Karşi-devriMCİLİĞİn tasfiyesi


İstiklal Mahkemeleri: Yargı Kuvvetinin Yürütmeye Aktarılması



Yüklə 438,18 Kb.
səhifə6/19
tarix07.04.2018
ölçüsü438,18 Kb.
#47700
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   19

İstiklal Mahkemeleri: Yargı Kuvvetinin Yürütmeye Aktarılması


Sıkıyönetimin ilan edilmesinden sonra isyan bölgesinde isyana karışanların yargılanması için kurulan Divan-ı Harb-i Örfi’lerin yanında Takrir-i Sükun Kanunu’nun yürütme organı olarak İstiklal Mahkemeleri kurulmuştur. Sıkıyönetim süresince İstiklal Mahkemeleri gibi Divan-ı Harb-i Örfi'lerin de faaliyetlerine devam etmelerinin gerekli olduğu, Bakanlar Kurulu tarafından Adalet Bakanlığı’na tebliğ edilmiştir.81

Takrir-i Sükun Kanunu’nun kabul edilmesinin hemen ardından 4 Mart’ta Başbakanlık’tan gönderilen “Harekâtı Askeriye Mıntıkasında ve Ankara'da Birer İstiklal Mahkemesi Teşkili” hakkındaki tezkere kabul edilmiş ve Ankara İstiklâl Mahkemesi'nin idam kararları Meclis'te onaylanmış, Harekâtı Askeriye bölgesindeki mahkemenin idam kararlarının ise Meclis'e sunulmadan infaz edilebilmesi onaylanmıştır (Karar No: 117).82 Altı aylığına kurulan mahkemelerin görev süreleri, 20 Nisan’da altı ay daha uzatılmıştır (Karar No: 135).83

İstiklal Mahkemeleri, 31 Temmuz 1338 (1922) tarihli “İstiklâl Mahakimi Kanunu”nun birinci maddesinin verdiği yetkiye dayanarak kurulabilmektedir. Kanun’a göre, Bakanlar Kurulu’nda görülecek lüzum ve TBMM’nin mutlak çoğunluğu ile gereken yerlerde İstiklal Mahkemesi kurulabilmektedir (md. 1). Mahkeme, bir başkan, iki üye ve bir savcıdan (müdde-i umumiye) oluşmaktadır (bir de yedek üye) ve mahkeme üyeleri TBMM tarafından seçilmektedir (md. 2).

Mahkeme, asker kaçakları ve vatan hainliği suçlarına, Devletin iç ve dış güvenliğini ihlal edenler hakkında Ceza Kanununun birinci babının birinci ve ikinci fasıllarında gösterilen suçlara, askeri siyasi casusluk ve siyasi ve asker ailelerine suikast girişimi ve tecavüzü suçlarına, hırsızlık yapan ve rüşvet alan memurların, memuriyet nüfuzundan yararlanarak halka zulüm ve işkencede bulunan mülki ve askeri memurların davalarına bakmaktır (md. 3).84

12 Mart’ta göreve başlayan Ankara İstiklâl Mahkemesi’nin halka verdiği beyanatta görevleri şu şekilde açıklanmaktadır:85

"Dini, kişisel ve siyasi çıkarlarına alet edenler kamuoyunu zehirleyerek Hükümete karşı nefret ve isyan duygularını aşılamak isteyenler, memleketin asayiş ve emniyetini ve halkın huzur ve istirahatini bozmak isteyenler, askerlikten firar eden ve firara teşebbüs edenler ve isyan ve irticaayı koruyanlar Cumhuriyet halkının Takriri Sükun'u temsil eden Mahkememizi derhal karşılarında bulacaklardır. Mahkememiz bütün vatandaşlarımıza ilan eder ki görevini kanun doğrultusunda yerine getirirken rehberi vicdan sesi, amacı vatanın selâmeti olacaktır."

İstiklâl Mehakimi Kanunu’nun 5. maddesi doğrultusunda Şark İstiklal Mahkemesi tarafından verilecek idam kararlarının Meclis’de onaylanmadan infaz edilebilmesi kabul edilmiştir.86 5. maddede idam dışındaki kararların kesin olduğu ve bu kararın devlet memurları tarafından yürütülebileceği, idam hükümlerinin ise TBMM’ce “bilumum mesaile tercihan tetkik ve tasdik olunduktan sonra infaz olun[cağı ve]… müstacel ve müstesna hal ve zaman idam hükümlerinin dahi Meclis’ce tasdik edilmeksizin infazına Meclis kararıyla katiyen hallolun[acağı]” kabul edilmiştir. Diğer taraftan, 20 Nisan’da alınan karar ile Meclis’in tatile girmesi sebebiyle, “müstacel ve müstesna hal” arz etmemesine rağmen Ankara İstiklal Mahkemesi’ne de idam hükümlerini, TBMM onayına sunulmadan infaz edebilme yetkisi verilmektedir (Karar No: 136).87 Meclis’in yeniden toplanması ile konu tekrar ele alınmış ve 25 Kasım’da Ankara İstiklal Mahkemesi’nin kararlarının da Meclis tarafından onaylanmadan infaz edilmesi kabul edilmiştir.88

Tüm bu tedbirlere TCF karşı çıkmıştır. Muhalefet adına konuşan Kâzım Karabekir Paşa, İstiklal Mahkemelerinin savaş zamanına ait bir mahkeme olduğunu, bu mahkemeleri “ıslâhat aleti” sanmanın büyük bir yanılgı olduğunu savunmuştur.89 Muhalefet, 7 Mart’ta yapılan İstiklal Mahkemesine başkan ve üye seçiminde oy kullanmayarak, seçimi protesto etmiştir.90

İstiklal Mahkemeleri, TBMM’nin kendi içinden seçtiği üye ve başkanlar ile yargı yetkisini kullanmaktadır. “İstiklal mahkemeleri, olağanüstü tehlike karşısında yasama organının kendi içinden seçtiği üyelerden kurulu olağanüstü mahkemelere, olağanüstü yetkiler vermesi sonucu kurulan ihtilal mahkemeleri”91 olarak tanımlanmaktadır. Bu açıdan, yargı yetkisinin yasamaya aktarıldığı açıksa da, İstiklal Mahkemeleri’ne sevk yetkisinin Takrir-i Sükun ile Bakanlar Kurulu’na verilmesi dolayısıyla yargı yetkisinin dolaylı olarak Hükümet eliyle kullanıldığı söylenebilir. Sivil ve askeri memurlardan siyasi temsilcilere, adi vakalardan siyasi suçlara kadar tüm durumlarda Hükümet kişi ve kurumları İstiklal Mahkemesi’ne sevk etme yetkisine sahiptir.

Kazım Karabekir Paşa’nın Mahkemeleri “ıslâhat aleti” görme eleştirisi, bir noktaya kadar hayata geçmiştir. İstiklal Mahkemeleri’nde kararların vicdana göre verilmesi ve delile gerek olmaması nedeniyle “bir kimsenin hakkında suçluluğuna dair vicdani kanaat uyanırsa, hapisten idama kadar her türlü cezaya çarptırılabil..”mesi92 nedeniyle karşı-devrimciliğin tasfiyesi hızla yapılabilmiştir.

Gerçekten, kısa bir süre içerisinde İstiklal Mahkemeleri aracılığıyla karşı-devrimci olarak nitelenen siyasal ve toplumsal kesimler, kurumlar tasfiye edilmiştir. Bu süreçte, başta anamuhalefet partisi TCF olmak üzere, diğer karşı-devrimci siyasi partiler ile TCF’nin yayın organı olarak görülen İstanbul basını ve halkın dini duygularını kullanarak siyasi nüfuz kazanmasına araç olan tekke ve zaviyelerin kapatılması gerekli görülerek, Mahkemece tasfiyeleri sağlanmıştır.


Basın Yasakları: Meclis Çatısı Dışında Siyasi Mücadele


1925 yılında TBMM’de muhalefet az sayıda temsilcisi ile varlık gösterirken, asıl muhalefet basın aracılığı ile toplumsal alanda gücünü ve etkinliğini göstermektedir. Bu doğrultuda, isyana karşı alınan ilk ve en büyük tedbir basın yasakları olmuştur.

1925 yılı basın yasakları yılıdır; Takrir’i Sükun Kanunu’na dayanarak Bakanlar Kurulu kararı ile muhalif basın kapatılmış ve üyeleri İstiklal Mahkemeleri’ne sevk edilmiştir. Takrir-i Sükun Kanunu çıkmadan önce de basın yasakları gündemdedir. 93 Ne var ki, Takrir-i Sükun Kanunu ile basın yasakları genişlemiş ve basın mensuplarının İstiklal Mahkemeleri’ne sevk edilmesi ile daha caydırıcı bir karakter kazanmıştır.

Basın yasaklarının hedefinde özellikle İstanbul basını vardır; İstanbul basınının muhalefet partisinin bir uzantısı olduğuna dair kanı yaygındır. Recep Bey (Peker), “Kâzım Karabekir ve bazı rüfekası[nın], öteden beri İstanbul matbuatı ile beraber düşünmekte ve bir zamandan beri, aynı fikirleri aynı tarzda mütalâa etmekte ve müştereken aynı fikirlere varmakta” oldukları tespitini yapmaktadır.94 Falih Rıfkı, İstanbul'da on gazeteden sekizinin, İzmir'de sekiz gazeteden altısının muhalif olduğunu, muhalif gazetelerin seçim dönemlerinde TCF’yi savunduklarını belirtmektedir.95 Bu kapsamda, TCF’nin bir organı gibi çalışan Tanin96, feodal dinci gericiliği temsil eden Sebiülreşat ve daha birçok yayın kapatılmıştır.

TCF yanlısı yayın dışında sosyalist basın da yasaklara maruz kalmıştır. Kapatılan Aydınlık Dergisi, Komintern ile birlikte hareket eden Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası’nın yayın organıdır. Dergi yazar kadrosunda daha sonra Kadro dergisini çıkaracak Cevat Nedim (Şakir), Şevket Süreyya (Aydemir) ve Hasan Ali (Yücel) de yer almaktadır. Orak – Çekiç ve Yoldaş dergileri de komünist ideolojinin savunucusu oldukları suçlaması ile kapatılmıştır.

Muhalefet, basın yasakları ile halkın özgürlüğünün kısıtlandığını belirtmektedir: “Halk hakimiyeti hürriyeti matbuatla tevemdir [eştir]… hürriyeti matbuat hürriyeti münakaşa ve hürriyeti tenkit ve hürriyeti mütalââ demektir.”97 Hükümetin hedefinde ise, rejime karşı duruş sergileyen odakları tasfiye etmek ve Cumhuriyetin kendi devrimci çocuklarını yetiştirmesi vardır. Bu hedef, 1 Kasım 1925’de Meclis açış konuşmasında Mustafa Kemal Paşa tarafından dile getirilir:98

“İnsanların vicdaniyatı, matbuatın hürriyeti ve hürriyeti siyasinin tecelliyatı gibi nefsülemirde aziz olan avamilin [sebeplerin] heyeti içtimaiyeyi ıstırap ve tereddiye sevk edecek galat surette [yanlış şekilde] istimal olunmasına [kullanılmasına] bizzat vücudu içtimainin hikmeti hayatı manidir…

Muhakkaktır ki Cumhuriyet devrinin kendi zihniyet ve ahlakıyatiyle mütehalli [bezenmiş] matbuatını yine ancak Cumhuriyetin kendisi yetiştirir.”

Anadolu Ajansı, bu doğrultuda, 6 Nisan 1920’de kurulmuştur. Atatürk'ün yakın çevresinden Falih Rıfkı (Atay), Ruşen Eşref (Ünaydın), Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) gibi isimler yönetim kurulunda görev almıştır.99 Anadolu Ajansı, 1925 Mart ayı itibariyle şirket statüsü kazanmıştır ve Ahmet Ağaoğlu ilk yönetim kurulu başkanı, Alâeddin Bey ise ilk genel müdürü olmuştur. Anadolu Ajansı’nın 1925 yılında kendi kanallarıyla çalışmaya başlamasıyla birlikte, yabancı ajansların yurtiçindeki çalışmalarına da son verilmiştir.


Siyasi Parti Yasakları: Siyasal Temsiliyetin Kısıtlanması


1925 yılında TBMM’de temsil edilen tek muhalefet partisi TCF’dir. 1925 yılında TCF, CHF’nin sıkıyönetim önlemlerine karşı liberal kanadı oluşturmaktadır. TCF, 17 Kasım 1924’de Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele ve Adnan Adıvar öncülüğünde kurulmuştur (Bkz. 1924 yılı). Çok kısa bir süre içerisinde, özellikle hilafetin kaldırılmasını izleyen dönemde, Fırka, karşı devrimci toplumsal tabakanın merkezi haline gelmiştir. 3 Haziran’da alınan Bakanlar Kurulu Kararı ile TCF dini siyasete alet ettiği gerekçesiyle kapatılmıştır.100 Fırka’nın kapatılmasının temelinde de karşı-devrimci karakteri ya da karşı-devrimci kadrolarla işbirliği yatmaktadır.

TCF, 1926 yılında Mustafa Kemal Paşa’ya suikast girişiminde Fırka mebuslarının suçüstü yakalanması ve diğer Fırka üyelerinin de suikast girişiminde rolü olduğunun ortaya çıkarılması ile asıl tasfiyeyi yaşamıştır. Birçok üyesi tutuklanmış ya da sürgüne gönderilmiştir (Bkz. 1926 yılı).

Takriri Sükun Kanunu, sosyalist-komünist siyasal parti ve yayın organlarının kapatılmalarının da gerekçesi olmuştur. Tüm yıl boyunca, Komünist faaliyetler mercek altındadır. Öncelikle, 13 Mayıs’da yeniden kurulması gündeme gelen Sosyal Demokrat partinin kurulması yasaklanmıştır.101 Öte yandan Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası ve yayın organı Aydınlık, Mayıs 1925’e kadar varlığını sürdürebilmiştir. 1925 yılında, Hükümet TİÇSF mensuplarından bir kısmını tutuklatmış ve bu parti de yer altına inmiştir.102

Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması: Toplumdaki Karşı-Devrimci Odakların Tasfiyesi


Karşı-devrimci irticai hareketin odaklarından biri de tekke, zaviye ve türbelerdir.

28 Haziran’da Şark İstiklal Mahkemesi, Şeyh Sait davası kapsamında tekke ve zaviyelerin kapatılmasına karar vermiştir. Cemiyetler Kanunu'na atıf yapılarak, tekke ve zaviyelerin “ruhsatsız açılmış cemiyetler” olarak tanımlanması doğrultusunda kapatılmasına dair karar alınmıştır. Bu doğrultuda, Şark İstiklal Mahkemesi, yargı bölgesi içerisindeki tekke ve zaviyelerin kapatılmasına karar vermiştir. Bu kararın yaygınlaştırılması, 24 Ağustos’ta alınan Bakanlar Kurulu Kararı ile hem tekke ve türbeler ve zaviyelerin kapatılması hem de din görevlilerinin kıyafetlerinin sadece din görevlileri tarafından kullanılabilmesi kararı ile gerçekleşmiştir.103 Söz konusu Karar’ın ardından, Sivas’ta ayaklanma başlamıştır. Ayaklanma kısa sürede bastırılmış, isyancılar İstiklal Mahkemesi’ne sevk edilmiştir.

30 Kasım’da kabul edilen 677 sayılı “Tekke, Zaviye ve Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Birtakım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun” gereğince, “Türkiye Cumhuriyeti dahilinde gerek vakıf gerek mülk olarak şeyhinin tahtı tasarrufunda gerek suveri aharla tesis edilmiş bulunan bilumum tekkeler ve zaviyeler, sahiplerinin diğer şekilde hakkı temellük ve tasarrufları baki kalmak üzere, kâmilen seddedilmiştir. Bunları usulü mevzuası dairesinde filhal cami veya mescit olarak istimal edilenler ibka edil[ecekt]ir.”104

Tekke ve zaviyeler, din görevlisi adı altında halkın dini duygularını istismar ederek irticai ayaklanmaları kışkırtan bir takım insanların yuvaları haline gelmeleri gerekçe gösterilerek kapatılmaktadır. TBMM görüşmelerinde Kanun'a itiraz gelmemiştir. Bursa milletvekili Nureddin Paşa'nın Şapka Kanunu görüşmelerindeki muhalif tavrı sert bir şekilde eleştirilerek de muhaliflere mesaj verilmiştir: Devrim Kanunlarına muhaliflik Devrim Meclisi'ne yakışmamaktadır.105

Görüşmede, tekke ve zaviyeler kapatılırken "sahiplerinin diğer şekilde hakkı temellük ve tasarrufları"nın saklı kalıp kalmayacağı tartışılmıştır. Son celsede, madde değiştirilmeden, -sahiplerinin mülkiyet hakları saklı kalmak üzere tekke ve zaviyelerin kapatılmasına- kabulüne karar verilmiştir.


Yüklə 438,18 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   19




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin