Leri olmak üzere Fârâbî ve İbn Sînâ gibi filozoflar, harfi sadece ses yönüyle ele alarak ağzın muayyen bir mahreç sahasından



Yüklə 1,17 Mb.
səhifə7/28
tarix04.01.2019
ölçüsü1,17 Mb.
#90534
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   28

179


HARİCİYE NEZARETİ

1838'den başlayarak gerektiği zamanlar­da yapılacaktı. Memurlara 1838'den iti­baren maaş bağlanıp eski gelir türlerine son verildi. Yine aynı yıl çıkarılan Memu­riyet Ceza Kanunu ile memurların yasal statülerinde önemli değişiklikler yapıldı. En önemlisi, müsadere ve padişah ceza­landırması demek olan "siyâset-i örfıyye" kaldırıldı. Memur yetiştirmek için okul­lar açıldı. Bu değişikliklerle, bütün hari­ciye ve mülkiye memurları eski hizmet şartlarının olumsuzluklarından kurtarıla­rak daha güvenli ve daha profesyonelleş-miş bir yapıya kavuşturuldu. Fakat 1839-1876 yılları arasında tahta çıkan padişah­lar II. Mahmud kadar dirayetli olamadık­ları için mülkiye memurları denetimden uzak kaldılar ve devlet teşkilâtının en kuv­vetli unsurları haline geldiler. Mısır me­selesinin 1839'daki kriz döneminde Av­rupa devletlerine aracılık yapabilen dip­lomatlar söz sahibi oldular.

Bu şekilde başlayan Tanzimat dönemi­nin önemli şahsiyetlerinden Mustafa Re-şid, Fuad ve Âlî paşalar istedikleri politi­kaları uygulayarak reform ve Batılılaş-ma'y] hızlandırdılar. Hariciye Nezâreti'-nin en parlak devri bu dönem oldu. Âlî. Fuad ve Ahmed Vefik paşaların yetiştiği Tercüme Odası, seçkin zümreyi yetişti­ren başlıca kurum olarak ön plana çıktı. Hariciye nazırlığından sadrazamlığa yük­selmek normal bir olay haline geldi. Ha­riciye Nezâreti'nin merkez ve dış temsil­ciliklerdeki teşkilâtı geliştirildi. Telgraf ağının gelişmesiyle birlikte merkezle dış temsilcilikler arasındaki İşlere süratle müdahale etme imkânı sağlandı. Yaban­cı dil öğrenimine önem veren Hariciye Ne­zâreti, Tanzimat'ın resmî eşitlik politika­sının en fazla uygulandığı bir yer oldu. Fakat Fransızca bilen müslüman memur­larla bilmeyenler ayrı bürolara yerleşti­rildiler. Hepsi yabancı di! bilen gayri müs-lim memurlar da mezheplerine göre ay­rıldılar. Bu dönemde göze çarpan bürok­ratik gelişmelerden biri de memur sayı­sındaki artıştır. Nitekim 1777-1797 döne­minde 2000 civarında olan kalem efendi­lerinin yerini alan mülkiye memurlarının sayısı özellikle XIX. yüzyılın ikinci yarısın­dan itibaren öncesiyle kıyas kabul etmez derecede artmıştı. Bunların sadece bir­kaç yüzü Hariciye Nezâreti memuru idi. Dahiliye gibi her vilâyette teşkilât kurma­sı gereken nazırlıklardan kaynaklanan bu artış daha çok Tanzimat döneminde mey­dana geldi. Mülkiye memurlarının sayıca artması ve nüfuz kazanmasına bir tepki olarak Yeni Osmanlılar muhalefeti oluştu. Genellikle yüksek seviyedeki ailelerden

180


gelen ve çoğu Tercüme Odasfnda çalış­mış olan Yeni Osmanlılar, Tanzimatçılar'ı devletin karar alma gücünü hesapsızca is­tismar etmekle suçluyorlardı. Mülkiye me­murlarının gerçekten denetimden çıkmış oldukları, Tanzimat boyunca mülkiye per­sonel sistemi için yeni kanun ve düzenle­melerin yapılmamış olmasından da anla­şılmaktadır. 1839-1871 yılları arasında pa­dişaha ait olan iktidarı ele geçiren Tanzi-matçılar'dan kendi iktidarlarını sınırla­yan düzenlemeler elbette beklenemezdi. Bunu ancak II. Abdülhamid değiştirebil-di. Saray ile Babıâli arasındaki dengeyi sa­ray lehine çevirerek Yıldız'da merkeziyet­çi bir idare kuran II. Abdülhamid, mülki­ye memurları için modern bir personel sistemi kurdu. "Sicill-i ahvâl" denilen öz­lük kayıt sistemi oluşturuldu. Tayin, terfi ve emekliliği kanunî bir şekle sokmak için 1881-1884 yıllarında "Me'mûrîn-i Mül-kiyye Terakkî ve Tekâüd Kararnamesi" ya­yımlandı. Padişahın eğitime verdiği de­ğer göz önünde bulundurulduğunda ka­mu hizmetlerinin rasyonelleştirilmesi için yapılan bu reformların önemi daha iyi an­laşılır. Fakat aşırı merkeziyetçi bir rejim altında bu modern personel sistemi Fii­len keyfîliğin bir aracı haline geldi.

1294 (1877) tarihli salnameye göre Ha­riciye Dairesi bir müsteşarla Beylikçi-i Dî-vân-ı Hümâyun, Mektûbî-i Hâriciyye, Mat­buat, Tercüme Odası, Deâvî-i Hâriciyye Ki­tabeti, Evrak ve Tahrîrât-ı Hâriciyye bü­rolarına ayrılmaktaydı.

Bu dönemde Hariciye Nezâreti önceki şöhretini koruduysa da gücünü koruya­madı. Fakat bazı olumlu gelişmeler de oldu. Nazırlığın teşkilât açısından gelişi­minde, geleneksel belge oluşturma uy­gulamalarına göre değil idari işlevlerin maksatlarına göre yeni tarz müdürlük­ler kurma eğilimi kuvvet buldu. Eski reî-sülküttâb teşkilâtından kalan, fakat dış işleriyle ilgisi az olan Dîvân-ı Hümâyun Ka-lemi'nin sadrazamın sekreterliğine geç­mesi bu yönde bir adımdı. Fakat padişa­hın, hafiyeleri ve kendisine borçlu kılmak istediği adamları resmî kadrolara doldur-masıyla memurların sayısı ve maaşların İntizamsızlığı da arttı. II. Abdülhamid'in Alman elçisine söylediği gibi yabancı elçi­lerle görüşerek dış politikayı yürüten ken­disiydi. Hariciye Nezâreti'ne öyle bir dur­gunluk geldi ki 1885'ten 1909'a kadar yal­nız iki nazır tayin edildi. Bunlar da Kürd Said Paşa ile (1885-1895) Ahmed Tevfik Paşa idi (1895-1909). Elçilik ve konsolos­lukların sayısı arttıysa da padişahın dış iş­leri hakkındaki görüşlerinin onların işlev-

lerini ne kadar etkilediği, Osmanlı elçi­lerinin sadece nezâretle değil doğrudan doğruya Mâbeyn ile yaptıkları sürekli mektuplaşmalardan anlaşılmaktadır.

II. Abdülhamid'in memurlar için çok baskılı rejiminden sonra 1908 inkılâbı ye­ni, fakat sonuç vermeyecek bir reform dönemi açtı. "Tensikat" adı altında iki an­lamlı bir reform çabası başlatıldı. Tensi­katın ilk anlamı, kadrolardan hafiyeleri ve yararsız kişileri ayıklamak olup on binler­ce kişi bu şekilde görevinden uzaklaştı­rıldı. İkinci anlamı ise hükümet teşkilâtı­na yeni bir düzen vermekti. II. Meşruti-yet'in ilânından hemen sonra 1908'in Ağustos ayında çıkarılan bir hatt-ı hümâ­yunda geçen reformlardan biri idare hak­kındaki bütün nizam ve kanunların dü-zeltilmesiydi. Reform, artık sıfırdan baş­lamak ya da eskimiş bir yapıya bambaş­ka biçim vermek değil, önceki yüzyılın reformlarını yeniden düzenlemek anla­mına gelmekteydi. Bunun için nazırlık­larda özel komisyonlar kuruldu. Harici-ye'nin büroları hakkında ayrıntılı rapor­lar yazıldı. Şubat 1914'te Hariciye Nezâ­reti'nin ilk genel nizâmnâmesi yayımlan­dı. Nizâmnâme ile nezâretin büroları mü­dürlük ve umum müdürlük olarak sıra­landı; birbirlerine olan işlevsel bağlantı­ları belirlendi ve ayrıca elçiliklerle konso­losluklar da sınıflandırıldı. Jön Türk dö­neminin sürekli krizleri bu dinamizmi kı­sıtladığı halde, Osmanlı reform dönemi­nin sonuçları göz önüne alınırsa hem Ha-riciye'nin hem genel kamu idare sistemi­nin imparatorluktan Cumhuriyet'e geçi­şi devrimci değil evrimci bir süreç olarak nitelendirilebilir.

BİBLİYOGRAFYA :

C. V. Findley, "From Reis Efendi to Foreign Minister: Ottoman Bureaucratic Reform and the Creation of the Foreign Ministry", Ph. D. Dissertaüon, Harvard 1969;a.mtf.. Bureaucra­tic Reform İn the Ottoman Empire, Princeton 1980; a.e. (tre. L. Boyacı - 1. Akyol). İstanbul 1994; a.mlf.. Ottoman Civİl Offıcİaldom, Prin­ceton 1989; a.e. (trc. Gül Çağalı Güven], İstan­bul 1996; a.mif., "The Legacy of Tradition to Reform: Origins of the Ottoman Foreign Mi-nistry", IJMES, 1 (1970], s. 334-357;a.mlf.."The Foundation of the Ottoman Foreign Ministry: The Begİnnings of Bureaucratic Reform under Selim III and Mahmud II.1', a.e., III (1972), s. 388-416; İsmail Soysal. "Umûr-i Hariciye Ne-zareti'nin Kurulması (1886)", Sultan II. Mah­mud oe Reformları Semineri: Bildiriler, İstan­bul 1990, s. 71-80; Ali Aky[\Ğ\z, Tanzimat Döne­mi OsmanluMerkez Teşkilâtında Reform: 1836-1856, İstanbul 1993, s. 70-91; Cahit Bilim, "Ter­cüme Odası", Otam, I, Ankara 1990, s. 29-43; Halil İnalcık, "Reis-ül-Küttâb", İA, IX, 682-683; İlber Ortaylı, "Osmanlı Diplomasisi ve Dışişleri Örgütü", TCTA, 1,278-281.

İMİ CARTER V. FlNDLEY

r HÂRİCİYYE

(bk. HARİCÎLER).

L J

HÂRİÇ MEDRESESİ



Osmanlı medrese sisteminde

ibtîdâ-i hâriç, hareket-i hâriç

şeklinde iki dereceden

oluşan ilk kademe

(bk. MEDRESE).

HARÎDETÜ1-KASR

İmâdüddin el-Isfahânî'nin

(ö. 597/1201)

Ebû Mansûr es-Seâlibî'ye

ait Yetîmetü'd-dehr adlı antolojiye

zeyil olarak kaleme aldığı eseri

(bk. İMÂDÜDDİN el İSFAHANI:

YETÎMETÜ'd-DEHR).

r ~ı


HARIK

Kur'ân-ı Kerîm7de

"azâbü'l-harîk" terkibi içinde yer alan

ve cehennemliklerin uğratılacağı

yakıcı azabı ifade eden bir tabir

(bk. CEHENNEM).

F HÂRİKA n

(bk. HARİKULADE).

L J

HARİKULADE



Alışılmışın dışında tabiattaki işleyişi

belirli zamanlarda bozan

tabiat üstü olaylar İçin

kullanılan terim.

L J

Sözlükte "delmek, yırtmak; aşmak" mânalarına gelen hark kelimesinden sı­fat olan hârik ile "alışılmış olan şey" an­lamındaki âdet kelimesinden meydana gelen bir tamlama olup "alışılmışı ve nor­mal telakki edileni aşan, olağan üstü" mânasına gelir. Kur'ân-ı Kerîm'de âdet kelimesi yer almazken hark kavramı fiil si-galarıyla "delmek, yırtmak, yarmak, boz­mak, gerçeğe aykırı olarak hükmetmek" anlamlarında dört yerde geçmektedir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, "hrk" md.; M. F. Abdülbâki, el-Muccem, "hrk" md.}. Tabiatta gözlenen düzenli işleyiş, etki-tepki mekanizması içinde kendi kendine bir süreklilik ve tekrarlanış gibi görünür-



se de gerçekte düzeni kuran ve işletenin Allah olduğu inancının sonucu olarak İs-lâmî terminolojide fizik âlemi idare eden ilâhî kanuna "âdetullah" veya kısaca "âdet" denilmiştir. Aynı mânaya gelen "sünnetullah" ise Kur'an'da sosyal haya­tı idare eden ilâhî kanunu ifade etmek üzere kullanılmıştır (bk. a.g.e., "sünnet" md.).

İslâm filozoflarının tabiat kanunlarının değişmezliği tezine karşı kelâmcılar Al­lah'ın kendi koyduğu âdeti değiştirebile­ceği, dolayısıyla söz konusu kanunların zorunlu olmadığı görüşünü savunmuş­lardır (bk. determinizm). İlk kelâmcılar-dan olup akılcılığıyla tanınan Nazzâm'ın da tabiatta harikulade olayların meyda­na gelebileceği görüşünde olduğu nakle­dilir (Câhiz. IV, 73). İbn Hazm'a göre bir şeye nisbet edilen âdetle tabiat arasında fark vardır. Âdetin değişmesi söz konu­su iken ilâhî bir müdahale olmaksızın ta­biatın değişmesi mümkün değildir. Çün­kü tabiatlar ait oldukları nesnelerden ay­rılmayan ana özelliklerdir. İnsanın şuur sahibi veya şarabın sarhoş edici oluşu gi­bi tabiattan gelen özellikler ortadan kalk­tığı takdirde insan hayvana, şarap da sir­keye dönüşür. Bu sebeple âdetin değiş­mesi değil tabiatın değişmesi harikula­dedir. Bununla beraber bazan yanlış ola­rak âdet kelimesi tabiat mânasında da kullanılmıştır (el-Faşl,W, 15-16). Nesefîise tabiatların değişmemesi fikrini zayıf ve temelsiz bulur. Zira âlemdeki değişiklik müşahede ile sabittir. Bunu inkâr etmek, onun yönetimini ilâhî kudret ve iradenin dışına çıkarmaktır {Tebştratü'l-edille, I, 476-477) Teoride mümkün fakat realite­de mümteni* sayılan harikulade olaylar (Teftâzânî, Şerhu'l-Makâşıd, V, 15) Al­lah'ın iradesiyle vâki oldukları takdirde âdet dışı kabul edilirler. Bazı mümkünler hiç vukua gelmeyebilir, buna karşılık ba­zıları nadiren vâki olsa da bir kanun (âdet) haline gelmez; birçok mümkünler ise alı­şılagelen, süreklilik kazanan bir şekle dö­nüşür. Ancak bu sonuncular vuku bulma­yanları inkâr etme hakkını doğurmaz (El-malılı, IV, 2239).

İslâm literatüründe tartışma konusu yapılan harikuladeleri iki grupta incele­mek mümkündür. A) Dinî Yönü Bulunan Harikuladeler. 1. Mucize. Peygamberlik

iddiasında bulunan bir kimsenin göster­diği, iddiasını doğrulayan fevkalâde olay­dır. Nübüvvet iddiası taşıdığı için muci­zenin sihir ve hayal ürünü diğer şeylerle karıştırılması ihtimali yoktur. Kur'ân-ı Ke­rîm'de geçen mucizeler arasında yer alan

HARİKULADE

ölüleri diriltme, doğuştan körleri ve alaca hastalığına yakalananları iyileştirme (me­selâ bk. Âl-i İmrân 3/49} veya asayı yılana dönüştürmenin (el-A'râf 7/107, 117) be­şerî güç ve kapasite çerçevesinde bulun­madığı zaruri olarak bilinir (bk. MUCİZE). z. irhâs. Peygamberden nübüvvet önce­si dönemde sâdır olan harikuladeler için kullanılır. Bu tür olayların nübüvvete bir nevi hazırlık oluşturduğu kabul edilmiş­tir. Hz. îsâ'nın doğduktan hemen sonra konuşması (Meryem 19/30-33}, Hz. Mu-hammed'in üzerinde gölge yapmak üze­re bulutun dolaşması ve benzeri olaylar irhâs grubu içinde mütalaa edilmiştir. Bir görüşe göre irhâs olayları keramet tü­rüne dahildir; çünkü peygamberlerin nü­büvvetlerinden önceki dereceleri velayet mertebesinden aşağı değildir {et-Ta'rîfât, "irhâş" md.; Resûl-i Ekrem'e nisbet edi­len İrhâs olayları için bk. MUCİZE). Mu1-tezile âlimleri mucizenin nübüvvet iddia­sıyla birlikte gerçekleştiğini, dolayısıyla ir­hâs diye bir şeye ihtiyaç bulunmadığını, eğer böyle bir şey vuku bulmuşsa bunun bir önceki peygamberin mucizesi sayıla­bileceğini ileri sürerler (Cürcânî,.Şerhu'/-Mevâktf, VIII, 226; Kâdî Abdülcebbâr, XV, 213-216}. 3. Keramet. Salih amel işleyen bir müminin elinde zuhur eden fevkalâ­de olaydır. Keramette mucizenin aksine herhangi bir iddia, meydan okuma ve bir şeyi kanıtlama özelliği yoktur. Teftâzânî"-nin de belirttiği gibi mucize gösteren kim­senin kendisinin peygamber olduğunu bilmesi, harikulade olaylar göstermeye azmetmesi ve bunların sonuçlarını kesin telakki etmesi gerektiği halde keramet gösteren velînin böyle bir konumu yok­tur {Şerhu't-'Akâ'id, s. 177}. Ehl-i sünnet âlimleri, kerametin aklen mümkün olma­sının yanında fiilen vuku bulduğunu, nas-lara dayanan delillerin de bunu destekle­diğini söylerken Mu'tezile kelâmcıları mu­cize ile karışabileceği ve dolayısıyla nü­büvvet müessesesini zedeleyeceği endi­şesiyle kerameti reddederler (bk. kera­met). 4. Maûnet. Allah'ın herhangi bir mümine yardım etmek üzere gerçekleş­tirdiği harikulade durumlardır. Maûnet, Allah'ın kulunu maddî ve manevî âfetler­den koruması şeklinde olabileceği gibi dünyevî ve uhrevî alanda ona fevkalâde nimetler lütfetmesi suretiyle de olabilir. S. İstidrâc. "Derece derece yükseltmek, yavaş yavaş sonuca ulaştırmak" anlamın­daki kelime Kur'ân-ı Kerîm'de fiil sigasıy-la geçer ve Allah'ın âyetlerini, Özellikle Kur'an'ı yalanlayanların bilemeyecekleri yollarla yenilgiye ve azaba mâruz bırakı-

181

HARİKULADE



lacaklannı ifade eder (el-A'râf 7/182-, el-Kalem 68/44). İstidrâc zalim, kâfir ve az­gın kişilerin tedricî olarak felâkete yaklaş-tınlması ve bu esnada kendilerine bazı geçici imkân ve başarıların sağlanması­dır. Firavun örneğinde olduğu gibi (ez-Zuhruf 43/46-56) istidrâc sahibi kişiler el­de ettikleri başarıları kendi gayretlerinin ürünü zanneder, kibirlenir ve azgınlıkla­rını alabildiğine arttırırlar, nihayet ilâhî azaba mâruz kalıp yok olurlar. Nitekim Kur'an'da genel bir ifade kullanılarak ön­ceki milletlere de peygamberler gönde­rildiği, bu milletlerin hakka boyun eğme­lerini sağlamak amacıyla bir süre sıkın­tılar ve hastalıklarla denendikleri, daha sonra bütün imkân kapılarının kendileri­ne açıldığı, nihayet alabildiğine şımardık­ları bir sırada ansızın yakalanıp helak edil­dikleri ifade edilerek (el-En'âm 6/42-45) istidrâca dair eski toplumların hayatın­dan örnekler verilmiştir. Bazı hadislerde deccâl için zikredilen harikulade yetenek ve imkânlar da {DİA, IX, 69] İstidrâc ka­bilinden sayılmıştır. Ayrıca bir rivayette. günahlarına rağmen kişinin istediklerine kavuşmasının da istidrâc olduğu bildiril­mektedir (Müsned, İV, 145). Haris el-Mu-hâsibî, terimin anlamını genişleterek mal ve servetleriyle ya da başka nimetler­le gururlanıp bunları Allah yolunda har­camamak suretiyle müminlerin de istid­râca mâruz kalabileceğini belirtir (Halue, s. 44-45, ayrıca bk. Brunschvig, LV111 |1983], 8-31). Kur'ân-ı Kerîm'de istidrâc ile anlam yakınlığı içinde bulunan başka kavramlar da vardır. Bunların başlıcaları mekr. keyd. hud'a ve muhâdaa ile (hile ve tuzak kurmak, hile yapmak, aldatmak) imlâ ve imhâl (mühlet vermek) kavram­larıdır. 6. İhanet. Ulûhiyyet veya nübüv­vet iddiasında bulunan veya büyü yapan bir kimsenin misyonunu yalanlayacak olaylarla karşılaşmasıdır: başka bir ifa­deyle kâfirin elinde iddiasının aksini kanıt­layan harikuladelerin vuku bulmasıdır (Tehânevî, "hârik" md.]. Nübüvvet iddia­sında bulunan Müseylimetülkezzâb'ın tek gözü kör olan birini iyileştirmek ister­ken diğer gözünü de kör etmesi, az olan kuyu suyunu çoğaltmak isterken suyun tamamen çekilmesine sebep olması gi­bi olaylar ihanete örnek olarak zikredilir (Bâcûrî, s. 298-299). Mutezile âlimlerine göre^yalancı peygamberin elinde iddiası­na aykırı da olsa herhangi bir harikulade olayın vuku bulması mümkün olmadığı gibi gerekli de değildir. Onun iddiasının veya yapmak istediği fiilin gerçekleşme­mesi yeterlidir (Kâdî Abdiilcebbâr, XV,

182


239; İbnü'l-Murtazâ, s. 114). İhanet, sah­tekârları yalanlamaya ve dini bozma giri­şimlerini başarısız kılmaya yönelik ilâhî bir müdahaledir.

B) Dinî Olmayan Harikuladeler. 1. Si­hir. Başkasından öğrenilen, bazı vasıta­larla icra edilip temrinlerle geliştirilen ve âdet dışı bir görünüm taşıyan etkileme­lerden ibaret olup daha çok güç gösteri­sinde bulunmak, çıkar sağlamak ve top­lumda hâkimiyet kurmak için uygulanır. İslâm filozofları ve Mu'tezile'nin aksine sihrin varlığını kabul eden Ehl-i sünnet âlimleri bunun bazı alet ve vasıtalar, ast­rolojik bilgiler, hile ve maharetlerle ger­çekleştirilebileceğine kanidirler (Bâkıllâ-nî, s. 77-78; Fahreddin er-Râzî, et-Metâii-bü'l-'âtiye, Vlll, 143-146, Abdüllatîf Har-pûtî, s. 275). İlk bakışta harikulade gibi görünürse de sihrin gerçekte öyle olma­dığı ileri sürülmüştür. Çünkü sebep ve vasıtalara başvurularak gerçekleştirilen şeyler âdettendir. Meselâ bir hastanın dua ile iyileşmesi âdet dışı, tıbbî yöntem­lerle iyileşmesi tabiidir. Ancak başka bir görüşe göre zaman ve mekân itibariyle başkaları tarafından güç yetirilemediği için sihir de harikulade sayılır [Tehânevî, '■irhâş" md.). Kur'an'da Bâbil'de sihrin yaygın olduğuna işaret edilmekte iel-Ba-kara 2/102) ve Hz. Mûsâ zamanına ait ba­zı sihir örnekleri (el-A'râf 7/109-126] bu­lunmaktadır (bk. SİHİR). 2. Şa"beze (şa've-ze). "El çabukluğu ile bir şeyi olduğundan başka türlü gösterme" mânasında olup halk dilinde hokkabazlık olarak adlandı­rılan bir maharettir (Bâkıllânî, s. 77-78). Günümüzde illüzyonistler tarafından icra edilen bu tür oyunlar, İslâmî kaynaklar­da genellikle sihir türü bir gösteri kabul edilip harikulade dışında tutulmuştur. İslâm âlimleri, nübüvvet iddiasında bu­lunan bir yalancının insanları şaşırtıp ger­çeği anlamalarına engel teşkil edecek bir fevkalâdelik göstermesinin mümkün ol­madığını söylerler. Çünkü bu takdirde hak peygamberle yalancı peygamber birbi­rine karışır (Nesefî, S. 477-478). 3. Keha­net. Fal açmak, yıldızlara bakmak, yazı çizi türünden şekiller (tılsım) kullanmak vb. yöntemlerle bilhassa gelecek hakkın­da haberler verme ve bazı sırları çözme iddiasında bulunmaktır. Medyumlar ta­rafından ortaya atılan ve çok defa isabet­siz tahminlerden ibaret olan iddialar bu tür içinde mütalaa edilebilir (bk. FAL; K­HİN)

Kur'ân-ı Kerîm'de semâların, arzın ve bunların arasındakilerin Allah tarafından yaratıldığı vurgulanmakta, tabiatın yö-

netimiyle ilgili ilâhî kanunlara da (tabiat kanun lan) birçok âyette temas edilmek­tedir. Fâtır sûresinde(35/41) tabiatta hâ­kim bulunan düzenin Allah tarafından korunduğu, bu düzende herhangi bir şe­kilde değişiklik yapma ve bu yeni düzeni sürdürme yetkisinin de O'na mahsus ol­duğu ifade edilir. Kur'an'da Allah'ın yü­celiğinin, engin kudret ve iradesinin ta­biattaki nizamın bozulmasıyla, yani hari­kuladeliklerin meydana gelmesiyle değil mevcut düzenin fevkalâde karmaşık, fa­kat hesaplı ve ahenkli münasebetler sa­yesinde işleyişinin incelenmesiyle anlaşı­lacağı ilkesi üzerinde durulur. Ayrıca geç­miş peygamberlerin maddî-hissî muci­zelerine yer verildiği halde son peygam­berin muhataplarından gelen bu tür ta­leplere karşı menfî bir tavır takınılmış, insan zihninin ve psikolojik yetenekleri­nin ulaştığı seviye dikkate alınarak nü­büvvetin haklılığını göstermek için artık mânevî-aklî deliller kullanılmıştır (mese­lâ bk. el-En'âm 6/7-10; el-İsrâ 17/59, 88-96; el-Kehf 18/54; el-Furkân 25/7-8, 50).

Harikulade olarak literatürde yer alan hadiselerden dinî nitelikte olmayanlar dikkatle incelendiğinde bunların genel­likle tabiat üstü bir özellik taşımadığı gö­rülür. Dinî nitelik taşıyanların ise en belir­gin türünü mucize oluşturmaktadır. Ta­biat kanunlarını aşan maddî-hissî muci­zeler son peygamberle nihayet bulmuş­tur. Bunların asıl fonksiyonu, kendilerini müşahede edenler için daha çok maddî veya manevî problemleri çözmeleri, kıs­men de hidayet vesilesi olmalarıydı. Te­vatür yoluyla sabit olmayan bu mucize­ler sonraki nesiller için birer tarihî hâtıra niteliği taşır. Bu nesiller. İslâm gerçeğini anlayıp benimseme vasıta ve kaynakları olarak mânevî-aklî mucizeleri oluşturan Kur'ân-ı Kerîm'i, Hz. Peygamber'in sîre-tini ve on dört asırlık İslâm gerçeğini in­celeyip tanımak mecburiyetindedir.

BİBLİYOGRAFYA :

et-Tacrifat, "irhâş". "istidrâc", "mu'cize" md.-leri; a.mlf.. Şerlıu'l-Meuâkıf{nşı. M Bedreddin Na'sânî}, Kum 1991. Vlll, 226; Râgıb eHsfahânî. et-Müfredât, "hrk" md.; Lisânü'l-'Arab, "hrk" md.; Ebü'l-Bekâ, et-Külltyyât, s. 433, 730; Tehâ­nevî. Keşşaf, "hârik". "irhâş" md.Ieri; M. F. Ab-dülbâki. el-Mu'cem, "hrk"', "sünnet" md.Ieri; Müsned, IV, 145; Tirmizî, "Tfefsîr", 15/6; Haris el-Muhâsibî, ei-Haloe oe't-tenakkui fı'i-tbâde ve derecâti'l-'âbidîn (nşr A Abduh Halîfe el-Yesûî, et-Meşrtk. XLIX/I, Beyrut 1955 içinde), s. 44-45; Câhiz, Kitâbü'l-Hayeuân, IV, 73; Kâdî Abdülceb-bâr. el-Muğnî, XV. 183. 213-216, 239; Bâkıllânî. et-Beyân (nşr. R. I. McCarty), Beyrut 1958, s. 51-53, 77-78; Bağdadî, üşûlü'd-dm, s. 170, 175-177; ibn Hazm. d-Faş/, V, 15-16; Cüveynî.e/-İrşâd (Temim}, s. 261, 264; a.mlf.. et-'Akidetü'n-

Mİzâmiyye (nşr. M. Zâhid Kevserî). Kahire 1412/ 1992, s. 64; Gazzâlî, el-iktişâd (nşr. İbrahim Agâh Çubukçu - Hüseyin Atay), Ankara 1962, s. 198-201;Şehristânî, Nihâyetû'l-ikdâtn, s. 420-433;Nesefî, Tebştratü'l-ediUe(Salame). s.469-470, 476-478, 536-538; Sâbûnî. el-Kifâye p'l-hidâye (nşr Muhammed Aruçi. yüksek lisans tezi, 1982J, Câmiatü'l-Kahire, Külliyyetü dâri'l-ulûm, I, 547-548; Fahreddin er-Râzî. et-Muhaş-şal [nşr. Tâhâ Abdürraûf Sa'd], Kahire, ts., s. 207; a.mlf., el-MetâtibüVâliye mineVilmi't-itâhî (nşr. Ahmed Hicâzî es-Sekkâ), Beyrut 1407/ 1987, Vlll, 143-146; Âmidî, Ğâye(ü 7-merâm, s. 334; İbn Teymiyye, Kitâbü'n'Nübüuoât, Beyrut 1405/1985, s. 47-48; Teftâzânî. Şerhu'l-Makâ-ştd (nşr. Abdurrahman Umeyre), Beyrut 1409/ 1989, V, 15; a.mlf.. Şerhu'lMkâ'id, s. 177; İbnü'l-Murtazâ. el-Kalâ'id fi tashihi'l-'akâld (nşr A N. Nader). Beyrut 1985, s. 114; Kâdı-zâde Şemseddin Ahmed. Ferâidü'l-feuâid, Bu­lak 1262, s. 110-111; Bâcûrî. Şerhu Ceohere-ti't-teohîd, Dımaşk 1392/1972, s. 298-299; Ab-düllatîf Harpûti, Tenkihu'l-kelâm, İstanbul 1330, s. 274-275; Elmalılı. Hak Dini, IV, 2239, 2249-2250; H. A. Wolfson, The Philosophy ofKalam, Cambridge 1976, s. 544-558; R. Brunschvig. "De la fallacieuse prosperite-Makr Allah et Istidraj", SU LVII1 (1983), s. 8-31.

IftJ M. Sait Özervarlı

Tabiat Kanunları ve Harikulade. Tabi­attaki olaylar belli bir ölçü ve denge için­de meydana gelmektedir. Bu hadiseler-deki düzen gündelik hayatta gözlemlen­diği gibi, atom altı seviyeye inebilen ve galaksilere kadar uzanan gözlem kudre­tiyle bilim de muayyen bir düzenliliği tes-bit etmiş durumdadır. Söz konusu düzen insan aklının şu veya bu yönüyle açıkla­yabildiği bir kanunluluk gösterir ve sos­yal olayları da kapsar. Kur'ân-ı Kerîm'de bu değişmez kanunluluk "sünnetullah" tabiriyle ifade edilir (el-Ahzâb 33/38, 62; Fâtır 35/43; el-Feth 48/23). Ancak tabiat ve toplum planındaki kanunluluğu koyan ve sürdüren ilâhî iradenin dilediğinde onu kaldırması veya değiştirmesi de müm­kün görülmektedir (yk. bk).

İnsana herhangi bir hadisenin olağan üstü olduğunu hissettiren şey. vukuunun teorik olarak mümkün olup olmaması de­ğil beklenenin veya alışılanın dışında ce­reyan etmesidir. Meselâ daha önceki ne­sillerin harikulade kabul ettiği birçok olay. artık günlük hayatta her zaman görülen sıradan hadiseler konumuna gelmiştir. İnsanların çok kısa zamanda uzun mesa­felere yolculuk etmesi, ses veya resimle­rin bir yerden başka bir yere aktarılması önceki nesillere mucize gibi görünen, gü­nümüzde ise herkesin alıştığı ve bu se­beple de nasıl meydana geldiği hususun­da hiç düşünmediği sıradan olaylar du­rumundadır. Bu açıdan bakıldığında in-

sanlığın ufkunu alabildiğine genişleten bi­lim karşısında, her toplumda ve her çağ­da nadiren de olsa vuku bulduğu husu­sunda hiç kimsenin göz ardı edemeyece­ği delillerin bulunduğu harikulade olayla­ra karşı çıkılması anlaşılması güç bir du­rumdur.


Yüklə 1,17 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   28




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin