Jostein Gaarder Sofi'nin Dünyası



Yüklə 2,32 Mb.
səhifə32/40
tarix17.11.2018
ölçüsü2,32 Mb.
#83161
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   40
- Hayvanların evrimi konusunda da benzer şeyler düşünüyordu herhalde...
*- Evet, o da kendine bunu soruyordu. Ama daha önce de söylediğimiz gibi, Darvvin temkinli bir insandı. Cevabını bilmediği pek çok soru soruyordu kendine. Bu anlamda o da kendinden önceki gerçek filozofların uyguladığı yöntemi kullanıyordu: Soru sormak önemlidir, cevaplar ise aceleye gelmez.
- Anlıyorum.
463
SOFfNÎN DÜNYASI
- Lyell'in teorisindeki önemli bir etmen Yeryüzü'nün yaşıydı. Darvvin'in zamanında bir çok çevrede, Tanrı'nın Yeryüzü'nü yaratmasından bu yana 6000 yıl geçtiğine inanılıyordu. Bu rakama, Adem ve Havva'dan bu yana yaşamış olan kuşakları sayarak varılıyordu.
- Ne saflık!
- Sonradan demesi kolay tabii! Darvvin ise Yeryüzü'nün yaşını 300 milyon olarak tahmin ediyordu. Çünkü hem Lyell'in aşamalı jeolojik evrim teorisi hem de Darvvin'in kendi evrim teorisinin bir anlam ifade edebilmesi için dünyanın yaradılışından bu yana çok uzun zaman geçmiş olması şarttı.
- Yeryüzü'nün gerçek yaşı ne peki?
- Bugün Yeryüzü'nün 4,6 milyar yaşında olduğunu biliyoruz.
- Yeter de artar bile...
- Şu ana dek Darvvin'in biyolojik bir evrim oluştuğuna dair öne sürdüğü kanıtlardan biri üzerine konuştuk. Bu kanıt, değişik kaya katmanlarında rastlanan, katmanlar boyunca oluşmuş fosillerdi. Darvvin'in öne sürdüğü bir başka kanıt da yaşayan türlerin coğrafi dağılımıydı. Bu noktada Darvvin'in kendi topladığı zengin malzemenin büyük faydası olmuştu. Değişik hayvan türlerinin bir bölgeden diğerine çok küçük farklılıklar gösterdiğini kendi gözleriyle görmüştü. Ekvador'un batısındaki Galapagos Adalan'nda ilginç gözlemlerde bulunmuştu.
- Anlat anlat!
- Bunlar birbirine çok yakın sıralanan volkanik bir adalar topluluğuydu. Bu yüzden üzerlerindeki bitki ve hayvan dünyası bakımından birbirlerinden pek farklı değildiler. Ancak Darvvin'i ilgilendiren tam da bu pek büyük olmayan farklardı. Adaların hepsinde kocaman kaplumbağalar yaşıyordu, ancak bunlar bir adadan diğerine küçük farklılıklar gösteriyordu. Tanrı bu adaların her biri için başka tür bir kaplumbağa mı yaratmıştı gerçekten?
,- Bu pek mümkün değil bence.
- Bundan daha da önemlisi, Darvvin'in Galapagos Adalan'ndaki
464
DARWÎN
kuşlara dair gözlemleriydi. Bu adalarda ispinozlar, hiç değilse gagaları bakımından farklılık gösteriyorlardı. Darvvin bu farklılıkların kuşların değişik adalarda yediklerinden kaynaklandığını öne sürüyordu. Sivri gagalı yer ispinozları çam kozalağı, yassı gagalı ötleğen ispinozları böcek, ağaç ispinozlarıysa ağaçlarla dallardaki böcekleri yiyerek besleniyordu... Her bir ispinoz türü, kendi yiyecek koşullarına en uygun olan gagaya sahipti. Tüm bu ispinozlar tek bir ispinoz türünden türemiş olabilirler miydi? Yıllar geçtikçe bu kuşların değişik adalardaki yaşama uyum sağlamasıyla bunlardan yeni türler doğmuş olabilir miydi?
- Darvvin'in ulaştığı sonuç da bu olsa gerek...
- Evet, Darvvin'in "Darvvinci" olması Galapagos Adalan'nda gerçekleşmiştir de denebilir belki... Bu küçük adalar topluluğunda rastladığı hayvan türlerini daha önce Güney Amerika'da da görmüştü Darvvin. Tanrı tüm bu hayvanları birbirinden birazcık farklı olarak mı yaratmıştı gerçekten, yoksa bu türler zaman içinde bir evrime mi uğramışlardı? Darvvin gitgide türlerin değişmez olduğundan kuşku duymaya başlıyordu. Ancak evrimin nasıl gerçekleşmiş ya da çevreye uyumun nasıl sağlanmış olabileceğine hâlâ bir açıklama getiremiyordu. Yeryüzündeki tüm türlerin birbiriyle akraba olduğuna bir kanıtı daha vardı Darvvin'in?
-Ya?
- Bu da memeli hayvanlarda embriyonun gelişmesiydi. En baştaki aşamasında bir köpek, bir yarasa, bir tavşan ya da bir insan embriyosunda neredeyse hiçbir fark görülmez. Ancak iyice ileri aşamalarında insan embriyosuyla tavşan embriyosunu birbirinden ayırmak mümkün olur. Bu da hepimizin uzaktan akraba olduğunun bir kanıtı değil midir?
- Ama hâlâ evrimin nasıl gerçekleştiğini açıklayamıyordu, değil mi?
- Sürekli olarak Lyell'in, küçücük değişimlerin uzun vadede büyük değişiklikler yaratacağı teorisi üzerinde düşünüyordu. Ancak
465
SOFfNİN DÜNYASI
bunun evrensel bir kural olarak nasıl geçerli olabileceğini açıklaya-mıyordu. Fransız zoolog Lamarck'ın teorisinden de haberdardı. La-marck, değişik türlerin, ihtiyaç duydukları organlarının gelişmiş olduğunu öne sürüyordu. Örneğin zürafaların uzun boyunlu olmalarının nedeni, birçok kuşak boyunca ağaçlardaki yapraklara uzanmak zorunda kalmalarıydı. Yani Lamarck, tek bir canlının kendi çabalarıyla kazandığı bir özelliğin, kalıtım yoluyla kendinden sonraki nesillere aktarılacağını savunuyordu. Ancak Darvvin, bu "edinilmiş özel-likler"in kalıtımsal olduğu teorisini bir kenara atıyordu, çünkü Lamarck bu tezine bilimsel bir kanıt getiremiyordu. Ancak Darvvin'i sürekli meşgul eden bir başka düşünce vardı. Türlerin evriminin gerisinde yatan düzen, elini uzatsa yakalayabileceği mesafedeydi artık...
- Sabırsızlıkla bekliyorum.
- Ama ben bu düzeni senin bulmanı istiyorum. Bu yüzden soruyorum: Üç ineğin ve bunlardan yalnızca ikisine yetecek kadar yemin olsa ne yapardın?
- İneklerden birini keserdim herhalde...
- Güzel... Peki hangisini keserdin?
- En az süt verenini, sanırım.
- Demek öyle?
- Sence de en mantıklısı bu olmaz mıydı?
- Evet ve işte insanlar binlerce yıldır bunu yapmaktadırlar. Ama bu iki inekten öyle kolayca kurtulmak yok! Buzağı yapmak için bu iki inekten hangisini döllerdin?
- Daha çok süt verenini. Böylece buzağı da büyüyünce çok süt veren bir inek olur.
- Demek iyi süt veren ineği tercih edersin... Peki, iki tane av köpeğin olsa ve bunlardan birinden vazgeçmek zorunda kalsan, hangisinden vazgeçerdin?
- Tabii ki burnu daha iyi koku alanını tutar, diğerinden vazgeçerdim.
- Böylece daha iyi olan av köpeğini seçmiş olursun. İşte Sofi, in*
466
DARWIN
sanlar on bin yıldan fazladır hayvanları böyle elemelerden geçirmişlerdir. Tavuklar hep böyle haftada beş yumurta vermemiş, koyunlar hep bu kadar çok tüylü olmamış, atlar hep bu kadar kuvvetli ve hızlı olmamıştır. İnsanlar bu konuda hep bir yapay secide bulunmuşlardır. Bu, bitkiler dünyası için de geçerlidir. Patatesin iyisini eker insan; bundan daha da iyi patatesler çıksın diye. Tane vermeyen mısır koçanlarını kesip saklamaz. Darvvin'in altını çizdiği nokta, hiçbir iki ineğin, iki mısır sapının, iki köpek ya da iki ispinozun birbirinin aynı olmadığıdır. Doğada inanılmaz bir çeşitlilik olduğudur. Aynı türden olan bireyler bile birbirinin aynı,değildir. Mavi şişeden içtiğinde gördüğün de buydu herhalde...
- Evet, kesinlikle.
- Ve Darvvin soruyordu kendisine: Doğada da buna benzer bir işleyiş olabilir mi? Doğanın da hangi bireylerin hayatta kalacağına dair doğal bir seci uyguladığı düşünülebilir mi? Ve de bu tür bir işleyiş, çok uzun bir dönemde yepyeni bitki ve hayvan türleri yaratabilir mi?
- Cevabın evet olduğuna bahse girerim.
- Ama Darvvin hâlâ bu tür bir "doğal seçi"nin nasıl gerçekleşebileceğini kestiremiyordu. Ancak 1838 yılının Ekim ayında, "Beagle"la seyahatinden dönüşünden tam bir yıl sonra, nüfus konusunda uzman bir kişi olan Thomas Malthus'un küçük bir kitabı geçti eline. Kitabın adı "An Essay on the Principles of Population" idi. Yazar kitabın ana fikrini, paratonerin de kâşifi olan Amerikalı Benjamin Frank-lin'den almıştı. Franklin'e göre, doğada bir takım sınırlayıcı güçler olmasaydı, tek bir bitki ya da hayvan türünü tüm Yeryüzü'nde bulabilirdik. Ancak doğada farklı pek çok tür olduğu için bu türler birbirlerini denetlerler.
- Anlıyorum.
- Malthus bu düşünceyi alıp Yeryüzü'nün nüfus durumuna uyarlar. Malthus'a göre insanlar, hayatını sürdürmesi mümkün olamayacak kadar çok çocuk doğurma yeteneğine sahiptir. Dünyadaki yiyecek üretimi bu kadar insana yetmeyeceği için, bu insanların çoğu ya-
467
SOFt'NÎN DÜNYASI
şam mücadelesinde yenik düşmeye mahkûmdur. Hayatta kalıp türünü sürdürebilenler, diğerlerinden daha güçlü olanlardır.
- Bence de mantıklı.
- İşte Darvvin'in aradığı evrensel işleyiş de buydu. Gelişmenin nasıl olduğunun cevabını bir anda buluvermişti. Gelişmenin nedeni hayatta kalma mücadelesindeki doğal seciydi. Bu seci sırasında etrafındaki koşullara en iyi uyabilen hayatta kalıyor ve türünü sürdüre-biliyordu. Bu teori, "Türlerin Kökeni Üzerine" adlı eserinde öne sürdüğü ikinci teoridir. Burada şöyle yazıyordu: "Fil tüm hayvanlar içinde en yavaş üreyenidir. Ancak bir filin doğurduğu tüm filler hayatta kalabilseydi, 750 yıl sonra tek bir çift filden ondokuz milyon fil üremiş olurdu."
- Ya tek bir morina balığından çıkan binlerce morina yumurtasına ne demeli?
- Darvvin ayrıca yaşam kavgasının birbirlerine en yakın türler arasında en zorlu biçimi aldığına işaret etmiştir. Bunlar aynı tür yiyecek için savaşmak durumundadırlar. İşte o zaman aralarındaki küçük farklar, ortalamadan küçük çapta sapmalar, büyük önem kazanır. Yaşam kavgası ne kadar güçlüyse, yeni türlerin ortaya çıkması o kadar çabuk olur. Bu kavgada ancak en güçlüler hayatta kalacak, diğerleri elenip gidecektir.
- Ne kadar az yiyecek varsa ve yeni doğanlar ne kadar çoksa, gelişme de o kadar hızlı olur, öyle mi?
- Tabii yalnızca yiyecek değildir önemli olan. Diğer hayvanlara yem olup olmamak da en az bu kadar önemlidir. Bu açıdan bakılınca, saklanmaya müsait bir rengi olmak, hızlı koşabilmek, düşmanları kolayca tanıyabilmek ya da çok kötü kokmak gibi özellikler çok işe yarayabilir. Yırtıcı hayvanlara karşı kullanılan zehir de böyledir. Kaktüslerin çoğunun zehirli olması da tesadüf değildir Sofi. Çölde yalnızca kaktüs yetişir. Ve kaktüs çöldeki otobur hayvanların yegâne yiyeceği olduğu için onların saldırılarına tamamıyla açıktır.
- Kaktüslerin iğneleri de vardır.
468
DARWİN
- Varolma savaşında bir başka önemli konu da çoğalma yeteneğidir. Darvvin çiçeklerin o muhteşem üreme mekanizmalarını tüm ayrıntılarıyla gözlemiştir. Çiçekler o güzel renklerini ve şahane kokularını, böcekleri kendine çekmekte kullanırlar. Çünkü böceklerdir çiçeklerin döJlenmelerini sağlayan. Kuşlar aynı nedenle güzel sesleriyle öterler. İneklerle hiç ilgilenmeyen melankolik bir öküzün soy ağacında yeri olmaz. Ortalamadan bu tür bir sapma gösteren bireyler derhal yokolurlar. Çünkü bireyin yegâne görevi olgunlaşıncaya kadar büyümek ve bundan sonra türünü sürdürmek üzere çoğalmaktır. Uzun bir bayrak yarışı gibidir bu. Şu veya bu nedenle üreyerek genlerini bir sonraki kuşağa aktaramayanlar sürekli elenecektir. Bu şekilde tür giderek daha güçlenecektir. Hastalıklara karşı direnç de türlerde toplanan ve türlerin hayatta kalanlarında korunan bir başka özelliktir.
- Yani her şey daha iyiye doğru gitmekte, öyle mi?
- Sürekli varolan bu doğal'seç i, belli bir çevreye ya da belli bir ekolojik ortama en iyi uyan türlerin, yine bu ortamda kendini en iyi üretebilecek türler olmalarını getirir. Ve belli bir çevrede avantaj olan bir özellik bir başka çevrede avantajlı bir özellik olmak durumunda değildir. Galapagos Adaları'ndaki birtakım ispinozlar için uçma yeteneği oldukça önemli bir özellikti. Ama yırtıcı hayvanların olmadığı ve yiyeceğin yeri gagalayarak çıkarılmak zorunda olduğu bir başka adada, uçmak o kadar da gerekli bir özellik değildi. İşte doğada bu kadar çok değişik ortam olduğu için bu kadar da çok değişik hayvan türü vardır.
- Ama dünyada tek bir insan türü var.
- Evet, çünkü insanların değişik yaşam koşullarına uyabilmek gibi büyük bir yetenekleri vardır. Darvvin de Kızılderililerin Tierra Del Fuego'daki çok soğuk iklimde nasıl yaşayabildiklerine hayret etmişti. Ama bu tüm insanların aynı oldukları anlamına gelmez. Ekvatorda yaşayanların Yeryüzü'nün kuzeyinde yaşayanlardan daha kara derili olmalarının nedeni siyah derinin vücudu güneş ışınlarından daha
469
SOFt'NlN DÜNYASI
iyi koruyor olmasıdır. Güneşte çok fazla kalan beyaz insanlar deri kanserine daha çok yatkındırlar örneğin.
- Kuzey'de yaşayanların beyaz derili olması da bir avantaj mıdır?
- Tabii, yoksa tüm insanlar kara derili olurlardı. Beyaz derinin güneş vitaminleri oluşturması daha kolaydır ve bu da güneş ışınlarının az olduğu yerlerde yaşayanlar için önemli bir avantajdır. Günümüzde bunun da kolayı var çünkü ekstra vitamin hapları almak mümkün. Ama doğadaki hiçbir şey rastlantı sonucu olmaz. Her şeyin nedeni, kuşaklar boyunca ortaya çıkmış, küçücük değişimlerdir.
- Aslında bu çok harika bir şey.
- Evet ya, değil mi? Şimdi Darvvin'in evrim teorisini şöyle bir özetleyelim...
- Buyur.
- Yeryüzü'nde hayatın gelişmesinin ardında yatan "hammadde", ancak diğerlerinden daha güçlü olanlar hayatta kalabildiği için, tek bir tür içinde sürekli olarak meydana gelen değişimlerdir. Evrimin "işleyişi" ya da itici gücü, hayatta kalabilmek için verilen mücadelede ortaya çıkan doğal secidir. Bu secinin sonucunda yalnızca daha güçlü olanlar ya da "ortama en iyi uyanlar" hayatta kalır.
- Bu bana da mantıklı geliyor. Peki "Türlerin Kökeni Üzerine" nasıl bir tepki topladı?
- Kitap tam bir tantana yarattı. Kilise buna şiddetle karşı çıktı, İngiltere'deki bilimsel çevreler ikiye bölündü. Bunda pek yadırganacak bir şey de yoktu. Darvvin Tanrı'yı iyice uzaklaştırmıştı yaradılış hikâyesinden. Ama bazıları da, kendi içinde gelişme olanağı taşıyan bir şey yaratmanın, küçük farklılıklar içeren pek çok şey yaratmaktan daha büyük bir yaratma gücü gerektirdiğini söylediler.
Sofi birden oturduğu yerde hopladı.
- Şuraya bak! dedi.
Eliyle camdan dışarısını gösteriyordu. Gölün kıyısında erkekle bir kadın elele yürüyorlardı. İkisi de çırılçıplaktı.
470
DARWİN
- Adem ile Havva bunlar, dedi Alberto. - Onların da Kırmızı Şapkalı Kız ve Harikalar Diyarındaki Alice'le aynı kaderi paylaşması kaçınılmazdı tabii. Bu yüzden buradalar.
Sofi pencerenin yanına gidip Adem ile Havva'nın ağaçların ardında gözden yokoluşlarını seyretti.
- Danvin insanların da hayvandan geldiğini söylüyordu, değil mi?
- Darvvin'in 1871 yılında "Descent of Man", yani "İnsanın Çıkışı" adlı kitabı yayımlandı. Bu kitapta insanlarla hayvanlar arasındaki büyük benzerliklere değinen Darvvin, insanlarla maymunların ortak bir kökeni olduğunu öne sürer. Bu arada, önce Cebelitarık'ta, birkaç yıl sonra da Almanya'da Neanderthal'da ilk insan türlerine ait kafa-tasları bulunmuştu. İşin ilginci 1871'de bu kitabın yayınlanması, 1859'da "Türlerin Kökeni Üzerine"nin yayınlanmasından çok daha az tepki yarattı. İnsanların hayvandan geldiği, bu ilk kitapta da üstü kapalı olarak anlatılıyordu zaten. Ve de daha önce de söylediğimiz gibi, 1882'de öldüğünde, Darvvin, bilimde müthiş bir öncü olarak, bir kahraman gibi toprağa verildi.
- Demek sonunda kıymeti anlaşıldı.
- Evet, sonunda anlaşıldı. Oysa ilk zamanlar ona "İngiltere'nin en tehlikeli adamı" deniyordu.
- Daha neler!
- ''İnşallah söyledikleri doğru değildir," diyordu sosyetik bir bayan, "doğruysa da inşallah fazla duyan olmaz!". Meşhur bir bilim adamı da benzer şeyler söylüyordu: "İnsanı küçük düşürücü bir keşif bu. Ne kadar az bilinse o kadar iyi!"
- Bunlar da olsa olsa insanın devekuşuyla akrabalığına iyi bir örnek bana kalırsa!
- Haklısın ama sonradan demesi kolay tabii! İnsanlar birdenbire İncil'de anlatılan yaradılış hikâyesini yeniden bir gözden geçirmek durumunda kalmıştı. Genç yazar John Ruskin şöyle diyordu: "Şu jeologlar peşimi bir bıraksa! İncil'deki her ayetten sonra çekiç sesle-
471
SOFÎ'NÎN DÜNYASI
ri geliyor kulağıma."
- Çekiç sesleri Tanrı'nın sözüne duyulan şüpheyi simgeliyordu herhalde...
- Evet, böyle demek istiyordu herhalde. Üstelik yalnızca İncil'de anlatılan yaradılış hikâyesi değildi çürütülen. Darvvin'in teorisinin özünü, insanın yaradılışının rastlantısal değişimlere bağlı olduğu tezi oluşturuyordu. Bundan da ötesi, Darvvin insanı, "yaşam kavgası" gibi duygusallıktan son derece uzak bir şeyin ürünü olarak gösteriyordu.
- Darvvin bu "rastlantısal değişimler"in neler olduğundan söz ediyor muydu?
- İşte bu nokta, Darvvin'in teorisindeki en zayıf noktaydı. Darvvin kalıtım üzerine çok genel sözler edebiliyordu ancak. Döllenme sırasında birşeyler oluyordu. Bir anneyle babanın iki çocuğu hiçbir zaman tıpatıp aynı olmuyordu. Daha o anda bir değişim oluyordu. Ancak yepyeni bir şeyin ortaya çıkması açıklanamazdı bu şekilde. Öte yandan bir takım bitkiler ve hayvanlar sürgün vermek suretiyle ya da basit bir hücre bölünmesiyle çoğalabilmekteydi. Değişimlerin nasıl oluştuğu konusunda, Yeni Danvinizm denen akım Darvvin'in teorisini tamamladı.
- Ya? Nasıl?
- Tüm yaşam ve tüm oluşumlar hücre bölünmesi sonucunda ortaya çıkar. Bir hücre ikiye bölününce ortaya her ikisi de aynı kalıtımsal özellikleri taşıyan iki hücre çıkar. Hücre bölünmesi dediğimiz şey bir hücrenin kendi kopyasını yaratmasıdır.
- Demek öyle?
- Ancak bazen bu süreçte küçük bir hata olur. Ortaya çıkan yeni hücre ana hücrenin tıpatıp aynısı olmaz. Modern biyolojide buna mutasyon adı verilmektedir. Bu tür mutasyonlar çok önemsiz olabildiği gibi, bireyin özelliklerinde son derece büyük farklılıklar oluşmasına da yol açabilir. Doğrudan doğruya tehlikeli sonuçlar da doğu-rabilen bu mutasyon larda, kimi "mutanf'lar elenerek yok da olabilir.
472
DARWÎN
Pek çok hastalığın nedeni de mutasyonla açıklanabilir. Ancak bazen bir mutasyon bireye hayatta kalma mücadelesinde işine çok fazla yarayacak bir özellik de katabilir.
- Uzun boyun gibi mi?
- Lamarck zürafaların uzun boyunlu oluşlarını, onların yaşamak için hep yüksek dallardaki yiyeceklere uzanmak zorunda kalışına bağlıyordu. Ancak Darvvinizme göre bu tür özellikler kalıtsal olarak aktarılabilecek özelliklerden değildi. Zürafaların uzun boyunlu olmasının nedeni, doğal bir değişimdi. Yeni Darvvinizmde böyle değişimlerin oluşma necten/n/'açıklayarak bu konuyu tamamlıyordu.
- Ve bu neden de mutas'yondu, değil mi?
- Evet. Kalıtımdaki bir takım rastlantısal değişimler sonucu zürafaların bir kısmı diğerlerinden daha uzun boyunlu olmuştu. Yiyecek bulma konusunda bu çok önemli bir özellikti tabii. En yüksek dallara uzanabilenlerin hayatta kalma şansı diğerlerine göre daha yüksekti. Bir takım ilkel zürafaların'da toprak altında yem bulmak gibi bir özellik kazanmış olabileceğini de düşünebiliriz. Yani uzun bir zaman süreci içinde bir tür ortadan kalkabilir ve bunun yerini iki farklı tür alabilir.
- Anlıyorum.
- İstersen doğal secinin oluşma biçimine yakın zamandan birkaç örnek verelim şimdi de. Bu aslında çok basit bir ilke.
- Nasıl bir örnek bu?
- İngiltere'de huş güvesi denen bir kelebek türü yaşar. Adından da anlaşılabileceği gibi bu hayvanlar beyaz huş ağacı gövdelerinde yaşarlar. 1700 yıllarında huş güvelerinin çoğu açık gri renkteydi. Neden sence Sofi? '
- Aç kuşların onları görmesi zor olsun diye!
• Ancak arada bir koyu renkli huş güveleri de doğar. Bunun nedeni tamamen rastlantısal mutasyonlardır. Bu koyu renkli çeşitlerin hali ne olmuştur sence?
- Daha kolay görüldükleri için aç kuşlara yem olmuşlardır her-
473
SOFİ'NIN DÜNYASI
halde.
- Evet, çünkü açık renkli ağaçların olduğu bu ortamda, koyu renkli olmak iyi bir özellik sayılamazdı. Bu yüzden sayısı sürekli artan, beyaz renkli huş güveleri oluyordu. Ancak sonra ortamda önemli bir değişiklik oldu. Sanayileşmeyle birlikte beyaz huş ağaçlarının rengi.kurumdan kararmaya başladı. Peki o zaman huş güvelerine ne oldu dersin?
- O zaman da koyu renklilerin yaşama şansı artmış olmalı.
- Evet, bu kez de kısa zamanda koyu renkli huş güvelerinin sayısı arttı. 1848'den 1948'e dek koyu renkli güvelerin sayısında yüzde 1'den yüzde 99'a dek varan bir artış gözlendi. Ortam değişmiş, açık renkli olmak yaşam mücadelesinde avantajlı bir özellik olmaktan çıkmıştı. Tam tersine! Hayatın beyaz "mağluplar"ı, kara ağaç gövdelerinde kendilerini bir göstermeye görsünler, hemen kuşlara yem oluveriyorlardı. Ama sonra ortamda tekrar bir değişiklik oldu. Fabrikalarda daha az kömür yakılıp, dumanların daha iyi arıtılması sonucu çevre son yıllarda önemli ölçüde temizlendi.
- Ve ağaç gövdeleri yine eski açık renklerine döndü...
- Böyle olunca da huş güvelerinin rengi açılmaya başladı. Uyum dediğimiz şey işte bu. Uyum bir doğa yasasıdır.
- Anlıyorum.
- İnsanların çevreye müdahalelerine başka örnekler de verebiliriz.
- Ne gibi?
- Örneğin insanlar zararlı hayvanlarla mücadelede zehirli maddeler kullanırlar. Başlangıçta bu istenen sonucu verebilir. Ama bir tarla ya da bir meyve bahçesini böcek ilacıyla ilaçlamak küçük bir çevre faciasına yol açmak demektir aslında. Sürekli mutasyonlar sonucunda ilaca dayanma gücü fazla ya da bağışıklığı artmış böcekler oluşmaya başlar. Hayatın bu "galipleri" giderek daha fazla üreme olanağı bulurlar ve böylece aslında ortadan kaldırılmaya çalışılan bu böcekleri yok etmek gitgide daha çok güçleşir. Çünkü yalnızca en
474
DARNVtN
güçlü olanları hayatta kalabilmektedir. -Zor iş!
- En azından bu konularda düşünmemiz gerek. Üstelik insan kendi vücudundaki zararlı organizmalarla, bakterilerle de mücadele etmeye çalışır.
- Evet, penisilin ya da antibiyotik kullanarak.
- Penisilin kürü de bu küçük canavarlar için bir tür "çevre facia-sı"dır ilkin. Ama biz vücudumuza penisilin vermeyi sürdürdükçe belli bir takım bakterilerin bağışıklığı artmaya başlar. Böylelikle vücudumuzda mücadele etmesi giderek güçleşen bir grup bakteri üretmiş oluruz. Zamanla aldığımız antibiyotik etki etmemeye başlar, hep bir öncekinden daha güçlü antibiyotik almamız gerekir ve sonunda...
- Sonunda bakteriler öyle çoğalırlar ki artık ağzımızdan çıkmaya başlarlar belki de. Belki de artık onları silahla vurmamız bile.gerekebilir...
- Yok canım, biraz abarttın sen de! Ama gerçek olan bir şey varsa, o da modern tıbbın içinden çıkılması güç bir ikilem yarattığıdır. Bu, yalnızca bakterilerin güçlenmesi konusunda böyle değildir. Eskiden çocuklar bir takım hastalıklara boyun eğmek zorunda kalırlardı. Evet, doğan çocukların içinde ancak en güçlüleri hayatta kalırdı. Ama modern tıp bu doğal seciyi ortadan kaldırdı. Tek bir bireyin ufak bir "problem"i aşmasını sağlamakla, insan soyunun değişik hastalıklara olan direncini azaltıyor olabiliriz. "Kalıtım sağlıklılığı" denen şeyi göz önüne almamak, insan soyunun "dejenerasyon"una yol açabilir. Yani insan soyunun ciddi hastalıklara karşı, kalıtım yoluyla aktarılan direnme gücü giderek azalabilir.
- Pek iç açıcı konular değilmiş bunlar.
- Evet, ama gerçek bir filozof "iç açıcı" olsa da olmasa da inandığı bir şeyin üzerine gitmeli. Konumuzu yine şöyle bir toparlayalım...
- Buyur.
- Diyebiliriz ki yaşam, yalnızca kazanan kuponların gözle görünür olduğu bir totodur.
475
SOFl'NtN DÜNYASI
- Ne demek bu?
- Yaşam kavgasında yenik düşenler yokolup giderler. Yeryij. zü'nde milyonlarca yıldır pek çok bitki ve hayvan türleri arasında "kazanan kuponlar" ilan edilmektedir. "Kaybeden kuponlar" ise yalnızca tek bir kez ortaya çıkarlar. Yani şu an Yeryüzü'nde varolan tüm bitki ve hayvanlar "kazanan kuponlar"dır.
- Çünkü hep en iyi olan hayatta kalır.
- Evet. Şimdi bana şu çobanın getirdiği levhayı uzatabilirsen biraz...
Sofi levhayı uzattı. Levhanın bir yüzünde Nuh'un Gemisi'nin resmi vardı. Öbür yüzünde ise tüm hayvanların yer aldığı bir soy ağacı çiziliydi. Alberto'nun şimdi göstermek istediği de buydu.
- Burada çeşitli bitki ve hayvan soyları gösterilmekte. Her bir türün hangi gruba, hangi sınıfa ait olduğu görülebiliyor.
- Evet.
- İnsanlarla maymunlar primat denen gruba dahildir. Primatlar memeli hayvanlara, memeli hayvanlar omurgalı hayvanlara, omurgalı hayvanlar da çok hücreli hayvanlar sınıfına aitir.
- Bu bana Aristoteles'i hatırlatıyor.
- Doğru. Bu soy ağacı bize sadece bugün hangi hayvanların hangi sınıfa ait olduğunu göstermekle kalmıyor, aynı zamanda bize hayatın gelişimini de gösteriyor. Örneğin burada görüyoruz ki kuşlar bir zamanlar sürüngenlerden, sürüngenler hem karada hem suda yaşayabilen hayvanlardan, bunlar da balıklardan ayrılmak suretiyle meydana gelmişlerdir.
- Evet, görebiliyorum.
- Bir alt-grup ikiye ayrıldığı zaman, yeni türlere yol açan bir mu-tasyon olmuş demektir. Yıllar içinde yeni hayvan sınıflarının ve yeni hayvan gruplarının oluşması da böyle olmuştur. Ancak unutmamalı ki bu oldukça basitleştirilmiş bir çizimdir. Gerçekte bugün Yeryüzü'nde bir milyondan fazla hayvan türü bulunmaktadır ve bu da bugüne dek yeryüzü üzerinde varolmuş hayvan türlerinin yalnızca çok

Yüklə 2,32 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin