153
369) zamanında Kitâbü'l-Mecmû'daki Hz. Muhammed ve Hz. Ali'den bahse-
den bazı ibarelerin yorumu ile ilgili konularda ikiye ayrılmış, ana yapı
Haydarîlik (Şemsiye) adıyla, sayıca daha az olan kesim ise İbn Yunus el-
Kilâz'a nispetle Kilâziyye (Kameriye) adıyla anılmış, zaman zaman iki kesim
arasındaki soğukluklar birbirlerine düşmanca tutum sergilemeye kadar
varmıştır (Üzüm, 2007).
Tarih boyunca Nusayrîlik siyasi bir otorite elde edememiş, varlığını
Büveyhîler, Karmatîler, Eyyûbîler, Selçuklular ve Osmanlılar’ın hakimiyet-
leri altında geçirmiştir. Bunlardan hiç kuşkusuz Hamdanîler dönemi, fırka
için en parlak dönem olmuştur. Karmatîler’in 10. yüzyılın başında Suriye’yi
ele geçirmesiyle fırka mensuplarının bir kısmı Suriye’de kalmaya devam
ederken bir kısmı Antakya bölgesine çekilmiştir. Haçlı istilasındaki Lazkiye
ve çevresinin Selahattin Eyyûbî tarafından kurtarılıp alınmasından sonra
(458/1188) ise bölge Eyyûbîler'in hakimiyetine girmiştir. Bu dönemin
sonunda İsmailîler ve öteki muhalif guruplarla mücadeleye giren fırka, Sincâr
dağlarından gelen Emîr Mekzûn es-Sincârî'nin 622/1223 yılında muhalifleri
yenilgiye uğratıp bölgeyi ele geçirmesiyle birlikte belirli bir rahatlık
yakalamıştır.
Memlükler döneminde Nusayrîler'in yaşadığı Cebel-i Ensâriyye'nin
güneyindeki kaleleri İsmailîler'den alan Sultan Baybars, toplumun yaygın
İslamî anlayışa mensup zümrelere katılması için teşebbüslerde bulunmuştur.
Batınîlere karşı sert tutumuyla tanınan Sultan Kalavun (1277-1290)
döneminde fırkaya intisap etme yasaklandığı gibi, fırka mensuplarının
bulunduğu yerlere cami yapma mecburiyeti getirmiş, ancak bu çabalar sonuç
vermemiş, kısa bir süre sonra camiler tamamen atıl kalmıştır.
Osmanlılar'ın 1526’da Mercidabık savaşı sonrasında ilgili bölgeleri
imparatorluğa katmasıyla birlikte Nusayrîler Osmanlı idaresine girmiş, uzun
dönem Halep eyaletine bağlı olarak, mahalli şeyhlerin denetiminde muhtar
bir hayat yaşamışlardır. Mısır'lı İbrahim Paşa'nın devlete karşı giriştiği
harekatta (1839) büyük kayıplar vermelerine rağmen devlete karşı sadık
kalan Nusayrî toplumu, siyasi ve ekonomik gelişmelere bağlı olarak bazı
küçük çaplı isyanlara girişmişse de bunlar büyümeden bastırılmıştır. II.
Abdülhamid zamanında diğer batınî topluluklar gibi Müslüman ahali arasında
kabul edilerek mecburi askerliğe tabi tutulmuş, ayrıca bölgedeki Hıristiyan
misyonerlerinin propagandalarına karşı tedbir talepleri dikkate alınarak
destek vaadinde bulunulmuş, belli yerleşim merkezlerine camiler inşa edilip
imamlar tayin edilmiştir. Ancak bu tedbirler sınırlı oranda kabul görmüş,
Birinci Dünya Savaşı sonunda bölgenin önce İngilizler sonra Fransızlar
tarafından işgali sonrasında ise tamamen son bulmuştur. Birinci Dünya
Savaşı’nın ardından Fransızlar'la Suriye'li yetkililer arasında gerçekleşen
görüşmelerden sonra 1920 yılında Alevî otonom bölgesi kurulmuş, 1936
yılında burası Suriye devletinin bir vilayeti kabul edilmiş, 1939 yılında
Fransa Lazkiye bölgesini Suriye'den ayırarak müstakil bir statü vermiş, aynı
tarihte İskenderun sancağı Türkiye'de kalmış, uzun görüşmelerin ardından
Lazkiye idaresi 1942 yılında resmi törenle Suriye'ye katılmıştır.
Nusayrî toplumu günümüzde Suriye, Türkiye ve Lübnan’da
yaşamaktadır. Suriye'de Lazkiye ve Cebel-i Ensâriyye bölgesi başta olmak
üzere ülkede tahminî olarak % 8-12 arasında gösterilen bir nüfus oranına
sahiptir. Türkiye'de Hatay ile kısmen Adana ve Mersin'in çeşitli yerleşim
birimlerinde, Lübnan'da ise daha çok kuzey kesimlerde on bin dolayında
nüfusa sahip küçük bir gurup olarak varlığını devam ettirmektedir.
Dostları ilə paylaş: