Iyi bir hikâye



Yüklə 1,68 Mb.
səhifə12/24
tarix18.08.2018
ölçüsü1,68 Mb.
#72073
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   24

Yıldız sohbete katılmaya çalışıyordu. "Hadi bize dışarıyı anlatın," dedi. "Bazılarımız dışarının o kadar da kötü olduğuna inanmıyor."

178
Asi

Anlaşılan vadinin halkında dışarıya güvensizlik duyanlar kadar, merak edenler de var, diye düşündü Sackzo. Bu daha sonra işine yarayabilirdi. Bilginin bir silah kadar etkili olduğunu bilirdi. Bu vadide büyük zenginlikler vardı. Sadece Janus'un hükmünden kaçan bir halkı ihbar etmesi bile Derzulya'da bir krallık kurmasına yetebilirdi.

Derzulya'yı, vadinin dışını anlatırken özenle Janus'un hâlâ yaşadığını ve gücünü koruduğunu sakladı.

Yemek sonunda sofra kaldırılmış ve orta bölüm boşaltılmıştı. Ay-han neşeyle konuğuna dönerek, "Özel bir içkimiz vardır, Toht sütünün mayalanmasıyla yapılan... Kamar deriz. Denemek ister misin?"

Sackzo böyle bir içki duymamıştı, zaten Derzulya'da Toht sütü o kadar değerliydi ki bir de ondan içki yapılması düşünülemezdi bile. Yine zehirleneceğinden korktu ama Başbuğ zararsız olduğuna ikna etti.

İçkiler dağıtılırken, uzun kavalları olan müzisyenler yerlerini aldılar. Yıldız bu aletlere "ney" diyordu. "Ruhun müziğini dinleyeceksin şimdi." Söylediğine göre kendisi de en iyi "Neyzen'ler arasındaydı.

Müzisyenler neyi üfledikçe Sackzo ilk defa duyduğu bir sesi dinlemeye başladı, bu müzik eşliğinden ortaya sadece erkeklerden oluşan dansçılar geldi. Üzerlerinde siyah, belden sıkmalı uzun etekli bir giysi, başlarında da silindir şeklinde uzun bir şapka vardı.

"Semazen" denen dansçılar kollarını açarak ortada dönmeye başladı. Bir elleri gökyüzüne, bir elleri toprağa dönüktü.

Kamar adlı içkinin garip bir etkisi oldu Sackzo'nun üzerinde, sanki neylerden müzik renkli görüntüler şeklinde çıkıyordu. Hayal

179
Orkun Uçar

ile gerçeği karıştırmaya başladığını düşündü. Parmağını bile hareket ettiremiyordu. Dansçılardaki değişim başladığında bile bunun gerçek mi, hayal mi olduğunu anlayamadı.

Semazenlerin giysilerinin üst kısımları yok olmuştu. Sırtlarından beyaz kanatlar çıkıyordu. Bu kanatlar sayesinde dönerken havalandılar.

Bu Tanrısal müzik eşliğinde havada dönen, parıldayan beyaz kanatlı yaratıkları Sackzo ancak masallarda duymuştu. Melek mi deniyordu onlara? Gecenin sonunda ne olduğunu bilemedi, huzurlu bir uyku onu sardı.

42.


Siyah kısrak bir iki denemeden sonra Jusa'yı saman yığınının üzerine fırlatıverdi. Neşeli bir kişneme duyuldu ardından. Jusa elini yumruk yapıp bağırdı. "Alacağın olsun Dua! Bir gün beni sırtından atamayacaksın!..."

Zeki ve asil bir kısraktı Dua. Oyun oynamayı seviyordu. Bir süredir aralarında inatlaşma vardı; hayvan bir türlü Jusa'nın sırtına binmesine izin vermiyordu. Agra'da çocuğu kızdırmak için, "Eğer ona efendiliğini kabul ettiremezsen hiçbir zaman iyi bir savaşçı olamazsın," diyordu. Bu da Jusa'nın hırsını arttırıyordu.

Çiftlikte günler yorucu ve güzel geçiyordu. Yapılacak çok iş vardı ama kimse köle olarak satın alındığını hissettirmiyor, fazladan iş yüklemiyordu ona. Hatta Harzam'ın çocuklarından biri gibi davranıyorlardı.

180
Asi

Eski kılıç ustasının üç çocuğu vardı; iki erkek, biri kız. Kız olan büyükleri Aleyna, on sekiz yaşındaydı ve evlilik hazırlıkları yapıyordu.

Bütün ailenin gözbebeği ise en küçük erkek çocuktu. Jusa'yla yaşıttı ve kısa sürede iyi arkadaş olmuşlardı. Adı Mustab'dı. Yalnız bir sorunu vardı onun; küçükken geçirdiği çocuk felci yüzünden belden aşağısı duyarsızdı. Ama çok zekiydi, Jusa'ya fırsat buldukça okuma yazma öğretiyor, çeşitli oyunlarla zekâsını çalıştırıyordu. Elin i de çok becerikliydi. Tahtadan, taştan küçük biblolar oyuyor, bulun kilitleri açabiliyordu.

Harzam, sakat oğlundan utanmıyor aksine gurur duyuyor gibiydi. Yula kasabasına ne zaman inseler omzuna alıp gezdirirdi.

Jusa'nın çiftlikte kötü geçindiği bir insan yoktu ama ikinci arkadaşı şüphesiz Agra'ydı. Zaten Agra'nın sevmediği bir şey yoktu, küçük büyük bütün hayvanlar, kırdaki çiçek, hatta deredeki çakıl tayı bile... Jusa ondan çiftlik işlerini öğreniyordu, bir de demirciliği... Bir süre daha çalışırsa kendine ait bir kılıç yapabilirdi.

Bir hafta önce kaba bir hançer yapmayı becermişti. Harzam ahırda onu hançeri birine saldırır gibi savurduğunu görünce, dövüş sanatlan üzerine ilk dersini almıştı belki.

Harzam en baştan beri, çocuğu görmezden gelmese bile çok il-|ilenir gibi değildi, hançerle uğraştığını görünce yanına gelmişti. "Ne yapmaya çalışıyorsun? Peynir kesmediğin belli."

Belki öğrencisi olma ümidi olduğu için Jusa artık çok saygılı davranıyordu. "Bir dövüş sırasında nasıl kullanacağımı öğrenmeye çalışıyorum efendim," dedi.

"Silah insanı güçlü yapmaz evlat. Hatta iyi kullanamıyorsan senin güçsüzlüğün bile olabilir."

181
Orkun Uçar

"Nasıl yani efendim?"

Harzam bir an kararsız bir ifadeyle durdu, ardından Jusa'nın tam karşısına geçti, ellerini yumruk yaparak beline dayadı. "Mesela ben düşmanınım, silahım yok. Hadi saldır!"

Jusa, ihtiyar adama baktı, ondan iriydi, belki eskiden usta bir savaşçıydı ama yine de çevikliğiyle başa çıkamazdı, eğer adamı yaralarsa kaçmak zorunda kalabilirdi. "Ama efen..." diye itiraz etmeye kalmadan Harzam sus işareti yapıp, "Hadi saldır," diye ısrar etti.

Jusa tek bir hamle yaptı, Harzam sadece soluna kayarak sağına gelen darbeden kurtulduğu gibi çocuğun kamayı tutan bileğini yakalayıp boynuna sardı. Şimdi hançerin keskin tarafı Jusa'nın boğazına dayanıyordu. "Gördün mü? Hançer hâlâ elinde ama tek kesebileceği kendi boynun."

Jusa sadece, "Uhh!" diye inleyebildi. Harzam kapıdan çıkarken girdiği şoktan kurtulmuştu, arkasından koşup bir savaşçı olarak eğitmesi için yalvardı.

O yalvarışlarının ne ilki, ne sonuncusu oldu. Harzam sürekli reddediyordu.

Jusa, Dua'nın onu attığı saman üzerinde yatarken, Mustab'ın neşeyle çınlayan gülüşünü duydu. Harzam yanında Agra olduğu halde kucağında sakat çocuğuyla Jusa'ya doğru geliyordu. Hepsi gülüyordu.

Agra, kişneyen Dua'nın boynunu okşadı. "Yine mi yendin bizim asi veledi!" Cebinden çıkardığı bir şekeri ata verdi.

Mustab, "Jusa bence inatlaşmak için güçlü bir rakip seçtin. Dua istemediğini üstünde tutmaz," dedi.

"Mustab'ın dediğine iyi kulak ver Jusa. Bak şimdi," dedi Harzam, kucağındaki çocuk ile Dua'nın yanma gitti. Kısık sesle bir sü-

182
Asi

re konuştu atla. Ve sonra Jusa'nın şaşkın bakışları altında belden aşağısı çalışmayan çocuğu sırtına yerleştiriverdi.

Jusa, Mustab için endişelenmişti. Telaşla kalkmıştı ki, Dua'nın Son derece yumuşak adımlarla yürüdüğünü görüp şaşırdı.

Harzam elini omzuna koydu. "Bazen istediğini güçle elde edersin bazen tatlı dille. Dua zeki bir hayvan. Belki senin binmene i/.in vermesi için inatlaşmak yerine rica etmeyi denemelisin. Şimdi sofraya gidiyoruz. Biraz daha geç kalırsak anneniniz dırdırı yemeği zehir eder."

Jusa çok mutlu olduğunu hissetti. Çiftliğin yanından geçen delenin üzerinde güneş kızıl, yeşil renklerle batıyordu. Birkaç gündür Siki çalışmışlardı. Harzam ertesi gün kasabada iki günlüğüne kurulacak panayıra Mustab'la onu götürmeye söz vermişti. Büyük oğlu Orin, Yula'da bir demirci dükkânı açacaktı. Kızı Aleyna da panayırdan sonra Yula'nın en büyük çiftlik sahiplerinden birinin oğluyla evlenecekti. Harzam için çok güzel günlerdi.

Agra, Dua'nın yularını tutarak eve kadar birkaç adım geriden onlara eşlik etmeye başladı. Birden durdu. "Yabancılar!" diye kapı tarafını işaret etti. "Silahlı bir birlik..."

Harzam, Jusa'yı arkasına iterek gözlerini kıstı. Rebon birkaçı, diye düşündü. Janus eski bir hesabı kapatmaya mı gönderdi acaba onları? Janus'a boyun eğmeden sağ kalmasını, ölümsüz yaratığın kılıç ustalığına duyduğu saygıya borçluydu. Ama bu onun söylediğiydi.

Yedi silahlı adam atlarını doğrudan Harzam'a sürdüler. Tahmin ettiği gibi üçü Rebon'du, üçü de sıradan kiralık asker, sonuncusunun ise ne olduğunu çıkaramamıştı. Çok güzel bir erkekti. Yaşı belli olmuyordu. Sanki alevler çıkan san kıvırcık saçları, masmavi

183
Orkun Uçar

gözleri vardı. Gözlerini onun üzerinden zor ayırdı. Birliğin geri kalanı ondan birazcık uzak kalmaya çalışır gibiydiler. Korku mu, diye düşündü Harzam. Bu güzel varlığın korkulacak gizi ne?

Rebonlardan biri öne çıktı. "Kılıç ustası Harzam!" diye tısladı.

Bir sorudan çok açıklama gibiydi. Harzam cevap vermedi; Ag-ra, Mustab ve Jusa'nın güzel yaratığı seyretmeye daldığının farkındaydı.

"Janus'tan sana selam getirdik. Ve bir de emir."

"Konuşun, dinliyorum," dedi Harzam.

"Tanrımız Habis için her yıl şenlikler düzenlenecek. Yeryüzündeki gölgesi Janus, onun şerefine Kurâf'ta çok büyük bir arena inşa ettiriyor. Gelecek sene başlayacak dövüşlerde senin yetiştirdiğin savaşçıları da görmek istiyor."

Harzam elbetteki reddetmeyi düşünüyordu; savaşları, kavgaları uzun yılların gerisinde bırakmıştı. Ama önce başka bir şeyi merak ediyordu. "Tanrımız Habis mi?"

Kiralık askerler çok gergin gözüküyorlardı, Derzulya'da ilginç gelişmeler olduğu kuşku götürmezdi. Rebon gülmeye benzer bir ses çıkardı. "Eskiden Sürgündeki diye bilirdiniz onu. Artık isimlendi. Onun adı Habis."

Agra, "Eski Tanrı yeni isim," diye mırıldandı. Harzam kollarını kavuşturdu. "İster Sürgündeki olsun, ister Habis, biz ona tapmıyoruz. Janus'a söyleyin savaşçı yetiştirmeyi bırakalı çok oluyor."

Rebon sesini yükseltti. "Artık başka tanrı yok. Derzulya'nın her yerinde tek tanrı var; o da Habis! Habis artık başka tanrıcıklara izin vermiyor saygıdeğer Harzam," dedi. "Emre gelince, Efendimiz Janus reddetmek isterseniz size bu mesajı vermemizi istedi."

184
Asi

Rebon cübbesinin yeninden rulo haline getirilmiş bir kâğıdı çıkarıp Harzam'a verdi. O tanıdık harfler Janus'un kendi elinden uğursuz şekillere dönmüştü:



"Kılıç Ustası Harzam'a" diye başlıyordu.

Yıllar önce bana karsı koydun, büyü işçiliğimin ürünü olan Rebonları öldürdün. Ama ben, yeteneğin nedeniyle sana saygı duydum. Belki de intikamı soğuk yemek istedim. Bir ölümsüzün ne düşündüğünü kim bilebilir!...

O günlerde yalnız ve gururlu bir savaşçıydın. Alabileceğim bir tek canın vardı. Ve geldik bu günlere... Şimdi ise kaybedebileceğin bir ailen ve çiftliğin var. Bugün sahip olduklarında, huzurlu yaşamında benim görünmez koruyuculuğumun da etkisi olduğunu itiraf etmeliyim. Yoksa Runik kralının ve Sürgündeki' nin herkesten bu katlar az mı vergi aldığını düşünüyordun veya en sıkıntılı dönemlerinde ortaya çıkan müşterilerinin, atlarının kalitesine mi vurulduklarını?...

Şu anda sahip oldukların, gücün kadar güçsüzlüğün. Seni bağlayan prangalar. Artık kaybedebileceğin çok şey var. Şimdi... istediğim an bunları kolayca yok edebileceğimin farkındasın değil mi?

Artık emrimi yerine getireceğine eminim, yine de ceza korkusu kadar bir ödül de sunmak istiyorum sana... Sakat bir oğlun olduğunu biliyorum. Küçük Mustab'ı yani... Görüyorsun Derzulya'da nerede ne olup biter hepsinden haberim var. Onu herkes kadar sağlıklı yapabilmek, cansız ayaklarına güç verebilmek benim için çocuk oyuncağı.

Bundan bir sene sonra Tanrımız Habis adına düzenlenecek imliklerde senin öğrencilerin galip gelsinler, ödülü vereyim. Mus-tab herkes kadar güçlü ve sağlıklı olsun.

185
Orkun Uçar



Ama... Hele bir de senin öğrencilerin yenilirse, o zaman kaybedeceğin yalnızca kendi canın değil. Oğulların, kızın, karın ve çiftliğinde yasayan tüm canlılar gazabımdan kurtulamayacaklar. Onların hepsini senin gözlerinin önünde işkenceyle öldürteceğim.

Her iki halde de sözüme güvenebilirsin.

Habis'in Vaizi Janus."

Mesajı okurken Harzam'ın elleri titremeye başlamıştı. Yıllarca gururla, doğru bildiği şeyleri yaparak mutluluğa kavuştuğunu düşünmüştü. Oysa şimdi öğreniyordu ki, bütün bunlar Janus'un kapana sıkıştırmak için kurduğu bir tuzaktan başka bir şey değildi.

Yılan sabırla beklemişti; bir ailesi, çiftliği ve hayatları ona bağlı adamları olmasını... Hepsini tek tek acı çektire çektire ondan alabilmek için... Jusa'ya hançer konusunda verdiği dersi anımsadı, işte kendi silahı boynuna dayanmıştı. İçini çekerek, "Cevabı şimdi mi istiyorsunuz?" diye sordu.

Rebon, "Efendimizin, cevabınızın olumlu olduğu yönünde bir şüphesi yok," dedi.

Janus'un adamlarının uğrayacakları çok yer vardı daha. Onların ayrılmasından uzun süre sonra bile durgunluğunu ve düşünceli halini korudu Harzam. Janus'un ne istediğini herkes öğrenmişti. Kimse onunla konuşmaya cesaret edemiyordu. Ertesi gün çiftlikte-kilerle kasabadaki panayıra inerken neşeli görünmeye çalışıyordu. Herkese hediyeler aldı, Mustab ve Jusa'ya harcamaları için para verdi. Orin'in dükkânının açılması görkemli oldu, Yula'nın bütün önde gelenleri oradaydı ve Harzam'a Kuraf'tan Rebonlar geldiğini hepsi biliyordu. Ölümsüz Vaiz'in özel mesaj gönderdiği birinin komşuları olmasından onur duyuyorlardı.

186


Asi

Jusa için o gün çok özeldi; ilk aşkıyla tanıştı. Köyündeyken Derzulya'yı tamamen gezmeden âşık olmayacağına yemin etmişti. Oysa Misra'yı gördüğünde yemini aklına bile gelmemişti. Ama ikin-ci sürpriz gelişme çok daha önemliydi; akşam çiftliğe dönerlerken, Harzam, onu yenilmez bir dövüşçü olarak yetiştireceğini açıkladı.

43.

Barışçı Balkaya köyünün tek kasabı her zamanki gibi ailesinden önce kalkarak kahvaltı hazırlamaya başladı. Yıllardır beş çocuğu ve karısına köle gibi hizmet ediyordu.



Genel kabul gören kasap görüntüsünün aksine pek zayıftı, san-ki onun eksik kilolarını ailesi paylaşmış gibiydi. Hepsi çalışmayarak kadar şişman ve zalimdi.

Kasap Baha çorba için kuyudan su çekmeye çıktığında, üzeninle ince bir sis örtüsü bulunan yeşillikler içindeki şirin köyüne baktı. Bu köyü kendine benzetirdi; çalışkan, elindekiyle yetinmeyi hilen, iyi huylu, huzurdan başka bir şey aramayan bir varlık.

Balkaya, geniş topraklarının çoğu verimsiz, çorak ve ıssız olan Somrani krallığının birkaç yerleşim biriminden biriydi. Oysa ülke harita üzerinde, Batı'da Runik, Doğu'da Tuus ve Narvograd, Güney-'de içdeniz Tulakami ve Kuzey'de Kursaha ile çevrelenen geniş İm arazide oldukça büyük görünürdü.

Baha içini çekerek kümese yöneldi, yirmi tavuğunun dördü bu sabah yumurtlamamıştı. Belki akşam yemeğine birini kesip hazırla-yabilirdi. Eve dönerken çocuklarının henüz uyanmadığını ümit edi-

187
Orkun Uçar

yordu. Çünkü yüzlerini bile yıkamadan sofraya otururlar, kahvaltı hazır değilse tabaklarına vurmaya başlarlardı.

Mutfağa girdiğinde sofranın boş olduğunu fark ederek sevindi. Sobanın ateşi canlı canlı yanıyordu. Yumurtaları biraz sonra kaynayacak suyun içine koyup çorba yapmaya başladı. Bir yandan masanın üzerine jambon, peynir, zeytin gibi her sabah silip süpürülen kahvaltılıklardan koyuyordu.

Her sabah bu işleri yapmak onu çok yoruyordu, üstelik kendi hazırladığı sofradan her seferinde yarı aç kalkıp işe gitmek zorunda kalıyordu. Elbette daha önce hizmetçi tutmaya çalışmış, hatta paraya kıyıp bir köle almıştı. Ama değişik bir insan türü olan çocuklarına ve cadı karısına kimse dayanamıyordu. Eziyet etmekten zevk alıyorlardı. Hizmetçiler bir haftayı doldurmuyordu. Köle bile yakalanırsa kanunlar gereği öldürüleceğini bile bile kaçmıştı. Baha için için o güzel kızın bu cehennemden kurtulabilmiş olmasına seviniyordu.

Kızarmış ekmeklere yağ sürerken, yerdeki sarsıntıyla karısının uyandığını anladı. İnsanı rahatsız eden hırıltılı bir soluk alışı vardı kadının. Tıpkı bir hayvan gibi, boyunsuz, domuz burunlu ve yuvarlak suratının içlerine gömülmüş gibi duran iki küçük düğme göz...

"Lanet herif!" diye başladı söze. "Yine dışarı çıkarken kapıyı kapamamışsın, evin içi buz gibi! Ne buraların hali, sofrayı kurmadan önce yerleri bir süpürmeyi akıl edemedin mi?"

"Karıcığım kapıyı açık bırakmadım, yalnız odunlar biraz ıs-lakmış o yüzden geç yandı," diyecek oldu ve yine eti büküldü. Kadının en kötü huyuydu bu, cezasını hep etini burarak veriyordu. Çürükler içindeydi her tarafı. Yine de iyi şeyler oluyordu; kadın beş yıl

188
Asi

önce sevişmekten soğumuştu ve yataklarını ayırmışlardı. Baha için onu mutlu etme çabaları işkence dakikaları olarak geçiyordu. Çünkü kadın sevişirken kocasının kaburgalarını yumrukluyordu.

Şimdi cinsel hayatı yoktu ama bundan dolayı şikâyetçi değildi adam.

Kaderinin kötü bir oyunu, karısının ailesi Balkaya içinde köklü ve kalabalık bir soy olduğu için adamın kurtuluş yolu da yoktu. Köyün hakimi bile yaratığın akrabasıydı. Eğer dövmeye kalkarsa engellemek için kolunu bile kaldıramıyordu. Herhangi bir şikâyet halinde onu falakaya yatırmaya hazır çok kişi vardı. Bir içgüveysi olarak bunca zaman daha kötüsünü hayal edemediği bir hayat sürmüştü.

İlk fırtınayı ucuz atlattım, diye düşünürken, kahvaltı masasında bir kriz daha yaşandı. En küçük oğulları tabağına koyulan çorbayı, tuttuğu gibi yere döküverdi. Çocuk tam bir zalimdi, Baha kaç kere uyardığı halde hayvanlara eziyet ederken yakalamıştı. Şimdi de azarlamak gibi bir hataya düştü.

"Niye döküyorsun çorbayı?! Sadece sıcak suyla kahvaltı edenler var bu köyde... Kalk sofradan sana yemek yok."

Oğlan bir anda yaygarayı bastı. "Bana ne ya! Ben sevmiyorum bu çorbayı..."

Karısı ayağa kalktığı gibi yumruğunu adamın sırtına indirdi. "Uğraşma çocukla rezil herif. Benim ailem olmasaydı sen de o sefalet içinde yaşayacaktın zaten. Çocuk kaç kere bu çorbayı sevmediğini söylediği halde niye yapıyorsun? Al bezi hemen temizle orayı."

Bela çocuk annesinin ardından babasına nanik yapıyordu.

Kurtuluş yoktu, böylece ağzına atabildiği iki lokmayla işe gitmek zorunda kaldı. Üstelik aç karnına et kesip, parçalamak midesini bulandırıyordu. Gün kötü başlamıştı.

189
Orkun Uçar

Dükkânı açmıştı ki, köyün fakir kadınlarından birisi gelip borca karşılık suda kaynatmak için kemik istedi. Fazla bir para değildi ama kadıncağızın kocası haydutlar tarafından öldürüldüğünden beri para getirecek hiçbir şeyi yoktu. Baha yardımcısının gelip gelmediğini kontrol ederek kadıncağıza hemen birkaç kilo et sardı. "Al bunları. İtiraz istemem. Ama rica edeceğim kimseye söyleme... Hadi yardımcım gelmeden hemen git."

Çocuklarının çoğu dükkânda ona yardım edebilecek yaştaydı ama tabi çalışmaya niyetleri yoktu. Onların yerine kadının akrabalarından birini yardımcı diye almak zorunda kalmıştı. Çocuk az çok çalışıyordu ama tüm kötü özellikleri üzerinde toplamıştı; sinsiydi, insanları birbirine düşürüyor, dedikodu ve karısına muhbirlik yapıyordu. Üstelik Baha, dükkâna gelen kadınlara sarkıntılık yaptığından da kuşkulanıyordu.

Eğer fakir kadına parasız et verdiğini öğrenecek olursa bunu kullanmaya kalkacağı açıktı. Neyse kadıncağız köşeyi dönmüştü ki öte taraftan geldiğini gördü.

Bir şey belli etmemek için, başını öne eğerek yardımcısının içeri girmesini bekledi. Ama bir türlü gelmeyince merakla baktı. Sinsi yaratık ağzında bir kürdan köyün girişine doğru bakıyordu. Yanına gitti. Geçitten üç atlı dönmüş, toz kaldırarak köye doğru ilerliyorlardı.

Balkaya kervan yollarının dışında kaldığı için her türlü ziyaretçi ilgiyle karşılanırdı. Atlıları gören birkaç kişi daha köy meydanında toplanmaya başlamıştı.

Önce savaşçı olup olmadıkları konuşuldu ama iyice yaklaştıklarında kılıç taşımadıkları hayretle fark edildi. Böyle bir zamanda kim silahsız gezerdi ki?! Pelerinleri altında, ne olduğu belli olma-

190
Asi

yan, parıldayan siyah deri kıyafetleri vardı. Görünürde zırh da taşımıyorlardı.

Tam kalabalığın önünde durdular. Bir an sessizlik oldu, ziyaretçilerin güzelliği karşısında hepsinin nefesi kesilmişti. Sanki genç tanrılar yeryüzüne aralarına inmiş, kullarının hayranlığını toplamak için dolaşmaya çıkmışlardı.

Üçü de san saçlıydı, düz saçlarını arkaya salmışlardı. Güneş ışınlarını yansıttıklarından sanki akan altın bir nehir izlenimi veriyorlardı. Hepsi birbirine benziyordu yalnız bir tanesi atını öne sürdü, onun saçlarında yer yer kızıla çalan renk farkları vardı. Liderleri o gibiydi, atından tek hareketle indi ve konuştu.

"Selam... Biz Kurâf'tan geliyoruz. Ben Dejin-Asal. Bir bilgi isteyecektik."

Baha için sözlerinin içeriğini anlamak birkaç saniye sürdü, çünkü sesin ahengine kendini kaptırmıştı. Sanki müzik gibiydi. Dinerlerinin de aynı şaşkınlığı yaşadığını gördü. Köyün tek hekimi bir adım öne çıkıp, eğilerek selam verdi. "Asil efendim biz de Somra-ni krallığının Balkaya köyü sakinleriyiz. Ben köy hekimi Kateli. Nasıl yardımcı olabiliriz?"

Dejin-Asal üstten bakan bir tavırla konuşmasına devam etti. 'Teki Kateli, biz bir buçuk, iki aylık kız bebeği arıyoruz. Bu köyde yeni doğmuş kız bebeği var mı?"

Kateli için bu soruya cevap verememek imkânsızdı, otuz yıldır köydeki tüm doğundan o gerçekleştiriyordu. Yine de başka biri önce davrandı; sevinçli bir ses, "Asil efendim, benim kızım doğalı bir ay yirmi gün oldu. Yaz sonu..." diyordu. Bu köyün muhtarının oğlu Argolin'di. Altı ay önce başkent Som'dan zengin bir tüccarın kızıyla evlenmişti. Bütün köy -Baha da dahil olmak üzere- kızın er-

191
Orkun l J çat-

ken doğurduğunun farkında değilmiş gibi davranıyordu. Büyük bir ihtimalle kız bir serseriden peydahlamıştı onu, babası bir baş belasından kurtulmak istemiş olmalıydı. Nitekim büyük kentten gelen bir prenses edasıyla, köyün sıkıcı yaşantısına hapsedildiği için etrafında terör estiriyordu kız.

Dejin-Asal, onun sevincine bir tepki vermedi. "Yolu göster," diye fısıldadı sadece. Argolin bir hazineye kavuşacakmış gibi neşeyle yürümeye başladı, böyle silahsız gezen, tanrısal güzelliğe sahip insanlardan bir kötülük değil ancak ödül bekliyordu. Kim bilir kızı nasıl ilahi bir iş için seçilmişti.

Böylece giderek kalabalıklaşan kafile muhtarın evine doğru yürümeye başladı. Genç adam eve önden girip biraz sonra yanında babası ve karısı olduğu halde çıktı. Bebek Argolin'in annesinin ku-cağındaydı.

Dejin-Asal hiçbir açıklama yapmadan elini bebeği vermeleri için uzattı. Yaşlı kadıncağız bir an itiraz edecek gibi oldu, en azından açıklayıcı bir söz bekliyor gibiydi. Kocası omzuyla dürtükleye-rek kulağına kızgınlıkla, "Hadi versene kadın. Görmüyor musun, asil beyi kızdıracaksın," diye fısıldadı.

Dejin-Asal, bebeği aldıktan sonra ayaklarından tutup havaya kaldırdı, tek bir hareketle kundağını çıkardı. İki arkadaşı da yanına gelmişti. Kız olduğunu görünce kalabalığın şaşkın bakışları altında bebeği yere koydular ve ellerini üzerinde gezdirmeye başladılar.

Baha önce gördüklerine inanamadı, bebeğin etleri ayrışarak sümüksü bir akışkanlıkla atlıların ellerine geçiyordu. Ölmek üzere olan küçük canlının tiz çığlıkları kulaklarını tırmaladı. Kalabalığın çoğu olup biteni görebilecek yerlerde değildi, ön saflarda bulunanlar etrafa koşuşarak kusmaya başladı.

192
Asi

Argolin'in karısı hemen bayılmış, annesi ilk şoku atlatınca Delililerin üzerine atılmıştı, babası ise kılıcını çekmeye başlamıştı bile Muhtarın adamları onun kılıcını çektiğini görünce hemen silahlarına davrandılar.

Baha kustuktan sonra kendini çemberin dışına atmıştı, gerisinde başlayan kavgayı neden sonra fark etti. Havada insan parçalan uçuyordu. Dejin-Asal olarak kendini tanıtan yaratığın kollan sıyrılmış, kılıç darbelerinin derisinin üzerinden sektiğini görüyordu. Tüm vücudu değilse bile darbe gelen yerler zırhlı gibiydi. Daha doğrusu yaratık kılıç inmek üzere olan bölgeye kabuk oluşturuyor gibiydi.

O yara almazken, düşmanlarının dokunabildiği yerde etleri dağılıyor, elinde kalıveriyordu. Diğer ikisi de vahşette ondan geri kalmıyorlardı. Kısa sürede Balkaya nüfusunun çoğu öldürülmüştü. Baha bir kuyunun arkasına saklandı.

Yokedici güzel tanrılar, işlerinin bittiğine inanıp atlarım yine sürünceye kadar da yerinden kımıldamadı. İlk defa ölümü bu kadar yakınında hissetmiş, dehşeti bu kadar yakından görmüştü. İçsel bir değişiklik yaşamıştı. Dalgın bir şekilde kasap dükkânına yürürken, bir köşede korkuyla titreyen yardımcısına rastladı. Yapması gerekeni anladı.

Derzulya'da karısından çok daha korkunç birçok yaratık vardı ve artık ondan korkmadığını hissetti. Burada durması aptallıktı. Her yerde geçerli bir mesleği vardı onun, dükkâna girip kapıyı kapattı. Gizli kasasında biriktirdiği parayı aldı. Çok değildi ama başka bir kentte yeni bir hayat kurmasına yeterde artardı bile. Köyde yaşayanlar hâlâ şoktaydı, onun bir ata eyer yükleyip binmesine ve yola çıkmasına kimse engel olmadı. Baha'yı yeni bir hayat bekliyordu, İğrenç kansı ve yine onun kadar iğrenç çocuklarının olmadığı bir


Yüklə 1,68 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   24




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin