Jack London Martin Eden



Yüklə 1,69 Mb.
səhifə34/36
tarix24.12.2017
ölçüsü1,69 Mb.
#35856
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   36

579


Martin Eden

vardı, hem de bin dolara... Bu planın ayrıntılarını büyük rahatlık ve sükunetle dinledi.

Kreis, "Güneşin ütancı"nda birçok yerde bir budala durumuna düştüğünü anlatan konuşmasına orta yerinde susup uzun bir süre bekledikten sonra:

— Ama ben felsefe yapmak için gelmedimdi ki, diye devam etti. Benim anlamak istediğim, sen bu işe bin dolar yatıracak mısın, yatırmayacak mısın?

Martin:

— Hayır, diye cevap verdi. En azından, o kadar aptal değilim. Ama bak ne yapacağım söyleyeyim sana. Sen bana hayatımın en güzel gecesini yaşatmıştın. Bana paranın satın alamayacağı bir şey vermiştin. Şimdi param var ve bu para benim içim hiçbir şey ifade etmiyor. Sana, bana o gece verdiğinle hiçbir zaman eş değerde tutmadığın bin doları vereceğim. Bu paraya ihtiyacın var. Benimse ihtiyacımdan çok param var. Bu parayı istiyorsun. Onun için geldin buraya. Bunu böyle dolambaçlı yollardan istemeye çalışman gereksiz. Al gitsin.



Kreis hiç şaşırmadı. Çeki katlayıp cebine koydu.

— Aynı fiyata, sana onun gibi daha birçok gece yaşatmak için sözleşme yapmak isterdim, dedi.

Martin başını sallayarak:

— Bunun için artık çok geç. O benim hayatımın tek gecesiydi. Kendimi cennette sanmıştım. Sizler için olağandır bunlar, biliyorum. Ama benim için öyle değildi. Bir daha o geceki heyecanı hiçbir zaman yaşayamayacağım. Felsefeyle işim kalmadı artık benim. Artık felsefenin kelimesini bile işitmek istemiyorum.

Kreis tam çıkacakken kapının eşiğinde durdu:

580


Jack London

— Felsefe sayesinde hayatımda kazandığım ilk dolar bu. Ne var ki, kaynak hemen kuruyuverdi.

Martib bir gün sokakta Mrs. Morse'a rastladı. Mrs morse gülümsedi ve başıyla hafifçe selam verdi. Martin de ona gülümseyip, şapkasını çıkardı. Bu küçük olayın Martin üzerinde hiçbir etkisi olmadı. Bir ay önce olsaydı, Martin belki de iğrenir, ya da kadının o anki akli durumu üzerinde meraka kapılıp kafa yorardı. Şimdi bu durum Martin'in aklına herhangi bir şey getirmedi. Bir süre sonra unuttu gitti. Central Bank binasının ya da Valilik Konağının önünden geçtikten sonra onları nasıl unutuyorsa, bunu da öyle unuttu. Bununla beraber, zihni her zaman için çalışır haldeydi. Düşünceleri bir daire etrafında dönüyor, dönüyordu. Bu dairenin merkezini de "iş bitti", cümleciği oluşturuyordu. Amansız mantık geçitlerinde zihnine at koş-tura koştura, kendisinin bir hiç olduğu sonucuna vardı. Gerçek olan serseri Martin Eden, denizci Mart Eden'di; ama meşhur yazar Martin Eden diye biri yoktu. Meşhur yazar Martin Eden, sürü kafasının yaratıp da, denizci ve serseri Mart Eden'in bedenine zorla soktuğu bir buhardı. Ama bu, onu kandıramazdı. Sürünün tapındığı, yemekler adadığı güneş tanrısı kendisi değildi. O, dersini almıştı. Kendisinden söz eden dergileri okudu. Bu dergilerde yayımlanan kendi portreleri üzerinde derin düşüncelere daldı. Öyle oldu ki, bu portrelerde kendini bulamaz hale geldi. O yaşamış, heyecan çekmiş, aşık olmuş bir adamdı; yumuşak başlı, insan hayatının zaaflarını hoş gören bir adam; baş kasaralarda hizmet görmüş, garip diyarlarda dolaşmış ve kavga ettiği o eski günlerde çetesine elebaşılık etmiş bir adam. O, kütüphanedeki binlerce

581


Martin Eden

kitapla ilk karşılaşmasında sersemleyip sonra bunlar arasında yolunu bularak, kitapları yenmiş bir adam; geceleri durup dinlenmeksizin çalışıp sırtında bir mahmuzla yatağa girmiş, kendisi de kitaplar yazmış bir adamdı. Ama o, bir tek şey değildi; bütün sürünün doyurmaya savaştığı büyük şey değildi o.

Yine de, dergilerde onu eğlendiren şeyler de vardı. Bütün dergiler ona sahip çıkıyordu. "Warren's Monthly", abonelerine, kendilerinin daima yeni yazarlar peşinde olduklarını ve bunlar arasında okurlara Martin Eden'i tanıttıklarını haber veriyordu. "The White Mouse" da, ona sahip çıkıyordu; The Northern Review" ile "Mackintosh's Magazine" de öyle; ama muzaffer bir şekilde, arşivindeki dosyalar arasında ütülenmiş yatan "Deniz Lirikleri"ni gösteren "The Globe" hepsini susturdu. Faturalarını ödemekten kurtulup da, yeniden canlanan "Touth and Age", Martin'i hepsinden önce keşfettiğini iddia ettiyse de, bu iddiayı çiftçi çocuklarından başka kimse okumadı. "Transcontinental" ağır başlı ve ikna edici bir şekilde Martin Eden'i ilk defa kendilerinin keşfettiğini söyleyince, karşısında, "Peri ile İnci"yi hararetle ileri süren "The Hornet"i buldu. Singltree Danley ve ortaklarının mütevazı iddiası, toz duman arasında gürültüye gitti, üstelik bu yayınevinin, iddiasını biraz daha süsleyeceği bir dergisi de yoktu.

Martin'in yazarlıktan ne kadar para kazandığı gazeteler tarafından hesaplandı. Bazı dergilerin kendisine yaptığı muhteşem teklifler her nasılsa duyuldu ve bir taraftan profesyonel dilenci mektupları Martin'in posta kutusunu doldurmaya başlarken, öbür yandan da Oaklandlı papazlar ona dostça yanaştılar. Ama

582

Jack London



hepsinden kötüsü, kadınlardı. Fotoğrafları basılıp yayınlandı, bazı yazarlar da onun kuvvetli, bronz rengi yüzünü, yara izlerini, kuvvetli omuzlarını, sakin, duru gözlerini ve yanaklanndaki, bir hastanınkini andıran hafif çukurlukları istismar ettiler. Bu sonuncusu ona ilk gençliğini anımsattı. Tanıdığı kadınlar arasında, çoğunlukla, kendisine bakan, kendisini beğenen, seçen kadınlara rastlamıştı. Kendi kendine güldü. Bris-senden'in yaptığı uyarıyı hatırladı. Kadınlar onu asla yıkamazlardı, burası muhakkaktı. O, bu devreyi çoktan atlatmıştı.

Bir gün, Lizzie ile birlikte gece okuluna doğru yürürlerken, iyi giyimli, güzel bir burjuva kadınının kendisine yönelttiği bakışlarla karşılaştı. Bakış biraz fazlaca uzun sürmüştü, biraz fazlaca manalıydı. Lizzie bu bakışın ne demek istediğini anladığı için öfkeyle dikeldi. Martin dikkat etti, bu dikelisin sebebini anladı ve Lizzie'ye bu gibi şeylere artık nasıl alışır olduğunu ve aldırmadığını anlattı.

Lizzie alev alev yanan gözlerle:

— umursaman gerekirdi, diye cevap verdi. Sen hastasın. Sorun bu.

— Daha önce bundan daha sağlıklı olduğumu bilmiyorum. Her zamankinden iki kilo daha fazlayım.

— Vücudundan bahsetmiyorum, hasta olan kafan. Senin düşünce makinende bir bozukluk var. Bir hiç olduğum halde, ben bile anlayabiliyorum bunu.

Martin düşünceli düşünceli Lizzie'nin yanında yürümeye devam etti.

Lizzie içinden gelen bir dürtüyle sessizliği bozarak:

— Bundan kurtulduğunu görmek için her şeyimi

583


Martin Eden

verirdim. Kadınlar sana öyle baktığı zaman umursaman, senin gibi bir adamın bununla ilgilenmesi lazım. Seninki doğal değil. Züppe hanım evlatları için normaldir bu. Ama sen öyle yaratılmamışsın ki. Allah'ım, isterdim ki esaslı bir kadın gelsin de ilgini çeksin senin, çok, çok sevinirdim buna.

Lizzie'yi gece okuluna bıraktıktan sonra Metropole Oteline dönen Martin, dairesine girince, kendini bir koltuğa attı ve gözlerini dikip öylece, önüne bakmaya başladı. Ne uyukluyordu, ne de düşünüyordu. Hafızasından çağrılmadan kopup gelen resimlerin tam göz-kapaklarının altında biçim, renk ve ışık aldığı aralar dışında, zihni bomboştu. Bu resimleri görüyordu, ama bilinçli bir şekilde değil, birer rüyadan farkı yoktu bunların. Bir ara kendini toparlayıp saatine baktı. Tam sekizdi. Yapacak hiçbir şeyi yoktu, yatmak için de çok erkendi saat. Ondan sonra zihni gene o bomboş halini aldı, gözkapaklannın altında resimler yeniden görünüp görünüp kaybolmaya başladı. Bu resimler hep, aralarından kızgın güneş ışığının sızdığı yaprak yığınları, iri iri dal kümeleri şeklindeydi.

Kapının vuruluşuyala kendine geldi, uyumadığı için, zihni kapının vuruluşunu hemen bir telgraf, bir mektup ya da çamaşırhaneden temiz çamaşırlarını getiren uşakla bağlantı kurdu. "Girin", diye seslendiği sırada, Joe'yu, Joe'nun nerelerde olabileceğini düşünüyordu.

Düşünmeye devam ettiği için kapıya doğru dönmedi. Kapının yavaşça kapandığını duydu, üzün süren bir sessizlik oldu. Kapının vurulmuş olduğunu unuttu; bir kadın hıçkırığı duyduğunda hala boş gözlerle önüne bakmaktaydı. Elde olmaksızın çıkarılan,

584


Jack London

gelip geçici, hakim olunup boğulmuş bir hıçkırıktı, bunu arkasına dönerken farketti. Aynı anda da ayağa fırladı.

Şaşkın, dehşete düşmüş bir halde:

— Ruth! diyebildi.

Ruth'un yüzü süzülmüştü, bembeyazdı. Bir eliyle kapıya dayanmış, bir eli yanında, tam kapının önünde duruyordu, İki elini de acıklı bir şekilde Martin'e uzattı, onu karşılamak için ilerledi Martin, onu ellerinden tutup koltuğa oturturken, bu ellerin ne kadar soğuk olduğuna dikkat etti. Bir başka koltuk çekip koltuğun geniş kenarına oturdu. Konuşamayacak kadar şaşkındı. Onun kafasında, Ruth'la olan macerası kapanmış, mühürlenmişti. Shelly Hot Springs Çamaşırhanesi yıkaması için kendisini bekleyen bir haftalık çamaşırla birlikte Metropole Otelini bir anda istila ediverse, hissedeceği şeyin aynısını hissetti. Birkaç sefer konuşacak gibi oldu, ama her seferinde tereddüt geçirdi.

Ruth, zayıf ve dokunaklı bir şekilde gülümseyerek, mırıldanır gibi:

— Hiçkimse buraya geldiğimi bilmiyor, dedi. Martin:

— Ne dedin? diye sordu. Martin'in kendi sesi kendini şaşırttı. Ruth, dediğini tekrarladı.

— Senin girdiğini gördüm, birkaç dakika bekledim.

Martin anlamsızca baktı.

Hayatında hiç dilinin böylesine tutulduğunu hatırlamıyordu. Kendini budala, acemi buldu, ama kendi

585


Martin Eden

hayatından bahsedecek bir şey aklına gelmedi. Eğer odaya giren Shelly Hot Spring's Çamaşırhanecisi olsaydı bu daha kolay gelecekti. Kollarını sıvar, işe ko-yuluverirdi.

Nihayet:

— Sonra da içeri girdin, diyebildi. Ruth, belli belirsiz cilveli bir eda ile başını salladı ve boynundaki eşarbı gevşetti.

— Seni sokakta gördüm ilk defa. Yanındaki o kızla karşıdan karşıya geçiyordun.

Martin:


— Evet, dedi önemsemeden. Onu gece okuluna götürüyordum.

uzunca sayılabilecek bir susuştan sonra Ruth:

— Beni gördüğüne memnun olmadın mı? diye sordu.

Martin acele acele:

— Tabi ki. Ama buraya gelmekle tedbirsizlik etmedin mi?

— İçeri giriverdim. Kimse burada olduğumu bilmiyor. Seni görmek istedim. Çok aptallık ettiğimi söylemeye geldim sana. Senden daha fazla ayrı kalmaya tahammül edemediğim için, kalbim beni gelmeye zorladığı için, gelmek istediğim için geldim.

Ruth, koltuğun ön tarafına doğru geldi, kalktı ve Martin'e yaslandı. Bir an kadar elini Martin'in omzu üstünde tuttu, sonra onun kolları arasına kaydı. Onun kalbini kırmaktan çekinen ve onu kendini böyle verişini reddetmenin bir kadın için düşünülebilecek en büyük incinme olacağını bilen Martin, o cömert kal-

586


Jack London

biyle, o büyük uysallığıyla Ruth'u kollarına aldı ve kendine çekti. Ama bu kucaklayışta, bu temasta ne bir sıcaklık, ne de bir okşayış vardı. Ruth, onun kolları arasına girmiş, o da onu sarmıştı, hepsi o kadar. Ruth, Martin'in kucağına daha fazla sokuldu, sonra durumunu değiştirerek, ellerini onun boynuna götürdü. Ama Martin'in eti bu ellerin dokunuşu altında yanmıyordu; kendini rahatsız ve acemi hissetti.

— Neden titriyorsun? diye sordu Ruth'a. üşüdün mü? Şömineyi yakayım mı?

Ruth'dan kurtulmak amacıyla davrandı, ama deli gibi titreyen Ruth, ona daha sıkı yapıştı.

Dişleri birbirine vurdu:

— Sadece sinirden. Hemen kendimi toplarım. Bak şimdi daha iyiyim işte.

Yavaş yavaş titremesi azaldı. Martin onu hala kollarında tutuyordu, ama artık şaşkınlığı geçmişti. Şimdi Ruth'un neden geldiğini biliyordu.

Ruth:


— Annem beni Charley Hapgood'la evlendirmek istedi, dedi.

Martin:


— Charley Hapgood, şu hep sıkıcı konuşan herif mi? diye homurdandı. Sonra ekledi:

— Sanıyorum ki, annen şimdi de benimle evlenmeni istiyordur.

Martin bunu soruyormuş gibi söylemedi. Kesin bir şekilde söyledi, o anda da gözlerinin önünde, kitaplarından kazandığı paralar, rakamlar halinde uçuşmaya başladı.

587


Martin Eden

Ruth itiraz etmedi. Martin:

— Bunu biliyorum, dedi. Demek beni kendilerine layık görüyorlar?

Ruth başıyla onayladı. Martin düşünceli bir tavırla:

— Oysa eskiden, nişanımızı bozduğun zaman ne kadar layıksam, yine o kadar layığım. Hiq değişmedim ben. Hep aynı Martin Eden'im, hatta bir bakıma daha da kötüyüm, şimdi sigara içiyorum. Nefesimin nasıl koktuğunu duymuyor musun?

Cevap olarak Ruth açık elinin parmaklarını onun dudaklarına kapadı; bunu cana yakın bir tarzda, şaka şeklinde, aynı zamanda da eskiden bu gibi durumlarda hep olduğu gibi, elinin Martin tarafından öpülmesi-ni umarak yaptı. Ama Martin'in dudaklarının okşayıcı cevabını bulamadı. Martin, Ruth parmaklarını çekene kadar bekledi, sonra devam etti.

— Ben hiç değişmedim. Hala işim yok. Aramıyorum da. üstelik iş arayacak da değilim. Hala Herbert Spencer'in büyük ve soylu bir insan, Yargıç Blount'un da insanlıktan zerre kadar nasibi olmayan bir eşşek olduğuna inanıyorum. Geçen gün yemekteydim onlarda, ordan biliyorum.

Ruth:


— Ama babamın davetini kabul etmemişsin, diye azarladı.

— Demek bunu da biliyorsun? Kim yolladı babanı? Annen mi?

Ruth sesini çıkarmadı.

— Demek ki gerçekten annen yolladı. Ben de

588

Jack London



böyle düşünmüştüm. Şimdi seni de o yollamıştır herhalde.

— Kimse burada olduğumu bilmiyor, diye itiraz etti Ruth. Sence annem buna izin verir miydi?

— Benimle evlenmene izin verir, bu kesin. Ruth keskin bir çığlık attı:

— Martin ne kadar zalimsin. Daha beni bir kere bile öpmedin. Bir taş kadar duygusuzsun. Bir de benim nelere cesaret ettiğimi düşün.

Ürpererek çevresine bakındı, ama bakışının yarı sebebi de meraktı.

— Nerede olduğumu düşün bir kere.

Lizzie'nin kelimeleri Martin'in kulaklarında ötmeye başladı:

— Senin için ölebilirim! Senin için ölebilirim! Martin zalimce sordu:

— Neden daha önce bu cesareti göstermedin? jşim olmadığı zamanlar? Açlıktan kıvrandığım zamanlar? Şimdikinden hiçbir farkım olmadığı, bir sanatkar, bir erkek olarak şimdikinden farksız, aynı Martin Eden olduğum zamanlar? Günlerden beri hep bu soruyu sorup duruyorum kendi kendime, yalnız seninle ilgili olarak değil, herkesle ilgili olarak. Böyle birdenbire bana açıkça değer verilişi gerçi beni devamlı olarak bunu kabule zorluyor, ama görüyorsun ki, hiç değişmedim ben. Kemiklerimin üstünde yine aynı et var, ellerimde, ayaklarımda yine onar parmağım var. Aynıyım. Ne yeni bir kuvvet, ne de yeni bir fazilet kazandım. Beynim, yine o eski beyin. Edebiyat ve felsefede yeni hiçbir adım atmış değilim. Bireysel

589


Martin Eden

değer bakımından, beni kimsenin istemediği zamanlar ne idiysem, yine oyum. Kafamı kurcalayan şimdi beni neden istedikleri. Hiç şüphe yok ki beni, ben olduğum için istemiyorlar, zira ben, o istemedikleri eski benim hala. Şu halde beni başka bir şey için istiyorlar, benim dışımda olan, ben olmayan bir şey için istiyorlar! Bunun ne olduğunu söyleyeyim mi sana? Kazandığım şöhret için istiyorlar beni. Ben bu şöhret değilim. Başkalarının kafasında olan bir şey bu şöhret. Sonra, kazandığım, kazanmakta olduğum para için istiyorlar beni. Ama ben bu para değilim. Bu para bankalarda, falancanın, filancanın cebinde bulunuyor. Şimdi sen de beni bunun için mi, bu şöhret, bu para için mi istiyorsun?

Ruth hıçkırarak:

— Kalbimi kırıyorsun. Seni sevdiğimi, burada seni sevdiğim için bulunduğumu biliyorsun.

Martin nazikçe:

— Sanıyorum, ne demek istediğimi anlamadın, dedi. Söylemek istediğim şu: Eğer beni seviyorsan, nasıl oluyor da şimdi beni, aşkının sana beni inkar ettirecek kadar zayıf olduğu zamankinden bu derece fazla sevebiliyorsun?

Ruth ihtirasla inledi:

— Affet beni. unut. Seni her zaman sevdiğimi, şu anda da senin kollarında bulunduğumu hatırla.

— Korkarım ki ben, senin aşkını tartıp bunun ne biçim bir şey olduğunu anlamak için terazinin kefelerini dikkatle kollayan kurnaz bir tüccarım.

Ruth kendini Martin'in kollarından çekti. Oturup araştıran gözlerle ona uzun uzun baktı. Konuşmak

590

Jack London



üzereyken durakladı ve vazgeçti. Martin:

— Sen de görüyorsun, diye devam etti. Ben böyle görüyorum meseleyi. Şimdikinden hiç farkım olmadığı zamanlarda kendi sınıfımdan kimsenin aldırdığı yoktu bana, bütün kitaplarım yazılıp bittiği zamanlarda karalamaları okuyan kimsenin aldırdığı yoktu yazılarıma. Hatta gerçeğin bir ifadesi olarak söyleyeyim, yazdığım şeyler yüzünden daha da az değer verir gibiydiler bana. Bunları yazmakla en azından, mesela küçültücü cinsten suçlar işlemiş oluyordum.

Ruth bunu kabul etmediğini belli eden bir hareket yaptı.

— Evet Martin.

— Ama sen herkesten farklı olarak bir statü sahibi olmamı söylüyordun bana. Mütevazı 'iş' kelimesi, yazdıklarımın çoğu gibi kaba geliyor sana. Ama seni temin ederim ki, bu bana en aşağı, herkesin tıpkı ahlaksız bir yaratığa dürüst davranış önerir gibi işe girmemi tavsiye edişleri kadar zalimane geliyordu. Sana gelince, yazdıklarımın yayınlanması, halkın gözünde tanınmam, bana olan aşkının dokusunda bir değişiklik yarattı. Bütün eserlerini yazıp bitirmiş Martin Eden'le ev-lenemezdin. Ona olan aşkın, onunla evlenmeni mümkün kılacak kadar kuvvetli değildi. Ama aşkın şimdi, kuvvetli ve ben ister istemez senin bu aşkının kitaplarımın yayınlamamdan, halk gözünde tanınmış olmamdan doğduğu sonucuna varıyorum. Gerçi annenle babandaki değişikliği, kazandığım paraların meydana getirdiğinden eminim, ama senin için bunu düşünmüyorum, Şüphe yok ki, bütün bunlar benim için övünülecek şeyler değil. Ama en kötüsü, bütün bunlar benim

591


Martin Eden

aşktan, kutsal aşktan şüpheye düşmeme sebep oluyor. Aşk, kitapların yayımlanmasıyla, şöhretle beslenecek kadar bayağı bir şey mi? Öyle olduğu anlaşılıyor. Oturup, başım dönene kadar bunu düşündüm hep. Ruth:

— Zavallı, sevgili kafacığın, diye elini uzatıp parmaklarını, Martin'in saçları arasında okşayarak gezdirdi:

— Artık başın dönmesin. En baştan başlayalım, şimdi. Seni her zaman sevdim. Ailemin iradesine boyun eğmekle zayıflık gösterdiğimi biliyorum. Böyle yapmamam lazımdı. Ama senin insanların yanılmasından, insanoğlunun zayıflığından büyük bir merhametle bahsettiğini işittim. Bu acıma duygusunu benden de esirgeme. Yanlış davrandım, bağışla beni.

Martın sabırsızlıkla:

— Affediyorum. Gerçekten de affedilecek bir şey olmadığı zaman, affetmek kadar kolay bir şey yok. Senin yaptığın hiçbir şey affedilmeyi gerektirmiyor. İnsanlar akıllarına göre hareket ederler, hiç kimseden bundan fazlasını da bekleyemeyiz. Ben de aynı şekilde, işe girmediğim için senden af dileyebilirdim.

Ruth:

— Ben Kötü bir niyetle yapmadım hiçbir şeyi, diye itiraz etti. Sende biliyorsun. Sevmemiş, sana karşı kötü niyetle hareket etmiş de olabilirdim.



— Doğru; ama iyi niyetinle beni yok edebilirdin de.

İtiraza yeltenen Ruth'u "Evet, evet," diye sustura-rarak:

592

Jack London



— Yazılarımı, yazarlık mesleğimi öldürebilirdin, dedi. Gerçekçilik benim ruhumun ayrılmaz bir parçasıdır, halbuki burjuva ruhu, gerçekten nefret eder. Burjuvazi korkaktır. Burjuvazi hayattan korkar, senin de bütün çaban beni hayattan korkutmaktdı. Beni bir biçime sokacak, beni içindeki bütün hayat değerlerinin gerçek dışı, sahte ve bayağı olduğu ikiye dört ebadında bir kafese tıkacaktın.

Ruth'un itiraz için kıpırdandığını hissetti:

— Şunu kabul ediyorum ki, bütün burjuva inceliğinin, bütün burjuva kültürünün esası adiliktir, kopkoyu bir adilik. Dediğim gibi, beni biçime sokmak istedin, senin sınıfının ideallerine, senin sınıfının değer ölçülerine, senin sınıfının peşin fikirlerine uygun bir kalıba sokmak istedin beni. Hatta şimdi bile söylediklerimi anlamıyorsun benim. Kelimelerim sana, benim anlatmaya çalıştığım şeyi anlatmıyor. Söylediklerim senin için bir sürü fanteziden ibaret. Halbuki bunlar benim için hayati birer gerçek. Olsa olsa sen, bu toy çocuğun cehennemin çirkefi içinden çıkıp da senin sınıfın hakkında hüküm yürütebilmesine bir parça şaşar, biraz eğlenirsin.

Ruth başını Martin'in omzuna dayadı; tekrar gelen sinirle bütün vücudu titriyordu. Martin bir süre onun konuşmasını bekledi ve devam etti:

— Şimdi her şey değişti. Aşkımızı yenilemek istiyorsun. Evlenelim istiyorsun. Beni istiyorsun. Ama, bak dinle, eğer kitaplarım şöhret kazanmasaydı, ben yine şimdikinden farklı olmayacaktım. Halbuki sen, benden uzak duracaktın. Hep bu Allah'ın belası kitaplar...

593


Martin Eden

Ruth:


— Küfür etme, diye sözünü kesti.

— Tamam işte, dedi Martin. Bütün hayatının mutluluğunun tehlikede olduğa, kritik bir anda, sen eskisi gibi hayattan ve insanı rahatlatan küfürden korkuyorsun.

Martin'in söylediği şeylerle gerçekle karşı karşıya gelen Ruth, hareketinin saçmalığını anladı, ama aynı zamanda da içinden, Martin'in işi haksız yere büyüttüğünü düşündü. Uzun zaman konuşmadan oturdular; Ruth ümitsizce düşünüyor, Martin de kendisini bırakan aşkını tartıyordu. Ruth'u gerçekten sevmediğini şimdi anlıyordu. Onun sevdiği idealleştirmiş bir Ruth'du; kendi yarattığı, buharımsı bir yaratık, kendi aşk şiirlerinin ışıklı, parlak ruhuydu. Bütün burjuva kusurlarına sahip, kafasında burjuva psikolojisinin iyi-leşmez krampını taşıyan, burjuva sınıfının gerçek Ruth'unu hiçbir zaman sevmemişti.

Ruth, birdenbire konuşmaya başladı:

— Söylediklerinin buraya kadar olan kısmı doğrudur, bunu biliyorum. Hayattan korkmuşumdur hep. Seni yeteri kadar da sevmedim. Ama daha çok sevmesini öğrendim. Seni şimdi olduğun gibi, eskiden olduğun gibi, hatta, senin sen olmak için geçtiğin yollarla seviyorum seni. Seni, benim sınıfım dediğin şeylerden ayıran taraflarınla anlamadığım, ama bir gün anlayacağıma emin olduğum inançlarınla seviyorum. Kendimi bunları anlamaya adayacağım. Hatta seni sigaran ve küfrünle seveceğim. Hala öğrenebilirim. Son on dakika içinde çok şey öğrendim. Buraya gelişim de, öğrenmiş oluşumun bir delilidir Martin!

594


Jack London

Ruth hıçkırarak ve Martin'in göğsüne sokuldukça sokuluyordu.

Martin'in kolları ilk defa olarak Ruth'u şefkatle, sempatiyle sardı ve Ruth, mutlu bir hareket, pırıl pırıl bir yüzle bunu teşekkürle karşıladı.

— Artık çok geç, dedi Martin. Lizzie'nin sözlerini hatırladı:

— Ben hasta bir insanım, bedenen değil. Hasta olan ruhum, beynim. Bütün değerlerimi kaybetmiş gibiyim. Hiçbir şeye aldırdığım yok. Eğer birkaç ay önce bu şekilde gelseydin bana, başka türlü olabilirdi. Şimdi çok geç artık.

— Hayır, diye bağırdı Ruth. Geç değil. Göreceksin. Sana aşkımın geliştiğini, aşkımın benim için sınıfımdan da, benim için en sevgili olan şeyden de üstün olduğunu ispat edeceğim. Burjuvalar için aziz olan her şeyle alay edeceğim. Hayattan korkmuyorum artık. Annemi, babamı terk edeceğim. İsterse arkadaşlarım adını ağızlarına dolasınlar. Seninle serbest aşk yaşamak için buraya geleceğim, istersen hemen şimdi, seninle beraber olmaktan da mutluluk ve övünç duyacağım. Eğer aşka ihanet ettiysem, şimdi, hemen, o ilk ihanete sebep olan her şeye ihanet edeceğim aşk uğruna.

Pırıl pırıl parlayan gözleriyle Martin'in önünde dur-

du.


— Beni kabul etmeni bekliyorum, Martin. Bak ba-

na.


Ona bakan Martin, fevkalade diye düşündü. Bütün eksiklerine rağmen, burjuva toplumunun demirden göreneklerinin üstüne yükselerek, nihayet gerçek

595


Martin Eden

bir kadın oldu, kendini buldu. Harikaydı, muhteşem, ama ümitsiz. Peki ama, kendisine ne oluyordu böyle? Gördükleri, Ruth'un eylemleri onu ne duygulandırmış ne de heyecanlandırmıştı. Bütün bunlar sadece zihnen muhteşem, sadece zihnen harikaydı. Ateşten bir an olması gereken o anda, Ruth'u sadece soğuk bir şekilde takdir etmişti. Yüreği bir şey hissetmemişti. Ruth'a hiçbir arzu duymuyordu. Tekrar Lizzie'nin sözlerini hatırladı.

Kederli bir el hareketiyle:

— Ben hastayım. Çok hastayım. Me derece hasta olduğumu şu ana kadar ben de bilmiyordum, bir şeyler eksildi benim içimden. Hayattan hiçbir vakit korkmadım, ama hayata doyacağım da aklımdan geçmezdi. Hayat beni öylesine doldurdu ki, içimde hiçbir arzuya yer kalmadı. Eğer bir parçacık yer olsaydı, şimdi seni isterdim. Görüyorsun ya, ne kadar hastayım.


Yüklə 1,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin