Muhabbetname


FENÂ FİŞŞEYH FENÂ FİRRESUL FENÂFİLLÂH NE DEMEKTİR



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə24/83
tarix12.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#69835
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   83

FENÂ FİŞŞEYH FENÂ FİRRESUL FENÂFİLLÂH NE DEMEKTİR


FENÂ FİŞŞEYH= Kişinin şeyhinde yok olmasıdır.” Men arafe nefsehu fakat arafe Rabbehu” “Nefsini bilen Rabbini bilir.” Hadis-i Şerifine mazhar olması gereklidir. Bir kişi kendi diye bildiği, öz varlığının Rabbinin olduğunu anlayabilmesi için, Mürşîd-i Kâmilden, nefs terbiyesi tahsilini yapması lâzımdır. Cenâb-ı Allah, Rab esmâsını Mürşîd-i Kâmil olan mazhardan tecellî eder. Kişinin Rabbinde ifnâ olmasıyla, gönlünde O’nun taht kurarak, kendinden duyanın, kendinden görenin ve kendinden konuşanın Rabbi olduğu zevki ile Rabbini tanımış olur. Rab iki türlüdür.

1-Rabbil has

2-Rabbü’l-Âlemîn’dir.

Rabbil has hakkında Kur’ân-ı Kerîm’in Kaf Sûresi 16. âyette “Kuluma şah damarından daha yakınım” buyrulmaktadır. Kendini her yerde ve mekânda kendinden kendisini sevk ve idare edenin Rabbil hasından tecellî edenin şeyhi olduğunu bilir. Buradaki şeyhden murad, beşer olan unsuriyet sahibi kişi değil, onun sîretidir. Şeyhinde fenâ olduğu için, tırnağından saç teline kadar, bütün a’za ve sıfatlarından yetki sahibinin efendisi olduğunu zevk eder. O’na olan sevgi ve aşkından, bütün fiil ve işlerinde, O’nun muhtarlığını görür. Sanki O’nun bütün yetkileri efendisine verilmiş uzaktan kumanda ile yönlendirilen bir uydu gibidir. Bu demde kişide tam bir kurbiyet hâli galebe çalar.



FENÂ FİRRESUL = Resûlullah'ta yok olmak demektir. Bir kişi, şeyhinde yok olduktan sonra, bilir ki "El ulemayı veresetül enbiya" (H.Ş.) gereğince, o kişi, “Benim şeyhim, Peygamber Efendimizin vârisidir.” der. Peygamber efendimiz de; "Vema erselnake illa Rahmeten lil âlemin" âyetinde belirtildiği gibi, âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Ayrıca, her türlü irfâniyet ve kemâlâtın Muhammedsiz tecellî etmediğini anlar.

Her fiil sıfattan tecellî ettiği gibi, Muhammedsiz bir idrâkin gönül penceresinden ilham olarak zuhûr etmeyeceğini de bilir. Kendi gönül ülkesindeki tahta oturan şeyhini, Resûlullah’a tebdil ederek O’nu Resûlullah görmeye başlar. Artık şeyhi Resûlü olmuştur. Kendini daha evvel nasıl şeyhinde yok etti ise, şimdi de ne kendini ne de şeyhini görebilir, yalnız Resûlü görmektedir. Çünkü şeyhi fiilleri ise, Rahman sıfatından tecelli eden aynası Resûlü olmuştur. Aynasız fiil ve görüntülerin olmadığını anlamıştır.

Bu kişinin bütün yaşamı Resûl’e uymakta ve ilmi Resûlullah, ahlâkı Resûlullah, zikri Resûlullah, fikri Resûlullah, zevki Resûlullah, bir çok yönü Resûlullah’a uymuştur. Artık mutmain olmuş nefs tecellîlerine mazhardır. Rabbini Rabbi ile bilen, Rabbini Rabbi ile gören olmuştur. Kendi varlığı olmayan ve Âdem diye bilinen varlıkta, Cenâb-ı Hakk’a ayna olduğunun bilinci de zuhûr etmiş, âlemlere rahmet olarak gönderilmenin sırrını daha güzel anlamıştır. Resûlullah'da fenâ olmak, Cenâb-ı Hakk’ın sıfatlarındaki tecellîlerin kemâlâtına mazhar olmak demektir. O da Âdem’de görülür.

FENÂFİLLÂH = Kulun Allah’ta yok olması demektir. Kişi fiillerin sıfatlardan, sıfatların da Zâttan tecellî ettiğini gördüğü gibi, şeyhinin ilim ve irfâniyetinin Resûl’ün ilim ve irfâniyeti, Resûl’ün irfâniyet ve kemâlâtının da Cenâb-ı Hakk’ın olduğunu zevk ettiğinde, ölmezden evvel ölmüş, her varlık diye bildiği mazharlardan tecellî edenin Cenâb-ı Hakk olduğunun idrâkine ermiştir.”Külli men aleyhe fânîn ve rabbike zülcelâli vel ikram" “Her şey yoktur, yalnız Rabbimin celâl yüzü bakidir” zevki ile zevkiyâbdır. Cenabı Allahın zatının kendi mazharında kemalat Rahman sıfatlarından tecelli ettiğini, ve bu rahman sıfatlarındanda şeyhi olan Rabbi has olarak fiilleriyle tecelli ettiğini görecektir. Artık ne kendisi vardır, ne şeyhi vardır ne de Resulü vardır. Cenâb-ı Allah, Allahlığı ile gizlilikteki halinden, bilinmekliğini istediği için, bütün tafsilât-ı Muhammedi sıfatlarındaki aynaları yaratmış, bu Muhammed aynalarından kendini seyretmektedir. Muhammed aynalarının en kemâlâtlısı olan, şeyh diye ifade edilen Rablarden de bizleri, Hz. Muhammed'in hakîkat-i Muhammedi nurlarıyla irşâd ve terbiye etmiştir.

Cenâb-ı Allah, Allahlığı ile gizlilikteki halinden bilinmekliğini istediği için, kendisini Muhammed aynaları olan sıfatlardan tecellîsi ile göstermiştir. Bu kemâlât sıfatları olan, şeyh ve evliya diye bildiğimiz kemâlât mazharlarından da Rabliği ile bizleri, nûr - i Muhammediyyesiyle terbiye ve irşâd etmektedir. Bizler de, Cenâb-ı Allah’ın bu kemâlât mazharlarından açığa çıkmasının fiil ve eserlerinin şuhûd ve müşâhedesini zevk etmiş oluruz. Aslında Cenâb-ı Hakk’ın mülkünde, O’ndan başka hiçbir varlık yoktur. Yalnız tecellî ettiği mertebe yerlerinde esmâ almak sûretiyle, açığa çıkmasından ibarettir.

Ulûhiyette Allah iken, Rubûbîyyeti olan kulluğuna tecellî ederek, Muhammed aynasından Resûllüğünü ilânetmiştir. Resûlullah efendimize Allah’ın kulu ve Resûlüdür diyoruz. O, beşeriyet yönü ile kuldur, fânidir. Bu gün var, yarın yoktur. Ama sîret yönü ile bâkidir, Resûlullah'tır.

İşte bu irşâd ve terbiye tahsilinde Âdemiyetini bulanlar, evvelâ şeyhte, sonra Resûlullah'ta fenâ olmayı ihtiyârî olarak hak kazanırlar. Resûlullah’ta fenâ olup Hakk’ta bâki olanlar da ihtiyârî olarak bu zevke sahip olurlar. Allah’ta bâki olmak, hâşâ Allah olmak değildir. Allah Allahlığını hiçbir kimseye vermez. Zaten mülkünde O’ndan başkası da yoktur. Onun için, Cenâb-ı Hakk’ın kemâlât mazharları olan, peygamberlerinden, evliyalarından, Mürşîd-i Kâmil diye bildiğimiz Rabbü’l-Âlemîn mazharlarından irşâd ve terbiyeyi bizzat yapan Cenâb-ı Hakk’ın kendisidir. Cenâb-ı Allah, vücûd birliğindeki tecellîlerinin, bütün varlıklardaki isti’dâd ve kabiliyetlerine göre tecellî ettiğini, hiçbir zaman bu tecellî mazharlarına nisbet etmemek bizlerdeki huzur ve mutluluğu meydana getirecektir.

Allah cümle kardeşlerime bu idrâk ve müşâhedeyi nasîb etsin. Cehâlet ve nisbîyet hicâblarını yırtarak, dünya ve ukbâda bütün tafsilât-ı Muhammediyye’den tecellî eden Cenâb-ı Hakk’ın Cemalini seyrettirsin. Âmin.

FİL SÛRESİ VE AÇIKLAMASI


Peygamber efendimizin doğumundan tam 52 gün evvel, Yemen kralı Ebrehe'nin fil ordularıyla Kâbe'yi yıkmak için, Mekke şehrine gelmesini ve Cenâb-ı Hakk’ın da, ebabil kuşlarıyla onun ordusunu helâk edip, Kâbe’yi yıkılmaktan kurtardığının bir kıssasıdır. Yemen kralı Ebrehe, hacıların hac mevsiminde Kâbe’ye hacca gittiklerini görünce, Habeş kralı Neceşi’ye bir mektup yazarak “Burada senin için altın ve gümüşlerle süslü bir kilise yaptırdım. Ziyâretinizi buraya yapınız.” diye bildirdi. Habeş kralı buna itibar etmeyince, Mekke'deki Kâbe’yi yıkmağa yemin etti. Fillerden oluşan ordularıyla birlikte Mekke'ye girdiler. Otlaklardaki bütün develeri askerleri rehine aldı. Bu develerin içinde peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib’in de develeri vardı. Rehine alınan develerin sahipleri, sözcü olarak Abdülmuttalib'i Ebrehe’ye gönderdiler. Ebrehe onu karşıdan geldiğini görünce anlaşma yapmak için geldiğini zannederek, onu karşıladı ve saygı gösterdi. Fakat peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib Ebrehe’ye anlaşmak için gelmediğini, Kâbe’nin koruyucusunun Allah olduğunu, kendisinin, develerin sahibi olarak develerini istemeye geldiğini söyledi. Ebrehe buna çok sinirlenerek develerini verdi. Fakat Kâbe'yi de yıkmağa karar verdiğini belirtti. Bir zaman sonra kırlangıç benzeri kuşlar ayaklarına ve bir de gagalarında birer nohut büyüklüğünde olmak üzere, üç taşla Ebrehe ordusuna musallat oldu. Ebrehe'nin bütün ordusu helâk oldu. Kuşların attığı taş her kime değdiyse, başından girip ayaklarından çıkmak sûretiyle onları yakarak öldürüyordu. Bu vak’adan sonra, Ebrehe ordusu Allah’ın gazâbına uğradı diye, Arapların, Harem-i Şerif olan Kâbe'ye daha fazla sevgi ve saygıları artmış oldu. Ebrehe'nin de Yemen'de yaptırmış olduğu kilise harâb oldu. Ona kimse itibar etmedi. İşte, zâhirde Peygamber Efendimizin doğumundan 52 gün evvel olan bu olaydan ibret alıp, ona göre Hakk ve hakîkat yolunda, yardımcımızın Cenâb-ı Hakk olduğu bildiriliyor.

Bu sûreden yeterli istifade etmemiz için gönül âlemine girmemiz lâzımdır. Yoksa yeterince istifade edemeyiz. Ebrehe ordusu, nefs-i emmârenin ta kendisidir. İşte nefis Ebrehesi, kalp Kâbe'sini tahrip ve istilâ etmek için, kendisine nisbet ettiği vücûd kilisesine rûhânî kuvvelerimiz olan hacıları çevirmek istiyor. Fakat akıl gibi rûhânî etkenler, yani kâmilin verdiği irfâniyetle vücûd kilisesini, yani varlığını yaktı. Bunun üzerine Ebrehe nefis, gazâb ve şehvet gibi zulmânî askerlerle, vehim şeytanı fillerle Kâbe’ye doğru yürüdü. Fakat İnsan-ı Kâmilin verdiği Tevhîd taşları olan üç taşla hepsi helâk oldu.

Kuş gök ehlidir. Onun için ef’âl, sıfat, taşlarını kuşun ayaklarında, Zât taşını da gagasında taşıyan bu kuşlar, fil kadar varlık içinde olanların varlıklarını yok etti. Cenâb-ı Allah, Resûlullah efendimizin bu vak’ayı zâhiren görmediği halde, Kur’ân-ı Kerîm’de bahsetmesi, “bilmek görmektir.” diyerek her an olup durmakta olduğunu bildiriyor. Günümüzde nefis sahipleri Ebrehe gibidirler. Her türlü yaşam ve icraatlarında gönül Kâbelerini yıkmağa çalıştıkları gibi, arkadaşlarının ve tanıdıklarının da gönül Kâbelerini yıkmak için çalışma içerisindedirler. Bunların şerlerinden kurtulmak, ancak İnsan-ı Kâmile gelip, ebabil kuşları gibi bu üç taşı alıp kullanmakla mümkün olacaktır. Nisbîyet kilisesini yıkmadan, rûhânî kuvvelerimizin icraat yapması mümkün değildir. Dikkat edilirse bu sûre beş âyetten ibarettir. Çünkü Tevhîd mertebelerinde şeriat-ı sâni diye bildiğimiz fark mertebesi, kişinin dar'ül harbden çıkması ile mümkündür. Bütün sıfatlarımızdan rûhânî kuvvelerimizin tahakkukuyla ancak o zaman selamete çıkıldığı ile bilinmektedir. Beş âyetten gâye de, Tevhîddeki beş manevî vücûda sahip olmakla hakikî kurtuluşun olacağı anlaşılmaktadır. Cenâb-ı Allah, hafî, rûh, nefs, kalp, sır olan manevî vücûdu bütün kardeşlerime ihsân etsin. Âmin.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin