V- İLZÂMÎ DELİL
Kur'ân'ın hedefi insanları doğruya irşad olduğu için, beşer aklına tenezzülât-ı ilâhiyyeden diyebileceğimiz, ilzâmî delili de kullanır. Münakaşada mutlaka doğru veya yanlış olduğu nazar-ı itibara alınmadan, bir şeyi esas kabul etmek gerekir. Hasmın kabul etmediği bir delil ile isbata kalkışmak boştur. Buna hiç bir kelâm kitabında da rastlanmaz.928 Kur'ân, insanların fıtraten doğru bilecekleri, emniyetli, faydalı ve garantili neticeleri, bunların aksi olan tehlikeli, korkulu ve şüpheli olanlarıyla mukayese ettirerek, onları düşündürmeye ve ikna etmeye çalışır.
Kur'ân'ın bu delili daha ziyade Allah'ın varlığı, birliği, ahi-ret hayatı, öldükten sonra dirilme, hidayeti kabul vb. hususlarda kullandığını görüyoruz. Şu halde Kur'ân önce ikna edip sonra susturmaktadır.929 Bu araplann münazara adetine de uygun bir üslûptur; mütekellimlerin metoduna göre değil. Anlatımda girift ve ince yollara sapmak, herkesin anlayacağı açık üslûptan acizliği ortaya koyar. Bilmece çözmek, çok az bir kimsenin yapabileceği bir iştir930 ve irşâd mevzuunda makbul değildir. Kur'ân ise, avam havas herkesin ikna olup ilzam edileceği, zoru kolay anlatma üslûbunu tercih-eder.
İlzâmî delilin ulûhiyet mevzuunda, Kur'ân'da kullanılışına bir iki misal verelim. Allah Teâlâ, Tûr sûresinde şöyle buyurur: "Yoksa kendileri, hiç bir hâhk olmadan mı yaratıldılar. Yoksa yaratan kendileri midir? Yoksa gökleri yeri onlar mı yarattılar? Hayır, onlar düşünüp kesin inanmazlar" (Tûr, 35-36}. Yani müşrikler, gökleri ve yeri kendilerinin yarattıklarını kendileri de söylemiyorlar. Hiçbir sebep olmadan bir varlık vücuda gelmez. Göklerin ve yerin de bir varlık olarak ortada durduğunu da görüyorlar. Kendilerinin de mükemmel bir sanat eseri olduklarını kabul ettikleri halde, kendilerini, kendilerinin yarattığını da söylemiyorlar. O halde akıllı kimsenin yapacağı, bunları yaratıp var eden bir varlığı kabul etmek değil midir? Aklın başka çıkacak yolu yoktur. Bunu da kabul etmemek ise -âyetin sonunda ifade edildiği gibi- düşünmemek, inadından inkâr etmek olur.
Müşrikler çok tanrılara inanıyorlardı. Kur'ân, farazi bir kayıtla, bir an için onların dediğinden hareketle "Gökte yerde Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, onların her ikisi de fesada giderdi" (Enbiya, 22) buyurarak onların fikrini yıkar. Mademki göklerde, yerde çok ince bir nizam vardır, o halde bütün bunlara hükmünü geçiren bir tek Kudret Sahibi vardır; başka değil.931 Bunun dışında bir ihtimal yoktur. Yusuf (asi da hapishane arkadaşlarına hitaben: "Ey benim zindan arkadaşlarım (düşünün bir kere) çeşitli tanrılar mı iyi, yoksa her şeyi (hükmü altında tutan) tek ue mutlak hâkim Allah mı?" (Yusuf, 39). İnsan tabiatı zaten tek varlığa ve bir noktaya dayanmak ihtiyacı duymaktadır. Birçok varlıklar, müteferrik ilahlar, insanın bu tabiî meyil ve insiyakına istinadgâh olamazlar. "De ki; "Hamdol-sun Allah'a selâm O'nun seçtiği kullarına, Allah mı hayırlı, yoksa ortak koştuğu şeylere mi? Gökleri ve yeri kim yarattı? Size gökten (kim) su indirdi, onunla sizin bir ağacını dahî bitiremeyeceğiniz gönül açan bahçeler bitirdi? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Hayır, onlar (hakdan) sapan bir kavimdir" (Nemi, 59-60). Bu ve devamı olan âyetler okununca, akıllı olan kimsenin cevabı değişik olamaz. Göklerde ve yerde bunlara kadir olamayan, bir fayda ve zarar veremeyen mabud-lann çokluğunda bir fayda yoktur.932 Allah hiç bir şey ile kâbil-i kıyas olamayacağından bu mukayesenin müşriklere sırf bir serzeniş olduğu bellidir.933 "De ki: "Göklerin ve yerin Rabbı kim?" de ki: "Allah" "O halde de: O'ndan başka kendilerine dahî bir fayda ve zarar veremeyen velîler mi edindiniz?" De ki: "Körle gören, yahut karanlıkla nûr bir olur mu? Yoksa Allah'a, O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar mı buldular da (ikisinin) yaratması birbirine benzer mi göründü?" De ki; "Her şeyin yaratıcısı Allah'tır. O her şeye üstün gelendir" (Ra'd, 16). Müşrikler de Allah gibi yaratan vardır diyemediklerine göre, Allah gibi nasıl başka ilah kabul ederler?934 Âyet müşrikleri bu şekilde ilzam etmektedir. "(Tuttular) cinleri Allah'a ortak yaptılar. Halbuki onları Allah yaratmıştır. Bilmeden O'na oğullar, kızlar icâd ettiler. Hâşâ O, onların ileri sürdüğü niteliklerden münezzehtir. O gökleri ve yeri yoktan var edendir. O'nun nasıl çocuğu olabilir ki? Kendisinin bir eşi yoktur, her şeyi O yaratmıştır ve O her şeyi bilendir" (Enam. ıooıoi). Bu âyetlerde de Allah müşriklere "Birinin eşi olamayınca kızları oğulları olmayacağım siz de bilirsiniz. Her şeyin yaratıcısı olan Allah eşten münezzehtir. Yani eşe ihtiyacı olmaz ki oğulları kızları olsun",935 şeklinde müşrikleri ilzam eder.
Yine İbrahim (as) Nemrud ile yaptığı ulûhiyet tartışmasında da bu usûlü kullanır: "Allah kendisine hükümranlık verdi diye (şımararak) Rabbi hakkında İbrahim'le tartışanı görmedin mi? ibrahim: "Benim Rabbım O'dur ki, yaşatır, öldürür" demişti. "Ben de yaşatır, öldürürüm" dedi "Allah, güneşi doğudan batıya getirir, sen de onu batıdan getir" deyince o kâfir şaşırıp kaldı. Allah zalimler güruhunu muvaffak etmez" (Bakara, 258). Bu âyette Nemrud'un ihya delilini anlayamadığı936 veya mugalata yaptığı için İbrahim (as)'da mugalata ve gözbağcılık yapmayacağı bir delile geçti de,937 madem varlıktaki bir hareket değişikliğini var edip yok etme sayıyorsun, haydi benim Rabbımın doğudan getirdiği güneşi, sen batıdan getir deyince,938 inkarcı tutuldu kaldı;939 ilzam oldu. Arap ade-tince bir şeyde şüphe takdirinde, farzederek söyleme, şüphecilere tariz mahiyeti taşır.940
Kur'ân'ın bu delili, son derece mutedil ve edepli olmanın örneklerini verir. "De ki: "Size göklerden ve yerden kim rızık veriyor?" De ki: "Allah." O halde ya biz veya siz, doğru yol üzerinde veya açık bir sapıklık içindeyiz" (Sebe, 24). Bu tarz insaflı bir kimsenin söyleyeceği bir üslûb olabilir.941 Buradaki iki fırkadan biri mü'minler, diğeri müşriklerdir. Göklerden ve yerden rızık verenin Allah olduğunu, sizin şirk tanrılarınızın bunu yapamayacağını, siz de biliyorsunuz. O halde, günah gururu tutmadan, mücadele ve münakaşa arzusu kaplamadan, sükûnetle düşünüp karar verin, ya biz veya siz birimizin mutlaka hidayet üzere, diğerimizin sapıklık içinde bulunması gerekir, der. Bu tarzda yapılan bir münazara, kibirli, inatçı, kendini beğenen, makam ve mevki ile öğünen grubun kalplerine dokunmaya daha yardımcı olur. Sükûnetle ve derin bir ikna ile düşünmeye daha elverişli bir üslûptur.942Netice ise apaçık ortadadır. Bundan dolayı, Kur'ân, sükûtla onların yollarının butlanını be-dâhet'e havale eder. Aynı şekilde "De ki: "Kim sapıklık içindeyse, Rahman, ona mühlet versin (ne çıkar). Nihayet vade-dildiklerini -ya azabı veya kıyameti- gördükleri zaman ki-min yerce daha kötü ve adamca daha zayıf olduğunu bileceklerdir" (Meryem, 75).
Ayrıca şirk yolunun emniyetli bir yol olmadığı, bütün ihtimallere cevap vermediği, bu üslûbla düşündürülerek anlatılır. Şu âyetlerde bu hususları görürüz: "Firavun ailesinden imanını gizleyen mü'min bir adam (şöyle) dedi: "Rabbim Allah'tır, dediği için mi bir adamı öldürüyorsunuz? Oysa size rabbımzdan mucizeler getirmiştir. Eğer yalancı ise yalanı kendi zarannadır. Ve eğer doğru söylüyorsa size vadettikle-rinin (hiç değilse) bir kısmı başınıza gelir (,..)" (Mümin, 28). Burada öldürülmek istenen Musa (asj'dır. Bu mü'min zat onlan bu davranışlarından vazgeçirmek için önce Hz. Musa'nın yalancılık faraziyesini öne sürer ve eğer yalancı ise sizin onu öldürmenize hacet yoktur, zaten Allah onu yardımsız bırakır; yok eğer doğru ise, sizi tehdid ettiği bazı şeyler başınıza gelir diyerek her iki ihtimali düşünmelerini tenbih ederken, bir taraftan da imalı bir şekilde tehdid eder.943Kur'ân, hasmı sözünün gereği ile yakalamaktadır.944 İman ve şirk mensupları için, "(...) O halde ateşin içine atılan mı daha iyidir, yoksa kıyamet günü güvenle gelen mi? (...)" (Fussiiet, 40); "(...) Orada ölümü çağırırlar (...)" (Furkân, 13); "De ki; " Bu mu iyi, yoksa korunanlara vade-dilen ebedî cennet mi? (...)" (Furkân, 15); "Şimdi yüzüstü kapanarak yürüyen mi doğru gider, yoksa dosdoğru yolda yürüyen mi?" (Maik, 22) buyurulur. İman ve şirk yolları için de "Bunlardan hangisi korkudan emin olmaya daha lâyıktır" (En'âm, si) buyurulur.
Hz. Ali, Gazzâlî, Paskal vb. kimseler tarafından da bu delil üzerinde durulmuştur.945 Luzûmiyyâtül-Me'arrî kitabında şöyle denildiği bildirilir: "Müneccim ve tabib "cesedler diriltilmeyecek" dediler. Ben de onların "Sözünüz doğru ise, ben bir zarar edecek değilim, yok eğer (cesedlerin diriltileceğine dair) benim sözüm doğru ise artık zarar size aittir" dedim."946 İnanan kimse bilfarz, ahiret yoksa bir zarara uğrayacak değildir. Eğer varsa münkirlerin açık bir ziyana giriftar olacakları muhakkaktır. Velhasıl inkâr ve şirk ihtiyatsız ve tehlikeli bir yoldur. Gerek az önce ismini zikrettiğimiz zevat ve gerekse diğer alimler tarafından kullanılan ilzâmî delil, nakletmiş olduğumuz Kur'ân âyetlerinden çıkarılmıştır.947
Dostları ilə paylaş: |