KAHHAR
Allah'ın isimlerinden (esma-i hüsnâ) biri.
Sözlükte "yenmek, üstün gelmek, zor kullanarak istediğini yapmak" anlamındaki kahr kökünden mübalağa ifade eden bir sıfat olup "yenilmeyen, yegâne kudret ve tasarruf sahibi" demektir. Dilciler ve âlimlerin hemen hepsi kahr kavramının temel mânasını "boyun eğdirip üstün gelmek" (tezlîl ve galebe) olarak belirlemişlerdir. Fahreddin er-Râzî, bu kavrama "zor kullanmak ve mecrasından çıkarmak suretiyle bir şeye boyun eğdirmek" anlamını verdikten sonra bunun zât-ı ilâhiyyeye nisbet edildiği takdirde iki şekilde düşünülebileceğini söylemiştir: Başkasını ilâhî iradenin dışında iş yapmaktan alıkoymak ve kendi iradesince hareket etmekten kişiyi men etmek.672
Kur'ân-ı Kerîm'in altı âyetindekahhâr, iki yerde kahir ismi Allah'a, bir âyette de kahir sıfatı insanlara izafe edilmiştir.673 Allah'a nisbet edilen kahhâr isimlerinin hepsi vâhid isminden hemen sonra yer almıştır. Bunların dördü şirk anlayışını eleştirip tevhid inancını pekiştiren bir bağlamda zikredilmiş 674 iki âyet de kıyametin kopmasını tasvir eden âyetler sırasında yer almıştır.675 Doksan dokuz isim listesinde bulunmayan kahir ismi ise tabiat varlıkları içinde müstesna bir yer tutan insan türü üzerindeki ilâhî nimet, kudret ve tasarrufu ifade eden âyetler içinde zikredilir.676 Kahhâr esmâ-i hüsnâ listesinin Tırmizî rivayetinde 677 kahir ise İbn Mâce rivayetinde 678 yer almıştır.
Kahhâr ile kahirin kelime kalıplarını ve Kur'an'daki kullanılışlarını göz Önünde bulunduran âlimler birincisinin ikincisinden daha zengin bir muhtevaya sahip olduğunu kabul etmişler, bununla birlikte iki ismi genellikle birlikte düşünmüşlerdir. Âlimler Allah'ın yegâne galip, sonsuz kudret ve tasarruf sahibi oluşunu şöyle açıklamışlardır: İlâhî hâkimiyete karşı direniş gösterenlere önce akla ve duyulara hitap eden belgeler sunmak, bu yarar sağlamadığı takdirde çeşitli âfet ve belâlarla kendilerini uyarmak ve nihayet onları ortadan kaldırmak.679
Fahreddin er-Râzî. kahhâr isminin etki alanını duyularla algılanabilen ve algılanmayan âlemleri içine alacak şekilde geniş düşünmüştür.680 Abdülkâhir el-Bağdâdî de kahhâr isminin İslâm inancının temelini oluşturan şirkin reddi ve tevhidin ispatı açısından büyük önem taşıdığını belirtmiştir; çünkü bu isim Seneviyye ve Mecusîlik gibi düalist telakkilerinin yanında kulu kendi fiilinin halikı kabul eden Mu'-tezile'ye karşı güçlü bir delil oluşturmaktadır.681
Doksan dokuz esmâ-i hüsnâ içinde yer almamakla birlikte Kur'an'da ve hadis rivayetlerinde Allah'a nisbet edilen gâiib kavramı anlam açısından Kahhâra en yakın olan bir isimdir. Galb (galebe) kökü bir âyet-i kerîmede. "Ben ve elçilerim mutlaka galip geleceğiz" 682 ifadesiyle fiil olarak, "Allah irade ettiği her işte hükmünü icra edip galip gelendir" 683 mealindeki âyette de isim olarak zât-ı ilâhiyyeye izafe edilmiştir. Ebû Hüreyre'den rivayet edilen bir hadiste müslümanlara zor günler yaşatan Hendek (Ahzâb) Gazvesi'nin zaferle sona ermesi münasebetiyle Hz. Peygamberin, içinde galebe kavramının da yer aldığı şöyle bir şükran niyazında bulunduğu ifade edilmiştir: "Allah'tan başka tanrı yoktur, O tektir. Ordusunu onurlandırdı, kuluna zafer verdi, birleşik kuvvetlere kendi kudretiyle galip geldi.684
Kahhâr ile esmâ-i hüsnâdan "yenilmeyen, yegâne galip" anlamındaki azîz, "her şeye gücü yeten" mânasındaki kadir, muktedir, kavîve metîn, ayrıca "iradesini her durumda yürüten" anlamındaki cebbar, "mülkün sahibi ve tasarruf edeni" mânasındaki mâlikü'1-mülk isimleri arasında anlam yakınlığı ilişkisi bulunmaktadır.
Kahhâr, âlimlerin çoğunluğu tarafından kadir ismi statüsünde düşünülerek zatî isimler grubunda mütalaa edilmiştir. Bunun yanında kahhân. "kulu kendi iradesince hareket etmekten alıkoymak" mânasına alarak fiilî isimlerden (sıfatlar) sayanlar da vardır.
Bibliyografya :
Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, "khr" md.; İbnü'l-Esîr, en-Nihâye, "khr" md.; Lisânü'l-'Arab, "khr" md.; Wensinck, el-Muccem, "khr" md.; M. F. Abdülbâki. el-Mu'cem, "khr" md.; Buhârî, "Megâzî", 29; Müslim, "Zikir", 77; İbn Mâce. "Ducâ'", 10;Tirmizî, "Da'avât", 82; Zeccâc, Tefsiru esmâ'illâhi'l-hüsnâ[nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkâk), Beyrut 1395/1975, s. 38; Ebû Abdullah el-Halîmî, el-Minhac fi şucabi'l-îmân (nşr. Hilmî Muhammed Fûde), Beyrut 1399/ 1979, J, 202; İbn Fûrek, Mücerredü Makâtât,$. 53; KâdîAbdülcebbâr, el-Muğnt, V, 207-208; XXII, 215;AbdüIkâhirel-Bağdâdî, el-Esmâ* ue'ş-şıfât, Kayseri Râşid Efendi Ktp., nr. 497, vr. 158ab; Kuşeyrî, ei-Tahbîrfi't-tezkîr(nşr. İbrahim Besyûnî), Kahire 1968, s. 39; GazzâİÎ. el-Makşadü'l-esnâ {Faı\uh}, s. 86, 173-174; Fah-reddin er-Râzî, Leuâmi'u'l-beyyinât (nşr. Tâhâ Abdürraûf Sa'd), Beyrut 1404/1984, s. 229-230. Bekir Topai.oğlu
KAHİN
Gizli ilimleri bildiğini ve gaipten haber verdiğini ileri süren kişi.
Kehanet, sezgi veya bir tür ilhamla yahut bazı işaretlerin yorumuyla ileride meydana gelecek olayları önceden görme ya da haber verme, gizli veya esrarengiz bilgiyi ortaya çıkarma işi yahut sanatı, kâhin ise bu işi yapan kişidir. Grekçe mantis, Latince vates kelimelerinin Arapça karşılığı olan kâhinin menşei tartışmalıdır. Kelimenin "ayakta durmak" anlamında kwn kökünden, "eğilmek" anlamındaki Akkadçakanudan veya "bolluk" mânasına gelen Süryânîce kahhenden ya da "bir mabedin tesisi" anlamındaki geldiği ileri sürülmektedir.685
Kâhin kelimesi Batı Sâmîleri'nde bir cemaat adına kurban takdimi, ulûhiyyet nezdinde bu cemaati temsil, uiûhiyyetin emirlerinin açıklanması ve arzularının önceden bilinmesi gibi görevler üstlenen kişiyi ifade etmektedir.686 Dolayısıyla kâhin hem kurban takdimi, mabedin hizmet ve muhafazası görevini hem de ulûhiyyetle cemaatin irtibatını sağlama, ulûhiyyetin planlarını anlama ve arzularını önceden bilme görevlerini kendinde toplamıştır. Bu sebeple İbrânîce'-dekohen kelimesi "din adamı" anlamı taşımakta ve bu kavram sadece Yahve inancının din adamları için değil Mısır 687 Filisti 688 ve Baal 689 kâhinleri için de kullanılmaktadır. İbrânîce kohenin Arapça'daki kâhinle alâkası vardır. Fakat çeşitli sebepler kâhinin diğer görevlerini ön plana çıkarmış, böylece Arapça'da bu kavram "gelecekten haber veren" mânasında kullanılmıştır.
Kehanet vahiyden, falcılıktan, bilimsel ve istatistik öngörüden farklıdır. Falcılığın konusu daha sınırlı, amacı daha belirgindir. Kehanet ise falcılıktan kapsamlıdır ve falda olduğu gibi çeşitli araçlar kullanmanın yanında hiçbir araç kullan-maksızın sadece sezgi gücüne dayanılarakyapılabilmesi yönüyle ondan ayrılmaktadır.
İnsanoğlunun görünmeyen ve bilinmeyeni merak etmesi, geçmişteki bilinmezlerden çok geleceğin kendisine neler hazırladığını bilme arzusu onu birtakım şeyler yapmaya sevketmiş, tarih boyunca bunun için çeşitli yollan denemiştir. İlâhî vahiy ve bilimsel tahminler dışında gelecekten haber vermek ve bilinmeyeni anlamak için insanlar, ya bazı yetenekler vasıtasıyla ve birtakım varlıklarla irtibat kurma yoluyla veya bazı eşya ve davranışların yorumlanmasıyia bilgi edinmeyi denemişlerdir. Bu sebeple kehaneti tabii yahut sezgisel ve sunî ya da bazı şeylerden sonuç çıkarıcı olmak üzere iki kısma ayırmak mümkündür. Tabii kehanet, bazı görünmez varlıklar yardımıyla ya da kişiye özgü bazı yeteneklerle yapılan geleceğe ait tahminde veya yorumda bulunmak şeklinde açıklanabilir. Kâhin çeşitli riyazet ve meditasyon yollarıyla kendinden geçip trans haline gelmekte, bu esnada gözle görünmeyen varlıklarla irtibat kurup onlardan bilgi aldığını iddia etmektedir. Tabii kehanetin farklı şekilleri arasında bu tür vecd halinde gaipten verilen haberlerle (oracle) rüya tabirleri önemli yer tutmaktadır. Rüya tabiri eski Yunan'-da oldukça gelişmişti, "oracle" ise bir kâhinin trans halinde söyledikleridir. Söylenenlerin gerçekte dua edilen ulûhiyyetten geldiğine inanılmaktadır. Bunların bir kısmı anlaşılmaz ifadelerdir ve usta yorumcular gerektirmektedir. Bu kişiler çeşitli dinlerde oldukça etkili uzmanlar sınıfı oluşturmuşlardır. Delfi kehanetleri veya efsanevî Sibyfler'e nisbet edilen sözler bu türdendir.
Sunî veya bazı şeylerden sonuç çıkarıcı kehanetlerin farklı çeşitleri olmakla birlikte bunlar temelde insan, hayvan veya başka canlı varlıkların bazı davranışlarının gözlemlenmesi ve yorumlanmasına ya da cansız maddelerle irtibat kurmaya yahut onları kullanmaya dayanır. Eski Ro-ma'da devlet dininin önemli bir yönünü teşkil eden, kuşların uçuş şekli ve seslerinden anlam çıkarma, Etrüskler'de, Mezopotamya'da ve Roma'da yaygın olan hayvanların iç organlarının veya ateşe atılan çeşitli nesnelerin aldıkları şekillerin yorumuyla yapılan kehanetler bunlardandır.690 İbrânîler, ruh çağırma ve ruhlarla konuşmayı da (necromancie) bir tür kehanet olarak görüyorlardı.691
Kehanet çok eski dönemlerden beri dünyanın her tarafında yaygın olarak bulunuyordu; bugün de her kültür düzeyin de kehanetin çeşitli türleri 692 belli ölçüde yaşamaktadır. İbrânîler'in temas kurdukları eski Mısır, Çin, Bâbil ve J Kalde'nin putperest kavimlerinde kebainet oldukçayaygındı.693 Kehanetle ilgili çeşitli teknikler Mezopotamya menşeli olup Akkadlar döneminde yayılmıştır. Hititler'de de gerek tanrıların isteklerini öğrenip onları memnun etmek gerekse savaş kazanmak için çeşitli kehanet türlerine sıkça başvuruluyordu. Eski Yunan'da mantis adı verilen kâhinlerin yanında kehanet tanrısı Apol-lon'un Delfi'deki tapınağında da kâhinler bulunuyordu. Eski Roma, Çin, Hindistan ve Japonya'da. İslâm öncesi Türkler'de kehanetin birçok türü mevcuttu.
Geleceği keşfetme ve bilinmezi anlamanın meşru yollan kabul edilen peygamberi haber, sâdık rüya, Urim ve Thummim yolu dışında yahudiler çeşitli kehanet türlerini uygulamışlar, bunun için yalancı peygamberlere, ücretle iş yapan kâhinlere ve falcılara başvurmuşlardır. Eski Ahid kehanetle ilgili olarak "terafım" 694 "hartummim 695 hakamim", "qesem" (miqsam), ayrıca "nahaş", "keşafim" ve "meonen" gibi tabirler kullanmaktadır.696
Kehanet putperestlikle çok yakından bağlantılı olduğu için Yahudilik'te yasaklanmış, kâhinlerin öldürülmeleri emredilmiştir.697 Kehanette bulunan İsraillide öldürülecektir. Şeriata göre kâhin sahtekârdır ve ona uyan büyük günah işlemiştir. Peygamber Yeremya sahte peygamberler, falcılar, düşçüler, müneccimler ve afsuncuların dinlenmemesi gerektiğini vurgulamaktadır.698 Peygamberler sadece halk nezdinde değil Yahuda ve İsrail kral saraylarında da kehanete karşı mücadele etmişlerdir. Kitâb-ı Mukaddes sonrası Yahudiliğinde de kehanete iyi gözle bakılmamış, ancak ka-balistik ve halk Yahudiliğinde kehanetin bazı türleri kullanılmıştır. Hıristiyanlık'ta da kehanet tasvip edilmemiştir. Gerek Yeni Ahid'de gerekse Yeni Ahid sonrası dönemde kilise kehanete karşı savaş açmış, kilise babalan kehanetin her türüyle mücadele etmişlerdir.
Bibliyografya :
H. Lesetre. "Divination", DB, ll/ll, s. 1443-1448; J. Auneau, "Sacerdoce", DBS, X, 1170-1254; R. Abba, "Piiests and Levites", IDB, IV, 877; G. V. D. Leeuw. La Relİgİon, Paris 1970, s. 371-375; Belkis Dinçol, "H İtlilerde Fal ve Kehanet", Arkeoloji ue Sanat, sy. 4-5, İstanbul 1979, s.6-10;T. Fahd, "Kâhin", £P(Fr), IV, 438-440; M. R. P. Mc.Guire, "Divination", New Cathotic Encyclopedia, Washington 1967, IV, 913-915; E. M. Zuesse, "Divination", ER, IV, 375-381. Ömer Faruk Harman
Kelâm.
Dilciler genelde kâhini "gelecekten haber veren kişi" olarak tanımlarken Râgıb el-İsfahânî geleceğe ait olaylardan haber verene "arrâf", geçmişte meydana gelip gizli kalan haberleri ortaya çıkaranlara da kâhin dendiğini belirtir 699 Hattâbî ise kehanetin fal, ırâfe, remil, ilm-i nücûm vb. gaipten haber verme çeşitlerini içine alan umumi bir terim olduğunu söyler.700 Bazı nefislerin özelliğinden dolayı tabii veya cinlerle irtibat kurma, yıldızlarla temasa geçme şeklinde kesbî olduğu söylenen kehanet beşerî ruhların cin ve şeytan gibi soyut varlıklarla ilişkiye girerek onlardan meydana gelecek olaylar hakkında bilgi edinmesi" şeklinde tarif edilir.701 İnsan nefsinin gaybî ve yüksek ruhanî varlıklarla İlişkiye girme özelliği üzerinde duran İbn Haldun'a göre bu özelliğin en üst düzeyine mazhar kılınan peygamberler vahyi vasıtasız olarak alma imkânına sahiptirler. Fıtratları zayıf olanlar ise kristal kap, hayvan kemiği, kafiyeli sözler, kuş ve hayvan hareketleri gibi hissîveya hayalî vasıtaları kullanıp soyut varlıklarla irtibat kurmaya çalışırlar. Bunlar üstün ruhî yeteneklere sahip olmadıkları için edindikleri bilgiler genellikle eksik ve yanlıştır.702 İbn Haldun, nübüvvet ve kehaneti gaybla bağlantı kurma açısından aynı kategori içinde mütalaa ediyorsa da öznelerinin farklı yeteneklere ve bilgi kaynaklarına sahip olmaları sebebiyle ikisini birbirinden ayırır.
İslâm'dan önce kehanet yaygın olup kâhinlerin cin ve şeytanlarla irtibatlı oldukları kabul edilirdi. Câhiliye Arapları'na göre dünyanın idaresinde ruhlar Tann'nın ortak ve yardımcıları konumunda olup saadete ulaşma veya felâketlerden korunma onların sayesinde mümkündü.703 Şairler gibi kâhinlerin de göğe çıkıp meleklerin konuşmalarını dinleyen cinlerinin bulunduğuna inanılırdı.704 Nitekim Câhiz, Müseylime'-nin "reiy" sahibi bir kâhin olduğunu kaydederken 705 Mâverdî, "beşâirü'n-nübüvve" çerçevesinde Hz. Peygamber'in nübüvvetini haber veren kâhinlere örnekler verir ve Sevâd b. Karîb'i bunlar arasında sayar.706 Câhiliye döneminde kâhinlerin fert ve toplum hayatında da önemli bir yeri vardı. İnanışa göre onlar ihtilâfları çözer. rüyaları tabir eder, kayıpları bulur, zina olaylarını belirler, hırsızlık ve adam öldürme gibi cürümleri aydınlatır, hastalıklara şifa bulurlardı. Ayrıca bir kabileye savaş ilân edileceği zaman kâhinlere danışılır, toplumsal ihtilâflarda ve aile anlaşmazlıklarında hakemliklerine başvurulur, gelebilecek her türlü felâketi önceden haber vermeleri istenirdi. Bu sebeple kabilelerin özel şair ve hatipleri yanında kâhinleri de bulunur ve işleri karşılığında "hulvân" denilen bir ücret alırlardı. Kâhinler seçili ve kafiyeli ifadelerle kısa ve ahenkli cümleler kullanır: yer, gök, ay, güneş, gece, gündüz üzerine yemin ederek kehanete başlarlardı. Birçok ünlü erkek ve kadın kâhin arasında en eskilerinden biri tek eli, tek gözü ve tek ayağının bulunduğu ve yarım insan şeklinde olduğu söylenen Şık, bir başkası ise kafatası dışında vücudunda kemik bulunmadığına ve kumaş gibi dürülebildiğine inanılan Satîh'ti. Diğer meşhurlar arasında Hanâfîr b. Tev'em el-Himyerî, Sevâd b. Karîb ed-Devsî, Yemen kadın kâhinleri Tureyfe, Sevda bint Zühre ve Zerâ bint Zuhayr sayılabilir.707 Kur'ân-ı Kerîm'de kâhin kelimesi iki yerde geçmektedir.708 Bunların birincisinde Peygamber'in kâhin veya cinlerin etkisinde kalmadığı, ikincisinde Kur'an'ın herhangi bir kâhinin sözü olmadığı bildirilmekte, dolayısıyla her iki âyette de Resûl-i Ekrem kâhinlikten tenzih edilmektedir. Ancak şeytan ve cinlerden bazılarının önceleri gök âlemine nüfuz etmeye çalışarak meleklerin konuşmalarına kulak verdikleri, daha sonra buna fırsat verilmediği 709 insan ve cin şeytanlarının birbirine yaldızlı ve aldatıcı sözler fısıldayıp taraftarlarına telkinde bulundukları 710 yönündeki âyetlerin ve bazı hadislerde zikredilen kâhinlerin 711 İslâm öncesi bilgi kaynaklarına işaret ettiği kabul edilir. Hz. Peygamber, kendisine kâhinlerin gaipten haber verme iddiasında bulundukları söylendiği zaman bu tür bilgilerin bir değerinin olmadığını bildirmiş, söylediklerinin bazan doğru çıktığı İfade edilince de bunların cinlerin kulak hırsızlığına dayandırılıp bir doğruya yüz yalanın kanştınlmasıyia ortaya çıktığını belirtmiştir.712
Kâhinlerle cin ve şeytanlar arasında bir iletişimin bulunduğunu kabul edenler, bunun Resûl-i Ekrem'in nübüvvetinden sonra devam edip etmediği konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bir kısmına göre cinlerin gökten haber aşırmaları nübüvvet öncesi döneme ait olup daha sonra böyle bir olay gerçekleşmemiştir.713 İbn Haldun'un da dahil olduğu bazı âlimler ise nübüvvetle birlikte gökten haber aşırmanın engellendiği ve sadece hayal gücüne dayalı kehanetin devam ettiği, Hz. Peygamber'in vefatından sonra ise cin ve şeytanlar vasıtasıyla haber aşırmanın tekrar başladığı görüşündedir.714
Tevhid ilkesine aykırılığı ve nübüvvete alternatif olma tehlikesi sebebiyle İslâm dininde kehanet şiddetle yasaklanmıştır. Kur'an'da gayb bilgisinin sadece Allah'a ait olduğu 715 cinlerin gaybı bilmeyip 716 yaldızlı sözlerle birbirlerini aldattıkları 717 haber verilmek suretiyle kâhinlerin bilgi kaynaklarının güvenilir olmadığına işaret edilir. Ebû Hanîfe, vahiy almaksızın insanların kalbinden geçenleri bildiğini ileri süren kişinin büyük günah İşlemiş ve cehennemi hak etmiş olacağını söyler.718 Öte yandan hadislerde de kehanet kesinlikle yasaklanmış, bilgi için kâhinlere başvuranın Hz. Peygamber'e indirilen vahiyleri inkâr etmiş olacağı 719 kıldığı namazların kırk gün kabul edilmeyeceği 720 ve cennete giremeyeceği 721 bildirilmiştir. Asr-ı saâdet'te kâhinlere yönelik uygulama da aynı istikamette olmuş, Resûl-i Ekrem, Muâviye b. Hakem es-Sülemî'yi kâhinlere başvurmaktan ve kuşların uçuş şeklinden hükümler çıkarmaktan menetmiş 722 ayrıca kehanet karşılığında bedel alınmasını yasaklamıştır.723 Hz. Ebû Bekir de bir seferinde kölesinin kehanet parasıyla alınan bir yiyeceği Kendisine yedirdiğini sonradan farkedince bundan derin bir üzüntü duymuştur.724 Hz. Ömer, hilâfetinin son yıllarına doğru Mısır valisine gönderdiği bir yazıda büyücülük ve kâhinlikyapanlann cezalandırılmasını istemiştir.725
Kitap ve Sünnette büyü, bazı nesne ve olayları uğursuz addetme gibi fal ve bakıcılık da yasaklanmış, kehanetin her çeşidi bâtıl kabul edilerek reddedilmiştir. Buna rağmen İslâm dünyasında kâhinlik tamamen ortadan kaldırılamamış, bu Câhiliye geleneği zaman zaman toplumun değişik kesimlerinde ilgi görmüştür. Günümüzde kâhinlere başvuranların sadece halkla sınırlı kalmayıp bir kısımseçkin insanların bile kâhinlerle ilgilenmesi ve bunlara itibar etmesi, ayrıca çağdaş dünyada kehanetin bazan dinî bir görünüm altında sunulması, konunun ciddiyetini gösterdiği gibi dinin aslî hüviyetini hurafe ve yanlışlardan koruma yükümlülüğünü de arttırmaktadır.
Bibliyografya :
Râgıb el-İsfahânî, ei-Müfredât, "khn" md.; İb-nü'l-Esîr. en-fiihâye, "khn" md.; Lİsânû'l-'Arab, "khn" md.; Fîrûzâbâdî. el-fiâmûsü't-muhît., "khn" md.; Müsned, |], 408, 429, 476; II], 14, 443; IV, 118; V, 447-448; Buhârî. "Bed'ü'I-halk", 6; "Tefsir", 15/1, 34/1, 72/1, "Tıb", 46, "Tevhîd", 57,"Edeb", 117, "Menâkıbü'I-en-şâr", 26; Müslim. "Selâm", 122-123, 125. "Şa-lât", 149;EbûDâvûd, "Tıb", 21; İbn Mâce, "Mukaddime", 13; "Taharet", 133; Tİrmizî, "Tefsir", 72/2, "Taharet", 102;Câhiz, Kİtabü'L-Hayeuân, IV, 370; Mes'ûdî. Mürûcü'z-zeheb (Abdülha-mîd), II, 172-193; Hattâbî. Me'âlimü's-Sünen (nşr. Abdüsselâm Abdüşşâfî Muhammed), Beyrut 1411/1991, IV, 212; Mâverdî.A'/âmü'n-nü-büuue, Bağdad 1319, s. 103-107; Beyhaki, De-lâ'itü'n-nübüüüeinşr. AbdiJlmu'tî Kal'acî), Beyrut 1405/1985, II, 237; Fahreddin er-Râzî. Kış-şatü's-sihr ue's-sehare fi't-Ku.r'âni'l-Kerîm (nşr. M. İbrahim Selîmj, Kahire 1985, s. 61-67; a.mlf.. es-Sırrü 'i-mektûm fi esrâri'n-nücûm, Süleyma-niye Ktp., Damadİbrahim Paşa, nr. 845, vr.5"b; İbn Hacer el-Askalânî, es-Sihr ue'l-kehâne ue'l-hased (nşr. Abdullah el-Haccâc), Kahire, ts. (Mektebetü't-tiirâsi'l-İslâmî). s. 31-37; ibn Haldun, Mugaddime, İ, 4U-413; Taşköprizâde, Miftâhu's-sa'âde, 1, 364-365; Keşfii'z-zunûn, II, 1524-1525; Beyâzîzâde Ahmed Efendi. et-Üşû-lü'i-milnîfe li'S-İmâm EbîHanîfe, İstanbul 1416/ 1996, s. 86; Toufic Fahd, La diuination arabe, Strasbourg 3966, s. 92-106; a.mlf., "Kâhin", E/2(ingJ, IV, 421; Cevâd Ali, el-Mufaşşal,Beyrut 1980, VI, 705-706, 756; Muhammed Hamî-dullah, el-Veşâ'İku's-sİyâsiyye,Beyrut 1403/ 1983, s. 509-510; Ömer Süleyman el-Eşkar.cÂ/e-mü's-sihr ue'ş-şa'veze, Amman 1997, s. 287-288; Abdülmün'im Seyyid Necm, "el-Kehâne ve'1-kühhân", Havliyyetü Külliyeli uşûlı'd-dtn, XII, Kahire 1996, s. 11-20; A. Fischer, "Kâhin",İA, VI, 71-73. 1X1 İlyas Çelebi
Dostları ilə paylaş: |