Italyanca Aşk Başkadır Evening Class



Yüklə 2 Mb.
səhifə23/32
tarix18.08.2018
ölçüsü2 Mb.
#72583
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   32
- İyi, dedi. Sesi kararlıydı.
Beraberlerinde hatıra olarak götürmek istedikleri neler vardı?
- Şimdi mi seçmeliyiz? Her şeyin bu kadar hızlı gelişmesine şa-şırıyorlardı.
- Evet. Bugün.
Evi ertesi sabah satışa çıkartacaktı.
Gus, Dublin'de okula yazıldı. Laddy de Bayan Nolan'dan aldığı iyi bir tavsiye mektubuyla küçük bir otelde kapıcı oldu. Kısa bir süre sonra oteldekiler ona ailenin bir ferdiymiş gibi bakmaya başlamışlardı. Laddy'nin otelde yaşamasını önerdiler. Bu çözüm herkesin işine geliyordu. Ve seneler huzur içinde geçiyordu.
Rose yeniden hastabakıcüık okuluna yazıldı. Gus ise iyi okuyordu. Zamanla otel yöneticiliği kursuna girdi. Rose ise kırk yaşlarında olmasına karşın hâlâ hoş bir kadın sayılırdı. Dublin'de yeniden evlenebilirdi. Hastayken baktığı bir kadının dul kocası onunla ilgilenmeye başlamıştı, ama Rose'un ödün vermeye niyeti yoktu. Bir kez aşksız bir evlilik yapmıştı. "Yeter" diyordu. "Gerçekten sevmeden bir daha evlenmem" diye düşünüyordu. Hayatında Gus ve Laddy gibi çok sevdiği iki kişi olduğu için aşkı tanımamak hiçbir eksiklik yaratmamıştı.
Gus işim seviyordu. İyi bir otelci olabilmek için geceyanlanna kadar çalışmaktan yüksünmüyor, en zor görevleri üstlenmekten çekinmiyordu. Laddy çocuğu futbol maçlarına ve boks karşılaşmalarına götürüyordu. O falcının dedikleri hep aklındaydı. "Belki de spor yapacağımı değil, sadece sporla ilgileneceğimi söylemek istemiştir" diyordu Gus'a.
- Olabilir. Gus ona böylesine iyi bakan bu iri adamı çok seviyordu.
Kaza gecesini aralarında bir daha ne konuşmuşlar ne tartışmışlardı. Rose zaman zaman Gus'ın o gecenin ne kadarını hatırladığım merak ederdi. Aslında olay olduğunda altı yaşına basmıştı. Demek ki bu tür şeyleri algılayacak yaştaydı... Oysa sonradan kâbus gördüğü olmamıştı, rahatlıkla babasından söz ederdi. Sadece babasının nasıl biri olduğunu hiç sormuyordu. Onun yerinde başka bir çocuk kesinlikle babasım merak ederdi... Belki de Gus, bildiklerinin yeterli olduğunu düşünüyordu.
Laddy'nin çalıştığı otel yaşlı bir kankocaya aitti. Bir gün yalanda emekli olacaklarını söylediler. Bunu duyunca çok huzursuz oldu Laddy. Yıllardır bu oteli evi gibi görmeye alışmıştı. Haberi Gus'ın Maggie adında Kuzey İrlandalı zeki, özgüvenli ve canlı bir kızla tanışmasıyla aynı zamanda aldı. Maggie, Gus'ın rüyalarmda-ki kızdı. Rose da Maggie'yi Gus'a çok uygun buluyordu, ona her zaman destek olacağından emindi.
- Gus hayalindeki kızla karşılaştığında onu kıskanacağımı düşünürdüm. Oysa hiç öyle olmadı. Aksine şimdi onun adına çok mutluyum.
- Ben de kayınvalide diye bir cehennem zebanisiyle karşılaşmaktan korkardım. Oysa bakın kimi buldum? Sizi! diye yanıtladı Maggie.
Tek eksikleri birlikte çalışacakları bir otelde iş bulmaktı. Eski bir otel bulsalar alıp yenilemek de fena fikir sayılmazdı.
- Benim otelimi alsanız ne iyi olur, dedi Laddy. Aslında tam istedikleri gibi bir yerdi, ancak yeterince paralan yoktu.
- Bana bir oda verirseniz size ben para veririm, dedi Rose.
Yıllar boyunca bir kenara koyduğu parayı bundan daha iyi nereye yatırabilirdi? Dublin'deki dairesini satar, onu da eklerdi. Böylece hem Laddy hem Gus bir yuva sahibi olur, genç evlilerin de kendi işleri olurdu. Rose ise falcının öngördüğü gibi hastalanınca dermansız kemiklerini dinlendirecek bir yer bulurdu. Falcılara inanmanın hem günah sayıldığını hem de aptallık olduğunu biliyordu, ama Çingene Ella'ya rastladıkları o gün hiç aklından çıkmıyordu.
Shay'in ona tecavüz ettiği gün değil miydi?
Yeni bir işe başlamak kolay değildi. Yeni evliler de uzun zaman hesaplan incelediler. Otelin giderleri gelirlerinden çoktu.
Laddy işlerin iyi gitmediğini anlamıştı. "Gerekirse yukan katlara daha çok kömür taşıyabilirim" dedi yardımcı olmak umuduyla.
- Ateş yakacak müşterilerimiz olmadıktan sonra neye yarar Laddy? Maggie kocasının Laddy Dayısı'na çok iyi davranıyordu. Ona hep büyük önem vermeye özen gösteriyordu.
- Rose, seninle sokağa çıksak, ben boynuma iki taraflı tabela asanm. Üstüne otelin adını yazarız. Sen de yoldan geçenlere el ilanları dağıtırsın. Yardımcı olacak çareler arıyordu.
- Hayır, Laddy. Bu otel Gus ile Maggie'nin. Onlar bir şeyler düşünsün, onlar çaresini bulsun. Zaten bulacaklarından eminim. Göreceksin otel yakında öyle dolacak ki müşterileri geri çevirmek zorunda kalacaklar...
Dediği doğru çıktı. Kısa bir süre sonra otel dolup taşmaya başlamıştı.
Genç çift gece gündüz durmadan çalışıyordu. Böylece çok sadık müşteriler edindiler. Otelleri Kuzey İrlandalıların gelmekten hoşlandığı bir yerdi. Herkes birbirine anlatıyor, bu yeni oteli övü-
yordu. Kıta Avrupası'ndan gelen yabancı müşteriler olduğunda Maggie hemen "Fransızca, Almanca, İtalyanca konuşan dostlarımız var" yazılı bir kart verirdi.
Bu da doğruydu. Kitap ciltleyen bir Alman tanıyorlardı, erkek okulunda Fransızca ders veren birini ve patates kızartması yapan bir dükkânın İtalyan sahibini tanıyorlardı. Aralarında anlaşmakta zorluk çektiklerinde hemen bunlardan birine telefon ederek yardım istiyorlardı.
Gus ile Maggie'nin melek gibi iki kızları vardı, onlara baktıkça Rose kendini İrlanda'nın en şanslı kadınlarınden biri gibi görüyordu. Güneşli günlerde iki torununu St. Stephen's Green'e ördeklere bakmaya götürürdü.
Bir gün otel müşterilerinden biri Laddy'ye "Yakında bir snooker15 salonu var mı" diye sordu. Herkesi memnun etmeye can atan Laddy derhal araştırmış, yakınlarda bir snooker salonu bulmuştu.
Adam Birmingham'dan gelmişti, tek başınaydı. "Benimle oynar mısın?" diye sordu.
- Özür dilerim, ama oynamasını bilmem, efendim, dedi Laddy af dilercesine.
- Ben sana öğretirim, dedi müşteri.
İşte beklenen şey o anda gerçekleşmeye ve falcının söyledikleri çıkmaya başladı. Laddy'nin doğuştan yeteneği vardı. Birming-ham'lı adam daha önce hiç oynamamış olduğuna inanamıyordu. Laddy sıralamayı çok çabuk öğrendi. San, yeşil, kahverengi, mavi, pembe, siyah. Her seferinde kolaylıkla ve doğuştan gelen bir zarafetle topları tam vuruşla deliğe sokuyordu. Zamanla onu seyreden bir kalabalık birikmeye başladı.
Laddy, falcının öngördüğü gibi sporcu olup çıkmıştı.
Oyuna hiç para karıştırmadı. Başkaları bahse girseler bile Laddy büyük emekle kazandığı parasını oyuna yatıracak değildi. Üstelik Rose'un, Gus'ın, Maggie ve kızların paraya ihtiyacı olduğu bir dönemde... Yarışmalarda kazanmakla yetiniyordu. Resmi gazetelerde çıkmaya başladı. Zamanla bir kulübe üye olması için teklif aldı. Ufak çapta bir snooker şöhreti olup çıkmıştı.
Rose olanları büyük bir mutlulukla izliyordu. Sonunda kardeşi önemli biri olmayı başarmıştı. Artık oğlundan ölümünden sonra kardeşiyle ilgilenmesini istemesine gerek kalmamıştı. Laddy ömrünün sonuna kadar Maggie ve Gus'la yaşayabilecekti. Snooker'da kazandığı zaferleri ilerde birlikte bakacakları bir hatıra defterine yerleştiriyordu.
15. Bir tür bilardo oyunu, (ç.n.)
Bir akşam Laddy, "Shay olsa benimle gurur duyar mıydı dersin?" diye sordu. Artık orta yaşlı olmasına karşın Shay Neil'den o güne kadar hiç söz etmemişti. Bir akşam tek yumrukta öldürdüğü adamdan...
Rose irkildi. Sözcükleri teker teker seçerek, "Bana kalırsa mutlu olurdu. Ama onu tanırsın. Ne düşündüğünü anlamak çok zordu. Az konuşurdu, bu bakımdan kafasının içinden neler geçtiğini kimse bilemezdi" dedi.
- Onunla niçin evlendin, Rose ?
- Bir yuva kurmak için... Hepimize...
Bu sözler Laddy'yi ikna etmişti. Rose, kardeşinin evliliği veya kadınları derinlemesine düşünen biri olmadığını biliyordu. Her erkek gibi cinsel istekleri ve gereksinimleri olsa bile bu konulan gündeme getirmemişti. Şimdi bütün arzulannı snooker'la tatmin ediyordu. Rose'un hayatı sorunsuz bir şekilde geçiyordu. Bir gün, son zamanlarda çektiği ağnlann ancak rahmi alınırsa ortadan kalkacağını öğrendi. Sonra doktor bunun da yetersiz olduğunu söyledi.
Doktor, bu hastalığı ve ölüme mahkûm oluşunu böylesine soğukkanlılıkla karşılayan birine ilk kez rastlıyordu.
- Acı çekmemeniz için elimizden geleni yapacağız, dedi.
- Bundan eminim. Şimdi bir bakımevine yerleşmek istiyorum.
- Neden ? Sizi çok seven ve bakmak isteyecek bir aileniz var, dedi doktor.
- Evet, ama onlann sorumluluklan var. İşletmek zorunda ol-duklan bir otelleri var. Bana vakit harcamalannı istemiyorum. Lütfen, doktor, yardımcı olun. Bakımevinde kimseye yük olmam, elimden geldiğince yardımcı olurum, bundan emin olun.
- Eminim, dedi doktor olanca gücüyle burnunu silerek. Rose'un da herkes gibi kızgınlık ve öfke duyduğu anlar vardı.
Ancak bu duygularını ne ailesiyle ne de bakımevindeki diğer hastalarla paylaşmazdı. Kötü talihine küserek geçirdiği saatler, geriye kalan zamanını nasıl daha dolu dolu yaşayabileceğini hesapladığı saatlerden çok daha azdı.
Ailesi ziyarete geldiğinde çektiği acılardan veya mide bulantılarından hiç söz etmezdi, onun yerine bakımevim anlatır ne kadar faydalı işler yapıldığından söz ederdi. Neşeli, yeniliklere açık bir yerdi. Rose da ailesinden hırka veya şeker yerine tüm güçlerim bakımevine katkıda bulunmaya harcamalarını istedi. İşe yarayacak, kullanışlı bir şeyler yapmalıydılar. Onlardan bunu bekliyordu.
Ailesi Rose'un isteklerini yerine getirmeye karar verdi.
Laddy kullanılmış bir snooker masası buldu, bakımevindeki hastalara ders vermeye başladı. Gus da Maggie'yle birlikte yemek derslerine başladı. Böylece zaman daha kolay ve neşeli geçiyordu. Rose artık çok zayıflamış, güçlükle, küçük adımlar atarak yürüyordu. Yine de acı çekmediğini söylüyor, kimsenin kendisine acıyarak bakmasını istemiyordu. Tek isteği yalnız kalmamak ve etrafindakilerin istekli davranmasıydı. "Hiç olmazsa aklım başımda" diyordu.
Gus ile Maggie'nin başlarına gelenleri Rose'dan saklayacak güçleri yoktu. Bütün paralarını yatırdıkları şirket iflas ederek batmıştı. Bu da hem otelin ellerinden alınması hem de gelecekle ilgili bütün beklentilerinin ve emellerinin boşa gitmesi demekti. Rose'un olanları anlamaması için belki çaba sarf edebilirlerdi. Belki başlarına gelenleri öğrenmeden ölürdü. Son zamanlarda o kadar zayıflamış ve halsiz düşmüştü ki artık eskisi gibi çocuklarla birlikte pazarları öğle yemeğine otele gelmesine imkân kalmamıştı. Tek çareleri Rose'un verdiği paranın yok olduğunu öğren-memesiydi.
Olanları anlatmasalar da Rose'dan saklamayı başaramadılar.
- Neler olduğunu söyleyin, dedi Gus ile Maggie'ye. Yoksa bu odadan çıkamazsınız. Birkaç haftalık ömrüm kaldı. Bu süreyi merak içinde geçirmemi istemezsiniz herhalde. Aklıma en kötü şeyler gelecek, belki de olduğundan daha berbat şeyler düşüneceğim...
- Aklınıza gelecek en kötü şey ne ? diye sordu Maggie.
- Çocuklardan biri hasta mı yoksa? Başlarıyla hayır, yanıtını verdiler. Sizlerden biri mi? Ya da Laddy? Korkunç bir hastalık mı? Yine hayır dediler. Zayıf yüzünü bir gülümseme kapladı, gözleri pırıl pınl yanıyordu. Bunların dışında her şeyi göze alabiliriz, dedi.
Olanları anlattılar. Gazetelerde yazılanları, yatırımlarının nasıl yok olduğunu, senetleri karşılayacak para çıkmadığım. Sonra güvenilir biri gibi görünen Harry Kane denen adamın nasıl televizyonda kimsenin parasının ziyan olmayacağını, bankaların nasıl kurtarmaya hazır olduklarını söylediğini yine de herkesin korku içinde olduğunu anlattılar. Hiçbir şey açıklığa kavuşmamıştı.
Rose'un yanaklarından aşağı yaşlar akıyordu. Çingene Ella bundan hiç söz etmemişti. Başından beri o falcıya inandığı için lanet ediyordu. Harry Kane'e ve ona ait olan her şeye lanet ediyordu. Rose'u hiç bu kadar kızgın görmemişlerdi.
- Sana söylememeliydik, dedi Gus mutsuz bir ifadeyle.
- Hayır, tabiî ki söylemeliydiniz. Bundan sonra olacakları da
anlatacağınıza da söz verin. Hiçbir şey yolunda gitmediği sırada sorun yok derseniz, sizleri affetmem...
- Bütün evrakı sana göstereceğime söz veriyorum, Anne.
- O yapmazsa ben yaparım, dedi Maggie.
- Her şey elimizden gider de başka bir iş bulmak zorunda kalırsak bile Laddy'yi bırakmayacağımızı, onu da yanımıza alacağımızı biliyorsun, değil mi, Anne ?
- Tabiî biliyor, dedi Maggie küçümsercesine.
Sonraki günlerde bankadan gelen kâğıtları getirdiler. Bir kurtarma operasyonu hazırlanmışa benziyordu. Yatırımları sarsıntıya uğramış olsa bile yok olmamıştı. Bir şey kaçırmamak için tüm yazılanları en ince ayrıntısına kadar dikkatle okudu.
- Laddy de her şeyimizi kaybetmek üzere olduğumuzu fark etti mi? diye sordu.
- Kendine göre anladı sayılır, dedi Maggie. O anda, ölürken Laddy'yi anlayışlı ve güvenilir ellere bırakacağım fark etti Rose, içi rahatladı.
Ve huzur içinde öldü.
Siobhan Casey adlı bir kadının bir gün otele gelerek kendilerini kurtaran şirkete yeniden yatınm yapmaları gerektiğini söylediğini duymadan öldü Rose. Bayan Casey, bir limitet şirket battığında o şirkete para yatıranların hiçbir zaman zararlarının tazmin edilmediğini, Bay Kane'in Neil'lerin otelini kurtarmak için özel birikiminden para aktardığım söylemişti. Şimdi sıra kurtardığı insanların Bay Kane'in yeni işine yatınm yaparak ona olan manevî borçlanm ödemesine gelmişti. Böyle diyordu Siobhan Casey...
Bu işte "mahremiyet" adı altında gizlilik vardı. Gelen evrak çok görkemliydi, ancak her zamanki gibi defterlere geçmemesi gerekiyordu. Malî danışmanlara göstermeden, el sıkışılarak yapılacaktı.
İlk başta istedikleri para azdı. Zamanla istekleri artmaya başladı. Bu gelişmeler Gus ile Maggie'yi rahatsız ediyordu. Yine de bütün birikimlerini kaybettiklerini düşündükleri bir anda kurtanl-malannı unutmamalıydılar. İş hayatının böylesine dolambaçlı yollardan geçmesi belki de doğaldı. Bayan Casey ortaklarmdan çok güçlü, isteklerine karşı gelinemez insanlar olarak söz ediyor, sanki onlardan çekiniyordu.
Gus, annesi yaşasaydı olanlara karşı çıkacağından emindi. İstenilenleri yapacak kadar saf olduğu için kendine çok kızıyordu. Laddy'ye hiçbir şey söylememişlerdi. Sadece para harcarken çok
dikkatli olmaya özen gösteriyorlardı. Kalorifer kazanı bozulduğunda yenisini alacak paralan yoktu, holdeki halı eskimişti, eskiyen bölümü örtmek için ucuz bir halı parçası almakla yetindiler. Laddy bir şeyler sezinliyor ve üzülüyordu. Otel dolup taştığına göre müşteri gelmiyor da denemezdi. Sabahları ikram ettikleri "Enfes İrlanda Kahvaltısı" eskisi kadar enfes değildi. Maggie, çiçeklerin çok pahalı olduğunu, Laddy'nin eskisi gibi taze çiçek almaya pazara gitmesine gerek olmadığını söylüyordu. Kadın garsonlardan biri işten ayrıldığında yerine kimse alınmamıştı.
Son zamanlarda otele daha fazla İtalyan geliyordu. Patatesçide çalışan Paolo tercümanlık yapmaktan bıkmaya başlamıştı. Bir gün Gus'a, "Birinizin İtalyanca öğrenmesi şart" dedi. "Hepimiz Avrupalıyız, ama sizin hiç çaba gösterdiğiniz yok..."
Gus da özür dilercesine, "Kızlardan birinin yabancı dillere merak saracağını umuyordum" demişti. Ama iki kızında da böyle bir heves görmüyordu.
Bir gün İtalyan bir iş adamı, karısı ve iki oğlu geldi. Adam bütün gününü İrlanda Ticaret Odası'ndaki toplantılarda geçiriyordu, karısı ise güzel İrlanda ketenlerini okşayarak veya mücevhercileri gezerek oyalanıyordu. İki oğlamn canlan sıkılıyordu ve isteksizdiler. Laddy de çocuklan snooker oynamaya davet etti. Sigara, içki içilen ve kumar oynanan bir yere değil, hiç tehlikesiz Katolik Erkekler Kulübü'ne götürecekti. Çocukların tatili o andan itibaren değişti.
Paolo ona bir liste vermişti... tavola da biliardo, sala da bili-ardo, stecca da biliardo. Çocuklar da İngilizce karşılıklannı öğrenmişlerdi: bilardo masası, bilardo sopası...
Zengin insanlardı. Laddy'nin tek anlayabildiği Roma'da oturduklarıydı. Giderlerken otelin önünde hep birlikte resim çektirmişlerdi. Sonra taksiye binip havaalanının yolunu tuttular. Taksi hareket ettiğinde Laddy kaldınmın kenannda yatan bir tomar kâğıt para fark etti. Kalın bir ruloydu. Lastikle tutturulmuş İrlanda banknottan. İtalyanların parayı nerede düşürdüklerini bilmeleri imkânsızdı. Belki ancak ülkelerine döndükten sonra fark edeceklerdi. Zengin insanlar olduklarından bu paranın yok olması hayat-lannda bir eksiklik de yaratmayacaktı. Kadın Grafton Sokağı'nda inanılmaz paralar harcamıştı.
O paraya hiç ihtiyaçları yoktu.
Onlann, Gus ve Maggie gibi bir sürü şeye ihtiyaçlan yoktu. Örneğin yeni mönü kartlanna... Son zamanlarda o kadar eskimiş, lime lime olmuşlardı ki... Sonra kapıya yeni bir tabela da gereki-
yordu. Dört dakika kadar bunlan düşündükten sonra bir otobüse atlayarak parayı vermek için havaalanının yolunu tuttu Laddy.
Onları pahalı, yumuşacık bavullannı görevlilere verirken buldu. Bir an için vazgeçecek gibi oldu sonra fikrinin değişmesine meydan bırakmamak için elindeki parayı uzattı.
İtalyanlar Laddy'yi bağırlanna bastılar. Etraftakilere İrlandalı-lann ne kadar iyi kalpli, tok gözlü, harika insanlar olduğunu ilan ettiler. Lastikle tutturulmuş destenin içinden paralar çekerek zorla Laddy'nin cebine tıkıştırdılar. Aslında bunun hiç önemi yoktu.
- Pud venire alla casa. La casa a Roma, dediler.
Sırada bekleyenlerden biri, "Sizi Roma'ya, evlerine davet ediyorlar" dedi. Vatandaşlarından birine böyle yakın davranılmasın-dan gurur duyuyordu.
- Biliyorum, dedi Laddy. Gözleri pınl pınldı. Onlara geleceğimi söyleyin. Yıllar önce falıma bakmışlardı. Falcı denizaşm bir seyahate çıkacağımı söylemişti. Gururla etrafına bakıyordu. İtalyanlar onu yeniden öptüler, sonra Laddy otobüse bindi. Gus ile Mag-gie'ye bu haberi vermek için sabırsızlanıyordu.
O akşam Maggie kocasıyla bu konuyu tartıştı.
- Birkaç güne kadar unutur, dedi Gus.
- Keşke biraz para vermekle yetinselerdi, dedi Maggie. İkisi de Laddy'nin gerçekten davet edildiğini sanarak bu yolculuğa hazırlanmaya başlayacağını düşünüyorlardı. Sonra hayal kınklığına uğramasından korkuyorlardı.
Ertesi sabah, "Pasaport almalıyım" dedi.
Maggie ise dâhiyane bir fikirle, "Önce İtalyanca öğrensen daha doğru olmaz mı?" dedi.
Araya biraz zaman girerse belki Laddy de bu fikrin ne kadar geçersiz olduğunu anlardı.
Laddy, snooker kulübünde İtalyanca ders veren yerler konusunu araştırmaya başladı.
Jimmy Sullivan adlı bir kamyonet şoförü evlerinde yaşayan Sig-nora denilen harika bir kadından söz etti ve yakında Mountainview Okulu'nda İtalyanca kursuna başlayacağını söyledi.
Laddy, bir akşam okula giderek kursa yazıldı. "Aslında iyi bir eğitim görmedim. Derslere uyum sağlayabilir miyim dersiniz ?" diye sordu Signora denilen kadına parayı verirken.
- Hiç sorun çıkmaz. Seversen, farkına varmadan konuştuğunu göreceksin..
Otele döndüğünde, Gus ile Maggie'ye, "Sadece salı ve perşem-
be akşamlan iki saat izin istiyorum" dedi yalvarırcasına.
- Ne kadar istiyorsan o kadar kal, Laddy. Zaten haftada yüz saat çalışıyorsun.
- İtalya'ya aptal gibi gitme" derken çok haklıydınız. Signora, "Fark etmeden konuşmaya başlarsın" diyor.
Maggie gözlerini kapattı. Neden ağzını açmıştı ? Neden Laddy'nin başına İtalyanca derslerini sarmıştı? Zavallı Laddy'nin gece kursunun altından kalkmasını beklemek kadar büyük aptallık olamazdı.
İlk derse giderken çok heyecanlıydı. Maggie onu yalnız bırakmadı, birlikte gitti.
Kasvetli okul bahçesinde toplanan grup oldukça nezih saydırdı. Sınıf, resimler ve posterlerle donanmıştı. Öğrenciler için salam ve peynir tabaklan bile hazırlamışlardı. Kursun yöneticisi bir yanda İtalyanca'ya çevrilmiş isimlerin yazılı olduğu kartonlan dağıtıyordu.
- Laddy, dedi. İşte kolay olmayan bir ad. Başka adın var mı?
- Sanmıyorum, dedi Laddy korkulu, özür dilercesine.
- Demek ki yok. Ne yapalım... Adına benzeyen güzel bir İtalyanca isim bulalım öyleyse... Lorenzo! Lorenzo'ya ne dersin? Bana kalırsa çok güzel. Sınıfta başka Lorenzo da yok.
- İtalya'daki tüm Laddy'lere Lorenzo mu derler? diye sordu merakla.
Maggie dudağım ısırarak bekliyordu.
- Evet, Lorenzo. Doğru bildin, diye yanıtladı acayip saçlı, güler yüzlü kadın.
Maggie otele döndü. "İyi bir kadın" dedi Gus'a. "Zavallı Laddy'yi küçük düşürecek hiçbir şey yapmayacak biri. Yine de üç derse kalmaz vazgeçer diyorum..."
Gus içini çekti. Son günlerde içini çekmesine neden olan olaylara bir yenisi eklenmişti.
Kurs konusunda ne kadar yanıldıklarını bilmiyorlardı. Laddy hayatından çok memnundu. Her hafta öğrendikleri deyimleri hayatı buna bağlıymış gibi özenle ezberliyordu. Otele İtalyan turistler geldiğinde böyle küçük bir otelin kapıcısından İtalyanca konuşması beklenirmiş gibi gururlu bir edayla "Mi chiamo Lorenzo" diyerek onlarla İtalyanca konuşuyordu. Aradan haftalar geçmişti, yağmurlu gecelerde Laddy'nin gösterişli bir BMW'yle otele geldiğini fark ettiler.
Maggie, "O hanımı içeri davet etmelisin, Laddy" dedi. Pencereden arabayı kullanan asil profilli kadım fark etmişti.
- Olamaz. Constanza eve gitmek zorunda. Yolu çok uzun. Constanza'ymış! O komik kadın nasıl olmuştu da bütün sınıfı
böyle bir oyun oynamaya razı etmişti. Fareli köyün kavalcısı gibi bir şeydi... Laddy, sırf İtalyanca dersini kaçırmamak için kesin olarak kazanacağı bir snooker karşılaşmasına gitmekten bile vazgeçmişti. O hafta anatomi öğreniyorlardı ve Francesca'yla boyunlarını, dirseklerini ye bileklerini göstereceklerdi. Bütün adlan ezberlemişti: "La gola" dediğinde elini boynuna götürüyordu, "gomiti" dediğinde dirseklerine işaret ediyordu, sonra "La caviglia" diyerek ayaklarını gösteriyordu. Derse gitmezse Francesca onu hiç affetmezdi. Snooker karşılaşmalan bitecek değildi, nasıl olsa başka karşılaşmalar çıkacaktı. Ama insan vücudunu öğrenecekleri başka gün yoktu. Francesca'yı sırf bir yanşmaya katılmak için yüzüstü bırakırsa onu hiç affetmezdi.
Gus ile Maggie şaşkın şaşkın birbirlerine baktılar. Bu kurs aslında çok faydalıydı. Her şey kötü giderken hiç olmazsa bir şeyin düzgün olmasına o kadar ihtiyaçları vardı ki... Otelin yenilenmesi şarttı, oysa bunu yapacak paralan yoktu. Laddy'ye sıkışık olduklarını söylemişlerdi, ama sanki ne dediklerini tam olarak algı-lamamıştı. Her günü olduğu gibi yaşamak zorundaydılar. En azından Laddy mutluydu. En azından Rose her şeyin yolunda gittiğini düşünerek ölmüştü.
Laddy zaman zaman yeni kelimeleri hatırlamakta zorlanıyordu. Kardeşler'de okurken daha çok çalışmasını bekleyen olmadığından böyle zorlanmamıştı. Oysa Signora herkesle birlikte ilerlemesini bekliyordu.
Zaman zaman okulun bahçe duvarında oturur, elleriyle kulaklarını tıkayarak kelimeleri ezberlemeye gayret ederdi. Vurguların yerini hatırlamaya çalışarak. "Dov'e il dolore" derken soru sorar gibi söylemek zorunluğu vardı. İnsan hastaneye düşerse doktor bu cümleyi söyleyecekti. Neresinin ağndığını bilmeyecek kadar aptal görünemezdi, herhalde, değil mi ? O bakımdan doktorun ne soracağım hatırlamak gerekiyordu. "Dov'e il dolore" diye tekrarlıyordu durmadan.
Okul müdürü Bay O'Brien yarana oturdu. "Nasılsın?" diye sordu.
- Bene, benissimo. Signora tüm sorulan İtalyanca yanıtlama-lannı söylemişti.
- Harika... Peki dersi seviyor musun? Adın neydi?
- Mi chiamo Lorenzo.
- Tabiî. Söyle bakalım, Lorenzo. Verdiğin paraya değiyor mu?
- Ne kadar tuttuğunu bilmiyorum, Signor. Yeğenimin karısı ödüyor da...
Tony O'Brien bu iri ve basit adama bakarken boğazında bir düğüm hissetti. Aidan Dunne kurslar konusunda ne kadar haklı çıkmıştı. Her şey ne kadar düzenliydi. Ne değişik insanlar katılmıştı... Örneğin Harry Kane'in karısı veya dar alınlı o gangster...
Bu duyguları Grania'yla paylaşmak istediğinde genç kız yüksekten baktığını, babasmın başım okşar gibi davrandığını düşünmüştü. Belki somut bilgiler edinirse Grania'ya ilgisini kanıtlardı.
- Bugün ne öğreniyorsunuz, Lorenzo ?
- Bütün bu hafta insan vücudunu öğreniyoruz. İtalya'ya gittiğimizde kalp krizi veya kaza geçirirsek lazım olur diye. Hastaneye kaldırdıklarında doktorun ilk soracağı şey "Dov'e il dolore" olacak. Anlamını biliyor musunuz ?                                                  
 
- Hayır, bilmiyorum. Sizin kursa katılmıyorum ki... Demek doktor "Dov'e il dolore" diyecek?"
- Evet. "Nereniz ağrıyor" demek. O sorunca siz de söylersiniz.
- Dov'e "nerede" demek, değil mi?
- Öyle olmalı. Çünkü Dov'e il banco, Dov'e il l'albergo da var. Haklısın, Dov'e, "nerede" demek olmalı. Laddy bu bağlantıyı ilk kez yapıyormuş gibi mutlu görünüyordu.
- Evli misin, Lorenzo ?
- Hayır, Signor. Bu işi becereceğimi sanmıyorum. Ablam snooker oynamaya odaklanmamı söyledi.
- Ya biri ya öteki diye bir şey yok. İstersen ikisini de yaparsın.

Yüklə 2 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   32




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin