I d I n I a V a V x h o n I n < I j V a h I x V l a I o I l n V v h fi X l Q



Yüklə 7,77 Mb.
səhifə123/139
tarix27.12.2018
ölçüsü7,77 Mb.
#87837
1   ...   119   120   121   122   123   124   125   126   ...   139

Bibi. B. Acar, "Halı Hazinelerimiz", ligi, S. 14 (1972), s. 10-14; B. Balpmar, Kilim ve Düz Dokuma Yaygılar Müzesi Katalogu, 1982; T. Pelit, "Türk Halı ve Kilim Sanatım Dünyaya Tanıtan Müzelerimiz", Vakıflar, ist., 1984, s. 54-58.

ERDEM YÜCEL



HALICI HASAN MESCİDİ

bak. KALIÇECİ HASAN MESCİDİ



HALICILAR MEDRESESİ

bak. SULTAN SELİM MEDRESESİ ,



HAIICIOĞLU CAMÜ

bak. MÎHRİŞAH VALİDE SULTAN CAMİÎ



HAIİC-İ DERSAADET ŞİRKET-İ HAYRİYESİ

Haliç'te yolcu taşımak amacıyla kurulan vapur şirketi.



Haliç'te, buharlı vapurlar çalışmaya başlamadan önce yolcu ve yükler hep kürek-li ya da yelkenli deniz araçlarıyla taşınıyordu. Haliç'te ilk buharlı yolcu vapuru-

Haliç Vapurları

Adı

Yapım Yılı

Yapım Yeri

Grostonu




1 no.

1910

Hollanda

146

1915'te Mudanya önlerinde batınldı.

2 no.

1910

Hollanda

146

1917'de Karadeniz'de batınldı.

3 no.

1910

Hollanda

141

1915'te torpillendîyse de onarıldı.

4 no.

1910

Hollanda

141

1967'ye kadar çalıştı. Sonra satıldı.

5 no.

1910

Hollanda

146

1915'te Karadeniz'de kayboldu.

6 no.

1910

Hollanda

138

1966'ya kadar çalıştı. Sonra satıldı.

7 no.

1910

Hollanda

138

1966'ya kadar çalıştı. Sonra satıldı.

8 no.

1910

Hollanda

138

1966'ya kadar çalıştı. Sonra satıldı.

9 no

1910

Hollanda

138

1973'e kadar çalıştı. Sonra satıldı.

10 no.

1911

Hollanda

138

1967'ye kadar çalıştı. Sonra satıldı.

11 no.

1911

Hollanda

82

1945'te tadil edildi.

12 no.

1910

Hollanda

82

Bir süre sonra elden çıktı.

13 no.

1910

Hollanda

38

Şirket-i Hayriye'ye devredildi.

14 no.

1913

Hollanda

218

1915'te Marmara'da battı.

15 no.

1912

Hollanda

238

1946'da tadil edildi.

16 no.

1920

Hollanda

260

1960'larda satıldı.

17 no

1920

Hollanda

260

1967'de satıldı.

Ayvansaray'daydı. Şirket, aldan düz olduğundan sığ iskelelere sokulup yanaşabi-len, Unkapanı Köprüsü'nün altından geçerken bacasını içeri çekebilen buharlı küçük vapurlar satın almakla işe girişti. Getirttiği Hollanda yapımı bu vapurlara, isim yerine l'den başlayarak numaralar verildi.

1935'te Haliç Şirketi ile belediye arasında çıkan anlaşmazlık, 23 Kasım 1936' da belediyenin şirketin vapurlarına ve bütün mallarına el koymasıyla sonuçlandı. Haliç vapurları böylece 6 yıl boyunca iyi kötü İstanbul Belediyesi tarafından çalıştırıldı. Belediye için yük olmaya başlayan kuruluş, sonunda löTemmuz 1941'de Devlet Denizyolları Umum Müdürlüğü'ne devredildi ve Şehir Hatları İşletmesi'nin bünyesine alındı.

Haliç Şirketi'nin hayli eskiyen, bakımsız kalarak yoldan düşen son vapurları 1966' dan itibaren hizmetten alınarak seferler Camialtı I ve Camialtı II adlı birbirinin eşi iki vapurla yapılmaya çalışıldı (bak. Camialtı vapurları). Daha sonra da bu hatta, Şirket-i Hayriye'den kalma 75 baca numaralı Kocataş ve 76 baca numaralı Sarıyer ile 56, 59 ve Cibali adlı hizmet motorları çalıştırılmaya başlandı. Daha sonra da Defterdar, Sütlüce, Kâğıthane ve Halıcıoğlu adlı motorbotların hizmete sokulmasıyla, Haliç'teki buharlı vapurlar dönemi kapandı. Son yıllarda bu hatta, birbirinin eşi Ar-navutköy, Aşmalı, Aynalıkavak, Ayvansa-ray, Büyükçekmece, Göksu II, Kumla, Kü-çüksu, Selimpaşa adlı birbirinin eşi mo-torbotlar da hizmet vermeye başladı.

Halic'in Beyoğlu yakasında iskeleler şöyle sıralanıyordu: Azapkapı, Kasımpaşa, Camialtı (Tersane çalışanları için), Has-köy, Halıcıoğlu, Sütlüce. İstanbul yakasında da şu iskeleler vardı: Yemiş, Cibali, Ayakapı, Fener, Balat, Ayvansaray, Defterdar, Eyüp. Vapur, Eyüp'ten kalktıktan sonra da eğer tarifede varsa derenin içine gi-

nün çalıştırılmaya başlanması, 1851'de kurulup, ilk vapurlarını 1854'te Boğaz sularında çalıştırmaya başlayan Şirket-i Hayriye adlı taşımacılık şirketini örnek alan Tophane Müşiri Rodoslu Fethi Ahmed Paşa'nın^) girişimiyle gerçekleşti.

Halic-i Dersaadet Şirket-i Hayriyesi a-dıyla kurulan şirket, yandan çarklı üç küçük vapurla önceleri Eyüp-Hasköy arasında, sonra da Galata Köprüsü'ne kadar yolcu taşımaya başladı. Bu vapurların geliri, masraflar çıktıktan sonra Abdülmecid'in kızlarına cep harçlığı olarak veriliyordu. II. Mahmud'un kızlarından Atiye Sultanla evlenmiş olan Fethi Ahmed Paşa'nın ölümünden sonra şirket Abdülmecid'in kızlarından Cemile Sultanla evli olan Fethi Ahmed Paşa'nın oğlu Damat Mahmud Cela-leddin Paşa'nın idaresine verildi.

Şirket, iyi bir şekilde yönetilemediğin-den, bir ara Tersane-i Âmire'de Demirci Ar-tin Usta adlı birine devredildi. Ama vapurların çalıştırılması yine bir düzene bağlanamadı. Şirket sonraları daha başka kişiler tarafından da idare edildiyse de vapur sayısının fazlalaşmasına rağmen yine de başarılı sonuç alınamadı. Şirket, 1881'de Misak Narlıyan Efendi ile ortağı Sabahad-din Bey'in eline geçti. Bu ikisi, daha önceden Dersaadet Tramvay Şirketi tarafından tasarlanan Eminönü-Balıkpazarı-Odunka-pısı-Cibali-Fener-Balat-Eyüp atlı tramvay hattının kurulmasını şirketin çıkarlarına uygun görmedikleri için engellediler. Halbuki, tramvaylar için Eyüp'te bir depo, atlar için de bir ahır yaptırılmıştı.

1908'de II. Meşrutiyetin ilanıyla Cevdet Paşa'nın yönetimine verilen işletme yine başarılı olamadı. Bu hattın ciddi bir şekilde çalıştırılması, 1909'da Haliç Şirketi' nin kurulmasıyla mümkün oldu. Bir italyan şirketi olan bu kuruluşun 40 yıllık imtiyazı 1949'da sona erecekti, işletme sahası Karaköy Köprüsü ile Kâğıthane Köprüsü arasındaydı. Yönetim binası Haliç'te,

rerek Kâğıthane îskelesi'ne yanaşırdı. Köprü iskelesi, Galata Köprüsü'nün Karaköy ayağı tarafında, köprüye bağlı bir duba üzerindeydi. Sonradan Eminönü tarafına, en son olarak eski Yemiş Iskelesi'nin bulunduğu yere nakledildi.

Günümüze Haliç'teki Eminönü, Kasımpaşa, Fener, Balat, Hasköy, Ayvansaray, Sütlüce ve Eyüp iskeleleri kalmıştır. Ne var ki, Halic'in dolması üzerine vapurlar bir yıldan fazla bir zamandan beri Eyüp ve Sütlüce'ye uğrayamamaktadır. Buna karşılık, Haliç seferleri hattı 15 Şubat 1986'dan beri Üsküdar'a kadar uzatılmıştır.

ESER TUTEL

HALİÇ

Çatalca Yarımadası'nın güneydoğu ucunda, Boğaziçi girişinde denizin yaptığı haliç istanbul ve Beyoğlu platolarını birbirinden ayırır. Denizin kendisine ulaşan akarsu yatağının bir bölümünü istila etmesiyle meydana gelen yapının jeomorfolojik adı olan Arapça haliç sözcüğü, İstanbul halicinin kent açısından taşıdığı önemden dolayı Osmanlılar döneminden bu yana bir özel isim haline gelmiş, birçok semti kapsayan bir kent bölgesi adı olmuştur.

Halic'in oluşumu Boğaziçi'ninkiyle birliktedir. II. ve III. zamanlarda meydana gelen tektonik olaylar sonucunda Boğaziçi gibi Haliç yatağı da kırılmış ve bir akar-

Bartlett'in çizgileriyle Eyüp Mezarlığı'ndan Halic'in görünümü. Nazım Timuroğlu fotoğraf arşivi

fer (L Zaman) sistemine bağlı sedimanter seriler ile bu bloğun yer yer başkalaşıma uğramış (metamorfik) bölümlerinden oluşur. Bu kapsamda, kumlası, kil, killi şist, silisli şist ve kısmen kalker sayılabilir. Bunların üzerlerine miyosene (III. Zaman) ait kum, çakıl, kil ve marn gelmiştir. Kıyı şeridinde ve deniz tabanında ise IV. Za-man'a ait denize özgü dolgu materyali, alüvyal malzeme bulunur.

Halic'in Osmanlı öncesindeki adı antik Yunan mitolojisini esas alan efsanelere dayanır. Olimpos'un çapkınlıklarıyla ünlü tanrılar tanrısı Zeus, tanrılardan birinin kızı lo'yla olan kaçamağından sonra, onu kansı Hera'nın öcünden korumak için beyaz bir inek şekline sokar, îo, -Bizans (ve Osmanlı) adlarıyla söylersek- Barbisos (Kâğıthane) ve Kidaros (Alibeyköy) dereleri arasındaki tepe (bugünkü adıyla Siliv-ritepe) üzerinde bir kız çocuğu doğurur ve ona Keroessa adım verir. Semestra adlı bir su perisi tarafından büyütülen Ke-roessa'mn Denizler Tanrısı Poseidon'dan olan oğlu Bizas'ın(-») kurduğu kent Yu-nanca'da yer belirtmek amacıyla kullanılan "İon" takısını alarak Bizantion'a dönüşür, böylece Bizas'ın adı Roma İmparator-luğu'nun parçalanmasından sonra Doğu Roma'nın resmi adı haline gelecektir. Çok-tanrılı döneme ait olan bu efsane kentin kurucusunu Zeus'un torunu ve Posei-



HALİÇ

502


503

HAIİÇ

Yüzyıl başında Halic'in Galata sırtlarından görünümü. Eser Tutel koleksiyonu

don'un oğlu olarak görür. Miletoslu Hesi-kios, söz konusu halicin adının, kentin kurucusunun annesi Keroessa'dan türetildi-ğini (zamanla kısalarak Keras'a dönüştüğünü) söyler. Keras'm anlamı boynuz olduğu için, sözcüğün mitolojideki simgelerinden bereket boynuzundan geldiğini öne sürenler de vardır. Isa döneminde yaşamış antikite tarihçilerinden Amaseialı Strabon ise halicin girinti çıkıntılarıyla bir geyik boynuzuna benzediği için Keras adını aldığını yazar. Boynuz sözcüğü zamanla Hrisokeras (Altınboynuz) olmuş, Batı'nın önde gelen dillerine de aynı anlamda çevrilmiştir. Araplar ve Osmanlılar ise buraya Halic-i Konstantiniyye adını vermişlerdir, buradan, Haliç tek başına bir özel isime dönüşmüştür.

Haliç yakalarındaki semt ve mevkileri (yakın yıllara değin varolagelmiş, ama şimdilerde unutulmaya yüz tutmuş olanları da katarak) sayacak olursak, İstanbul yakasındakiler Sarayburnu(-0 ve Sirkeci' den(->) başlayarak; Bahçekapı(-») Eminö-nü(-0, Rüstempaşa, Yemiş iskelesi ve Kü-çükpazar, Unkapanı(->), Cibali(->), Kü-çükmustafapaşa(-t) ve Ayakapı(->) (iskelesi), Fener(->), Balat(-0, Ayvansaray(-»), Defterdar(->), Eyüp(->), Bahariye(->), Si-

lahtarağa ve Halic'in bitiminin batı kesimini oluşturan Alibeyköyü(->), Beyoğlu yakasındakiler ise Eminönü karşısına düşen Galata(->) ve Karaköy'den(->) başlayarak, Perşembepazarı, Azapkapı(->), Kasımpa-şa(-0, HasköyC-0, Halıcıoğlu, Sütlüce(->) ve Halic'in bitiminin doğu kesimindeki Kâğıthane 'dir(-»).

Marmara Denizi yaptığı haliçle, bugün coğrafi bakımdan İstanbul Platosu, yerleşim açısından ise tarihi yarımada dediğimiz kara şeklini meydana getirmiştir. Kentin ilk yerleşim yörelerinin başında tarihi yarımadanın burun kısmı ile burnun kuzeyine düşen koyun kıyıları ve yamaçları gelmektedir. Daha sonradan dolgu yoluyla genişletilen bu kıyılara hâkim sırtlarda Hera ve Hades tapınaklarının bulunduğu, biraz ileride bugünkü Yemiş mevkii civarında ise Atena adına bir başka tapınak bulunduğu çeşitli verilerden anlaşılmaktadır. Ayrıca Halic'in başka bazı elverişli koylarında da ilk yerleşimlerin bulunduğu bilinmektedir; örneğin, İstanbul yakasında Silahtarağa'da Roma kalıntısı bir binanın temellerine ve bazı izlerine rastlanmıştır. Halic'in daha yukarı kısımlarından bugünkü Alibeyköy'de MÖ 2. yy'a, Küçükköy'de ise 4. yy'a ait bazı ka-

• I

lıntılar bulunmuştur; gene, sözü edilen Si-livritepe'de bir Semestra sunağının yer aldığı belirtilmektedir. Karşı yakada ise Has-köy tepelerinde ve Kasımpaşa kıyılarında münferit yerleşimlerin bulunduğu söylenebilir, Halic'in kuzey ucunu oluşturan ve onunla Boğaz'ın girişi arasında yer alan Sycae veya Galata tarih boyunca ayrı bir yerleşim bölgesiydi.



Sözü edilen çeşitli yerleşim birimlerinden asıl gelişme göstereninin yarımadanın burun kısmında kurulan ve zamanla kentin çekirdeğini meydana getiren koloni olduğu, bu mevkideki Akropolis'ten ve çeşitli önemli tapınaklardan, onların çevresine sonradan inşa edilen ve Bizas adıyla anılan duvarların (surların ?) kalıntılarından anlaşılmaktadır. Kentin ilk surları sayılabilecek Septimus Severus Surları ise bugünkü Bahçekapı mevkiinden güneye doğru çıkacak şekilde inşa edilmişti. Daha sonra, 4. yy'da İmparator Cons-tantinus, Janin'in verdiği haritaya göre, bugünkü Unkapam'nın biraz kuzeyinden başlayıp bir yay çizerek Samatya-Davut-paşa arasında, muhtemelen şimdiki SSK Hastanesi yöresinde (bak. Etyemez) Marmara'ya kavuşan ve kendi adıyla bilinen surları ördürdü. 5. yy'da ise II. Teodosios

kentin bugün de gördüğümüz kara surlarını Yedikule ile Ayvansaray arasına yaptırırken, Marmara kıyılarına da deniz surlarını inşa ettirdi ve onların devamı mahiyetinde aynı derecede sağlam olmamakla birlikte Haliç kıyılarına da duvar çektirdi. Angulus Ayios Demetriu (Saraybumu) ile Blahernai (Ayvansaray) arasında uzanan, sık sık kapılarla denize giriş çıkış veren ve çok dar bir kıyı şeridi bırakan bu surların kapıları ile önemli iskeleleri Osmanlılar döneminde Türkçe isimler almıştır. Surlar tümüyle yok olduktan sonra da isimler yaşamış, bazıları günümüze değin gelmiştir. Janin'e göre, Sarayburnu'ndan başlayarak sayacak olursak, Evgenias Kapısı (Yalıköşk Kapısı), Veteris Rectoris Kapısı (Sirkeci İskelesi), Hikanatissa Kapısı, Neorion Kapısı (Bahçekapı), St. Marc Kapısı, Perama Kapısı (Balıkpazarı Kapısı), Cornibuslu St. Jean Kapısı (Zindan-kapı), Drungariu veya Viglae Kapısı (Odunkapı), Platca Kapısı (Unkapanı Kapısı), Ispigas Kapısı (Cibalikapı), Ayazma-kapı, Ayia Teodosia Kapısı (Ayakapı), Deksiokratus Kapısı, Stropulos Kapısı (Yeni Ayakapı), Petriu Kapısı (Petri Kapısı), Faros Kapısı (Fenerkapı), Diplono-riu Kapısı, Basileusun Kapısı ya da İmparatorluk Kapısı (Balatkapı), St. Jean Baptist Kapısı, Ayia Anastasia Kapısı (Atik Mustafa Paşa Kapısı), Kiliomene Kapısı (Ayvansaray Kapısı). Konstantinopolis kenti 5. yy'dan itibaren bu surların içinde kaldığından Haliç'te saydığımız surların ötesinde yerleşim yoktu. Blahernai'de surların hemen dışında 6. yy'da I. İusti-nianos zamanında Meryem'e ithaf edilmiş görkemli bir kilise ile iki küçük kilise daha yaptırılmıştı. Gene, bugünkü Eyüp semtinin biraz kuzeyine düştüğü tahmin edilen yörede deniz kıyısında Aziz Kosmas ve Aziz Damianos adlarına adanmış bir manastır vardı, o yöre de Kosmadion adıyla biliniyordu.

Halic'in karşı yakasına Bizanslıların pek ilgi duymadıklarını söylemek doğru olur. Başlangıçta Sycae (veya Sykais: İncirlik) adını alıyordu. Daha sonra burası Cenova sömürgesi haline gelince Galata adını aldı (bu sözcüğün Yunanca süt anlamındaki "galaktos"tan geldiği veya İtalyanca "dik merdivenler" anlamındaki "cala-ta"dan türediği ya da bir Gof'un (Gala-tia'lımn) orada oturmasından çıktığı yahut da çok eskiden Gotların bu noktadan karşıya geçtikleri yolunda çeşitli yorumlar vardır. Burası ilkçağlarda önemlice bir yerleşim yeriydi. Constantinus kentin merkezini yeni surlarla çevirirken, karşı burunda da surlar ve surlann içindeki yerleşim ünitesinde 450'yi aşkın evle birlikte liman binaları, kilise, hamamlar, forum, tiyatro, dükkânlar vb bulunmaktaydı. Bugünkü Karaköy ile Tophane arasında surların hisar niteliğindeki önemli bir burcu Latince-de hisar ya da kale (ortaçağda şato) anlamındaki "castellum"dan gelen adıyla "Kastellion tou Galata" ya da kısaca Kas-tellion diye bilinen yer ile Eugenios Kapı-sı'nın hemen kuzeyindeki Kentenarios burcu arasında kalın bir demir zincir geri-

Haliç

İstanbul Ansiklopedisi

HALİÇ

504

505

HALİÇ

liydi. Bu zincir yüzyıllar boyu Bizans başkentine yönelik ele geçirme girişimlerinde, denizden halice girişleri önlemek açısından önemli bir güvenlik öğesiydi.

Bugünkü Azapkapı-Kasrmpaşa arasından yukarıya doğru olan yamaç zeytin a-ğaçlarıyla kaplıydı; 9. yy'da burada bir cüzamlılar evinin bulunması -bu hastalann daima kentten uzakta bir yerde tecrit e-dildikleri göz önüne alınırsa- yörenin yerleşim alanı dışında olduğunu gösterir. Gene o dönemlerden başlayarak bugünkü Azapkapı yöresinde Eksartesis denilen ve gemi donanım hizmetlerinde kullanılan atölye ve benzeri tesisler bulunuyordu. Hasköy ile Kâğıthane arasındaki sırtlarda bir silah deposunun ve bir manastırın var olduğu belirtilir.

Halic'in güney ucunu meydana getiren Sirkeci-Bahçekapı-Eminönü-Yemiş ve Unkapam Bizans'ta önemli bir liman (deniz ticaret merkezi) olmuştur. Bu yörede Venedik, Cenova, Pisa, Amalfi, Anko-na gibi Latin kolonileriyle, Yahudiler yaşamıştır. Cenova kolonisi daha sonra Ga-lata'ya geçerek orada yerleşip, gelişecekti (bak. Cenevizliler).

Konstantinopolis kenti birçok kez kuşatılmış, ama üç kez fethedilebilmişti. Kentin düştüğü her üç savaşta da, Haliç'ten yöneltilen deniz hücumu önemli rol oynamıştır. Bunlardan ilkinde Haçlı orduları 1203'te Galata'daki Latinlerin yardımıyla Kastellion'u alıp, zinciri açarak, Palation (Balat) ile Petrion arasında karaya çıkartma yapmışlar, kentteki Venediklilerin başlattıkları yangının da kolaylaştırmasıyla kenti zapt etmişler, istedikleri kişiyi imparatorluğa getirip, çekilmişlerdi. Latinler ertesi yıl tekrar geldiler ve Ayia Teodosia (veya Ispigas) Kapısı'ndan ve gene bir yangının yardımıyla kente girdiler. Kentin üçüncü kez ele geçirilmesinde II. Mehmed (Fatih) komutasındaki Osmanlı orduları her ne kadar Batı'daki kara surlarından girdilerse de, önce Halic'in kontrolünü ele geçirmek başarıda önemli rol oynamış, kente girmeden beş hafta önce Osmanlı donanmasının, karaya döşenen yağlı kızaklar üzerinden Halic'in içine indirilmesi Bizans'ı her türlü askeri ve lojistik yardımdan tecrit etmişti.

Osmanlı imparatorluğu'nün başkenti ve tarihi ticaret yollarının üzerindeki bir kent olarak İstanbul, imparatorluğun gücüne uygun bir biçimde yüzyıllar boyunca Halic'in hem önemli bir liman (deniz ticaret merkezi), hem de önemli bir donanma üssü olmasına yol açmıştır.

Osmanlılar da Bizanslılar gibi Halic'in güney yakasındaki yarımadayı kendilerine merkez seçmişler, surların içine yerleşmişlerdir. Güçlü bir donanmaya sahip olmak için Akdeniz'deki Güney Avrupa devletlerinin donanmalarına ve korsan gemilerine karşı üstünlük kazanmak gerektiğini düşünen Osmanlıların donanmayı geliştirmeye verdikleri önem hem deniz üssü, hem de tersane olarak Halic'in işlevinin büyümesine yol açtı. Osmanlılar tarihi yarımadanın güneyinde Marmara kıyısında Bizans'ın Büyük Saray yakınlarındaki

limanını Kadırga Limanı adıyla kullanmalarının yanısıra (Kumkapı'daki Kadırga semtinin adı buradan gelir), Halic'in kuzey kıyılarını, tersane haline getirdiler. Bugünkü Haliç, Taşkızak, Camialtı ve Hasköy tersaneleri Osmanlılardan kalmadır.

Halic'in bellibaşlı semtleri: Osmanlılar-daki Gümrük Emaneti'nin (daha sonra Rüsumat Emaneti) burada bulunması nedeniyle (bak. gümrükler) zamanla Eminönü adını alan yöre, Bizans döneminde Ne-orion Limam'mn bulunduğu koyun bir parçasıydı; koy daha sonra Evgenios Ka-pısı'nın batısından (Sirkeci'den) itibaren zaman zaman yapılan çalışmalarla doldurulmuştur, şimdiki Eminönü Meydanı da dolgu malzemesidir. Bizans döneminden 17. yy'a kadar burada Yahudi mahallesi vardı. Eminönü Meydanı ile karşı yakadaki Karaköy Meydanı arasındaki köprü, halen Halic'in üzerindeki dört köprüden en baştakidir ve buraya (Halic'in girişine) kurulmuş olanların beşincisidir (bak. Galata Köprüleri).

Köprü ayağının batısında isa'nın havarilerinden Cornibus'lu Ayios loannes'in (dilimizde daha çok Saint Jean olarak bilinir) adıyla bilinen kapının bulunduğu yerdeki kule Baba Cafer Zindanı(->) olarak tanınır. 9- yy'da Abbasi elçisi iken Bizans imparatoru tarafından tutuklatılarak bu kuleye hapsedilen Baba Cafer'in orada öldüğü ve gömüldüğü söylenir. Kulenin hapishane niteliği uzunca bir dönem Osmanlı döneminde de bu kez kadınlar hapishanesi olarak sürdüğünden mevki Zindankapı diye adlandırılmıştır. Semtin diğer en eski binaları arasında II. Mehmed (Fatih) vakfiyesine ait Tahte'l-Kal'a (Tah-takale) Hamamı, Timurtaş Mescidi(-»), I. Süleyman zamanında sadrazam adına yaptırılmış Rüstem Paşa Camii(-») vardır. Semtin 17. yy'ın ortalarından bu yana var olan anıtsal nitelikli Yeni Cami Külliyesi ise o zamandan günümüze Eminönü'nün karakteristik görünümünün en önemli ö-ğesidir; caminin yapımını tamamlatan Turhan Sultan'ın türbesi de külliyeye dahildir. Kompleksin diğer önemli yapısı istanbul'un ikinci kapalıçarşısı olan (Turhan Sultan zamanından kalma) Mısır Çar-şısı'dır.

Bu mevki eskiden meyve ve sebzelerin indirildiği Yemiş Iskelesi'nden dolayı Yemiş adını alıyordu, yakın yıllara kadar meyve ve sebze hali de buradaydı. Eminönü ile Yemiş iskelesi arasındaki, Bizans' tan ve Osmanlı'dan 1950'lere kadar varlığını sürdüren Balıkpazan, meydan ve Emi-nönü-Unkapam şeridi yeniden düzenlenirken 1958'de ortadan kaldırılmıştır (bak. balıkpazarları). Eminönü'nün özelliklerinden birisini oluşturan Balık Pazarı'nın kaldırılmasından sonra, şimdi Mısır Carşı-sı'nm batı cephesinde kurulmuş ve eskisinin öneminden çok uzak kalan bir balık, sebze ve gıda çarşısı vardır. Drungerai Ka-pısı'na Osmanlı'da Odunkapı denilmesinin nedeni oradaki kerestecilerdir. (Buradaki karakol nedeniyle kapının diğer adı "gözcü" anlamındaki Viglae idi.).

Yemiş'ten batıya doğru, Unkapanı'na

gelirken yamacın aşağısındaki semt Kü-çükpazar, yukansındaki ise Vefa'dır. Eminönü ile Unkapam arasındaki kıyı hattının yukarısında yükselen yamacın üst kısımlarındaki ve tepelerdeki semtler ise doğudan batıya doğru Mercan ve Çarşı-kapı, Süleymaniye ve Beyazıt-Vefa ve Vez-neciler-Şehzadebaşı, Zeyrek ve Saraçha-nebaşı'dır.

Unkapam, Bizans'ta yamaç eğiminin az olmasından ve bir düzlüğü andırmasından dolayı Grekçede Düzlükkapı anlamına gelen Porta Platea adıyla anılıyordu ve anlaşılacağı gibi Haliç surlarının kapılarından birisi de buradaydı.

Bu düzlüğün nedeni, kentin üçüncü ve dördüncü tepeleri arasında yer alan ve Haliç (Unkapam) ile Marmara (Yenikapı) arasında uzanan vadi ya da sel yatağı diyebileceğimiz alandır (bak. doğal yapı). Unkapanı'ndan Zeyrek'e ve Bozdoğan Ke-meri'ne dik olmayan meyille çıkan yokuşta Atatürk Bulvarı(-») açılırken birçok tarihi yapı yok edilmiştir. Bununla birlikte sol tarafta., Küçükpazar semtine girmeden cadde üzerinde Şebsefa Kadın Camii bulunur. Sağda ise daha da eskiye (Bizans'a) a-it istinat duvarları ve sarnıç kalıntıları yer alır. Yıkılan yapılar yerine betonarme binalar (istanbul Manifaturacılar Çarşısı ile karşısına Sosyal Sigortalar, Tekel binaları vb) yapılmıştır. Unkapam'nm Eminönü tarafındaki beton çarşı aynı yıllardan bu yana toptancı gıda tüccarlarının yazıha-neleriyle ve depolarıyla doluyken halin taşınması üzerine, bunlar da Rami'de yapılan yeni bir çarşıya yerleşmişlerdir. Bayırın üstünde Halic'e paralel yükselen Bozdoğan Kemeri(-») ise hem kentin anıtsal nitelikli özelliklerinden birisini temsil eder, hem de Şişhane, Tepebaşı ve Tünel mevkilerinin bulunduğu yamacın ve tepenin karşı yakasında Halic'in genel görünümünün kopmaz bir parçasını oluşturur.

Yöredeki önemli tarihi binalardan birisi de Bizans döneminde üç kilisenin birleştirilmesinden oluşmuş Pantokrator Kilisesi iken, kentin Osmanlılara geçmesinden sonra II. Mehmed'in emriyle bu kompleks Molla Zeyrek Mehmed Efendi'nin başmüderrisliğinde bir medrese haline getirildi, sonra da cami yapıldı. Ama bugün sadece bir kısmı cami olarak kullanılan ve Zeyrek Camii diye anılan, geri kalan kısımları ise bakımsız bir kilise olan yapı kalmıştır.

Haliç üzerindeki mevcut ikinci köprünün (yapımı 1939) güney ayağı Unkapa-nı'ndadır. Tarihte Unkapam ile Azep Ka-pusu (Azapkapı) arasına kurulan ilk köprünün tarihi birinci Galata Köprüsü'nden de öncedir. Unkapanı'nda, kıyıda bir de Yavuz Er Sinan Camii vardır.

Unkapanı'ndan Halic'in içine doğru gelen komşu semt Cibali'dir. Anlatıya göre semt ismini, Konstantinopolis'in Osmanlılarca alındığı kuşatmada, Haliç surla-rındaki Porta Putea ya da Porta Ispigas diye bilinen kapıdan askerleriyle birlikte içeri giren Cebe Ali Bey(->) adlı komutandan alır. Buradaki en eski tarihi yapılar a-rasında Noel Baba diye bilinen aziz adı-

na yapılmış Ayios Nikola Kilisesi, eskiden kiliseyken (Ayia Teodosia) sonradan camiye dönüştürülen Gül Camii sayılabilir. Diğer önemli bir bina Küçükmustafapaşa olarak bilinen yörede aynı adı taşıyan hamamdır. Bizans'ta burası kilisesiyle ve ka-pısıyla Ayia Teodosia adına adandığından ve bellibaşlı kapıların bulunduğu mevkiler de kapıların adıyla bilinen semtlere dönüştüğünden isim zamanla Ayakapı olmuştur. Bu ad resmi kaynaklarda Ayka-pı diye yazılıdır. Cibali vapur iskelesinden başka Aykapı adıyla burada bir iskele daha vardır.

Cibali'nin diğer bir özelliği 1880'lerden yakın zamanlara değin büyük bir tütün fabrikasının burada bulunmasıydı, fabrikanın üretimi bugün büyük ölçüde durdurulmuştur. Cibali'de ayrıca tıkış tıkış sokaklarda sayısız küçük imalathane yer almaktaydı. 1980'li yıllarda Haliç planı uygulanırken burası yıktırılarak kıyı şeridi açık alana dönüştürüldü.

Cibali'nin üst tarafı Fatih semtine tekabül eder, batısındaki semt ise Fener'dir. Fatih'e komşu Yavuzselim semtinin aşağılarına, deniz kıyısına düşen Fener, Bizans döneminde Petrion adını taşıyordu, bir sava göre bu sözcük burada eğimin dik ve kayalık olmasından ileri gelir (petros: Taş, kaya; petrion: Kayalık yer). Diğer bir sav ise sözcüğün Bizans saray nazırı Petrus' tan geldiğini söyler. Civardaki surlar Porta Fari (Fenerkapı ya da Fenerlikapı) zamanla semtin adına dönüştü. Konstantinopolis'in düşmesi sırasında Osmanlılara karşı en fazla direnen yöre burasıydı. II. Mehmed bu nedenle semtte yağma yapılmasını askerlerine yasaklamış, sonra da bazı ayrıcalıklar vermiştir. Böylece Osmanlılar döneminde kentte Ortodoksların toplandığı ve Bizans'ın yıkılmasından sonra göçen varlıklı ailelerin dönerek yerleştiği, 1450'lerin sonlarından başlayarak Ortodoks Patrikhanesi'nin önce Pammakaris-tos (sözcük anlamı: en mutlu) Kilisesi'nde (bak. Fethiye Camii) sonra da 1601'den bu yana Ayios Yeoryios (Aya Yorgi) Kilisesi'nde (bak. Yeoryios [Ayios] Patrikhane Kilisesi) ve bitişikteki patrikhane binasında (bak. Rum Ortodoks Patrikhanesi) bulunması nedeniyle semt yüzyıllar boyu Rum azınlığın simgesi olmuştur. Fener de Halic'in diğer kıyıları gibi eskiden yalılarla süslüyken (burada özellikle Eflâk ve Boğdan beyliklerinde bulunan Rum aristokratlarının yalıları güzeldi), sonradan imlathanelerle, atölyelerle dolu izbe semtler ve kıyılar arasına katılmıştır. Halic'in son düzenlenişinde kıyı şeridi açılıp geniş-letilirken binaların bir bölümü yıkıldı. Fe-ner'in bugüne dek gelen diğer tarihi yapıları olarak Tur-i Sina kompleksim, Bla-hernai Kilisesi'ni(-»), Panayia Muhliotis-sa (Kimisis) Kilisesi'ni(-+) ve Bulgar Kilise-si'ni (bak. Stefan [Sveti] Kilisesi) sayabiliriz. Semtin yukarısındaki yöre Çarşamba' dır, Fener'in vapur iskelesi vardır. Kuzeybatıdan Balat başlar; bu sözcüğün "saray yeri" anlamındaki Palation'dan geldiği söylenmekte, söz konusu sarayın da ünlü Bla-hernai Sarayı ya da saray binalarının bir

Odun iskelesi

civarından

1955'lere ait bir

görünüm.

Ara Güler

uzantısı olduğu tahmin edilmektedir. Balat 1492'de II. Bayezid (hd 1481-1512) tarafından istanbul'a çağırılan Yahudi göçmenlerin yerleştiği semttir, israil devleti kurulup, oraya göç başlayıncaya değin Balat bir Yahudi semti olarak kalmıştır. Günümüze dek ulaşan Ahrida ve artık kullanılmayan Yanbol sinagogları ile Ayios Stradi Ortodoks Kilisesi, Surp Hreşdaga-bet Ermeni Kilisesi (ve ayazması) ile Fer-ruh Kethüda Camii Balat'tadır. 19. yy'ın sonlarından itibaren Halic'in içerlek kıyılarındaki diğer semtlerinin akıbetine uğrayan Balat, Halic'in istanbul yakasındaki sahil şeridi planına dahil edildiğinden, kıyı bugün açık alandır. Semtin vapur iskelesi vardır. Semtin yukarısına Karagümrük tekabül eder. Balat'm ilerisinde, Teodosi-os Surları'nın hemen içinde yer alan ve Bizans döneminde Blahernai Sarayı'yla ve soylularıyla ünlü olan Ayvansaray gelir. Sözcük, Osmanlılarca açılan sur kapısına Küçükayvansaray denilmesinden kaynaklanır. Osmanlı döneminde burası daha çok Çingenelerin oturduğu bir mahalleydi. Ayvansaray'daki tarihi binalar, Blahernai Sarayı'ndan arta kalan Blahernai Ayazması, Imparatoriçe Pulheria ve kocası imparator Markianos (hd 450-457) tarafından yaptırılan Teotokos ton Blahernon

Kilisesi'nin harabeleri üzerinde yakın dönemlere ait bir başka Ortodoks kilisesi ve ayazmasıdır. Diğer dini yapılar arasında, Atik Mustafa Paşa Camii, Blahernai Sara-yı'mn taraçalanndan birisi üzerinde -mimari önem taşıyan ve Mimar Sinan'ın son yıllarında, muhtemelen onun kalfalarından birisince yapılmış- ivaz Efendi Camii ve adının Ayia Tekla olduğu sanılan bir kiliseden çevrilmiş Toklu Dede Mescidi sayılabilir. Sözünü ettiğimiz taraça üzerinden girilen bir kapıdan ünlü Anemas Zindanı' na(->) inilir. Arap kökenli bir Bizans kumandanının adını taşıyan Anemas Kulesi ve mahzenleri yerli film yönetmenlerinin sık sık başvurdukları bir mekândır. Ay-vansaray'ın da vapur iskelesi bulunmaktadır. 1992'de yanan ve La Belle Epoque'a özgü bir köprü diye dünyada da ünlenmiş olan dördüncü Galata Köprüsü Ayvansa-ray-Hasköy arasına kurulmuştur. Ayvan-saray'm tepelerine ise Edirnekapı tekabül eder.

Bizans surları sona erdikten sonra, sur dışı alanda, gene Ayvansaray sayılan mahalde Halıcıoğlu'na uzanan dördüncü Haliç Köprüsü'nün ayağı yer alır. Hemen kuzeyde Defterdar başlar. Semtin ilk kuruluşu, 16. yy başlarındaki yerleşimlere dayanır. I. Süleyman (Kanuni) döneminin def-



Yüklə 7,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   119   120   121   122   123   124   125   126   ...   139




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin