve güneş sistemine ait kanun­ları tesbit eden Johannes Kepler'dir (ö. 1630), Kepler, Tycho Brahe'nin dikkat ve özenle topladığı gözlemlerine ait verile­re dayanarak tekrar tekrar yaptığı he­saplar sonucunda, gezegenlerin dairesel yörüngeler üzerinde muntazam hızlarla döndükleri temel prensibini terketmiş ve aşağıdaki üç kanunu ortaya koymuş­tur:

1- Gezegenler güneşin çevresinde elips yörüngeler çizerler ve güneş bu elips yörüngelerin odaklarından birinde bulunur.

2- Güneşi gezegene bağlayan vektör eşit sürelerde eşit alanlar süpü­rür.

3- Bir gezegenin periyodunun (T) karesinin, güneşe olan ortalama uzaklı­ğının (a) küpüne bölümü, başka bir ge­zegenin periyodunun (T,) karesinin or­talama uzaklığının (a,) küpüne bölümü­ne eşittir.

Gezegenlerin niçin güneşin çevresin­de döndüğü sorusunun cevabını ise Isaac Nevvton (ö 1727) vermiştir. Ona göre gezegenleri güneşin çevresinde tu­tan, bir taşın düşmesine sebep olan kuv­vettir." Dolayısıyla eğer bir taş, merkez­kaç kuvvetiyle çekim kuvvetinin denge­leneceği bir mesafeye fırlatılırsa düş­meyecek, yerin çevresinde dönüp dura­caktır. Böylece yapma uydu kuramının temel prensibini de ilk defa açıklamış olan Nevvton, çekimin matematiksel ifa­desini F = M. m/r2 (iki cismin arasında­ki çekim kuvveti cisimlerin kütleleriyle doğ­ru, aralarındaki mesafenin karesiyle ters orantılıdır) şeklinde formüle etmeyi ba­şarmıştır. Nevvton daha sonra bunun bü­tün evrende geçerli olduğunu kanıtlamış ve bundan dolayı adına "evrensel çekim yasası" denilmiştir.

Güneşin mahiyeti hakkındaki soru­lar, XIX. yüzyılın ilk çeyreğinde bulunan spektral analiz ve gelişen astrofizik sa­yesinde cevaplandırılabilmiştir. Spektral analiz, herhangi bir gök cisminin yaydı­ğı ışığın spektroskop adı verilen aletten geçirilerek o cismin kimyasal yapısı hak­kında bilgi edinilmesidir. Konu üzerinde ilk çalışan, güneş ışığını bir prizmadan geçirerek bu ışığın gerçekte yedi ana renkten oluştuğunu ortaya koyan New-ton'dur. 1802'de W. Hyde VVollaston gü­neş ışığının spektrumunu (tayf) inceler­ken üzerinde birtakım karanlık çizgiler bulunduğunu farketmiştir. 1814'te Jo-seph Fraunhofer, bu siyah çizgilerin gü­neşten çıkan ışıkların daha soğuk gaz­lardan geçmesi sebebiyle spektrumda yer aldığını belirlemiş, 1856'da da G. Ro-bert Kirchoff ve Robert VVilhelm Bunsen, spektrum çizgileriyle sıcaklık arasında bir bağıntının varlığını tesbit etmişler­dir. Kirchoff'un adıyla anılan bu kanuna göre her elementin spektrumda kendi­ne özgü bir yeri vardır. Bu çizgiler ara­cılığı ile spektrumda belirli yer alan ele­mentlerin hangileri olduğu bulunabilir. Aynı şey yıldızlar için de geçerlidir ve bu yöntemle yıldızların kimyasal yapısı hak­kında ayrıntılı bilgiler elde edilebilir. Bu­na dayanan Angelo Secchi (ö 1878), yıl­dızların beyaz veya mavi ışık veren hid­rojen ağırlıklılar, bünyelerinde pek çok element barındıran ve sarı ışık verenler (güneş bu gruba dahildir!, kimyasal mo­lekülleri barındıran ve kırmızı ışık veren­ler, aşın kırmızılar olmak üzere dört ana grupta toplanabileceğini belirlemiştir.

Günümüzde yapılan en son araştırma­lar, galaksimizde yer alan 1011 yıldızdan sadece biri olan güneşin yaklaşık % 9O'ı-nın hidrojenden, geri kalan yaklaşık % 10'unun helyumdan meydana geldiğini göstermektedir; ağır elementler İse %o 1 nisbetindedir. Ancak yüzey sıcaklığı bü­tün kimyasal elementlerin buharlaşma noktasının çok üzerinde olduğu için ta­mamen sıkışmış gaz halindedir (suya gö­re ortalama yoğunluğu 1,4'tür).

Güneşin yaklaşık rakamlarla yerden uzaklığı 149,6 X 10.000.000 km., en ya­kın yıldızdan uzaklığı 40 X 1012 km., ça­pı 1.392.000 km., kütlesi 2 X 1030 kg., yüzeyinde sıcaklığı 6000° C, en iç kıs­mında sıcaklığı 13.000.000° C'dir.

Güneş ve güneş sistemi bundan 6-8 milyar yıl kadar önce, çok daha büyük bir alanı kaplayan ve çok daha fazla hid­rojen atomundan oluşan gaz molekül­lerinin birbirlerini çekmesiyle oluşmaya başlamıştır. Büzülme zaman içinde hız­lanarak gaz kütlesinin merkezinde bü­yük bir çekirdeğin doğmasına yol açmış, daha sonra bu kütle merkezkaç kuvve­tinin etkisiyle ekvatorda genişleyerek kutuplan basık bir küre şeklinde güne­şi ve onunla birleşmeyen artakalmış gaz kütleleri de dönüşe katılarak gezegen­leri meydana getirmiştir. Ancak doğuş aşamasında güneşin merkezindeki ato­mik basınç ile kütlesinin oluşturduğu ba­sınç denge durumunda değildi. Güneş bugünkü dengeli yapıya yaklaşık 3-4 mil­yar yıl sonra ulaştı ve aynı süreçte sıcak­lığı da dengeli hale geldi. Denge duru­mu, yayılan ışın miktarının üretilen ener­ji miktarına eşitliğiyle sağlanmaktadır. Ancak nükleer reaksiyonlar sonucunda hidrojen helyuma dönüşmekte ve böyle­ce ortalama moleküler ağırlık yavaşça artarken buna paralel olarak ısı yüksel­mekte ve çap da genişlemektedir. Böy­lece gelecekte güneş dev bir kırmızı yıl­dız (kırmızı dev) haline gelecek, ardından hidrojeni bitinceye kadar parlaklığı ar­tacak, daha sonra da büzülmeye başla­yarak cüce bir beyaz yıldız (beyaz cüce) durumunu alacaktır. Her yıldızın sınırlı bir yaşı vardır ve ortalama ömür süresi kütlesine bağlıdır. Yıldız, kütlesi ne ka­dar fazla ise yakıtını o derece hızlı tü­ketir ve çabuk ölür. Güneş orta yaşlı bir yıldızdır ve yaklaşık 5 milyar yıl daha da­yanacak kadar hidrojene sahiptir.



Bibliyografya:

Ptolemy [Batlamyus], Almagest (trc. R. C. Taliaferro), London 1952, s. 77-107; Fergânî. Ceüâmi'u 'ilmi'n-nücûm ue usûlü'!-harekâ-Ü's-semâüîyye (trc. Jacobus Golius), Amster-dam 1669 — (nşr. Fuat Sezgin), Frankfurt 1986; N. Copernicus, On the Revolutions of the Hea-oenly Spheres (trc. C. G. Wallis), London 1952, s. 510-529, 636-642, 653-674; R. Wolf, Ge-schichte der Astronomie, München 1877, s. 47, 160, 173; C. A. Nallino, al-Battânı sıue Albate-nü Opus Astronomicum, Milano 1899-1907, t, 41, 43, 71, 104, 135; II, bk. güneş cetvelleri; P. Duhem, Le systeme du monde, Paris 1914, s. 204-214; J. L. E. Dreyer. A History of Astro-nomy from Thales to Kepler, New York 1953, s. 148. 162-164, 192-193. 240-280; B. Richmond, Time Measurement and Calendar Constructi-on, Leiden 1956, s. 160-161; O. Neugebauer, The Exact Sciences in Antiçuity, Rhode Island 1957, s. 191-207; Br. Ernst - Tj. E. De Vries. Atlas of the üniuerse, Nelson 1961, s. 211-215; E. J. Dijksterhuius, The Mechanization of the World Picture, Oxford 1961, s. 54-57, 109-115; Sevim Tekeli, "Takiyyüddin'de Güneş Para­metrelerinin Hesabı", Necati Lugal Armağa­nı, Ankara 1968. s. 703-710; a.mlf.. "Osman-lılar'ın Astronomi Tarihindeki En Önemli Yüzyılı", Fatih'ten Günümüze Astronomi: Prof. Dr. Nüzhet Gökdoğan Sempozyumu, İstanbul 1994, s. 69-85; a.mlf.. "Birûnî'de Güneş Pa­rametrelerinin Hesabı", TTK Belleten, XXVI]/ 105 (1963), s. 25-36; a.mlf., "İslâm Dünyasın­da Güneş Parametrelerinin Hesabı", Araştır­ma AÜDTCF Felsefe Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, V, Ankara 1967, s. 1-43; C. Ronan, The Cambridge World's Science, London 1984, s. 207-223; C. Schoy. "Şems", İA, X], 408-409.



4- Edebiyat

Divan edebiyatında genellikle âfitâb, hurşîd, mihr, şems ve neyyir-i a'zam gibi isimlerle anılan güneş rengi, parlaklı­ğı, şekli, sıcaklığı, yüksekliği, hareketi, bütün İnsanlarca bilinip tanınması, dör­düncü felekte bulunması, dünyayı ay­dınlatması, ışıklarının her tarafa ulaş­ması, gölgenin ve inanışa göre zerrenin varlığına sebep olması gibi özellikleriyle ele alınmış, bu münasebetle çeşitli ha­yal ve benzetmelere konu edilmiştir.

Işıklarının dünyayı kaplaması sebebiy­le "mihr-i âlem-tâb, âfıtâb-ı âlem-ârâ" gibi kelimelerle de anlatılmıştır. Memduh da (övülen) güneş gibi "cihân-gîr'dir; "nûr-efşân, rahşân, dırahşân, şu'le-dâr. pür-nûr, ziyâ-küster, âlem-tâb, tâbende, nûr-ı çeşm-i âlem, cihân-ârâ" sıfatlarıyla bir ışık kaynağı şeklinde ele alınır. "Sıddîk gibi k'ola mukârin Muhammed'e / Mihr ile tuttu ülfet-i vahşet-zedâ seher" (Ne­cati Bey) beytinde şair Hz. Peygamberi güneşe, subh-ı sâdikın "sâdık" kelimesin­den hareketle dostu "sıddîk" lakaplı Hz. Ebü Bekir'i de sehere benzetmiştir. Gü­neş herkesçe bilindiği için "meşhur" veya "şöhret-i âfâk" diye adlandırılır. İspata muhtaç olmayan bir şey için de "gün gi­bi rûşen" (hüveydâ) denir. Bu durumda güneş sevgili veya övüienin benzetileni­dir; fakat sevgili veya övülen ondan da­ha üstün gösterilir. Sevgilinin yüzü ya­hut yanağı güneşe, saçları geceye, âşık da karanlık gecede yalnız kalmış garibe benzetilir. Güneş görününce yıldızlar kaybolur, yağmur diner; sevgili yüzünü gösterince de âşığın yıldız ve yağmura benzeyen göz yaşlan görünmez olur. Ta­savvuf edebiyatında da Hak nuru tecelli edince âşığın vücudundan eser kalmaz. Işınlarının veya aydınlığının yere vurma­sı "yüzü yerde, yüzün düşüp sürünür, yerlere yüzün sürer" sözleriyle ifade edi­lir. Batışı "zeval, tenha bir yana gitmek, felekten yüz döndürmek", doğuşu ise "yüz urup âsitânı öpmek, mânın işini bi­tirmek, zer-i encümü dermek" sözleriy­le anlatılır. Güneşe uzun süre bakmak mümkün değildir. Bu durum hüsn-i talîl yoluyla anlatılır. Bazan, güneşe ba­kınca sevgili veya Övülen hatıra geldiği için gözlerin yaşardığı, bazan da güne­şin, sevgilinin yanağı dururken neden bana bakıyorsun diye kendine bakanı gözüne hançer sokarak cezalandırdığı şeklinde güzel sebeplere yer verilir. Gü­neşin sıcaklığı "germ etmek, germ eyle­mek, germ olmak" sözleriyle ateş haya­li içinde ifade edilir. Gökyüzü tennûr, gü­neş de ateş şeklinde düşünülerek onun ay harmanına od saldığı söylenir.

Doğudan doğduğu için "sultân-1 hâ-ver" denilen ve sevgilinin gülümseme­si doğuşuna benzetilen güneşin gökyüzündeki hareketi "garba, şarka varmak, yârin kuyunda dolaşmak, döne döne uç­mak, üstüne dönmek, hercaîlik etmek, geştetmek, devretmek, çizginmek" ve meydana getirdiği kızıllık da "kan ağla­mak" gibi sözlerle anlatılır; bazan da bu kızıllık her gün "bin kan eden" cellâda benzetilir. Batan güneşin üstündeki ko­yuluklar siper, yere gömülen şuleleri de kılıçtır. Güzelliğiyle ünlü Yûsuf'un kuyu­ya atılması ve zindana girmesi güneşin batmasına, güneş batınca görülen sa­rarmış ay, babası Hz. Ya'küb'un hüzün­ler kulübesine633 ve yıl­dızlar da onun göz yaşlarına benzetilir. Yine batışı "zevale ermek, başını ver­mek, korkudan gök kalkanını yüzüne tutmak" sözleriyle de ifade edilen gü­neş, kapılan aydmlatışından dolayı da kapı kapı gezen dilenci gibidir. Delileri zincire vururlar ve güneşin ışınları da zincire benzer. Onun için güneşin dağ­larda, sahralarda görünmesi deli divane gibi dağlara düşmek şeklinde yorumla­nır. Ay ışığını güneşten alır. Güneşin ay harmanına od salmasıyla bu hususa işa­ret edildiği gibi genellikle güneş doğun­ca ayın kaybolması da anlatılmış olur.

La'l. yakut zebercet, safir gibi bazı kıymetli taşların, güneşin taşı toprağı terbiye etmesi sonucunda oluştuğuna inanılır ve "zer ü gevher saçmak, ceva­hir dökmek" sözleri güneşin ışınlanyla birlikte bu inanışı yansıtır; aynı şekilde güneşe benzeyen sevgili veya övülenin de lutfuyla âşığı ve kulunu terbiye et­mesi beklenir. Yine sevgilinin Bedahşan la'line benzeyen dudakları da onun gü­neşe benzeyen yanağı sayesinde oluş­muştur. Güneş, çiğ tanelerini buharlaş-tırarak göğe yükselmelerine sebep olur. Aşk güneşinin (muhabbet mihri) ateşi de âşığın vücudunu çiğ damlaları gibi yok eder; bunun gibi övülen de düşmanları­nı ortadan kaldırır. Gölgenin varlığı ışık­la meydana geldiği için güneşe bağlıdır; zerre ise gün ışığında görülebildiği için onun eseri kabul edilir. Özellikle zerre, güneşin geçtiği yerlerde tenasüp, tezat, mübalağa yoluyla ve çeşitli mukayese­ler içinde ele alınır. Bu durumda sevgili ve övülen güneş, âşık ve kul da gölge ve zerre olarak hayal edilir; "saye sulta­nı" (himaye edici) sözü de buna işarettir. Güneş doğunca karanlık (zulmet) kay­bolur ve övülen de tıpkı onun gibi zul­mü ortadan kaldırır.

Güneş rengârenk ışınlanyla tavusa ben­zer. O, sanki gece kargasının ay yumur­tasını kanatlan altna alması sonucu se­her vaktinde ortaya çıkmıştır. Aynı za­manda altın kanatlı bir şahbazdır (akdo­ğan); her seher gece kargasını avlayarak ortalığı aydınlatır. Gökyüzü fanus, güneş bir mumdur. Işığı ve hareketi sebebiyle hokkabaz, ateşbaz veya fişekçidir. Gök­yüzü tekke, güneş ise parlaklığından do­layı "gözü kaşı yok, yüzü ak, alnı açık" bir ışık dervişi veya nurdan seccadesi sırtında gezen kalenden bir derviş-i nü-rânîdir. İşınlarının elif, yuvarlağının "h" harfine benzerliğinden dolayı "âh" mazmununu da ihtiva eder. Güneş biz­zat ışık kaynağıdır, başkasına muhtaç değildir; bu sebeple vahdetin ifadesidir. Şekil, renk ve parlaklık yönünden sevgi­linin yüzüne ve aynaya, yuvarlaklığından dolayı somun ekmeğine benzetilir; ışın­larının oka benzetilmesi sonucu da sa­dak şeklinde hayal edilir.

Sevgilinin saçları yüzünü örttüğü za­man güneş tutulmuş gibi olur. Bundan dolayı zülüf "fitne-i âhir zaman", onun altındaki yüz de kıyamet güneşi kabul edilmiştir. Sevgiliyi gören kişi yüzüne gün doğmuş, gözü aydın olmuş, gün gör­müş sayılır. Âşık her zaman sevgilinin yüzünün açık olmasını istemez; bazan da zülfünü yüzünden kaldırmamasını arzu eder. Çünkü güneş ne kadar çok açılırsa sıcağı da o derece artar ve insa­nı yakar. Güneşin sabahları çırılçıplak dağlar arkasından doğması. Mecnun gi­bi dağlara düşmüş âşığı hatırlatır. Bu­na sebep de sevgilinin yanağını kıskan­ması veya ona olan tutkusudur. Güneş viranelere de girer. Sevgilisinden uzak kalmış âşığın gönlü de virane gibidir. Bu gönül viranesini ancak sevgili aydınlatır. Güneşin doğuşunu uyumayanlar göre­bilir. Âşıklar da geceyi uykusuz geçirdik­lerinden sabahı iple çekerek sevgiliyi ha­tırlatan güneşin doğuşunu görmek is­terler.

Esas itibariyle güzellik sembolü olan güneş, yüksekliği yönünden de sevgili ve övülenin benzetileni olmuştur: "Başı göğe ermek" deyimiyle buna işaret edi­lir. Güneşin ve Hz. îsâ'nın dördüncü gök­te bulunduğuna inanılır. "Rif at" kelime­si ile Hz. îsâ, "âsumân - rif at" sözüyle de hem güneş hem Hz. îsâ kastedilir. "Sultân-ı taht-ı çârümîn" tabiri güneşin dördüncü gökte oluşuyla ilgilidir. Güneş gökyüzünün sultanı, ay onun veziri, Utâ-rid kâtibi, Zühre sazendesi, Mirrîh baş­kumandanı, Müşteri kadısı, Zuhal hazi­nedarı, burçlar şehirleri, felekler ise hük­mü altındaki ülkeleridir. Güneş ilm-i ten-cîme göre sa'd-ı evsat (orta uğurlu yıldız) kabul edilir ve sevgili veya övülen hak­kında kullanılan "saadet güneşi" sözü de bu inanıştan kaynaklanır. Yine ilm-i tencîme göre güneş pazar günü ile per­şembe gecesine hâkimdir; mensupları zeki, kuvvetli, zevk u safaya düşkün ve hayalperest olurlar. İtidal üzere sıcak (nâr) ve kuru (yâbis) tabiata sahiptir; sa­rı renk ona mensuptur. Ay ve Müşteri dostu, Zühre ve Zuhal düşmanıdır. Bu arada Zühal'in siyah renge hâkim ve ye­dinci gökte bulunuşu sebebiyle kara ca­hillerin yüksek mevkilere çıkmalarından şikâyet edilir. Güneşin asıl burcu Esed'-dir; Hamel burcuna girdiği Nevruz ilk­baharın başlangıcı kabul edilir. Akrep burcuna girmesi ayda olduğu gibi uğur­suzluk sayılır.

Güneşin en iri, parlak ve yakıcı şekli olarak kuşluk vaktine ve kıyamet günün­deki hallerine yer verilir. Kıyamet alâmet­lerinden olan güneşin batıdan doğması ve güneş tutulması da çeşitli tasavvur­lara konu olur. Güneş eski simya ilmine göre altındır. Mihr kelimesi "sevgi" an­lamıyla da ele alınarak güneş cinas yo­luyla rengi, şekli ve parlaklığı yönünden çeşitli nesnelere benzetilir. Güneş "âfi-tâb-ı aşk, hurşîd-i saadet, mihr-i kerem, hurşîd-i cevr, hurşîd-i sitem, hurşîd-i himmet, devlet güneşi" gibi mücerret kavramları ifade için de kullanılır. XV. yüzyılın ünlü divan şairi Ahmed Paşa, devrin padişahı Fâtih Sultan Mehmed için yazdığı yetmiş beyitlik Güneş Kasi-desi'nde "güneş" kelimesini mısra son­larında redif olarak kullanmış ve kelime-nin çağrıştırdığı bütün mazmunları or­taya koymuştur.

Divan edebiyatı kadar olmamakla bir­likte halk edebiyatında da güneşin ge­niş bir kullanım alanı vardır. Özellikle sev­gili "gönül güneşi" olarak adlandırılır ve türkülerle mânilerde önemli bir yer tu­tar. Güneşin hikâye ve masallarda kö­tülükleri, karanlıkta işlenen suçları en­gellediği için halk inançları açısından âde­ta kutsallık kazandığı görülür. Birçok yerde ayla birlikte zikredilen güneş ata­sözleri ve deyimlerde de fazlaca kullanılmıştır.634



Bibliyografya:

Agâh Sırrı Levend. Divan Edebiyatı, İstanbul 1943, s. 205; Mehmed Çavuşoğlu, Necati Bey Divanının Tahlili, İstanbul 1971. s. 247-252; a.mlf., "Kaside", TDL, LII/415-417 (1986). s. 27-39; Harun Tolasa, Ahmed Paşa'nın Şiir Dünyası, Ankara 1973, s, 437-447; Cemâl Kur­naz, Hayalî Bey Divanı Tahlili, Ankara 1987, s. 442-445; a.mlf., Taşlıcalı Yahya Bey Diva-nı'nda Kozmik Unsurlar (yüksek lisans tezi, 19811, Hacettepe Üniversitesi, s. 60-104; a.mlf, "Âha Dair", TK, XXV/292 (1987), s. 499-504; Sabahattin Küçük, "Divan Şiirinde Güneş Üze­rine Bir Deneme", Mehmet Kaplan İçin, An­kara 1988, s. 149-176; İskender Pala. Ansiklo­pedik Divan Şiiri Sözlüğü, Ankara 1989, I, 375-377; Ahmet Atillâ Şentürk. Ahmed Paşa­nın Güneş Kasidesi Üzerine Düşünceler, İstan­bul 1994; Ahmet Cafernğlu. "Türk Onomas-tiğinde Ay ve Güneş Unsurları", TDED, XIII 11964], s. 19-28; Semra Kapsal. "Güneş", TDEA, III, 407-409.




Yüklə 1,24 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   38




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin