xxBu burjuva toplantıları bir âlemdir, idare heyeti endişe ve koı ku içindedir. Çoğu zaman böyle bir tehditle karşılaşınca toplanı ı yapmaktan vazgeçerler. Bazen korku, bu pis burjuvaları o kad.u şaşkına çevirirdi ki, toplantı saat sekizde başlayacağı yerde, saat sekiz kırk beşe veya dokuza kalırdı. Toplantının başkanı salonda bu lunan muhalif gruba bin türlü şaklabanlık yapar ve kendilerinin kanaat ve fikirlerine iştirak etmeyenlerin de toplantıya yetişebilmeleri için, başlama saatini geciktirdiklerine dair bin türlü yalan söyler. Başkan, bu toplantının maksadı arasında, hiçbir kimseyi fikir ve kanaatlerinden ayırmanın bulunmadığım beyan eder. Toplantı başkanının sözlerinden anlaşılacağı üzere ancak fikir münakaşası sonunda bir anlaşmaya varılır ve bu fikirler arasında bir köprü kurulabilir.
Bakın burjuvaların iddiaları nasıldı? Herkes cennete kendi bildiği tarzda ulaşabilirdi. Sonuç olarak herkese fikir ve kanaat hürriyeti verilmeli idi. Bu esasa göre konferans veren hatip sözlerine başlamak için müsaade rica eder. Hemen ilâve ederler, bu nutuk zaten uzun sürmeyecektir. Hiç olmazsa bu toplantıda işçi kardeşler ara-sında bir anlaşmazlık bulunmamasını isterler.
îşte, bu toplantılarda sol tarafta oturan Alman kardeşler hiç alicenap davranmazlar. Konferansı veren hatip daha sözlerine başlamadan, gayet şiddetli bir şekilde küfürlere muhatap olur. Neticede pis burjuvalar piliyi pırtıyı toplamak mecburiyetinde kalırlar. Korku yüzünden çektikleri acı kısa sürdüğünden dolayı, onları şanslı saymak pek yanlış olmaz.
Bu burjuva toplantılarının serçe pehlivanları sahneyi küfür, tezyif ve tahkir altında terk ederler, çoğu zaman da kafa ve gözleri şişmiş bir vaziyette merdivenin basamaklarım ikişer üçer atlayarak sokağa kaçarlar.
Biz Nasyonal Sosyalistlerin tertip ettiği toplantılar, Marksistler için bir yenilik oldu. Bizim toplantılarımıza bu kızıllar birçok defa oynamış oldukları komediyi yine sahneye koyacaklarından emin olarak geliyorlardı.
Ağızlarında hep şu cümle vardı: "Bugün şu adamların işlerim göreceğiz!" Bazı kere, bu kızıllardan birinin arkadaşına, salona girerken yüksek sesle böyle söylediği olurdu. Fakat bu kızıl, ikinci bir cümle söylemeye fırsat bulamadan sokakta kendine gelirdi.
Toplantılarımızı idare etmek için bizim kendimize has usullerimiz vardı. Biz Nasyonal Sosyalistler, halktan konferansı lütfen dinlemesini talep ve rica etmezdik. Hiçbir zaman toplantılarımızda bitip tükenmez bir münakaşa vaat etmezdik. Dinleyiciye toplantının sahibi ve hâkimi olduğumuzu önceden açıklar ve ilân ederdik. Bir kere dahi olsun, hatibin sözünü kesmeye cüret edecek bir kimsenin gözünün yaşına bakılmadan kapı dışarı edileceği haber verilirdi. Bu denli bir küstahlıkta bulunacak kimsenin başına geleceklerden sorumlu olamayacağımızı önceden söylerdik. Vakit olur da, canımız isterse belki bir münakaşa kabul ederdik. Yoksa, toplantılarımızda hiçbir münakaşanın cereyan etmesine fırsat vermezdik. Bütün bunları toplantıyı takibe gelenlerin kafalarına soktuktan sonra, "şimdi söz hatip falan kimsenindir" diyerek toplantıyı açardık.
işte bu şekil davranışımız dahi, kızılları hayretten hayrete düşürüyordu.
Bir kere, bizim partimizde bu toplantılarda asayişi sağlamakla görevli olan ve bu iş için pek iyi hazırlanmış bir salon güvenlik teşkilâtımız vardı. Burjuva toplantılarında asayişi sağlayacak kimseler, itaat ve saygı görebilsinler diye yaşlı kimselerden olurdu. Kızıllar ise yaşa, saygıya ve otoriteye kulak asmadıkları için burjuva toplantılarında asayişi sağlayacak ekip âdeta yok gibiydi. Bizim mücadelemizin daha başından itibaren bu asayiş işini sağlayacak ekiplere daima genç arkadaşları aldım. Bunlann çoğu askerlik arkadaşlarım idi. Bazıları ise partimize yeni kaydolmuş gençlerdi. Bunlara daima şunu söyledim: Terör ancak terör ile yokedüir, dünyada yalnız cüretkar ve aziroh kimse her zaroan galip getir. Biz, kudretli, asil ve yüksek bir Sikir uğranda mücadele ediyoruz. Bu Bkir kanımızın son damlasına kadar müdaafa edilmeye değer bir fikirdir.
Genç arkadaşlarım şu kanaat ile dolu idiler: Aklın bingi yerde, son karar cebir ve şiddete aittir. En iyi müdaafa silahı ise, saldırıya geçmek-tir.Güvenlik teşkilâtımızın çalçene heriflerin kulüplerine benzemediğini, enerji dolu bir mücadele topluluğu olduğunu her yana yaymak gerekiyordu. Bu gençlik böyle bir parolaya susamıştı.
Bizim mücadeleyi başlatıp, hedefine vardıracak olan neslimiz bir hayal kırıklığı içinde idi, derin bir nefret ve isyan duyuyor ve korkak burjuvaları hakir görüyor, bunlardan âdeta tiksiniyordu.
Memleketteki bu değişikliğin, burjuva hükümetin milletimizin canlı kuvvetlerinin imhasına fırsat verdiği için meydana geldiği ortada idi. Alman milletini himaye edecek yumruklar hâlâ vardı. Fakat bu yumrukları sevk ve idare edecek başlar eksikti.
Ben, bu gençlere^vazifelerinin önem ve gerekliliğini anlattığım, dünyanın en büyük akıl ve hikmeti, eğer kendisine hizmet edecek bir kuvvet ve idareden mahrum ise; her büyük sulh esefinin ancak kuvvetle himaye edilmesi lâzım geleceği için yok olacağına izah ettiğim zaman, gençlerin gözleri pırıl pırıl ışıldıyordu.
Konuşmalarım sayesinde gençler, mecburi askerlik hizmetlerini bambaşka bir biçimde görmeye başladı. Benim anlattığım askerlik vazifesi ölü bir devletin otoritesi altında, kaskatı olmuş yaşı geçkin bir memurun tasavvur ettiği mânada bir askerlik hizmeti değildi. Ben, ferdi hayatı feda ederek, her zaman ve her yerde, bütün bir milletin hayatını korumak için canlı bir şuurun idrak ettiği bir askerlik hizmetinden bahsediyordum.
Bu gençler, kavganın içine büyük bir heyecanla, şevkle atılıyorlardı. Toplantılarımızda gürültü eden kızılların üstlerine, sayıca üstün olduklarına bakmaksızın ve buna hiç önem vermeksizin, eşekarısım andıran bir şekilde saldırıyorlardı. Hiçbir zaman yaralanmaktan ve kanlarım dökmekten çekinmiyorlardı. Onların ruhlarına, yalnız hareketimizin kutsal görevine yol açmak düşüncesi dolmuştu.
Partimizin emniyet teşkilâtı, 1920 senesinin yaz aylarında açık nizamnameler ile kayıt altına alındı. 1921 senesinin yazına doğru teşkilâtımızı muhtelif gruplara ayırdık. Bunu yapmamız özellikle gerekliydi. Çünkü, gün geçtikçe faaliyetimiz büyük bir hızla artıyordu.
Münih'teki, Hofbrauhaus düğün salonundaki toplantılarımıza devam ettiğimiz gibi, yine bu şehirdeki diğer büyük salonlarda da çoğu zaman toplantı tertip ediyorduk.
Münih'te burjuvaların devam ettiği büyük bir birahane olan Bürgerbrau ve yine büyük bir birahane olan Kindkeller'de 1920 ve 1921 yıllarının sonbahar ve kış aylarında gittikçe büyük bir alâka gören görkemli toplantılar yaptık.
Bu arada değişmeyen bir oyun her toplantımızda oynanıyordu. Alman Nasyonal Sosyalist işçi Partisi'nin toplantılarının yapıldığı salonun kapısı, toplantı başlamadan önce polis tarafından kapatılmak isteniyordu. Çünkü salon "ağzına kadar" dolmuş oluyordu.
Bu sıralarda güvenlik teşkilâtımız, bizi pek önemli bir sorunu çözümlemeye zorladı. Bugüne kadar hareketimizi temsil eden bir işaret, bir bayrak yoktu. Bu türlü sembollerin bulunmayışı yalnız o günler için birtakım sorunlar ortaya koymakla kalmaz, gelecek için de zararlı olurdu. Partimizin bir sembolü olmayışının sıkıntısı, özellikle partililerin birlik olduklarına dair hiçbir harici alâmete sahip olmadıklarını göstermesidir. Aynı zamanda uluslararası işarete (Marksizm'in işaretine) karşı koyacak bir sembolden partinin mahrum bulunması gelecek için de parti hesabına zarar teşkil ederdi.
Ben, gençliğimden bugüne kadar, bu gibi sembollerin psikolojik önemlerini yakından tespit etmiş ve görmüştüm. Bu fırsat elime sık sık geçmişti.
Savaştan (Birinci Dünya Savaşı kastedilmektedir) sonra sarayın önünde ve Lugarten'de Marksçılarm tertip ettikleri mitingleri takip ettim. Bu mitinglerde kırmızı bayraklar, kırmızı pazubandlılardan, kırmızı çiçeklerden oluşmuş tahminen yüz binin üstündeki "Kızıl topluluğun dış görünüşü hakikaten tesirli olmuştu. Halktan bir kimse olarak bu kadar düzgün ve tesirli bir manzara arz eden mitingin kasvetli telkinine mağlûp olmayı bizzat gördüm, hissettim ve anladım.
Burjuva partisi, siyasi bir parti sıfatıyla hayat hakkında hiçbir felsefi düşünceye sahip olmadığı gibi, kendi faaliyetini ifade eden bir bayrağa da nulik bulunmuyordu. Vatanperverlerden kurulu burjuvazi, Reich'm renkleri ile süslü idi. Partinin başında olanlar, bu sembol benzerliği yüzünden, kendi faaliyetlerini, devlet ve Reich'm faaliyetleri ile birleştiriyorlar di. Fakat, hakikat burjuvaların düşündükleri gibi değildi. Reich'm temeli, Alman burjuvazisinin bir yardımı olmadan atılmıştı ve Reich'm bayrağı savaşın bünyesinden doğmuştu. Demek oluyor ki, bu bayrak bir devleti temsil etmekte i-di ve özel bir felsefi mânaya sahip bulunmuyordu.
Alman Avusturya'sında, Avusturyalı Nasyonal Burjuvazi kendi partisinin bayrağı olarak 1848 renklerini tercih etmişti. Bu renkler, siyah, kırmızı ve sarı idi. Avusturyalı Nasyonal Burjuva Partisi bu renkleri kendi bayrağına alarak öyle bir sembol yarattı ki, bununla ideolojik bir mânası olmayan, fakat devlet bakımından dev rimci bir vasfı bulunan bir sembol meydana getifdi. Bu, siyah-kır mızı-sarı renklerden meydana gelen bayrağın en azgın yandaşları, Sosyal Demokratlar ve Sosyal Hıristiyanlar oldu. işte, bu husus hiç unutulmamalıdır. Bu renklere söven ve aşağılayanlar bunlardı. 1918 yılında bu renklerî^şöp kutularına atmışlardı. Kuşkusuz eski Avus turya'daki Alman partilerinin siyah-kırmızı-sarı renkleri, 1848 yılı nın renklerinden başka bir şey değildi. Yani, Yahudi topluluğunda gizli kalmasına rağmen en şerefli Almanların ruhları tarafından temsil edilen dönemin renkleri idiler.
1 1920 senesine kadar Marksizm'e karşı, fiiliyatta kızülarınkine tam manasıyla zıt bir hayat oluşumu meydana getiren ve ifade eden
' bir bayrak ortaya çıkmamıştı. Alman burjuvazisinin en sağlam partileri, 1918 senesinden sonra Reich'm birdenbire bulunmuş olan siyah-
!ı kvrmızı-sarı renklerin meydana getirdiği bayrağım kabul etmeye ya-
• naşmamışlarsa da, yeni eğilimlere karşı koymak üzere ve mahvolmuş imparatorluğun tekrar kurulması fikrinden başka geleceğe ait bir programa da sahip değillerdi, işte, Reich'm siyah-kırrmzı ve sarı renklerin meydana getirdiği, eski bayrağının tekrar ortaya çıkmasının sebebi buydu.
i Fakat hiçbir zaman şu unutulmamalıdır ki, bu bayrak altında dövüşmüş ve bütün kurbanların yere serilmiş olduğunu gören bir
ı- Almana, o eşi bulunmaz eski renkler, pek kutsal ve yüce görünmek-
' le beraber, gelecek uğrunda bir mücadelenin sembolü olamazdı. Demek ki, Marksizm'i yok etmek için girişilen harekete böyle bir bayrak pek az uygun düşerdi.
Alman milleti için eski bayrağını kaybetmiş olmak hakikaten bir saadetti. Ben, bu hususu müdafaa ediyor ve işte bu noktada bur-
, juva politikacılarından ayrılıyordum. Biz, cumhuriyetin kendi bayrağı altında yaptığı şeyi lakaydine telâkki ediyorduk. Fakat hayatımızın her anında en şerefli varlığımız olan savaş bayrağını, bir fuhuş için yatak çarşafı hizmetini görmesine meydan vermemiş olmasından dolayı cumhuriyet yönetimine teşekkür etmemiz gerekir. Kendini ve vatandaşlarını satan bugünkü Reich o, şeref ve kahramanlık bayrağı olan siyahbeyaz ve kırmızı renklerini hiçbir zaman kullanmamalı idi.
Şimdiki rejim, Kasım harekâtından utanma devam ettiği müddetçe, bu utanılacak harekâtın nişanını taşımalıdır. Çünkü, bugünkü rejimin daha şerefli bir mazinin sembolünü çalmaya hakkı yoktur. Burjuva politikacılar şunu bilmelidirler: Kim, siyah, kırmızı ve beyazlı bayrağı bugünkü devlet için isterse mazimize karşı bir hırsızlık yapmış olur. Eskinin bayrağı ancak eski zamanın imparatorluğuna uygun düşerdi. Tanrı'ya şükürler olsun ki, bugün cumhuriyet idaresi, kendine en uygun düşeni seçmiş ve siyah-sarı-kımızı renklerini almıştır. Biz Nasyonal Sosyalistler olarak, eski bayrağın kullanılmasını, hareketimizin manalı bir sembolü gibi kabul etmiyoruz. Çünkü eski hataları, tekrar canlandırmak niyetinde değiliz. Biz Nasyonal Sosyalistler yeni bir devlet kurmak istiyoruz, işte bugün bu yolda Marks-çılığa karşı mücadele eden hareketin bayrağı da yeni devletin sembolü olmalıdır.
Yeni bayrak işi, yani bayrağın renk ve şeklinin tespiti bizi bir hayli meşgul etti. Her taraftan iyi niyetlerle dolu tavsiye ve teklifler geliyordu. Fakat bütün bu teklif ve tavsiyelerde bir kıymet yoktu.
Yeni bayrak, aynı zamanda biz Nasyonal Sosyalistlerin mücadelesini ifade etmeli ve bir fikri, bir görüşü telkin edici biçimde olmalıydı. Görünüşte bu konu önemsiz gibi gelir. Fakat halkla teması olanlar bilirler ki, bu ayrıntının önemi pek büyüktür. Tesir yapıcı bir işaret yüz binlerin, hareketimize karşı ilk ilgisini uyandırabilir.
Bu hususu bildiğimiz için sağdan soldan gelen beyaz zemin üzerine bir sembol konması şeklindeki teklifleri reddettik. Çünkü böyle bir şey, eski devleti veya amacı ortadan kalkmış bir vaziyeti tekrar ortaya etmek olan zayıf partileri hatırlatmaktadır. Ayrıca şu da bilinmelidir ki, beyaz sürükleyici renk değildir. Ancak bu renk sadece namuslu genç kızların kuracağı cemiyetlerin flamalarına uygun düşer. Fakat hiçbir zaman bir devrim devrinin infilâk edici hareketlerine uygun düşmez.
Bize teklif edilen renkler arasında siyah da vardı. Bu renk de zamanımıza uyuyordu. Siyah renkte hareketimizin gayelerine dair belirli bir işaret bulamadık. Bizim üstümüzde siyah renk de sürükleyici bir tesir yapmadı.
Beyaz-mavi. Bu iki rengin fevkalâde estetik tesiri vardır. Fakat, bu da derhal bertaraf edilmeli idi. Çünkü bu renkler bir Alman Devleti olan Bavyera'nın renkleri idi.
Aynı sebeplerden dolayı siyah-beyazı da kabul edemezdik. Keza bu iki renk de Prusya'nın renkleriydi. Taşıdığı özellik ve ayrılıp tek başına kalma yanlısı oluşu sebebi ile kuşkulu bir siyasal eğilimi ifade ederdi.
Bu arada siyah-sarı-kırmızı bahis mevzuu dahi edilmiyordu. Sı yah-beyaz-san-kırmızı renkler de şimdiki tertipleri ile beğenilmı yordu. Fakat bu renklerin diğerlerine oranla bir üstünlüğü vardı Bu renkler oaha tesirli idi. Ben, her zaman eski renkleri müdafaa ettim. Bu hareketimin sebebi, eski bir asker sıfatı ile yalnız bu renklerin benim için en kutsal bir şey olmalarından değildi. Bu hareketimde bu üç rengin estetik olarak birbirleri ile uygun düşmelerinin de rolü vardı.
Genç hareketimizin sinesinden, lider olmam sıfatıyla bana gelen ve çoğu eski bayrağın zemini üzerine gamalı haçı çizen sayısız projeleri de reddettim. Ben lider olarak kendi projemi zorla kabul ettirmek istemiyordum. Çünkü herhangi bir kimse daha uygun, daha iyi bir bayrak meydana getirebilirdi. Hakikaten Starnberg'li bir işçinin bana verdiği taslak hiç fena değildi. Esasen benim düşündüğüme de yaklaşmıştı. Yalnız bana gelen bu teklifin bir kusuru vardı, yuvarlak bir beyaz zemin üstüne kırık kollu gamalı haç çizilmişti. Ben nihayet muhtelif tecrübelerden sonra, şu şekil üzerine kafi karar kıldım: Kırmızı bir zemin üstüne beyaz bir yuvarlak ve bu beyaz yuvarlak parçanın içinde siyah bir gamalı haç. Yine uzun tecrübelerden sonra bayrağın ve beyaz yuvarlağın büyüklüğü ile gamalı haçın şekil ve kalınlığı arasında belirli bir oran saptadım.
Böylece, bayrağımız ortaya çıkmış oldu ve bu şekilde kaldı. Aynı görüşle hareket ederek hemen güvenlik teşkilâtımızın üyeleri için pazubandlar sipariş ettik. Bunlarda geniş bir kırmızı şerit üzerine beyaz bir yuvarlak ve yuvarlağın içinde de siyah gamalı haç vardı. Partimizin rozeti de aynı şekilde çizildi, ilk rozeti Münihli bir kuyumcu olan Füss yaptı ve bu rozet daha sonra saklandı.
Yeni bayrağımız halka 1920 senesinin yaz sonunda takdim edildi. Bu bayrak bizim genç hareketimize tamamen uyum gösteriyordu. Bayrağımız da fikirlerimiz gibi genç ve yeni idi. Hiç kimse bugüne kadar böyle bir bayrak görmemişti. Halkın üstünde bir meşale gibi etki yaptı. Bayrağın plânı bir arkadaş tarafından yapılıp getirildiği vakit, biz bile heyecana kapılmış, adeta çocuklar gibi sevincimizden çılgına dönmüştük.
Birkaç ay sonra Münih'te altıya yakın bayrağımız vardı. Ayrıca sayısı gün geçtikçe büyümeye devam eden emniyet teşkilâtımız üyelerinin kollarında taşıdığı pazubandlar da bayrağımızın yayılmasına yardımcı oldu. Çünkü bu gerçekten bir semboldü.
Bu şekilde bayrağın taraftarlarımızdan bu kadar alâka görmesinin sebebi, Alman milletine hizmet eden bu renklerin maziye dair bir hatırlatma vazifesi görmesinden ziyade, genç hareketimizin amaçlarım en iyi biçimde sembolize etmesi idi. Biz Nasyonal Sosyalistler bayrağımızda partimizin programını görüyorduk. Kırmızı, hareketimizin sosyal fikrini ifade ediyordu. Beyaz renkte Nasyonalist fikri görüyorduk. "Gamalı haç"ta, üstün ırkların zaferi uğrunda savaşmak gibi kutsal görevi ve yine yararlı çalışma fikrinin başarısı için mücadele etmenin gerekli olduğunu teşhis ediyorduk. Bu fikir, Yahudi aleyhtarı idi ve ilelebet böyle kalacaktır.
. iki sene sonra emniyet teşkilâtımız bir mücadele kuvveti yahut kelimenin tam manâsı ile bir ordu haline gelerek binlerce üyeyi ihtiva ettiği zaman bu teşkilâtımıza özel bir zafer sembolü vermek gerektiğini gördük. Bir sancağa ihtiyacımız vardı. Bunu bizzat ben çizdim. Bunun yapılmasını da partimizin eski ve sadık üyesi kuyumcu ustası Gahr'a teklif ettim. Artık o günden beri sancak, nasyonal sosyalist mücadelenin işareti oldu.
Şöhretimiz devamlı bir şekilde artmaya başladı. Bu durum haftada iki defa toplantı yapmamıza fırsat verdi. Böylece 1920 senesinde faaliyetimiz bir hayli gelişmiş bulunuyordu. Duvarlara yapıştırılan ilânlarımızın önünde büyük bir kalabalık toplanıyordu. Yaptığımız bir toplantıda şehrin en büyük salonları ağzına kadar doluyordu.
Neticede, yolunu şaşırıp Marksizm'in kucağına düşmüş olan on binlerce Marksist, milletin ortak duygulanna kavuşarak ve eski benliğini tekrar kazanarak gelecekteki hür Reich'm birer mücahitleri oldu. Artık Münih halkı bizleri tanıyordu. Her yerde bizden bahsediliyordu. Nasyonal Sosyalist kelimesi dillerden düşmez oldu. Bütün bunlar esasta birer propaganda demekti. Partimize üye olanların ve sevgi besleyenlerin sayıları gün geçtikçe artmaya başladı.
Artık, öyle bir duruma gelmiştik ki, 1920 - 1921 senelerinin kış aylarında, Münih şehrinde kuvveti ve kudreti kabul eden bir parti olmuştuk.
Marksçı parti, gözardı edilirse, bütün partiler, hattâ hiçbir milli parti, bizim partimizin toplantıları kadar, gösterişli ve kalabalık mitingler tertip edemiyordu.
Bizim toplantılarımızda Münih'in Kindkeller salonu çoğu zaman yıkılacak kadar doluyordu. Bu salon beş bin kişi alabiliyordu. Bizim için toplantı yapmaya cesaret edemediğimiz bir yer vardı ki, o da Krone Sirki idi.
Almanya'nın ufukları 1921 yılının ocak ayı sonlarında tekrar kara bulutlarla kaplandı. Bu sırada, Almanya'nın yüz milyar altın mark vermek için çılgınca bir taahhüt altına girmesine sebep olan Paris Antlaşması, Londra ültimatomu şeklinde ortaya çıkıyordu. İşte bu durum karşısında, Münih'te mevcut olan ve ırkçı adını taşıyan cemiyetler müştereken büyük bir protesto mitingi yapmak istediler. Zaman pek az kalmıştı. Alınan kararın uygulama mevkiine konması hususunda gösterilen ve sonu gelmeyen tereddütlerden sinirleniyordum. İlk önce Konigsplatz'da bir miting yapılacağı söylendi. Fakat, daha sonra bu mitingden vazgeçildi. Çünkü komünistlerin hücumuna uğramaktan ve mitingin dağıtılmasından korkuyorlardı.
Feldherrn önünde bir protesto mitingi yapılması düşünüldü, fakat bundan da vazgeçildi. Sonunda Kindkeller'de ortak bir toplantı yapılması teklifi ortaya atıldı. Bütün bu teklif ortaya atılıp reddedilirken günler de uçup gidiyordu. Bu arada büyük partiler, hadisenin ehemmiyetini göz önüne almıyorlardı.
Merkez idare heyeti, yapılması istenilen protesto mitingi için bir gün tespit etmek hususunda bir türlü karara varamadı.
Ben l Şubat 1921 Salı günü, pek acele olarak kati bir karar alınması teklifini yaptım. Teklifimin görüşülmesini çarşamba gününe bıraktılar. Çarşamba günü, katiyen açık bir cevap almak için bir ısrarda bulunmadım. Neticede toplantı yapılacak mıydı? Yapılacaksa ne zaman olacaktı? gibi kaçamaklı cevaplara muhatap oldum. Fakat en sonunda da partinin, protesto mitingini gelecek çarşamba günü, yani bir hafta sonra tertip etmek niyetinde olduğu açıklandı.
Sabrım kalmamıştı. Protesto mitingini tek başına organize etmeye karar verdim. Çarşamba günü, öğle üzeri, duvar hânının metnini makinede on dakika içinde bastırdım. Bu arada hemen 3 Şubat 1921 Perşembe günü için Krone Sirki'ni kiraladım.
Benim bu teşebbüsüm o günlerde son derece cüret isteyen bir işti. Pek büyük olan salonu doldurmamak ihtimalimiz bir yana, hepimizin parça parça edilmesi tehlikesi de mevcuttu. Emniyet teşkilâtımız, henüz böyle bir teşebbüs için yeterli kuvvetini bulamamıştı. Ayrıca, toplantıya karşı herhangi bir sabotaj hareketi yapılacak olursa, bu durum karşısında takip edeceğimiz yolu da henüz çizmemiştim. Ben bir sirkin amfilerinde vuku bulacak tepkinin, herhangi bir salondakinden çok daha zor olacağını düşünüyordum. Fakat, Tanrı'ya şükürler olsun, düşündüklerimin aksi çıktı. Ki zıllardan oluşan sabotaj sürüsünü bir sirkin geniş meydanında alt etmek, bir salonda tepelemekten çok daha kolay oldu. Şunu aklımızdan çıkarmıyorduk: Basit bir başarısızlık bizleri uzun müddet gölgede bırakırdı. Keza toplantımıza karşı girişilen bir sabotaj teşebbüsü başarı ile neticelenecek olursa, o güne kadar kazandığımız şöhret ve şeref bir anda yok olurdu. Ayrıca düşmanımız olan kızıllar, bir kere başardıkları işe her zaman teşebbüse kalkarlardı. Bu da, bizim toplantı ve faaliyetlerimizin sabote edilmesi sonucunu doğurdu. Eski kuvvetimize, ancak gayet şiddetli mücadele sonunda ve aylar geçtikten sonra kavuşabilirdik.
ilanları duvarlara yapıştırmak için tek bir günümüz vardı. Perşembe günü de maalesef hava bozdu ve sabah yağmur yağdı. Bu durumda, halkın yağmur altında dayak yemek ihtimalinin mevcut olduğu bir toplantıya koşmak yerine, evinde oturmayı tercih etmesinden pek haklı olarak korktuk.
Öğle üzeri salonun dolmayacağından ben de birden korktum. Çünkü, salon dolmazsa, merkez idare heyetinin nazarında itibarım bir hayli sarsılacaktı. Bundan dolayı pek acele olarak el ilânları yazıp, bastırdım ve bunları öğleden evvel dağıttırdım.
Bu el ilânları, halkın toplantıda hazır bulunması için bir davetiye niteliği taşıyordu. İki kamyon kiralattım. Bu iki "kamyonu mümkün olduğu kadar kırmızı renkte süslettim. Kamyonlara birkaç bayrak kondu ve içlerine parti arkadaşlarımdan on beş yirmi kişi bindi. Bunlara hiç durmadan şehir içinde dolaşıp el ilânlarını dağıtmaları emrini verdim. Böylece perşembe günü akşamı yapılacak toplantı için propaganda faaliyetlerine süratli bir şekilde devam ettiler.
ilk defa olarak bayraklarımızla süslenmiş iki kamyon caddelerde dolaştı ve Marksistlerin herhangi bir saldırısına maruz kalmadı.
Ağzı bir karış açık kalan burjuvalar, kırmızı renkle donanmış ve rüzgârda dalgalanan gamalı bayraklarımızı taşıyan kamyonları hayretler içinde seyrettiler.
Şehrin dış mahallelerinde yumruklar sallandı. Bu yumruk sahipleri proletaryaya karşı bu yeni tahrik (!) yüzünden son derece kızıp küplere binenlerdi. Keza onlara göre toplantı tertip etmek ve şehir içinde kamyon dolaştırmak yalnız Marksçıların hakkı (!) idi.
Akşam saat yedide, sirkin amfileri pek az işgal edilmişti. Her on dakikada bir, telefonla bilgi veriliyordu. Biraz endişelendim. Çünkü bugüne kadar, her toplantımızda salonlar en geç yedi veya yediyi çeyrek geçe, yan yarıya dolardı.
Fakat amfilerin birden dolmamış olmasının sebebini biraz geç anladım. Keza bu yeni yerin pek fazla büyük olduğunu göz önüne almamıştım. Hofbrauhaus salonu bin kişi doldurmaya~1câfi gelirken, aynı sayıda insan Krone Sirki'nin amfilerinde kayboluyor ve hemen hemen göze çarpmıyordu. Aradan biraz zaman geçtikten sonra daha olumlu haberler almağa başladım. Saat sekize çeyrek kala sirkin amfilerinin dörtte üçünün dolduğu ve gişelerin önünde hâlâ büyük bir kalabalığın bulunduğu bildirildi. Bu haber üzerine yola çıktım.
Saat sekizi iki geçe sirkin önündeydim. Binanın önü hâlâ kalabalıktı. Bunların bir kısmı meraklılardı, içeri girdiğim sırada, bir sene evvel Hofbrauhaus düğün salonunda yaptığımız ilk toplantıda hissetmiş olduğum, şevk heyecan ve neşeyi tekrar aynen duydum, insanlardan teşekkül eden duvarı aşıp, yüksekçe yere geldikten sonra, başarımın büyüklüğünü o vakit daha iyi gördüm.
Dostları ilə paylaş: |