Dördüncüsü; Türkiye'nin yeni devrimci hareketliliğinde, küçük-burjuva yığınlar işçi hareketini gölgeleyebilecek bir politik aktivite gösteremeyeceklerdir. Hareketimizin başından beri vurguladığı ve son iki yıllık gelişmelerin doğruladığı bu tesbit, küçük-burjuva politik ortamdan beslenen halkçı ve liberal eğilimlerin toplumsal yaşam ortamının zayıflaması bakımından önem taşıyor.
Beşincisi; bir öncekinin tersi bir gelişme olarak, işçi hareketi öne çıkıyor ve militan bir eğilimin belirtilerini taşıyor. Bu ihtilalci bir komünist hareketin gelişmesi bakımından uygun bir toplumsal-siyasal zemin demektir.
Tüm bu gelişme ve etkenlerin içiçe geçen karmaşık etkisi, devrimci hareketin mevcut yapısını tekrar tekrar zorlayarak onu yeni arayışlara ve değerlendirmelere, bu temelde, yeni ayrışma ve saflaşmalara itmekle kalmayacak, bu süreçlerden proleter sosyalizmin güçlenerek çıkmasını kolaylaştıracaktır. Bu sonucun olayların etkisiyle kendiliğinden yaşanacağını düşünmek boş bir avuntu olur elbet. Bu kararlı ve enerjik bir teorik ve pratik mücadele sürecini gerektirir. Devrimci hareketin sosyalizm adına biriktirdiği güçlerin en iyi ve diri kesimleriyle, leninist esaslara dayalı bir program ve politik hat etrafında ve leninist ilkelere dayalı olarak proleter sınıf tabanı üzerinde örgütlenmiş gerçek bir sınıf partisinde birleşebilmenin, bu zorlu mücadele sürecinden başka yolu yoktur.(274)
Bu mücadele, bugün liberal ve tasfiyeci çevrelerin legal platformlarda estirmeye çalıştığı liberal birlik rüzgarlarını göğüslemeyi ve içyüzünü sınıf bilincine eren işçiler önünde sergilemeyi de kapsamalıdır. Bu rüzgar, yalnızca sol hareketteki köklü konum farklılıklarını, ayrışma ve saflaşmada katedilen mesafeyi, "genel sosyalist hareket" gibi liberal bir kavram içinde karartmaya çalışarak değil, fakat aynı zamanda, "yasal sol parti projesi" gibi tasfiyeci girişimlerle, işçi sınıfının bugün en acil ve en temel ihtiyacı olan ihtilalci bir komünist sınıf partisi fikrini geri plana iterek ve gölgeleyerek de bir kısım samimi devrimci ve işçileri aldatıyor, yanlış yola ve çözümlere sürüklüyor.
Büyük bir bölümüyle, örgütlenmek konusunda isteksiz ve yeteneksiz aydınlar ile, sınırlı örgütlülüklerini bile erimeye ve tasfiyeye terkederek birer tartışma kulübüne dönüşmüş yeni dönem liberallerinden oluşan bu sözde sosyalistlerin, proletaryanın gerçek politik örgüt ihtiyacını karşılamada yapabilecekleri birşey yoktur. Kendi aralarındaki birlik girişimleri ise, zayıflıklarının ve iddasızlıklarının ifadesi bir yeni meşgaledir yalnızca.
Toplumsal Kurtuluş'un son sayısında (sayı: 31, Mart 1990), Haluk Yurtsever’in "Birlik ve Ayrılığın Sınır Çizgilerini Doğru Çizelim" başlıklı yazısı yayınlandı. Başlığın içerdiği uyarı ve eleştiri Ekim'e yönelik. Ekim'in, Kasım 1989 tarihli 26. sayısının "Birlik Sorunu" başlıklı başyazısı tam metin olarak yayınlanmış ve eleştirilmiş.
H. Yurtsever, Toplumsal Kurtuluş’un bir çok konuda yazan, fakat özellikle bu derginin birlik sorununa ilişkin perspektiflerini ele alan yazılarıyla dikkati çeken biri. Bu nedenle sözkonusu yazısını Toplumsal Kurtuluş’un Ekim'e bakışı ve eleştirisi olarak görüyoruz. Zaten yazının üslubu da bu konuda bir kuşkuya yer bırakmıyor.
H. Yurtsever eleştirisine bizi tanıtarak başlıyor. Biz Toplumsal Kurtuluş'u tanıtmak gereğini duymuyoruz, yeterince tanındığına inanıyoruz. Kendi payımıza ilgi ve dikkatle izliyoruz. H. Yurtsever, kendilerinin de Ekim'i ilgiyle izledik(276)lerini söylüyor. "İlgi sorumluluk gereğidir ve karşılıklıdır," diye ekliyor. Yazık ki, Toplumsal Kurtuluş içinde Ekim'i en yakından izleyen biri olarak bildiğimiz H. Yurtsever’in yazısı, hiç de kendisinin bu sözlerini doğrulamıyor. Toplumsal Kurtuluş'un Ekim'i ve Ekim Hareketini belki belli bir ilgiyle, ama kesinlikle yeterli bir dikkat ve özen göstermeyerek izlediği sonucu çıkıyor bu yazıdan. Kendisine, bilinen aşırı ve abartılı güveniyle T. Kurtuluş'un Ekim'i ve Ekim Hareketini fazla küçümsediği anlaşılıyor. Kendi sorunudur... Fakat böyle bir tutumu özellikle H. Yurtsever’in içtenliğinden kuşku duymadığımız birlik isteği ve çabalarıyla bağdaştırmak, bu politikayla tutarlı saymak güçleşiyor. Bu da T. Kurtuluş’un sorunudur. Bizim bu tutarsızlığı göstermenin ve devrimci kaygılarla eleştirmenin ötesinde yapabileceğimiz birşey yok.
H. Yurtseverin yazısı birlik sorunu çerçevesinde, asıl olarak, boş "bir söz kalıbı" olarak nitelediği modern revizyonizm kavramını eleştiriyor. Biz de yazımızda asıl olarak bu boş "söz kalıbı"nı ve bununla bağlantılı olarak T. Kurtuluş'un Gorbaçov öyküsünü ele alacağız. Fakat önce değinilmeden geçilemeyecek bazı "teknik" sorunları aradan çıkarmak gerekiyor.
H. Yurtsever yazılarında ve eleştirilerinde hep rahatlığı, sükuneti ve dürüstlüğü ile dikkati çekmiştir. Fakat Ekim'e yönelik eleştirisinde zorlandığı, bu nedenle olmalı, zorlamalara girdiği görülüyor. "Ekim başyazarı, üst perdededen büyük konuşmayı seviyor”, "tıngırtısı kulağa hoş gelen" dayanıksız sözler ediyor, demesini aşırı alınganlığına vererek geçiyoruz. Ama Ekim’i "gölge boksu" yapmakla itham etmesini,"Eğer olacaksa tartışma açık olmalıdır" uyarısını,"açıklığın kendi açtığı yarayı iyileştiren bir neşter olduğu" öğüdünü geçemiyoruz. Zira iyi niyetle de olsa, Ekim tüm bunların en son hatırlatılması gereken bir yayın organıdır. Bunu anlamak için Ekim'de yayınlanan iç örgütsel belgelere bakmak bile yeter.