Di'l-mürselîn'İ (Kahire 1322) bunlara misal olarak zikredilebilir



Yüklə 1,15 Mb.
səhifə8/25
tarix08.01.2019
ölçüsü1,15 Mb.
#91960
növüYazı
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   25

Hâfız-ı Acem, ilmî yönünden başka çok süratli yazı yazan bir hattat olarak da

şöhret yapmıştır. Daha İran'da iken Yâ-küt tarzında sülüs ve nesihi elde etmiş, Osmanlı ülkesine gelince de hayatının son yıllarını yaşamakta olan Şeyh Ham­dullah'a yetişerek onun yanında sanatını daha da ilerletmiştir. Kendi el yazısı ile olan eserlerinden ve yaptığı istinsahlar­dan zamanımıza gelebilmiş örneklerde Yâkût ve Şeyh Hamdullah üslûbu kolayca belli olur.

Eserleri. 1. Hâşiyetü Şerhİ'l-Vikâye li-Şadri'ş-şerica. Sadrüşşerîa es-Sânî la­kabı ile tanınan Hanefî fıkıh âlimi Ubey-dullah b. Mes'ûd el-Mahbûbî"nin, Tâcüş-şerîa lakabı İle mâruf dedesi Mahmud b. Ahmed el-Mahbûbî'nin kendisi için yaz­dığı Vi/fâyerü'r-rivöye fî me$âWl-Hi-dâye adındaki fıkha dair kitabına Şer-hu'î-Vikâye adlı, aynı zamanda kendi adına izafeten de Şadrü 'ş-şerîh diye ta­nınan eseri üzerindeki bu haşiyesi, Hâfız-ı Acem'in fıkıh sahasındaki derin bilgisini ortaya koyan ilk teliflerindendir [Keşfü'z-zunün, II, 2023; Flügel, Kasfal-Zunün Lexİ-con Bibliographicum et encyclopaedicum, VI. 462-463). 2. Haşiye hlâ Şerhi'1-Miş-bâtı. Sirâceddin Ebû Ya'küb es-SekkâkT-nin Miîtâhu'l-'uîûm adlı eserinin bela­gat ilmine dair üçüncü kısmına Seyyid Şerîf el-Cürcânî'nin el-Mişbâh adıyla yap­tığı şerhe haşiyedir. Taşköprizâde, onun bu çetin işi beş ay gibi kısa bir zaman için­de tamamlayarak eserini ortaya koydu­ğunu özellikle belirtir (Keşfü'z-zunûn, II, 1763, 1766; Flügel, VI, 21-22). Cürcânî"-den, kendi el yazısı güzel bir ta'likie 918 Rebîülevveli başlarında (Mayıs 1512 orta­ları) istinsah ettiği metnin kenarına ta'li-kat olarak İşlediği müsvedde mahiyetin­deki nüshası Köprülü Kütüphanesi'nde-dir (Köprülüzâde Mehmed Paşa, nr. 1439; ayrıca bk. Köprülü Kütüphanesi Yazmalar Katalogu, II, 140). 3. Haşiye ülâ Şerhi Miftâhi'l-hılûm. Doğrudan doğruya Sek-kâkfnin Miftâhu'l-'ulûm'unun üçüncü kısmının metni üzerinde Hâfız-ı Acem'in çeşitli açıklamalar yaptığı bir telifidir. Yi­ne Taşköprizâde'nin belirttiğine göre bu eseri de on beş gün gibi çok kısa bir za­manda meydana getirmiştir, laşköpri-zâde, Cürcânî'nin şerhine yaptığı haşiye­den farkını belirtmek için bunu "Sekkâ-kî'nin metnine haşiye" diye kaydeder. Müellifin Vezîriâzam Koca Mustafa Paşa adına kaleme aldığı kitabın bir nüshası onun diğer bazı eserleriyle birlikte Beya­zıt Devlet Kütüphanesi'ndedir (Veliyyüd-din Efendi, nr. 3264, vr. lb-61b). 4. Haşiye hlâ Şerhi'l-Mevâkıf. Hâfız-ı Acem, Sey­yid Şerîf el-Cürcânî"nin kelâm ilminin en

seçkin eserlerinden biri olan Şerhu'1-Me-vâkif inin anlaşılması güç bazı kısımları­na yaptığı bu haşiyeyi Sultan II. Bayezid adına kaleme almıştır. Bursalı Mehmed Tâhir {Osmanlı Müellifleri, I, 275) eseri Ferhad Paşa adına yazılmış gösterir {Keş-fü'z-zunûn, 11, 1892; Flügel, VI, 238). Ta'lik yazı ile kendi elinden çıkma bir nüshası Üsküdar Hacı Selim Ağa Kütüphanesi'n-de olup (Hacı Selim Ağa, nr. 607) TaTıka hlâ baczı mevâziH'l-Mevâkü ii'l-ke-îâm başlığını taşıyan bir nüshası da Be­yazıt Devlet Kütüphanesi'ndedir (Veliy-yüddin Efendi, nr. 3264. vr. 62b-93b; ayrıca bk. HediyyetûV'arifin, 11, 243). 5. Risale iî taşvîri'l-heyûiâ. Kelâm ilminin ba­hisleri İçine de giren "maddenin cevheri" (mattere premiöre), yani varlıkların ilk mad­desi konusunu "mertebe" adını verdiği üç kademe içinde metodik bir şekilde iş­leyen felsefî bir eserdir. Birinci mertebe­de heyûlâ kavramı ve bununla ilgili delil­lerin ispatı ele alınmakta, ikincisinde mü-tekaddimîn ile müteahhirînin ortaya koy­dukları görüşler ve bunların münakaşa­sına geçilmekte, son mertebede ise Hâ­fız-ı Acem konu üzerinde kendi düşün­ce ve görüşlerini açıklamaktadır. Müelli­fin ilmî liyakatini ispat eden bu eseri onu büyük âlimler safına geçirmiş, müderris­likte payesinin birinci derecedeki med­reselere yükseliş yolunu açmıştır. Ese­rin kendi el yazısı ile ve oğlu Ebül'ûlâ'-nın istishâb kaydını taşıyan nüshası Sü-leymaniye Kütüphanesi'ndedir (Lâleli, nr. 2513) {Keşfü'z-zunûn, I, 901; Flügel, III. 4158). 6. Mutıâkemâtü't-Tecnd. Nasî-rüddîn-i Tûsînin, yaygın ismi Tecridü'l-hkâ'id olan Tecrîdü'l-keîâm adlı ese-

rine haşiyedir. Taşköprizâde'nin el-Mu-hâkemâtü't-Tecrîdiyye, Mecdî'nin Mu-hâkemâtün Tecrîdiyye şeklinde kay­dettiği eserin adını Bağdatlı İsmail Paşa Muhâkemâtü'l-ferîd fî Hâşiyeti't-Tec-rîd olarak verir. Burada Hâfız-ı Acem, Tûsfnin eserine red ve itirazda bulun­muş olan şerh ve haşiye üstadı konumun­daki meşhur birçok müellife karşı, arada en küçük noktayı kaçırmamacasına red ve itirazlarını belirterek kelâm ilminin çeşitli konularını ele alır {Keşfü'z-zunûn, 1,351; FlOgel, II, 203; V, 416; Mecdî. s. 450). 7. Medînetü'1-Hlm. Sekiz bab üzerine tertip ettiği eserin her bir babını, fıkhın temel kitaplarından el-Hidâye sahibi Burhâneddin el-Merginânî, tefsirden ei-Keşşöf müellifi Zemahşerî, Beyzâvî, Tef-tâzânî ve Seyyid Şerîf el-Cürcânî gibi se­kiz büyük otoriteden birine ayırarak on­lara olan itiraz ve tenkitlerini açıklar {Keş­fü'z-zunûn, II, 1645; Flügel, V, 478; Mecdî, s. 450). Âşık Çelebi eserin ismini Medâ-yinü'l'

ulûm'u tarzında bir ilimler ansiklopedi-sidir. Eserin mûsikiye ait bölümü, müzik tarihçisi Kiesevvetter'in İslâmî Doğu mû­sikisi için kullandığı kaynaklar arasında­dır (Die Musik der Amber, Leipzig 1842, s. 17; Keşfü'z-zunûn, II, 1304; Flügel, IV, 483). 11. es-Seb'atü's-seyyâre. İlm-i hey'et ve nücûma dairdir. Bursalı Meh-med Tâhir {Osmanlı Müellifleri, I, 245) eserin adını. Molla LutfTnin buna yakın bir ad taşıyan ve Hâfız-ı Acem'in Medî-ne/ü'i-ti7m'indeyeryer adı geçen (Beya­zıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr 3264, vr. 94b-96a) eseriyle karıştırdığından yan­lış olarak es-Seb\ı'ş-şidâd şeklinde gös­termiştir {Keşfü'z-zunûn, II, 976; Flügel, III, 577; Hediyyetü'l-'ârifın, II, 243). 12. Nuktatü'l-Vm {Keşfü'z-zunûn, II, 1975; Flügel, vı, 380). Flügel'in okuyuşu ile ese­rin ismi Noktatü'l-hlem'ûir. 13. Risale fî mes'eleti'l-ikrâr bi'd-deyn. Bu baş­lıktan başka zahriyesine Risale fi'1-uşûl adı da konulmuş olan bu küçük risalede borcun borçlu tarafından ikrarı mesele­si fıkıh ve usulü yönünden metodik bir şekilde işlenmektedir. Hâfız-ı Acem'in Veziriazam İbrahim Paşa'ya ithaf ettiği ve eş-Şekfâk ile Keşfü'z-zunûn da adı geçmeyen bu küçük risalenin Taşköpri-zâde Ahmed Kemâleddin eliyle istinsah edilen ve onun oğlu Taşköprizâde İbra­him'in vakıf mührünü taşıyan nüshası Be­yazıt Devlet Kütüphanesi'ndedir (Veliyyüd­din Efendi, nr. 950). 14. Dâ*iretü'l-Hindiy-yeti'l-vâkıh fî Şerhi'l-Vikâye. Hey'etle ilgili bir risaledir (Süleymaniye Ktp., Serez, nr. 3933, vr. 60b-663). Tarihe ve geçmişin büyük şahsiyetleri etrafındaki menkıbe­lere büyük vukufu. Arap. Fars ve Türk ede­biyatlarına ait şiirlerden hafızasında ze­ngin bir bilgi serveti olduğu kaydedilen Hâfız-ı Acem'in bu ilmî teliflerinin dışın­da eş-Şekâ'ik'te yer verilmemiş şu eser­leri vardır; bunlar ilkin Âşık Çelebi tara­fından belirtilmiş, Mecdî de Şekâik Ter-cümesfne bunların adlarını ondan nak­len ilâve etmiştir: 15. Nefsetü'l-masdûr. Âşık Çelebi'nin açıkladığına göre Hâfız-ı Acem'in başından geçen tuhaf bir gönül macerasını hikâye eden eserdir. Âşık Çe­lebi bunun, o zamana kadar aşk vadisin­de yazılmış eserler içinde benzeri nâdir görülebilecek bir özellikte olduğunu ifa­de etmektedir {Keşfü'z-zunûn, II, 1966; Flügel, VI, 365-366). 16. Zafernâme Ter­cümesi. Şerefeddin Ali Yezdî'nin Timur hakkında çok sanatlı bir üslûpla yazdığı Farsça eserinin Türkçe'ye tercümesidir. Âşık Çelebi'nin. adını Tevârîh-i Timur

HÂFIZ-l ACEM

diye gösterdiği tercümeyi Mecdî Timur-nâme olarak zikreder. Kâtib Çelebi onu hem Târîh-i Timur hem de Zafernâme adıyla kaydeder {Keşfü'z-zunûn, I, 289-290; II, 1120; Flügel. II. 122-123; IV, 176). 17. Menâkıb-ı Ali bin Ebî Tâlib. Âşık Çelebi, Hz. Ali'nin menkıbelerini bir ara­ya getirdiğinden bahsettiği eserin adını Hz. Ali'nin unvanlarından biri olan Ebû Türâb'a izafeten Şâhnâme-i Ebû Turâ-bî olarak verir. Eseri zikreden Kâtib Çe­lebi İse böyle bir ad kaydetmez {Keşfü'z-zunûn, II, 1844; Flügel. VI, 156). BİBLİYOGRAFYA :

Sehî, Tezkire, s. 45; Taşköprizâde. eş-ŞekâHk, s. 449-451 (Ömer Faruk Akün'ün özel kütüpha­nesindeki derkenar ilaveli yazma nüsha, vr. !68b-169b); Küçük Nişancı Mehmed Paşa. Târîh-i /Vi-şanct Mehmed Paşa, İstanbul 1279, s. 309; Âşık Çelebi. Meşâİrü'ş-şuarâ, vr. 64°", 96", 202"; Latîfî, Tezkire, s. 125; Mecdî. Şekâik Tercüme­si, s. 449-451; Beyânî. Tezkire, İÜ Ktp.. TY, nr. 2568, vr. 22b; Âlî. Künhü'İ-ahbâr, Süleymaniye Ktp., Fâtih. nr. 4225, vr. 332"; Kınalızâde. Tezki­re, i, 276-277; Kafrâde Fâizî, ZHbdetü'l-eş'âr, Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1877, vr. 23" (eserin nüshalarından bazısında Hâfız-ı Acem maddesi yoktur); Riyâzî, Tezkire, Muruosmaniye Ktp., nr. 3724, vr. 50ab; Abdüllatff b. Muharrv-med Riyâzîzâde. Esmâ'ü.'t-kütûbi'1-mütem-mim li-Keşfı'z-zunûn (nşr. Muhammed Altûn-cî). Kuveyt 1975, s. 280-281; Gazzî, el-Keuâ-kibü's-sâ'ire, II, 26-27; İbnü'l-İmâd. Şezerat, Beyrut 1993, X, 457-458 (XI./XVU. asırda telif edilen bu son üç Arapça eserde Hâfız-ı Acem'le ilgili bilgiler, Taşköprizâde'den ona herhangi bir şey ilâve etmeyen değişik ölçüde birer nakil ve özetten ibarettir); Müstakimzâde,ru/ıfe s. 381; a.mlf., Mecelletü'n-nisab, Süleymaniye Ktp., Hâtet Efendi Eki, nr. 628, vr. 179»; Mehmed Tev-fik. Ka/îte-i Şuarâ, İstanbul 1291, s. 115; Kâmû-sü'i-â'lâm (1308), III, 1914; Faik Reşad, Eslâf, İstanbul 1311, 1,69-72; Sicili-i Osmânİ(\3\\\,

II, 97; Osmanlı Müellifleri [ 1333), I, 275; Hüse­yin Hüsâmeddin, Amasya Tarihi, İstanbul 1927,

III, 246; HediyyetûVâripn, II, 243; Ziriklî, et-Aılâm{\955, 2. bs.),VI, 232; Dihhudâ.Luğatna-me, XI, 130; Kehhâle. Mu'cemü'i-mü'elUrın, VIII, 272; el-Kâmûsü'l-lstâmî, II, 17 (bu son üç eserdeki Hâfız-ı Acem maddesi Taşköprizâde'nin kısa bir özetinden ibarettir); Baltacı, Osmanlı Medreseleri, s. 159, 181, 328, 392, 477; Meh­med Çavuşoğlu, "Kanunî Devrinin Sonuna Kadar Anadolu'da Nevâyî Tesiri Üzerine Not­lar", Atsız Armağanı, İstanbul 1976, s. 81-82; Turgut Karacan, "Hâfız-ı Acem". TDEA, 1981,

IV, 17 fbu madde, çok yetersiz oluşu bir yana. ] 55]'de ölen Hâfız-ı Acem'in, 1566'da tahta çı­kan II. Selim devrinin şairi olarakgösterilmesi ve Merzifon'da onunla görüştürülmesi, eserlerinin bütünü ile tavsifi yolunda Âşık Çelebi'nin, "mâ lem-yekün âmiyyen şarkiyyen velâ vahşiy-yen gariben." ibaresini, son kelimenin "garbiy-yen" diye yanlış okunarak "her İlimden bahse­den ilgi çekici bir eserinin adı" olarakgösteril­mesi gibi fahiş hatalarla yüklüdür).

ffil Ömer Faruk Akün

83

HAFIZ AHMED PASA



F HAFIZ AHMED PAŞA

(ö. 1041/1632)

Osmanlı sadrazamı.

L J


Muhtemelen 971 (1564) yılında doğ­du. Filibeli bir müezzinin oğludur. Baba­sının mesleğine izafetle Müezzinzâde di­ye de anılır. Küçük yaşlarda hıfzını tamam­ladı. On beş yaşında iken İstanbul'a gitti ve I. Ahmed zamanında sesinin güzelliği farkedilerek Enderun'a alındı. Şair tabia­tı sayesinde kısa sürede burada padişah musahipliğine kadar yükseldi. 22 Şevval 1016'da (9 Şubat 1608) doğancıbaşılıktan kaptan-ı deryalığa getirildi. 1017de (1608-1609) İskenderiye'den Mısır irsaliyesini getirirken bir kısım gemileri Venedikli-İer'in eline geçti. Mısır dönüşü Tersâne-i Âmire'de donanma İşleriyle uğraştı; an­cak Şubat 1609'da görevden alındı, yeri­ne Kayserili Halil Paşa getirildi. Aynı yılın nisanında Şam beylerbeyiliğine tayin edil­di. Şam'a giderken önce Akşehir'deki, ar­dından da Külek Kalesi'ndeki eşkıyayı da­ğıttı ve 14 Temmuz 1609'da Şam'a girdi. Bu görevi esnasında Havran civarındaki eşkıyayı sindirdi. 1610yılında İran seferi­ne çıkan Vezîriâzam Kuyucu Murad Pa-şa'nın yanında yer aldı ve ordu ile birlikte Tebriz'e kadar gitti. Fakat kış mevsimi­nin yaklaşması üzerine tekrar Şam'a dön­dü. Daha sonra aldığı takviye kuvvetlerle Ma'noğlu Fahreddin üzerine yürüdüyse de Deyrülkamer'i ele geçiremedi; ancak Dür-zî topluluklarının önemli bir kısmını itaat altına almayı başardı. 1618'de Erzurum beylerbeyiliğine getirilmesi Dürzîler'e kar­şı giriştiği harekâtın yarım kalmasına se­bep oldu.

İL Osman zamanında vezirlikle Diyar-bekir beylerbeyiliğine tayin edilen Hafız Ahmed Paşa 1622 yılı içinde padişah ta­rafından İstanbul'a çağrıldı. Maltepe'ye geldiğinde İstanbul'da II. Osman'a karşı büyük bir ayaklanma başlamıştı. Olayın faillerinden Sadrazam Kara Dâvud Paşa1-nın kendisini İstanbul'a sokmaması üze­rine Diyarbekir'e dönen Hafız Ahmed Pa-şa'nın, 11. Osman'ın intikamını almak için Erzurum Valisi Abaza Paşa ile gizlice ha­berleştiği, yakın adamlarından olup o sı­rada Diyarbekir defterdarlığında bulunan tarihçi Peçuylu İbrahim'den öğrenilmek­te, ancak Abaza Paşa'nın hedefini doğ­rudan Osmanlı hükümetine yöneltmesi üzerine onu yalnız bıraktığı anlaşılmak­tadır (Târih. II, 391 vd.).

Bekir Subaşı, Bağdat beylerbeyiliği ken­disine verilmediği için, hükümet tarafın-

84

dan Bağdat beylerbeyi olarak tayin edi­len Süleyman Paşa'yı şehre sokmayınca Hafız Ahmed Paşa Bağdat üzerine gön­derildi. Çeşitli eyaletlerin askerlerinden oluşan orduya serdar olan Ahmed Paşa, Süleyman Paşa'yı Bağdat'a vali yapabil­mek amacıyla bu şehre yürümenin uy­gun olmayacağını belirtip Bağdat'ın ge­çici olarak Bekir Subaşı'ya verilmesini hükümete arzettiyse de bunun kabul edilmemesi ve ikinci bir fermanın gelme­si üzerine Musul'a doğru yola çıktı. 1622 yazını emrine verilen kuvvetlerin bura­da toplanmasını sağlamak için Musul'­da geçirdi. Bu arada mevcut kuvvetinin yeterli olmadığını ileri sürerek bu sefer­den vazgeçilmesi yolunda bir teşebbüste daha bulundu. Kapı Kethüdası Cafer Ağa'-nın gönderdiği mektuplardan, hakkında Bekir Subaşı'dan rüşvet aldığı için Bağ­dat üzerine yürümediği şeklinde dediko­dular dolaştığını öğrenince Bağdat'a yü­rüyüşünü sürdürdü; fakat gönderdiği ön­cü kuvvetler. Bekir Subaşı'nın yolladığı Os­man Kethüda kuvvetleri karşısında ba­şarılı olamadı. Hafız Ahmed Paşa bunun üzerine hızla yetişip savaşa müdahale ederek karşı tarafa büyük zayiat verdir­di. Bu başarısından sonra Bağdat'ı Kuş­lar Kalesi tarafından muhasara etmek için Dicle'yi geçip İmammûsâ mevkiinde yer aldı. Bekir Subaşı ise şehrin abluka altına alındığını görünce bir yandan İran Safevî Hükümdarı Şah Abbas'tan yardım ister­ken öte yandan da Hafız Ahmed Paşa'ya başvurarak Bağdat valiliğinin kendisine ve­rilmesi ricasını tekrarladı. Bunun üzerine Ahmed Paşa, Şah Abbas tarafından gön­derilen Hemedan Valisi Safî Kulı Han'ın Bağdat'a yaklaştığını haber alınca şehrin

İranlılar'ın eline geçmesine engel olmak için Bekir Subaşı'nın tayin emrini yazdı ve kendisinden her türlü tehlikeye karşı Bağ­dat'ı korumasını istedi. Bekir Subaşı'nın cevabî teşekkür mektubunu aldıktan son­ra şehrin gereği gibi savunulacağına ka­naat getirerek Musul'a hareket etti. Da­ha sonra Bekir Subaşı'nın Bağdat'ı İran kuvvetlerine karşı iyi bir şekilde müdafaa ettiğini öğrendi ve Musul'dan ona erzak göndermekle kalmayıp Musul Beylerbe­yi Kör Hüseyin Paşa'yı Bağdat'a yardım için yolladı. Fakat Hüseyin Paşa Karçıgay Han'ın tuzağına düşerek hayatını kaybet­ti. Onun öldürüldüğünü öğrenen Hafız Ah­med Paşa, Bekir Subaşı'nın ısrarlı yardım taleplerini karşılamak için yeterli kuvvete sahip olmadığından iki ay Mardin'de kala­rak Sadrazam Kemankeş Ali Paşa'dan ge­lecek cevabı bekledi. Ancak İstanbul'dan herhangi bir cevap gelmediği gibi Bekir Subaşı'nın oğlu Derviş Mehmed'in ihaneti yüzünden Bağdat'ın İranlılar'ın eline düş­tüğü haberini aldı. Ayrıca Bağdat'ın düş­mesinden sonra serbest kalan İran kuv­vetleri karşısında Hafız Ahmed Paşa za­yıf duruma düştü; Kerkük ve Musul şa­hın kumandanlarından Kasım Han tara­fından zaptedildi. Ahmed Paşa bunun üze­rine Diyarbekir'i tahkim etmek için Dağ-kapısı ile Rumkapısı arasındaki hisarı üç ay içinde tamamlattı. Kış ayları esnasın­da sadrazamdan aldığı emri yerine geti­rerek kumandanlarından Küçük Ahmed Ağa vasıtasıyla Musul'u Kasım Han'dan geri almayı başardı.

Abaza Paşa üzerine yaptığı başarılı ha­rekâttan sonra Tokat'ta dinlenmeye çe­kilen yeni Sadrazam Çerkez Mehmed Pa­şa 28 Ocak 1625'te ansızın vefat edince Hafız Ahmed Paşa sadrazamlığa getiril­di. Bu tayinde yeniçeri ağası Hüsrev Ağa ile Defterdar Baki Paşa'nın büyük rolleri olmuştu. Ardından Bağdat seraskerliğiy-le görevlendirilen Hafız Ahmed Paşa ka­rargâhını Çermik sahrasına kurdu. Bura­da bir yandan kuvvetlerinin toplanması­nı beklerken bir yandan da erzak tedari-kiyle meşgul oluyordu. Bu sırada Gürcü hâkimi Magrav'dan gelen bir mektupta kendisinin Gürcistan'a gelmesi halinde Karabağ, Gence ve Şirvan'ın itaat edece­ği bildiriliyordu. Ancak Ahmed Paşa. Bağ­dat seferiyle görevlendirildiğini göz önün­de tutarak Gürcistan'a Batum Beylerbe­yi Ömer Paşa kumandasında bir miktar yeniçeri göndermekle yetindi.

Hafız Ahmed Paşa, bir süre Çermik sah­rasında kaldıktan sonra eylül başlarında oradan hareketle önce Musul'a, ardın-

dan Kerkük'e vardı (1625). Burada yapı­lan istişarede topların azlığını hesaba ka­tarak önce Derne ve Derteng boğazlarını tutup daha sonra Bağdat üzerine gitme­yi teklif ettiyse de bu fikri kabul görme­di. Bunun üzerine 13 Kasım 162S"te Bağ­dat'ı kuşattı. Hafız Ahmed Paşa askeri ce­saretlendirmek için bizzat siperlere giri­yor ve atılan lağımları denetliyordu. Ku­şatmanın yetmiş ikinci günü patlatılan bir lağımın açtığı gedikten askerler Bağ­dat'a girdilerse de müdafıler tarafından kısa sürede püskürtüldüler. Öte yandan Şah Abbas'ın kuvvetleri Şat Suyu'ndan Osmanlı ordusuna getirilmekte olan er­zakın yolunu kesince Osmanlı birlikleri çok zor duruma düştü. Kuşatma yine de de­vam etti; ancak şahın ordusunun 7 Hazi-ran'da yaptığı hücumda Osmanlı kuvvet­leri büyük kayıplara uğradı. Buna rağmen Hafız Ahmed Paşa muhasarayı kaldırma­dı. Hatta bazı tâvizlerle Bağdat'ı ele ge­çirmek üzere iken askerleri yiyecekleri kal­madığını bahane ederek onu kuşatmayı kaldırmaya mecbur ettiler. Sonucun böyle olmasında Hafız Ahmed Paşa'nın, maiye­tindeki kimselerin fikirlerine gereğinden fazla önem vermesinin ve sıcaklar yüzün­den askerlerin büyük bir kısmının hum­maya yakalanmasının da etkisi olmuştur.

Hafız Ahmed Paşa, Bağdat'tan ayrıl­dıktan sonra Şah Abbas'ın hücumunu ba­şarıyla püskürtüp önce Musul'a, oradan da Diyarbekir'e gitti ve kışı Halep'te ge­çirdi. O sırada IV. Murad'dan gelen bir hatt-ı hümâyunda, gayretlerinin takdir edildiği belirtildikten sonra kendisinden gelecek yıl Bağdat üzerine yapılacak se­fer için hazırlıklara başlaması isteniyor­du. Fakat birkaç ay sonra 12 Rebîülevveİ 1036'da (1 Aralık 1626) görevinden alın­dı. Bunun üzerine İstanbul'a gelen Ah­med Paşa padişahın kız kardeşi Ayşe Sul-

tan'la evlendi. Rütbesi önce ikinci vezir­liğe, ardından üçüncü vezirliğe düşürül-düyse de 29 Rebîülevveİ 1041 (25 Ekim 1631) tarihinde Hüsrev Paşa'nın yerine ikinci defa sadrazamlığa getirildi. Ancak bu defaki sadâreti çok kısa sürdü. Zira sadâret kaymakamı Topal Recep Paşa, askerin Hüsrev Paşa'ya olan sevgisini is­tismar ederek yeniçerilerin Atmeydanf n-da toplanmasını ve Hafız Ahmed Paşa'­nın kendilerine teslim edilmesini isteme­lerini sağlamıştı. Ahmed Paşa bunun üze­rine padişahın huzuruna çıkmak istemiş fakat zorbaların hücumuna uğrayarak ya­ralanmıştı. Yaralı olarak huzura çıkıp sa­dâret mührünü IV. Murad'a teslim eden Hafız Ahmed Paşa padişahtan izin alarak Üsküdar'a geçmek istedi ve Yalı Köşkü'n-de bir kayığa bindi. Fakat eski sadraza­mının hayatının tehlikede olduğunu an­layan IV. Murad onu geri çağırttı. Bir sü­re Bâbüssaâde'de padişahla konuşan Ha­fız Ahmed Paşa askerin yatışmayacağı, hatta sonunda işin IV. Murad'ın tahttan indirilmesine kadar gidebileceği endişe­siyle askerin ortasına atıldı ve dövüşe dö­vüşe öldü (!9Receb 1041/10 Şubat 1632); vasiyeti üzerine Üsküdar'da Karacaahmet Mezarlığı'na defnedildi.

İlk sadrazamlığı on bir ay, ikincisi üç buçuk ay kadar süren Hafız Ahmed Pa­şa, hazırcevap, cesur ve fedakâr bir kişi­liğe sahipti. Ancak onun devlet idaresin­de yeteri kadar dirayetli olmadığı anlaşıl­maktadır. Aynı zamanda iyi bir münşî ve hanende olan Ahmed Paşa Hafız mahla-sıyla şiirler yazmıştır. Şiirlerinin toplan­dığı divanın bir nüshası Millet Kütüpha-nesi'ndedir (Manzum, nr. 799). Hafız Ah­med Paşa'nın özellikle Bağdat Seferi es­nasında yazdığı "Şikâyetnâme"sî ünlü­dür. Şam beylerbeyi ligi sırasında, aruz il­minde ikinci bir Halîl b. Ahmed kabul

HAFIZ AHMED PASA CAMİİ ve KÜLLİYESİ

edilen Zeynüddin'i imtihan ettikten son­ra Şam Medresesi'ne tayini kendisinin bu ilimdeki bilgisinin en büyük delilidir.

BİBLİYOGRAFYA :

BA, MD, nr. 78, s. 247. 527, 836; nr. 79, s. 402; Topçular Kâtibi Abdülkadir Efendi, Târih, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2151, vr. 149", 157", 173b, 236", 239"; Peçuytu İbrahim, Târih, 11, 39İ vd., 419 vd.; Feridun Bey, Münşeat, [], 173 vd.; Mustafa Safî. Zübdetü't-teuânh, Be­yazıt Deviet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 2429, vr. 96ab; Azmîzâde Mustafa Hâletî, Münşeat, İÜ Ktp., TY, nr. 1916, vr. 17', 24", 63*; İskender BeyMünşî, Târih, 111, 701 vd., 727 vd.;Atâî, Zeyl-i Şekâik, s. 768, 769; Nefî, Divan, Bulak 1252, s. 92-100; Hasanbeyzâde Ahmed, Târih, Süley­maniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2136, tür. yer.; Riyâzî, Riyâzü'ş-şuarâ, İÜ Ktp., TY, nr. 761, vr. 44"; Muhibbî. Huiâşatü'l-eşer, I, 380-385; Kâ-tib Çelebi. Fezleke, s. 40-42, 68 vd.; a.mlf., Tuhfetü't-kibâr, s. 101; Solakzâde, Târih, s. 740 vd.; San Abdullah Efendi. Düstürü't-inşâ, İÜ Ktp, TY, nr. 3110, vr. 274°-277b; Karaçelebi-zade Abdülaziz Efendi, Rauzatü'l-ebrâr, Bulak 1248, s. 512, 527-530, 549-550, 558, 561-565; Rycaut, The History of Turkish Empire, London 1680, s. 9 vd., 33; Evliya Çelebi. Seya­hatname, IV, 352, 361, 400 vd.; Naîmâ. Târih, II, 23, 120 vd., 271 vd., 392-394; III, 83 vd.; Nazmîzâde Murtaza Efendi, Gülşen-i Hutefâ, İs­tanbul 1143, vr. 70b-71b; Hadîkatü'l-uüzerâ, s. 73 vd.; Belîğ, Tezkire, İÜ Ktp., TY, nr. 1182, vr. 15b; Şeyhî. Vekâyiu'l-fuzalâ, s. 67, 72, 112; Şehrîzâde Mehmed Saîd. Zübdetü't-ahbâr, İÜ Ktp., TY, nr. 2548, vr. 306b; Râmizpaşazâde Mehmed İzzet, Harîta-i Kapudânân-ı Derya, İstanbul 1261, s. 39-40; Hammer (Atâ Bey). VIII, 50, 213; IX, 138-140; Hayrullah Efendi, Târih, İstanbul 1289, XVII, tür. yer; Flügel, Handschrif-ten, I, 60; Hidâyet. Raozatü'ş-şafâ, IV, tür.yer.; Atâ Bey, Târih, II, 56 vd.; C. Huart, Histoire de Baghdad dans les temps modernes, Paris 1901, s. 52 vd.; Sİcilt-i Osman'ı, M, 98; H. Lammens, La Syrie, Beyrut 1921, II, 76 vd.; Danişmend. Kronoloji, III, 351, 352, 504, 505; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, lll/l, s. 153 vd.; III/2, s. 380-382, 384; N. Barozzi - G. Berchet, "Le Relazio-ni degli statî Europei lette al Senato dağlı am-basciatori Veneziani nel secolo decimosetti-mo, ser. 5", Turchta, Venica 1866-72, I, 146; II, 36-39; Orhan R Köprülü, "Hafız Ahmed Pa­şa", İA, V/l, s. 71-77; V. J. Parry. "Hâfiz Ah­med Pasha", B2 (Ing.). III, 58-59.

afel Orhan F. Köprülü

r „ -ı

HAFIZ AHMED PAŞA CAMİİ ve KÜLÜYESİ



İstanbul'da

XVI. yüzyıl sonunda yapılmış L_ külliye. .

Fatih'te, semte adını veren caminin batısında eski Karaman mahallesinde bu­lunmaktadır. Cami, medrese, dârülkur-râ, sebil, çeşme ve türbeden ibaret oian külliye, 1930'dan sonra belediyenin yap­tığı düzenlemede Şeyh Resmî mahallesi­ne dahil edilen Hâfızpaşa. Başhoca, Baş-


Yüklə 1,15 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   25




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin