Jostein Gaarder Sofi'nin Dünyası



Yüklə 2,32 Mb.
səhifə37/40
tarix17.11.2018
ölçüsü2,32 Mb.
#83161
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   40
Misafirler geldikçe onlara beyaz şarap bardakları içersinde elma suyu ikram ediliyordu. Servisi yapan Sofi'nin annesiydi.
- Hoşgeldiniz... Bu genç adamın ismi ne bakalım?... Seni daha önce hiç görmemiştim sanırım... Ne iyi ettin de geldin, Cecilie.
Herkes bahçedeki yerini almış ellerinde şarap bardaklarıyla ağaçların altında geziniyordu ki bahçe kapısının önünde beyaz Mercedes'leri içersinde Jorün'ün annesiyle babası belirdi. Bay ekonomi danışmanı düzgün kesimli, gri takım elbiseler giyinmişti. Hanıme-fendiyse koyu kırmızı payetlerle süslenmiş kırmızı bir tunik pantolon takım içersindeydi. Sofi kadının bir oyuncakçı dükkanına girip bu giysiler içersinde bir Barbi bebeği aldığına, sonra da bebeği alıp terzisinden bu giysilerin aynısını yapmasını istediğinden yüzde yüz emindi. Ya da bir başka olasılıkla bebeği ekonomi danışmanı almış, bunu bir büyücüye verip bundan canlı bir kadın yaratmasını istemiş de olabilirdi. Pek gerçekçi bulmadığı için Sofi bu olasılığı hemen
535
SOFrNİN DÜNYASI
eledi.
Çift, gençlerin hayran bakışları arasında Mercedes'lerinden inip bahçeye girdi. İngebritsen ailesinin ince, uzun bir paket içerisindeki hediyesini Sofi'ye bizzat verense ekonomi danışmanı oldu. Sofi hediyeyi görünce kendini zorlukla tutabildi; evet, bir Barbi bebeğiydi bul Jorün atıldı:
- Delirdiniz mi siz? Sofi bebeklerle oynamaz kil Giysisindeki payetleri ışıl ışıl parlayan Bayan İngebritsen yanaşarak:
- Evet ama canım, bu sadece bir süs olarak da kullanılabilir, dedi.
- Teşekkür ederim, dedi Sofi havayı yumuşatmaya çalışarak. -Artık ben de Barbi koleksiyonuna başlayabilirim.
Herkes artık masanın etrafında toplanmaya başlamıştı. Sesindeki endişeli havayı gizlemeye çalışarak:
- Geriye yalnızca Alberto kaldı, dedi Sofi'nin annesi. Bu özel misafirin ünü misafirler arasında çoktan yayılmıştı.
- Geleceğim dediyse gelir, dedi Sofi.
- Ama o gelmeden masaya oturamayız ki...
- Tabii ki oturabiliriz. Buyrunl
Helene Amundsen misafirleri teker teker masadaki yerlerine yerleştirmeye koyuldu. Boş sandalyenin Sofi'yle kendisinin arasında kalmasına özen gösterdi. Yemek hakkında, güzel hava hakkında ve Sofi'nin artık genç bir kadın olduğu hakkında bir şeyler söyledi.
Masada yarım saat kadar oturmuşlardı ki Yonca Sokağı'ndan çıkıp bahçe kapısından içeri, siyah top sakallı ve başında beresi olan, orta yaşlı bir adam girdi. Elinde on beş kırmızı gülden oluşan bir buket tutuyordu.
- Alberto!
Sofi masadan kalkıp Alberto'yu karşılamaya koştu. Boynuna sarılıp buketi aldı. O da bu karşılama törenine cevap vermek istercesine ceplerini karıştırıyordu. Sonunda cebinden birkaç tane havai fi-
536
BAHÇE PARTİSİ
şek çıkarıp çevresine attı. Masaya geldiğinde de 24 katlı pastanın üzerine yıldız gibi ışıltılar saçan küçük bir fişek yerleştirdi ve Sofi'yle annesinin arasındaki boş sandalyeye oturdu.
- Burada bulunmaktan büyük mutluluk duyuyorum, dedi.
Misafirler şaşkına dönmüştü. Bayan İngebrigsten kocasına anlamlı bir bakış fırlattı. Sofi'nin annesiyse Alberto'nun sonunda ortaya çıkmasından öyle rahatlamıştı ki Alberto'nun her türlü kusurunu kabul edebilirdi. Yaşgününün sahibiyse içinden yükselen kahkahayı güçlükle zaptediyordu.
Helene Amundsen kadehini çınlatıp konuşmasına başladı:
• Sayın Alberto Knox, hoşgeldiniz! Sevgili misafirler, belirtmek isterim ki bu bay benim sevgilim değildir. Kocam çoğu zaman yurt dışında olsa da şu sıralar başka bir sevgilim yok. Bu bay Sofi'nin felsefe öğretmenidir. Yani havai fişek fırlatmaktan öte meziyetlere sahip bir kişidir. Örneğin siyah bir şilindir şapkanın içersinden canlı bir tavşan çıkartabilir. Yoksa karga mıydı Sofi?
- Sağolun, sağolun! diyerek yerine oturdu Alberto. Sofi'nin:
• Şerefe! demesiyle herkes şimdi içinde Coca-Cola olan kadehlerini kaldırdı.
Böyle uzun bir süre oturup tavuk ve salatalarını yediler. Sonra Jorün aniden yerinden kalkıp kararlı adımlarla Jörgen'e yaklaştı ve tutup onu dudaklarından şiddetle öptü. Jörgen de buna daha iyi karşılık verebilmek için Jorün'ü döndürüp masanın üzerine yatırdı.
• Aman Allah im, bana birşeyler oluyor! diye haykırdı Bayan İn-gebrigtsen.
Bayan Amundsen'in söylediği tek şeyse:
- Ama masanın üzerinde olmaz ki çocuklar! oldu. Alberto ona dönerek:
- Neden olmasın? diye sordu.
- Ne tuhaf bir soru bu.
• Gerçek bir filozofun soru sorması hiçbir zaman tuhaf değildir.
537
SOFÎ'NIN DÜNYASI
Bu arada öpülmekten nasibini alamayan çocuklardan bazıları tavuk kemiklerini havaya fırlatmaya başladılar. Sofi'nin annesi bu kez de bu çocuklara seslendi:
- Lütfen çocuklar, yapmayın! Tavuk kemiklerinin evin çatısına yapışması hiç hoş bir şey olmaz.
- Özür dileriz, dedi çocuklardan biri. Bunun üzerine kemikleri çite fırlatmaya başladılar.
Bayan Amundsen sonunda:
- Sanırım tabakları toplayıp pasta servisi yapmanın zamanı geldi, dedi. - Kimler kahve istiyor?
Bay ve Bayan Ingebrigtsen, Al bert o ve misafirlerden birkaçı ellerini kaldırlar,
- Sofi'yle Jorün bana yardım edebilirler belki de... Mutfağa giderlerken iki arkadaş aralarında konuştular:
- Niye öptün Jörgen'i?
- Dudaklarına bakarken bir anda içimden onları öpmek geldi. Öyle karşı konulmazlardı ki...
- Tadı güzel miydi bari?
- Düşündüğümden biraz farklıydı ama...
- Yani biriyle ilk kez öpüşüyorsun, öyle mi?
- Evet ama inan ki sonuncu kez değil!
Çok geçmeden kahveler ve pastalar masaya gelmişti. Alberto çocuklara havai fişek dağıtıyordu ki Sofi'nin annesi bu kez de kahve
fincanını çınlattı:
- Uzun bir konuşma yapmak niyetinde değilim, dedi. - Ama bugün hayattaki tek kızımın yaşgünü ve doğmasının üzerinden on beş yıl, bir hafta ve bir gün geçtiği bir başka gün bir daha hiç olmayacak. Pastanın üzerinde 24 tane halka var, yani adam başına en az bir halka düşüyor. Bu bakımdan acele edip önce davrananlar iki halka da alabilirler. Tepeden başlandığı için halkalar giderek büyüyecekler. Tıpkı hayatlarımız gibi. Sofi de önceleri küçük halkalar halinde yürüyordu. Yıllar geçtikçe halkalar büyümeye başladı. Şimdiyse ta şehrin
538
BAHÇE PARTİSİ
göbeğine uzanıp geri geliyorlar. Babası hep yurt dışında olan bir kız olduğu için halkaları aslında tüm dünyayı dolaşıyor. On beşinci yaş-günün kutlu olsun Sofi!
- Harika! diye bağırdı Bayan İngebrigtsen.
Sofi onun bununla annesini mi, konuşmayı mı, 24 katlı pastayı mı yoksa kendisini mi kastettiğini anlayamamıştı.
Misafirler bu sözlere alkışla karşılık verdiler. Oğlanlardan biriyse armut ağacına bir havai fişek fırlattı. Jorün de ayağa kalkıp Jörgen'i sandalyesinden çekiştirmeye başladı. O da buna izin verdi ve çok geçmeden çimenlerin üzerinde öpüşmeye başladılar. Sonra çimlerin üzerinde yuvarlana yuvarlana böğürtlen çalılıklarına daldılar.
Ekonomi danışmanı:
- Günümüzde inisiyatifi kadınlar ele alıyor, dedi ve ayağa kalkıp çalılıkların oraya giderek durumu yakından izlemeye koyuldu. Bunun üzerine herkes ayağa kalkıp onun yaptığını yaptı. Yalnızca Alberto ile Sofi masada oturmayı sürdürdüler. Çok geçmeden tüm misafirler Jorün'le Jörgen'in etrafında yarım ay şeklinde toplanmışlar, onlar da bu arada masum öpüşmeleri bırakıp birbirlerinin vücutla-rıyla oynaşmaya başlamışlardı.
Pek gururlu sayılamayacak bir sesle Bayan İngebrigtsen:
- Yapılacak bir şey yok sanırım, dedi. Kocası da buna:
- Soy soyu izler, diyerek eklemede bulundu. Kendince bu çok isabetli sözlere bir tepki alamayınca:
- Buna yapılacak bir şey yoktur, diye ekledi.
Sofi oturduğu yerden Jörgen'in Jorün'ün üzerine otlar bulaşmış bluzunun düğmelerini açmaya çalıştığını gördü. Jorün'ün eli de Jörgen'in pantalonunun kemerindeydi.
- Dikkat edin çocuklar, üşüteceksiniz! dedi Bayan İngebrigtsen. Sofi pes etmiş bir halde Alberto'ya baktı.
- Her şey sandığımdan hızlı cereyan ediyor, dedi Alberto. - Bir an önce buradan ayrılmaya bakmalıyız. Kısa bir konuşma yaparak sıra-
539
¦1!
SOFÎ'NİN DÜNYASI
mı savayım.
Bunu üzerine Sofi ellerini çırptı:
- Gelip yerlerinize oturur musunuz lütfen? Alberto konuşma yapacak.
Jorün'le Jörgen'in dışında herkes gelip masaya oturdu.
- Gerçekten bir konuşma mı yapacaksınız? Ne büyük bir incelik! dedi Helene Amundsen.
• İlginize teşekkür ederim.
- Yürüyüş yapmaktan hoşlamyormuşsunuz, öyle mi? İnsanın formda kalması için son derece önemli bir şey bu. Hele köpeğinizle yürüyüş yapmanız çok hoş. Köpeğinizin adı Hermes'di, değil mi?
Alberto ayağa kalkıp kahve fincanını çınlattı:
- Sevgili Sofi! diye başladı sözlerine. - Bu felsefi bir parti olduğu için ben de felsefi bir konuşma yapmayı düşündüm.
Daha ancak bu sözleri söylemişti ki misafirlerden kuvvetli bir alkış yükseldi.
- Bu vidaları gevşemiş partide bir parça mantıklı olmanın zamanı geldi sanırım. Ama yine de Sofi'nin yaşgününü kutlamak istiyorum tabii.
Alberto sözlerini henüz tamamlamıştı ki gürültüyle yaklaşan bir uçak sesi duyuldu. Uçak alçaldıkça alca İdi ve bahçenin iyice üzerine geldi. Uçağın arkasında üzerinde "15. yaşgünün kutlu olsun!" yazılı bir pankart asılıydı.
Bu daha da şiddetli bir alkışa neden oldu.
- Görüyorsunuz, dedi Bayan Amundsen, bu adam havai fişek fırlatmanın çok ötesinde şeyler de yapabiliyor.
- Teşekkürler, dedi Alberto, bu yalnızca bir ayrıntı. Sofi ile ben son haftalarda felsefi bir araştırma yürüttük. Şimdi sizlere bu araştırmanın sonucunu bildireceğiz. Size varoluşumuzun en derin sırrını açacağız.
Ortalık sessizleşmiş, yalnızca kuşların sesleri duyulur olmuştu. Bir de çalılardan gelen hışırtılar... Sofi:
540
BAHÇE PARTİSİ
- Devam et, dedi.
- İlk Yunan filozoflarından günümüze dek gelen bu derin araştırmanın sonucunda, bizlerin Lübnan'da görev yapan bir Binbaşının aklında varolduğunu anladık. Bu adam şu anda Lübnan'da Birleşmiş Milletler gözlemcisi olarak görev yapmakta ve aynı zamanda Lil-lesand'daki kızına bizi anlatan bir kitap yazmış durumda. Kızının Adı Hilde Möller Knag ve 15. yaşgününü Sofi'yle aynı günde kutladı. Bizim hakkımızdaki bu kitabı, 15 Haziran sabahı uyandığında masasının üzerinde buldu. Aslında bu bir kitap değil de büyük bir dosyaydı. Şu anda da elleriyle yokladığında dosyanın sonuna yaklaşmakta olduğunu anlıyor.
Masanın etrafında sinirli bir hareketlilik başlamıştı.
- Yani bizler Hilde Möller Knag'a eğlence olsun diye varız. Babası bizi kızına verdiği felsefe dersleri için bir tür arka plan olarak kullanıyor. Yani örneğin şu kapıda duran Mercedes'in aslında beş kuruşluk değeri yok. Bu yalnızca bir ayrıntı. Böyle beyaz Mercedes'ler, şu an güneşten korunmak için bir palmiye ağacının altına oturmuş olan Binbaşının kafasında turlamakta aslında. Bu arada Lübnan'da havaların şu sıra oldukça sıcak olduğunu belirtmek gerek.
- Saçmalık! diye parladı ekonomi danışmanı. - Hayatımda böyle saçmalık duymadım!
- Herkes istediğini söyleyebilir tabii, dedi Alberto ve sözlerine devam etti:
- Ama esas saçmalık bu partinin ta kendisi. Bu partideki tek mantıklı şey de bu konuşma.
Ekonomi danışmanı bu kez ayağa kalkıp konuşmaya başladı:
- Burada bir adam işlerini elinden geldiğince başarılı bir şekilde yürütmeye, ayrıca geleceğini sigortalamaya çalışıyor. Sonra çok bilmiş biri çıkıp onun tüm bu çabalarını bir takım "felsefi" iddialarla yok etmeye kalkıyor. Olacak şey değil doğrusu!
Alberto başını "evet" anlamında sallayarak:
- Böylesi felsefi çıkarımlara karşı hiçbir sigorta işlemez elbette.
541
SOFfNÎN DÜNYASI
Bunlar doğal felaketlerden de beterdir sayın Bay ekonomi danışmanı! Ve de bildiğiniz gibi sigortalar doğal felaketlerden uğranan zararları karşılamaz.
- Ama bunun doğal bir felaket olduğunu da nerden çıkarıyorsunuz?
- Haklısınız. Bu doğal değil varoluşsal bir felaket. Çalıların oraya bir baksanız ne demek istediğimi anlarsınız. İnsan tüm varoluş temelinin bir anda ortadan yokolmayacağım garanti altına alamaz. Tıpkı güneşin bir an gelip sönmeyeceğinin de garantisi olmadığı gibi.
- Buna daha ne kadar dayanmak zorundayız sence? diye karısına sordu Jorün'ün babası.
Karısı ve Sofi'nin annesi bu soruya başlarını sallayarak karşılık
verdiler:
- Yazık! dedi Sofi'nin annesi. - Üstelik hiçbir masraftan da kaçınmamıştık.
Gençlerse Alberto'yu ilgiyle dinlemeye devam ediyorlardı. Zaten her zaman gençlerdir yeni fikirlere açık olan. Sarı, kıvırcık saçlı, gözlüklü bir oğlan:
- Biz devam etmenizi istiyoruz bayım, dedi.
- Sağolun ama söyleyecek pek fazla şey yok aslında. İnsan bir başkasının bilincinde yaşadığını, yalnızca bir hayal ürünü olduğunu anlamışsa yapacak tek şeyi vardır: susmak. Ancak yine de siz gençlere felsefe tarihi üzerine bir kurs almanızı hararetle öneririm. Böylece içinde yaşadığınız dünyayı eleştirel bir tutum içinde algılayabil-me şansınız olur. Bu, sizden önceki kuşakların değerlerine karşı eleştirel olabilmeyi de içerir. Sof i'ye öğretmeye çalıştığım en önemli şey de buydu. Hegel'e göre eleştirel olmak olumsuz olmakla aynı
şeydi.
Ekonomi danışmanı hâlâ ayaktaydı. Parmaklarını sinirli sinirli
oynatıyordu masanın üzerinde:
- Bu kışkırtıcı, okulun, kilisenin ve bizlerin çocuklarımız üzerinde kurmaya çalıştığı tüm sağlıklı değerleri yok etmeye çalışıyor. Oy-
542
BAHÇE PARTİSİ
sa gelecek çocuklarımızındır. Bir gün gelip bizim mallarımıza onlar sahip olacaklar. Bu adam bu partiden derhal ayrılmadığı takdirde aile avukatımızı arayacağım. O ne yapacağını bilir.
- Ne yaparsanız yapın, hiçbir önemi yok. Çünkü siz de bir hayal ürünü olmaktan öte bir şey değilsiniz. Ayrıca Sofi ile ben zaten birazdan buradan ayrılacağız. Çünkü felsefe kursu yalnızca kuramsal değil, aynı zamanda somut olarak işimize yarayacak bir projeydi. Zamanı gelince ortadan yokolacağız. Bu şekilde Binbaşının bilincinden de kaybolacağız.
Helene Amundsen Sofi'.yi kolundan tutup:
- Beni bırakmayı düşünmüyorsun, değil mi Sofi? diye sordu. Sofi annesine sarılıp Alberto'ya:
- Annem çok üzülecek... dedi.
- Hayır, hayır! Tüm öğrendiklerini hatırlasana. Annen, Kırmızı Başlıklı Kız'm büyükannesine götürdüğü sepet dolusu yiyecek kadar tatlı ve iyi bir kadın. Ve olsa olsa biraz önce kutlama numaraları yapmak için benzine ihtiyacı olan uçak kadar üzgün olabilir bu durumdan.
- Sanırım ne demek istediğini anlıyorum, dedi Sofi ve annesine döndü:
- Alberto'nun dediği gibi yapmalıyım anne. Hem zaten bir gün gelip evden ayrılacaktım nasıl olsa.
- Seni özleyeceğim, dedi annesi. - Ama bu gökyüzünden öte bir gökyüzü varsa uç uçabildiğince! Govinda'ya iyi bakacağıma söz veriyorum. Günde bir tane mi yoksa iki salata yaprağı mı veriliyordu sahi?
Alberto elini Sofi'nin annesinin omzuna koydu.
- Bizi ne siz ne de başkası özleyecek. Nedeni de çok basit. Çünkü aslında sizler yoksunuz. Böyle olunca da bizi özleyebilmeniz mümkün olamaz.
- Bu şimdiye dek bana yapılmış en büyük hakaret! diye parladı Bayan İngebrigtsen.
543
SOFİ'NÎN DÜNYASI
Ekonomi danışmanı başını salladı:
- En azından hakaret suçundan içeri attırabiliriz bunu. Bence bu adam aynı zamanda bir komünist. Elimizde ne varsa almak istiyor. Alçak!.. Düzenbaz!..
Alberto da ekonomi danışmanı da yerlerine oturdular. Ekonomi danışmanının yüzü hiddetten kıpkırmızı olmuştu. Bu arada Jorün'le Jörgen de gelip oturdular. Üstleri başları kırışmış ve tozlanmıştı. Jorün'ün sarı saçları toz toprak içindeydi.
- Anne, bir çocuğum olacak! dedi Jorün.
- Olabilir, ama eve gidene dek beklesen iyi olur. Ekonomi danışmanı karısını destekledi:
- Beklesin ya! Bu akşam vaftiz filan yapmaya kalkarsa kendisi halleder!
Alberto ciddi bakışlarla Sof i'ye baktı ve:
- Zamanı geldil dedi.
- Gitmeden kahveleri olsun servis yapamaz mısın? diye sordu Sofi'nin annesi.
- Tabii anne, hemen.
Sofi masada duran termosu alıp mutfağa gitti. Kahve makinesinde kahvenin süzülmesini beklerken kuşlara ve balıklara yemeklerini verdi. Banyoya gidip Govinda'nın önüne bir salata yaprağı bıraktı. Kedisi ortalıkta yoktu. Yine de koca bir konserve kutusu kedi maması açıp derin bir kaba koydu. Gözlerinin dolmaya başladığını hissediyordu.
Bahçeye döndüğünde ortalığın bir 15. yaşgünü partisinden çok bir ilkokul bahçesini andırdığını gördü. Gazoz şişelerinin çoğu masanın üzerinde devrilmiş, masa örtüsünün üzerine çikolatalı pasta bulaşmış, üzümlü çöreklerin olduğu kap yere yuvarlanmıştı. Tam Sofi geldiği sırada, çocuklardan birinin yaş pastanın içine koyduğu havai fişek gürültüyle patladı ve pasta parçaları havalarda uçuşup masanın ve misafirlerin üzerine kondu. Olan en çok da Bayan İngeb-rigtsen'in kırmızı pantolonuna oldu.
544
BAHÇE PARTİSİ
İşin en ilginç yanı hiç kimsenin olan bitene aldırmamasıydı. Jorün önce elindeki kocaman çikolatalı pasta dilimini Jörgen'in yüzüne sürmüş, hemen ardından da yüzünü yalamaya başlamıştı.
Sofi'nin annesiyle Alberto diğerlerinden biraz uzakta salıncağa oturmuşlardı. Sofi'ye el salladılar.
- Demek sonunda Alberto ile başbaşa kalıp konuşabildiniz anne, dedi Sofi.
• Çok haklıymışsın, dedi annesi. - Alberto harika bir insan. Seni onun koruyucu kollarına bırakıyorum.
Sofi ikisinin arasına oturdu.
Çocuklardan ikisi çatıya çıkmayı başarmışlardı. Kızlardan biri ortalıkta dolaşıp elindeki saç tokasıyla balonları patlatıyordu. Bu arada mopediyle davetsiz bir misafir de gelmişti. Mopedinin arkasında koca bir kasa birayla bir viski şişesi vardı. Bir takım heveslilerin yardımıyla kasa bahçeye getirildi.
Bu arada ekonomi danışmanı ayağa kalkıp ellerini çırptı ve:
- Oyun oynamaya ne dersiniz, çocuklar? diye sordu.
Bira şişelerinden birini aldı, içindekini boşalttı ve boş şişeyi yere, çimenlerin ortasına koydu. Sonra masaya gidip pastanın en altındaki beş halkayı aldı ve çocuklara halkaların şişeye nasıl geçirileceğini gösterdi.
- Son çırpınışlar, dedi Alberto. - Binbaşı son noktasını koymadan ve Hilde dosyasını kapatmadan, hemen şimdi buradan kurtulmalıyız.
- Tüm bunları yalnız başına toplamak zorunda kalacaksın anneciğim, dedi Sofi.
- Hiç önemli değil yavrum. Hem bu sana göre bir hayat değil zaten. Alberto sana daha iyi bir hayat verebilirse, bu beni her şeyden Çok mutlu edecektir. Sahi, beyaz bir atı mı var demiştin?
Sofi bahçeye bir baktı. Tanınmayacak hale gelmişti gerçekten. Çimenlerin üstü şişeler, tavuk kemikleri, çörek ve balonlarla doluydu.
545
SOFÎ'NİN DÜNYASI
- Bir zamanlar burası benim küçük cennetimdi, dedi Sofi.
- Ve şimdi cennetten ayrılma zamanı geldi, diye yanıtladı Alber-
to.
Çocuklardan biri beyaz Mercedes'e oturmuştu. Bir anda gaza basmasıyla arabanın bahçe kapısını yere yıkarak son sürat bahçeye girmesi bir oldu.
Sofi kuvvetle kolundan Geçit'e doğru çekildiğini hissetti. Ve Alberto'nun sesini duydu:
- Şimdi!
O anda beyaz Mercedes bir elma ağacına çarparak durdu. Ağaçtaki ham elmalar sapır sapır yerlere döküldüler.
- Bu kadarı da çok fazla! diye bağırdı ekonomi danışmanı. - Hemen zararımın karşılanmasını talep ediyorum.
Bu kez de karısı onu destekliyordu:
- Hepsi bu ahlaksız adam yüzünden! Nerede o?
- Sanki yer yarılıp yerin dibine girdiler, derken Helene Amund-sen'in sesi oldukça gururlu çıkıyordu.
Ayağa kalktı, üstü darmadağın olmuş uzun masaya gidip felsefi bahçe partisinden arta kalanları toparlamaya başladı ve:
- Bir kahve daha isteyen var mı? diye sordu.
546
KONTRPUAN
... aynı anda ses veren birden çok ezgi...
Hilde yatağında doğruldu. Sofi ile Alberto'nun öyküsü burda bitiyordu. İyi de neler olmuştu sahiden?
Babası neden bu son bölümü yazmıştı? Yalnızca Sofi'nin dünyasındaki gücünü göstermek için mi?
Düşünceli düşünceli banyoya gidip giyindi. Kahvaltısını çabucak ettikten sonra bahçeye çıkıp salıncağa oturdu.
Tüm partideki tek mantıklı şeyin Alberto'nun konuşması olduğu konusunda Alberto'ya katılıyordu. Babası Hilde'nin dünyasının da Sofi'nin bahçe partisi kadar karmakarışık olduğunu mu söylemek istiyordu yoksa? Yoksa onun da dünyası sonunda darmadağın mı olacaktı?
Ya Sofi ile Alberto? Onların gizli planlarına ne olmuştu? Bundan gerisini Hilde mi yazacaktı? Yoksa onlar öyküden kurtulmayı sonunda başarmışlar mıydı? Ya şimdi neredeydiler?
Birden bir şeyi anladı: Sofi ile Alberto öyküden kurtulmayı başarmışlarsa onlara ne olduğunu bu dosyada bulamayacağı gün gibi ortadaydı. Çünkü burada yazılı olan her şey babasının çok iyi bilerek öyküsüne koyduğu şeylerdi.
Acaba her şey satır aralarında mı gizliydi? Bir ara bundan sözediliyordu kitapta. Burada, salıncakta oturmuş dururken Hilde kitabı bir iki kez daha okuması gerektiğini anladı.
Beyaz Mercedes'in bahçeye daldığı an Alberto Sofi'yi kolundan kapıp Geçit'e sürükledi. Buradan ormana dalıp Binbaşının Evi'ne
547
SOFİ'NÎN DÜNYASI
koştular.
- Daha hızlı! diye bağırdı Alberto. - Binbaşı bizi aramayı akıl etmeden önce olmalı her şey.
- Artık Binbaşının görüş açısının dışında mıyız? -Hayır, ama tam sınırdayız.
Gölü kayıkla geçip Binbaşının Evi'ne geldiler. Alberto bodruma giden merdivenlerin kapısını açtı. Sofi'yi merdivenlere doğru İteledi ve sonra her şey kapkaranlık oldu.
Bunu izleyen günlerde Hilde kendi planı üzerinde çalıştı. Kopenhag'daki Anne Kvamsdal'a birkaç mektup daha yazdı, birkaç kez de telefon etti. Lillesand'daki arkadaşlarından da yardım istedi. Neredeyse sınıfının yansı planına katılmış bulunuyordu.
Ara sıra "Sofi'nin Dünyasından bölümler okudu. Bu, bir kere okumakla bitirilecek bir öykü değildi. Okudukça Sofi ile Alberto'nun bahçe partisinden yokolduktan sonra başlarına neler gelmiş olabileceğine dair yeni fikirler geliyordu aklına.
23 Haziran Cumartesi günü dokuz sıralarında uyandı. Babası Lübnan'daki kamplarından ayrılmış olmalıydı. Artık beklemekten başka yapacak bir şey yoktu. Babasının bu son günü dakikası dakikasına planlanmıştı.
Öğlene dek annesiyle birlikte ertesi güne hazırlık yaptılar. Hilde, Sofiyle annesinin bu güne nasıl hazırlık yaptıklarını düşünmeden edemiyordu. Ama onlar bunu yapmış bitirmişti, değil mi? Yoksa bu işlerle onlar da şu anda mı uğraşıyorlardı?
Sofi ile Alberto, cephesi kötü görünüşlü havalandırma borularıyla kaplı iki büyük binanın önündeki çimenlerde oturuyorlardı. Binalardan birinden elinde kahverengi çanta tutan bir oğlanla, kırmızı askılı çanta taşıyan bir kız çıktılar. Arkadaki küçük yoldan bir
548
KONTRPUAN
araba geçti.
- Neler oldu? diye sordu Sofi.
- Başardık!
- Şimdi neredeyiz peki?
- Burasının adı Binbaşının Evi.
- Binbaşının Evi mi? Ama...
- Oslo'da bir semt burası.
- Emin misin?
- Kesinlikle. Bu binanın adı "Chateau Neuf" ve "yeni saray" anlamına geliyor. Burada müzik öğretimi yapılıyor. Öteki bina da "İlahiyat Fakültesi". Burada da din eğitimi veriliyor. Daha arkadaki şu yüksek binalarda da doğal bilimler, edebiyat ve felsefe öğretimi yapılılıyor.
- Şimdi biz Hilde'nin kitabının ve Binbaşının denetiminin tamamen dışında mıyız?
- Evet. Bizi burada asla bulamaz.
- Peki ormanda koşarken neredeydik?
- Binbaşı ekonomi danışmanının arabasını elma ağacına çarptırırken biz Geçit'e saklandık. O sırada henüz embriyo aşama-sındaydık. Hem yeni hem de eski dünyaya aittik. Binbaşı bizim o sırada oraya saklanacağımızı asla akıl edemezdi.
- Neden?
- Akıl edebilseydi bizi o kadar rahat bırakmazdı. Her şey bir rüya gibi olup bitti. Ya da belki de o da oyunun içersindeydi.
- Ne demek istiyorsun?
- Beyaz Mercedes'i çalıştıran oydu. Belki de olup bitenlerden öyle yorgun düşmüştü ki bizi gözden kaybetmek için aslında kendisi çabaladı...
Oğlanla kız şimdi iyice yanlarına gelmişti. Sofi, orada kendinden oldukça yaşlı bir adamla oturmaktan biraz utanmıştı. Ayrıca Alberto'nu söylediklerini bir şekilde doğrulamak istiyordu.
Ayağa kalkıp onlara koştu ve:
549
SOFl'NÎN DÜNYASI
- Affedersiniz. Bu semtin adı ne acaba? dedi.
Onlarsa onu ne görmüş ne de söylediklerini duymuş gibi davrandılar.
Sofi kızıp tekrar arkalarından koştu ve:
- Bir soruya cevap vermek o kadar güç bir şey olmasa gerek! dedi.
Genç adam kıza hararetle bir şeyler anlatmakla meşguldü:
- Kontrpuantik kompozisyonlarda iki boyut vardır: yatay ya da ezgisel, ve düşey ya da armonik. Burada birden çok ezginin aynı anda ses vermesi söz konusudur...

Yüklə 2,32 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin