Kelam II (Fİnal) ders notlari + DİA)


Gayri Müslimlerin tekfir edilmesi konusu



Yüklə 322,49 Kb.
səhifə6/6
tarix25.10.2017
ölçüsü322,49 Kb.
#12724
1   2   3   4   5   6

Gayri Müslimlerin tekfir edilmesi konusu :

  • İslâm âlimleri, başta Hristiyanlar ve Yahudiler olmak üzere Hz. Muhammed’in peygamberliğini inkâr eden bütün din mensuplarının kâfir sayıldığı ve bunları tekfir etmeyenin tekfir edilmesi gerektiği noktasında birleşmiştir.

  • Sünnîler’e göre mezhepler arasında tekfire en çok başvuranlar Hâricîler, Mu’tezile, İmâmiyye ve Zeydiyye mensuplarıdır. Bunlar hem kendi mezheplerine bağlı bazı grupları hem bütün muhalif mezhep mensuplarını tekfir etmiştir.

  • Ehl-i kıbleyi tekfir etmemeyi bir ilke olarak benimseyen Ehl-i sünnet âlimleri muhalıflerini sadece hataya nisbet edip tekfirden uzak durduklarını ileri sürmüştür.

  • Selefiyye’nin eş’ariyye ve Mâtürîdıyye’ye bağlı kelâmcıların yanı sıra Sûfiyye gruplarını, Sünnî kelamcılarının da Selefiyye mensuplarını bazı noktalarda tekfir ettiği bilinmektedir. Sünnî âlimleri içinde tekfire en çok başvuran grup muhafazakâr Selefiyye’dir.

Tekfir Şartları :

Tekfir hususunda farklı mezheplere mensup âlimlerin belirlediği temel şartlar :



  1. Allah’tan başka bir ilâh bulunmadığına, Hz. Muhammed’in O’nun elçisi olduğuna ve O’ndan vahiy getirdiğine kesinlik derecesinde inanan bir kimsenin küfre nisbet edilebilmesi için onun bu inancını terketmesi veya ona aykırı inançları benimsemesi gerekir.

  2. Ehl-i kıble tekfir edilemez. Zira ehl-i kıblenin dinden sayıldığı kesinlikle bilinen bütün ilkelere inandığı kabul edilir.

  3. Âlimler arasındaki ihtilaflı meseleler tekfire konu teşkil etmez.

  4. İlzâmî (dolaylı) yöntemle insanlar tekfir edilemez. Zira kişinin, benimsediğini açıkça belirtmediği halde bazı münasebetlerle beyan ettiği görüşlerinden hareketle üretilen düşünceler o kişiye değil onları üretene aittir.

  5. Tekfir şartlarını belirlemekle yetinip insanları tekfir etmekten kaçınmak gerekir. Çünkü kişiyi tekfir edebilmek için onun kalbindeki inancı bilme zarureti vardır.

  6. Bilmeden bazı yanlış inançları benimseyen kimse tekfir edilemez, zira bilgisizlik mazeret kabu edilmiştir.

Tekfir Konuları :

  1. Tabiat felsefesi. Evrenin yaratılış ve işleyişinde ilâhî ilim, kudret ve iradeyi kabul etmeyen veya bunu ikinci derecede sayan görüşler. Buna göre evrenin kadîm ve yaratılmamış olduğuna inananlar küfre nisbet edilmiştir.

  2. Ulûhiyyet. Allah’ın varlığını, birliğini veya sıfatlarını inkâr eden kimsenin tekfir edileceği hususunda bütün kelâmcılar görüş birliği içindedir. İbn Cerîr et-Taberî, erken devir Eş’ariyye kelâmcıları ve Mu’tezile’den Ebü’l-Kâsım el-Büstî gibi âlimlerin Allah hakkında bilinmesi gereken hususları delillerine dayanarak bilmeyenlerin tekfir edileceğini ileri sürmüş.

  3. Nübüvvet: Allah’ın, emirlerini tebliğ etmek üzere ilk olarak Hz. Âdem’i, son olarak Hz. Muhammed’i ve bu ikisi arasında sayıları bilinmeyen pek çok kişiyi peygamber seçip gönderdiğine inanmamak, nübüvveti kesinlikle sabit olan peygamberlerden bir kısmına inanırken diğerlerini benimsememek, onların ilâhî emirleri tebliğ ederken yalan söylediklerini ileri sürmek 3alimler tarafından ittifakla tekfir edilmeyi gerektiren davranışlar arasında zikredilmiştir. Selefiyye ve Kerrâmiyye mensupları peygamberlerin büyük günah işleyebileceğini söyleyenleri tekfir etmez.

  4. Âhiret. Kıyametin vuku bulacağını, insanların diriltilerek dünyadaki inançlarıyla yaptıkları amellerden hesaba çekileceğini, bunun ardından cennete veya cehenneme konulacağını ink3ar etmek ve bu inanca tamamen ters düşen tenasühe inanmak ittifak edilen tekfir konularıdır.

  5. Kur’ân-kerîm. Kur’ân’ın tamamını veya bir kısmını inkâr etmek, onu Allah’ın kelâmı ve peygamberine verdiği mucizesi diye kabul etmemek, benzerinin oluşturulabileceğini ileri sürmek, içerdiği gayb haberlerinin yanı sıra va’d ve vaîdlerine inanmamak, muhtevasını kusurlu bulmak, âyetlerini kasten değiştirmek. Tekfire sebep hususlardır. Selefiyye’nin Kur’ân’ın mahlûk olduğunu, Mu’tezile’nin ise mahlûk olmadığını savunanları tekfir etmesi ise isabetsiz bulunmuştur.

  6. Hadis ve Sünnet. Az sayıdaki mütevâtir hadisi ve fiilî tevâtürle sabit olan sünnetleri reddetmenin kişiyi tekfire sevkettiği konusunda âlimler ittifak etmiştir. Selefiyye mensupları sahih âhâd hadisleri inkâr edenlerin tekfir edileceğine hükmetmişse de çoğunluk bunu isabetli görmemiştir.

  7. İcmâ. Mu’tezilî kelâm âlimi Nazzam’dan itibaren icmanın din alanında kesin delil sayılıp sayılmadığına ilişkin tartışmalar varsa da zarûrât-ı dîniyye konusunda icmâ bulunduğunda ittifak edilmiştir.

  8. Nasları te’vil etmek. Ebû Hanîfe, Şâfiî, Mâtüridî, Eş’arî gibi âlimlerin çoğunluğuna göre nasları usulüune uygun biçimde te’vil etmek tekfire konu teşkil etmez, çünkü te’vil bir anlama faaliyetidir.

  9. İslâm diniyle alay etmek. Allah ile, peygamberlerle, Hz. Muhammed’le ve onun sünnetiyle diğer peygamberlerin sünnetleri, ilâhî kitaplar, melekler, âhiret, ibadetler gibi İslâm’ın temel hükümlerinden biriyle alay etmenin, hakarette bulunmanın veya bunlardan birinı hafife almanın tekfir sebebi teşkil ettiği hususunda âlimler ittifak halindedir.

  10. Haramları helâl, helâlleri haram saymak. Yapılması kesinlikle haram olan fiilleri helâl kabul etmenin veya yapılması helâl olan bir fiili haram saymanın tekfir konusu teşkil ettiğine dair âlimler arasında ittifak vardır.

  11. Tevessül. Ulûhiyyet niteliklerinden birini taşıdığına veya insanın hidayet ve dalâleti üzerinde tasarruf gücü olduğuna inanılan bir kimseyle Allah’a tevessülde bulunmak yahut dua ve niyazları buna sunmak şirk anlamına gelir.

  12. Sadece kâfirlere mahsus olan fiilleri işlemek. Güneş, ay, yıldızlar, ateş, insan, hayvan gibi nesnelere veya puta tapmak, gayri Müslimlere mahsus ibadetleri icra etmek, onlara ait dinî kıyafetleri giymek, kendilerine kâfir demekten kaçınmak, allah’ın azabından emin olmak veya rahmetinden ümit kesmek küfür alâmetleri şeklinde değerlendirilmiştir.

  13. Küfür kelimesini söylemek. Bir Müslümanın imanla bağdaşmayan küfür kelimelerini (elfâz-ı küfü) bilerek ve benimseyerek söylemesi başlıca tekfir konularından biri kabul edilmiştir.

  14. Büyük günah işlemek. İslâm âlimlerinin çoğunluğu büyük günah işlemenin tekfire konu teşkil etmediği görüşünde birleşmişse de Hâricîler küçük günah işleyenleri bile tekfir etmiştir.

  15. Ashaba dil uzatmak. Ashap hakkında saygısız ifadeler kullanmak ve onları küfre nisbet etmek Sünnîlere göre tekfir konusudur.

  16. Siyaset. Hâricîler’in kendi siyasî düşünceleriyle ilâhî hükümler arasında bağ kurarak, verdikleri kararlara uymayan Ali b. Ebû Talib’in yanı sıra kendilerine muhalif bütün Müslümanları tekfir etmesinin ardından İmâmiyye’ye bağlı şiiler’in meşru halife olan Ali b. Ebû Tâlib’e karşı çıkanları ve Sünnîler’in haklarında icmâ bulunduğu için Hz. Ebû Bekir ile Ömer’in hilafetini inkâr edenleri tekfir etmesinden itibaren siyasî meseleler tekfire konu teşkil etmeye başlamıştır.


Şer (Dia):

Allahın emri ve insanın selim fıtratıyla bağdaşmayan kötü ve zararlı şey anlamında bir kelam terimi.



  • Sözlükte: kötü olmak,kmtülüge meyletmek,kötülük yapmak

  • Terim: kimsenin koşlanmayıp yüz cevirdigi zararlı ve kötü sey; zararlı şeylerin yayılması

  • Dini literatürde: Allah tarafından yasaklanıp karşılığında ceza tertip edilen inanç ve davranışlar, günahlar şer diye nitelenie.

  • Kuranda 30 yerde geçer. Hayır ve şer Allahtandır.Ayetlerde hayır ve şerrin insanlar tarafından tatamıyla bilinmeyeceği, kişinin sevmediği bir seyin hayır, sevdiği de şer olabileceği belirtilir.

  • Yakın kelimeler: durr,fahşa,fesad,musibet,seyyie,su

  • Kuranda ser olan fiillerin insana düşmanlık besleyen seytan tarafından daima güzel gösterildiğine dikkat çekilerek bu konuda uyarılarda bulunulmuş ve zerre kadar hayır isleyen kimsenin mükafatını, zerre kadar kötülük işleyen kimsenin cezasını göreceği haber verilmiştir.

  • Hadislerde İslam dini insanlara verilmiş bir hazyır olarak nitelendirilirken ondan yoksun bulunmak ve bütün kötülükler mutlak manada şer kabul edilmiş ve kaderin hayrı da serride kapsadığı belirtilmiş,kıyametin kötü insanların üzerine kopacağı haber verilmiştir.

  • Hz.Peygamber bütün hayırların Allaha ait olduğunu ve O’nun şer islemekten münezzeh bulunduğunu bildirmiş,gecenin şerrinden ve yerdeki bütün serlerden Allaha sığınmış, bu tür dualar yapmayı ashanına da tavsıye etmıstir.

  • Hadis: İnsanların en hayırlısı kendisinden hayır umulan ve şerrinden emin olunan en kötüsü de kötülük etmesinden korkulan kişidir.

  • Alimler: hayır ve şerrin bir olan Allahın irade ve kudretiyle yaratıldığı, acı veren bütün olayların şer tarzında değerlendirilemeyeceği, Allahın mutlak adalet sahibi olduğu, dolayısıyla kullarına asla kötülük yapmadığı şeklinde cevap vermiş.

  • Seneviyye ile Mecusiler dışında kalan din mensuplarıyla islam dinine muhalif olan diğer inanç grupları Allahın alemdeki şerleri yok etmemesinde, seytanı, zehirli ve yırtıcı hayvanları yaratmasından, İnsan türünün ebeveynini cennetten çıkarmasından ve cehennemde kullarına azap etmesinden hareketle O’nun yarattıklarına rahmetle muamele eden hikmet sahibi bir tanrı olmadığını idda etmiş.

  • Eşariyye : İlahi fiillerde hikmet aranması gerektıgı, bu fiillerin hikmetle mukayyet bulunmadığı yolundaki görüşlerinin ardında ser probleminin olduğu söylenebilir. Nitekim şer diye nitelendirilen bütün olaylara hikmet acısından açıklama getirmek zordur.

  • Mutezile ve Maturidiyye kelamcılarının cogunlu ile Selefiyyeye mensup bazı alimler: şerrin aklen bilinebileceği görüşündedirler.

  • Selefiyyenin büyük bir kısmı ile Eşariyye: şerrin akıl yürütmekle değil dinin bildirmesiyle anlaşılabileceğini ileri sürmüşlerdir. Alemde bizatihi hayır olan bie sey bulunmadığı gibi bizatihi şer de yoktur. Allahın emrettikleri hayır, yasakladıkları şerdir.

Tabiatta Şerrin varlığı konusu:

  • İslam alimlari: serri 2 kısma ayırırlar: 1)Mutlak(hakiki) şer: herzaman, heryerde, her durumda herkese zarar ve elem veren

  • 2)Mukayyet (izafi) şer: herzaman heryerde her durumda herkese zarar ve elem vermeyen

  • Buna göre alemde mutlak şer bulunmayıp hastalık,fakirlik, doğal afet ve musibetler gibi izafi serler vardır.

  • Eşariyye: kainatta hiçbir serrin yer almadığını savunur. ‘Allah yarattıı her seyi diler ve O’nun dilediği hiçbir sey kötü olmaz’ seklinde açıklarlar. Onlara göre alemde şer diye nitelenen hususlar insanın bunları şer olarak algılayıp nitelemesiyle ilişkilidir, gerçekte ise şer değildir. Serrin gerçek varlığından söz edilemez. Kişinin şer dediği ise bir seyin varlığı, bekası ve kemali için zaruri olan unsurların bulunmayışıdır. Buna göre şer varlıkla değil yoklukla bağlantılıdır. Asıl şer İlahi emirlere aykırı olan ve günah diye nitelendirilen davranışlardır.

Şerrin kaynağına ilişkin tartışma:

  • Bu husustaki soruları şöyle özetlemek mümkündür: Alemi hikmet ve rahmet sahibi olan Allah yarattığına göre neden orda şerre yer vermiş ve sadece hayrın hüküm sürdüğü bir alem yaratmamıştır? Bütün kötülüklerin kaynağını teşkil eden şeytanı neden halketmiş?...

  • Alimlerin büyük cogunlugu: Allahın şer islemeye kadir olduğu görüsündedirler.

  • Nazzam,Cahız ve Ali el Esvari gibi Mutezile alimleri: Allahın şer işlemeye kadir olmadığını ileri sürmüştür.

Şerrin Allaha nisbet edilmesi ve Kaderle ilişkisi tartışması: 3 görüs

  • 1.Eşariyye ve Cebriyye: bütün varlık ve olayları iradesi dahilinde meydana getiren Allahtır,dolayısıyla şerrin var olmasını dileyen ve yaratan de O’dur. Buna göre hayır gibi şer de kader ve kaza çerçevesine girmektedir. Kuranda hayır ve şer dehil her şeyin Allahtan geldiğine inanılması gerektiği açıkça belirtilmiş, Allahın dilediğini aziz, dilediğini zelil kıldığı bildirilmiştir.

  • 2.Mutezile ve Şia: Allah adalet ve hikmet sahibi olup kötülük işlemekten münezzehtir. Buna göre şerri murat etmez ve yaratmaz, kaderde ve kazada şerre yer vermemiştir. Nitekim naslarda Allaha herhangi bir şer nisbet edilmediği gibi aklı deliller de O’nun şer işlemeyeceğini kanıtlar. Esasen Allah şerrin cirkin bir fiil olduğunu ve failin kötü nitelikler taşıdığını bilir. Ayrıca kötülük yapmak o fiili gerçekleştirmeye bağlı bir ihtiyaçtan kaynaklanır,Allah ise hicbie seye muhtaç değildir. Musibet ve felaketler yapılan isyana dünyada verilmiş bie ceza olabilir, kulu imtihan etme amacı taşıyabilir yahut onun ahirette mükafata ermesini sağlama hedefine yönelik olabilir. Aslında bu tür şerleri Allahın yarattığını söylemek mümkünse de neticede fayda saglayacagından bunları gerçek şer saymamak gerekir.

  • 3.Selefiyye ve Maturidiyye: Allahın zatı, sıfatları ve fiilleri serden münezzehtir, bu sebeple O mutlak manada şeri dilemez ve işlemez. Allahın belirlediği kader ve kazada şer değil hayır vardır, şer sadece O’nun yarattıklarında mevcuttur. Buna göre şer Allahın doğrudan fiili değil takrir,kaza ve tahlik (yaratma) gibi fiillerinin bir sonucudur. Dolayısıyla farklı özelliklerdeki maddeyi, kötülük yapma yatanegine sahip varlık olarak insanı ve kötülük davetçisi şeytanı yaratması ve bunu dilemesi şerrin varlığına sebep teşkil etmektedir. Allahın bazı isim ve sıfatları O’nun şerri işlemediğine dair delillerdir.Mesela selam, kuddus, hakim ve hamid gibi isimleri O’nun ayıp, hata ve kusurdan şerri işlemektan münezzeh bulunduğunu ifade eder. Şer ise bir düzenlemeyi yerli yerinde yapmamak, yapılması gerekenin dışında gerçekleştirmektir. Allahın yaptığı düzenlemeler için bu durum söz konusu değildir. Allahın hayrı kendisine nisbet edip serri zatından nefyetmesi, ayrıca hayrı emredip serri nefyetmesive emirlerine uyanlardan razı olup yasaklarını çiğneyenlere gazap etmesi de O’nun şerri islemedigini kanıtlar.

İnsan ve Filleri:

  • İbn Sina: insan ruh be bedenden ibaret bir varlıktır. Maddi unsurlardan yaratılan beden hastalanması veya sakatlanması, acı cemesi sebebiyle ruh için baslı basına bir şer kaynağı olabilmektedir.

  • Cebriyye dışında kalan alimlerin cogunlugu( İbn Sina, filozoflar,İslam alimleri): irade sahibi bir varlık olan insanın fiilleri hayır ve şer kısımlarına ayrılır. Kişi isteyerek hayrı veya şerri seçip yapabilir.dogal afetler dışında dünyada vuku bulan şerlerin büyük kısmının hür iradesini kullanan insan eliyle gerçekleştiği ve bununla ilahi emirlere aykırı davranmaktan kaynaklandığı acıktır. (insan serre kaynaklık teşkil eder).

İlahi fiillerin bir hikmeti ve amacının bulunup bulunmadığı meselesi:

  • 1. Eşariyye ve Cebriyye: ilahi fiiller herhangi bir hikmete be amaca bağlı değildir, yüca Allah bütün fiillerini mutlak olan ilim, kudret ve iradesiyle meydana getirir. O bütün mülkün sahibi olarak dilediğini yapar. Alemde şer gibi görünen huşuları açıklamanın en doğru yöntemi ilahi fiillerin herhangi bir hikmet ve amaçla ilişkilendirilmemesidir. Kullarına zulmetmekten münezzeg olduğuna göre Allahın yaptığı her seyin hayır olması lazım geldiğine inanmak gerekir.

  • 2.İlahi fiilerin mutlak sekilde bir hikmet ve amacı vardır. Çünkü Allah hakimdir, hikmet sahibi oluşu da bütün fiillerin mutlaka hikmetinin ve hayra yönelik amacının bulunmasını gerektirir. Ancak sınırlı olan insan bilgisinin bütün ilahi fiillerin hikmet ve amacını kuşatması mümkün değildir. Nitekim naslar ve kesin akli bilgiler Allahın kötülük yapmaktan münezzeh olduğunu ortaya koymaktadır. Buna göre alemde mevcut serlerin mutlaka hikmetleri ve hayra yönelik amaçları vardır.

Şer probleminin çözülmesi bağlamında yapılan yorumlar:

  • 1.dünyada baskın olan şer değil hayırdır, var olan şeyler ise mutlak değil izafi ve geçicidir, ayrıca bunlar düntada ve ahirette hayrın kazanılmasına vesile teşkil eder. Büyük bir hayra ulaşmak için küçük bir ser gerekli ise bu şer olarak degerlendırilmemeli, aksine daha büyük hayra vesile olduğundan sonuçta hayr kabul edilmelidir. Hayra vesile olan şerri terketmek ise bir tir şerdir ve makul değildir. Ayrıca bir yönden ser sayılan bir huşu birçok yönden hayır olabilir. Mesela yakıcılığı bakımından ateş bir şer ise de insanın hayatını sürdürmesini sağlaması bakımından büyük bir hayırdır.

  • 2.dünyadaki şerlerin bir kısmı Allaha karsı yükümlülüklerini yerine getirmeyen insanları denemek, uyarmak ve ibret almalarını sağlamak gibi hikmetlere bağlıdır. Fakirlik,hastalık,doğal afet ve felaketler bu tür şerler arasında sayılabilir.

  • Farklı yaklaşımlarına rağmen alimler, Allahın dünyaya ve ahirete yönelik hayır içermeyen hiçbir şer yaratmadığı görüsünde birleşir.

  • Bilgi üretmes kabiliyeti sayesinde insanın şerrin üstesinden gelecek bir donanıma sahip kılınması ve bir kısım şerlere dair makul yorumların yapılabilmesi şer probleminin ateizm için bir dayanak olamayacağını kanıtlar.

TEVESSÜL (dia) (istiane,istigase,istimdad) :

Salih amelleri veya bazı kişileri vesile edinerek Allaha yakın olmaya calısmak, O’ndan dilekte bulunmak anlamında terim



  • Sözlükte: bir aracı vasıtasıyla maddi ve ya manevi derecesi yüksek birine yaklaşmayı arzu etmek; iyi amellerle Allaha yaklaşmayı ummak.

  • Bir Müslüman işlediği salih amelleri, Hz.Peygamberi yahut velileri vesile yaparak Allaha yakın olamaya calısmasını ifade eder.

  • Kuranda tevessül kelimesi geçmez. Vesilenin yer aldığı iki ayetten birinde Cenabı Hak, müminlere kendisine yakın olmaya vasıta aramalarını ve kurtuluşa ermek için O’nun yolunda bütün güçlerinin harcamalarını emretmekte, diğerinde ilah diye tapılan ve dua edilen varlıkların da rablerine yakın olmak için bir vasıta aradıkları belirtilmektedir.

  • Ebu Mansur El Maturidi bu ayette sözü edilen varlıklar için meleklerın de yer alabileceğini söyler, zira meleklere ve gözle görülmeyen diğer bazı varlıklara da yaratılmıslık üstü konum tanıyanlar olmuştur.

  • Allah rızasına ulaştıran her türlü ilim ve amel manasını vermişler, nafile ibadet

  • Hadislerde vesile ve tevessül kelimeleri yer almaktadır. Kursaklık dönemlerinde ashap Hz:peygamberle tevessülde bulunarak Allaha dua ediyor ve duaları kabul görüyordu. (gözleri görmeyen bir sahaba Peygamberle tevessülde bulunarak Allaha dua etmiş, gözleri açılmış)

  • Ebu Hanife ye nisbet edilen görüş : peygamber ve veliler hakkı için ifadesini kullanıp tevessülde bulunmanın caiz değildir.

  • 1.Allahın zatı,isimleri ve sıfatlarıyla tevessül, Kuranda Allaha en güzel isimleriyle dua edilmesi ve O’nun övülüp yüceltilmesi emredilmiştir. Hz.Peygamber dualarında Allahın kendi zatına verdiği isimlerle O’na niyazda bulunmuş ve ashabına da bunu öğretmiştir.

  • 2.Hz.Peygamberle tevessül.Bütün alimler hz:peygamberle tevessülde bulunmayı caiz gçörmüş, ancak onunla tevessülde bulunmanın anmalı konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir:

  • A) İbn teymiyye, Muhammed Abduh, M.Reşid Rıza gibi selef alimleri: Resulullah ile tevessül etmek onun Allah nezdindeki makamı ve derecesinin hakkı için değil hayatta iken ondan dua etmesinin istemek ve Allahtan onu kendisine sefaatci kılmasını talep etmek anlamına gelir. Bu caizdir. Buna rağmen huzurunda, gıyabında veya ölümünden sonra zatıyla tevessülde bulunmak caiz değildir.

  • Resulullah ile tevessülün bir başka anlamı da kendisine itaat etmek, onun gösterdiği yola uyduğunu belirterek Allahtan talepte bulunmaktır.

  • B) Sünni alimlerin cogunlugunun görüsü: Hz.Peygamberle tevessülde bulunmak dünyaya gelmeden önce, hayatta iken ve ölümünden sonra onun zatı ve Allah katındaki derecesiyle Allahtan talepte bulunmak anlamına gelir. Kuranda müminlere Allaha yakın olmak için vesile aramaları, Allahı sevenlerin peygamberine iteet etmeleri emredilmiş ve ona uyanları Cenabı Hakkın seveceği bildirilmiştir.

  • Fıkıh,kelam ve tasavvuf alimlerinin Hz.Peygammberın zatıyla tevessülde bulunmayı Caiz görmeleri de bu konuda bir delil teşkil eder.İnb Teymiyyeye kadar bu hususta alimler arasında herhangi bir ihtilaf çıkmamıştır.

  • İmam Malik Reulullahın kabrine yönelerek tevessülde bulunmakta bir sakınca görmemiştir.

  • 3) Amel-i salihe tevessül, İman ve itaatten sonra Allahtan mağfiret dilemeyi ifade eden ayetlerin yanı sıra Fatiha suresinde yer alan ‘ sadece sana tapar ve yalnızca senden yardım dileriz’ cümlesinin ardından hidayete eriştirme nıyazında bulunmaya dair ayet ameli salihle tevessülde bulunmaya işaret eder.

  • Bir mağarada mahsus kalan müminlerin kurtuluşunu haber veren rivayetlerde belirtildiği gibi ameli salihle tevessülde bulunarak yapılan duaların makbul olduğu yolunda bilgiler mevcuttur.

  • Alimlerin tamamı bunu caiz görmüştür.

  • 4)Müttaki ve salih müminlerin duasıyla tevessül. Alimler bunu da ittifakla kabul etmiştir. Esasen müminlerin duasını istemek Kuran ve sünnette teşvik edilmiştir. Nitekim Resulullah umreye giden Hz.Ömerden kendisi için dua etmesini istemiştir.

  • 5) Hayatta olan veliler ve salih müminlerin zatıyla tevessül. Bu konuda 2 yaklasım var.

1) Fahreddin er Razi, Es Subki, Cürcani gibi alimler. Esari,Maturidilerin cogunlugu: bu tevessülü caiz görenler,bunu kuranda Allaha yaklaştıran vesileler aramayı emreden ayetin alanına dolaylı bicimdegirdigini söylemiştir. Nitekim melekler Ademe secde ederek Allaha yakınlık sağlamış.

Hadislerde Resulullah ile tevessülde bulunmanın tavsiye edilmesi ona tabi olan ve bunu teşvik eden veliler ve Salihlerle tevessülü de caiz kılar. Hz. Ömerin Abbas b. Abdulmuttalib ile tevessül etmesi de bu konunun bir delilini teşkil eder.



2)Selef alimleri: veliler ve salih müminlein zatıyla tevessül caiz değildir,çünkü bu Allaha yapılan tazime benzer. Ayetlerde zatla tevessül e dair bir işaret bulunmadığını,bu ayetlerin müminleri salih amel yapmaya teşvik ettiğini söyler. Basta Hz.Ademin tevessülü olmak üzere Resulullaha nisbet edilen rivayetler de zayıftır.

  • 6)peygamberler, veliler ve Salihlerin zatıyla Allaha yemin ederek tevessülde bulunmak basta Ebu Hanife olmak üzere alimlerin büyük cogunlugu ‘filan velinin ve salih kulun hakkı için senden sunu niyaz ederim’ seklinde yemin manasına gelebilecek ifadelerle tevessülün caiz görülmediği yahut tahrimen mekruh olduğu görüsünde birleşmiştir.

  • Selef alimlerine göre ise bu tür tevessül sirke götürür.

  • Tasavvuf mensupları bu tür tevessülü caiz görmüştür.

  • 7)Peygamberler,veliler ve salih kullarla ölümlerinden sonra tevessülde bulunmak. Bunu caiz görenlerle Selef alimleri arasında önemli görüş ayrılıkları bulunmaktadır.

  • Esariyye,Maturidiyye ve Sufiyye alimleri: ölümlerinden sonra da Allahın iyi kullarıyla tevessül edilebilir. Çünkü tevessülle elde edilen sonucu yaratan Allahtır ve salih kulun diri veya ölü olması durumu değiştirmez.

  • Kuranda kafirlerin ölen yakınlarından ümit kestiğinin, ayrıca ölenlerin de nimet ve azap içinde bulunduğunun belirtilmesi bunun kanıtlar biteliktedir. Ölülere selam verilmesi onların da ruhen buna mukabele etmesini gerektirir.

  • İbn Teymiyyeden itibaren bu tevessülü caiz kabul etmeyen Selef alimlerine göre tarihte putperestlik ölen salih kişilerden yardım dilemekle başlamıştır. Önce ölülerden Allaha aracı olmaları isteniş, ardından Salihlerin putları yapılarak bunlara tapılmıştır. İslam dininde ölüye hitap ederek ondan dua istemek seklinde bir uygulama mevcut değildir. Eger ölülerle tevessül caiz olsaydı Hz.Ömer Resulullahın amcası Abbasla değil Peygamberle tevessül ederdi.

  • Sonuc olarak salih amellerin yanı sıra hayatta olan iyi kulların duasıyla tevessülde bulunmaın caiz görüldüğü hususunda ihtilaf yoktur ve bunu şirk saymak ise isabetli görülmemiştir.




1 Yusuv Şevki Yavuz

2 şiddet anında

4 Yusuf Şevki Yavuz

5 أَيْ جُمِعَتْ كَمَا قَالَ تَعَالَى" وَمَا مِنْ دَابَّة فِي الْأَرْض وَلَا طَائِر يَطِير بِجَنَاحَيْهِ إِلَّا أُمَم أَمْثَالكُمْ مَا فَرَّطْنَا فِي الْكِتَاب مِنْ شَيْء ثُمَّ إِلَى رَبّهمْ يُحْشَرُونَ " قَالَ اِبْن عَبَّاس يُحْشَر كُلّ شَيْء حَتَّى الذُّبَاب

6 Yusuf Şevki Yavuz

7 Yusuf Şevki Yavuz

8 Ebû Dâvud, Sünnet, Hadis no: 4739, 4/236; İbn Mâce, Zühd 37, Hadis no: 4310, 2/1441; Tirmizî, Kıyame 11, Hadis no: 2435, 4/625

9 Buhârî, Deavât 1, Tevhid 31; Müslim, İman 334 (198); Muvatta, Kur’an 26; (1, 212); Tirmizî, Deavât 141 (3597); Dârimî, Siyer 28, Rikak 85; Kütüb-i Sitte Terc. 14/402-403

10 Ayrıntılı bilgi (mübalağalı ism-i fail)

11 İnsanların bildiği ve bilmediği GAYB

12 Ziya Paşa: İdrak-i maâlî bu küçük akla gerekmez. Zira bu terâzi o kadar sıkleti çekmez







Yüklə 322,49 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin