İKİNCİ baski



Yüklə 1,91 Mb.
səhifə23/40
tarix25.11.2017
ölçüsü1,91 Mb.
#32827
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   40

- Belediye Meclisi, çukuru kapatma kararını zaten almıştır. Bu raporlar, birkaç kapitalistin hazırlattığı raporlardır...

Bu söz üzerine AP'liler kıyameti kopardılar:

- Kapitalist sensin, sözünü geri al.

- Sensin kapitalist...

Belediye meclisine başkanlık eden Hasan Okyar, neyse yatıştırdı. AP'lilerin "kapitalist" sözünün anlamını kavramadıklarını üstü kapalı bir biçimde söyledi de görüşmelere devam edilebildi.

Sonra görüşmelere geçildi. Eski Başkan Ekrem Barlas'ın bir müsteşarın bir süre önce ölen kızı için asrî mezarlıkta 98 mezarı kaldırttığı gerekçesiyle Barlas'ın mahkemeye verilmesini kararlaştırdı. Barlas hakkında birkaç dâva daha açıldı...

Ankara'da, Maltepe'de Yabancı adlı bir gece kulübü var. Gece kulübünde soyunup danseden, takma yabancı adlı bir Türk kızı anadan doğma soyunduktan sonra, seyircilerine şöyle dedi:

- Rusya'ya, Bulgaristan'a gidin, bir naylon çorap bulamazsınız. Yumurta bile vesikayla oralarda...

Herkes ne diyecek daha diye beklerken, kız konuşmasını sürdürdü.

- Kahrolsun sosyalizm, ellinci yılda yaşasın kapitalist Türkiye...
(13 Mart 1974)

AF, SİYASAL HAKLAR VE SOSYALİST PARTİ...


Karaoğlan kendi kendine kaldığında düşünmüş müdür?

- Bu çıkacak af, benim de içime sinmedi... diye.

CHP tek başına bir iktidar değil. Bir ortak bulup, bir hükümet kurmuş. Nerden biliyoruz, o hükümetin bile -meclislerde el altından- ne yapıp edilip, düşürülmek yerle bir edilmek istenmediğini? Kolay değil, yeni, denemelerden geçmemiş adamların öyle ağır hücumlar karşısında sağlam direnip, dayanmaları. Ufak ufak sölentiler bile çıkmağa başlar:

- Bilmem şu kadar milyon lira ayırıp, MSP'lilerden birkaç tanesini koparsak, haaa?

Hazır ortada zamlar nedeniyle veryansın gidiyor, herkes.

Af, çıkabildiği kadariyle ha çıktı, ha çıkacak. Önümüzdeki hafta Meclis'e gelecek. Meclis'te ne kadar engellenirse engellensin, çabuk çıkar Meclis'den. Geriye kalır Senato. Senato'dan çıkmasını engelleyebilecek mi AP'lilerle DP'liler? Kamuoyunun büyük tepkisini göze alabilecekler mi, gerçekten bilmiyorum.

Geciken affın kabak tadı verdiğini gören okurlar bile mektuplarında aftan söz etmez oldular.

Bazı cezaevlerinde "açlık grevleri" yaptı hükümlüler. Çıkacaksa şu af doğru dürüst çıksın diye. Adapazarı'nda da mı yapılmış cezaevinde açlık grevi? Kadın, erkek tüm mahkûmlar katılmışlar mı? Behice Boran otuz altı saat katılmış greve diye duydum. Açlık grevine giden hükümlülerin, siyasal ve siyasal olmayan mahkûmların suç ayrımı gözetilmeden gerekli bir genel affın kısa sürede çıkarılması için süreli grevler yaptıkları geliyordu kulağıma. Adapazarı'ndaki de öyle olacak dedim. Ne bileyim, kolay mı açlık grevi hiç denemedim. Açlığa dayanamam sanıyorum. Ya ayılır, bayılırsam? Bir de doktor çağırırsın gelmezse?

Ankara'da, Kazıkiçi Motel'de de kız tutuklular açlık grevine gitmişlerdi sıkıyönetim döneminde. Haberini yazabilmek için ne yollar arardık, duyurabilmek için kamuoyuna? Şimdi aydınlığa doğru gidiyoruz, yazıyoruz çok şeyi. Perdelerin daha da aralandığını sezmiyor musunuz.

Ben asıl af üstünde durmayı düşünüyordum yine. Asıl düşündüklerim de affın içerden çıkacak gençlere, aydınlara ve siyasal hükümlülere ne getireceği?

Bence siyasî hükümlüler için çıkarılacak af, siyasal hakların geri verilmesine ilişkin Anayasa değişiklikleriyle çok yakından ilişkilidir. Af Yasasıyle içerden çıkacaklara siyasal hakları tanınmazsa af güdük kalacak, gelecekte yani birçok sorunları da birlikte getirecektir. Dışarı çıkmalarına evet, fakat Parlamentoya girmelerine, girebilmelerine hayır dediniz mi, özlenen özgürlük ortamını dikenli tellerle çevirdiniz demektir.

- Canım, adım adım... Önce çıkıp evlerine bir gitsinler, ondan sonraki adımda da siyasal haklarına kavuşurlar... dediniz mi, demokrasi anlayışına kocaman bir balyoz indirmiş olursunuz.

Gerçekten şimdiye değin, siyasal haklar dendi mi, eski DP'lilerin Parlamentoya girebilmeleri akla gelirdi. Onların bir çeşit meslekleri de politikacılıktı da ondan.

Öyle... Kırk yıllık politikacılar, örneğin Celâl Bayar, İş Bankası Genel Müdürü mü olacaktı?

Sonra, genel af suçları bütün sonuçlarıyla kapsıyor demek, benim anlayışıma göre, cezaevine girmeden önce avukatsa avukatlığını yapabilecek, politikacıysa yine politika ile uğraşabilecek demek. Örneğin siyasal parti kurucusu olabilecek, bir seçimde adaylık koyup seçilerek Parlamentoya girebilecek demek. Bu bakımdan genel af, siyasal haklara ilişkin Anayasa değişikliğiyle yakından ilgili. DP'ye sorarsanız, siyasal hak deyince, Celâl Bayar'ın hakkı gelir de aklına, örneğin TÖS dâvasından hüküm giymiş, Fakir Baykurt gelmez, ne bileyim bir Sadun Aren, Şaban Erik, Sait Ciltaş, Tuzgut Kazan, yahut halen yargılanmakta olan binlerce genç gelmez aklına.

Fikir suçundan yargılanacak, hüküm giyeceksiniz. Af olacak, çıkınca -bir demokratik özgürlük ortamında- düşüncelerinizi açık açık Parlamentodan söyleyemeyeceksiniz. Böyle şey olmaz.

Sosyalist Parti, ya da partiler kurulacaktır Türkiye'de. Bu sosyalist partilerin, şimdi içerde olanlar da, kurucuları olabilmeli, üyeleri, parlamenterleri olabilmelidirler.

Onların bu hakları olmazsa, Türkiye'de kurulacak sosyalist partiler -kim ne derse desin- "güdümlü" parti olmaktan kurtulamazlar...

İçerdekiler çıkacaklar, -kuracaklarsa- siyasal parti kuracaklar, iktidara gelmeye çalışacaklar. Koalisyon ortağı olacaklar. İşçi sınıfının Parlamentedo temsilcileri olarak, görevlerini yapacaklar.

Bir de hemen sorulacak soruları düşünüyorum.

- Ne zaman kurulacak, kim ya da kimler kuracak?

Galiba Prof. Mümtüz Soysal demişti. Bunun Demirel'ce karşılığı, şöyle:

- Kurulduğu zaman kurulmuş olur...

Çok kişi, "Yani açık söyleyin, ne zaman kurulur?" diyecektir.

Bu konuda, gerçekten ciddi inceleme yazıları yayımlandı. Aylık "İlke" dergisi, mart sayısını buna ayırmış gibi. Burada, "İlke" imzalı "Sosyalist Parti Sorunu" adlı inceleme ile, "Burjuva Sosyalizmi Yine Sahnede" başlıklı incelemeleri, bir de "Özgür İnsan"ın mart sayısında Mümtaz Soysal'ın "Solun Örgütlenişi" yazısını ilgi çekici bulduğumu söylemeliyim. Herhalde, bu konular af sonrasının gündeminde olacaktır. Sözü ilk kim söylemiştir, kimse bilemez ya, sözü herkes bilir:

- Parti kurmak, turşu kurmaya benzemez...

(16 Mart 1974)

"BABA, SENİ SOKAKTA ÖPİYM Mİ?"


İş arasında geldi, sarı saçları omuzlarına dökülmüş, şapkalı hanım. "Oturun, buyurun" dedim. Oturdu. Çalışırken, bir ikinci konuyla ilgileniyorum desem yalan olur. Bir süre ilgilenemedim. Yüzünden tanımıyordum tabiî. O, "Ankara Notları"ndan tanıyor, ben kardeşini tanıyorum, bir kez de telefonla görüştük. Başında bere biçii bir şapka var. Rengini söylemiyeyim, yanılırım belki.

- Size Oya Baydar'ı soracaktım. Arkadaşım da...

- Oya İstanbul'da. Yazılarını istanbul'dan yazar.

Çay ısmarladım ona. Oya'yla "Kazıkiçi Motel"den tanışırlarmış. Daha çok arkadaş adı saydı. Biri, ona içerde örgü örmeyi öğretmiş. İçeri alınışını da, beraat edip çıkışını da gazeteler yazmamış bile.

- İçerde ne arkadaşlarım vardı. Bir kedimiz vardı. Adını "Maskot" koymuştum ben. Onu beslerdik içerde.

- Neden girmiştiniz?

- Bir telefon konuşması... Deniz Gezmiş'ler asılmış mıydı, yoksa daha öncesi miydi, o sıralar. Bir telefon numarası yanlış düştü. Karşıma çıkan, "Konuşalım" dedi. "Ne konuşacağız, benim canım sıkılıyor" dedim. "Neden?" diye sordu. "Neden olacak, Allahın verdiği can alınır mı, yazık..." dedim. Meğer telefonlar dinlenirmiş. Suç olan bir fiilî övmek suçundan gözaltına alındım, ertesi günü. 28 gün kaldım içerde. Kızlar, önce beni MİT'ten sandılar. "Böyle şey olur mu?" dediler. Mahkemeye çıktım, beraat ettim. Amma, işimden oldum. Tam iki yıl kimse kapımızı çalmadı. Bir ara yaşlı anamı da getirdiler, o da kaldı Kazıkiçi Motel'de üç gün...

"Yazık" sözünden "orduya da hakaret etti" diye yargılanmış. Zor kurtarmış paçasını. Ayrıldı, gitti sonra...

Öyküsü uzun. Öyle işken filân yapılmamış. O zamanlar pek yoktu demek. Daha başları mıydı işlerin ne?

*

Madencilik-İnşaat İşleri Türk Anonim Ortaklığı'nda çalışan 200 işçi, işverenin baskıları karşısında başbakana başvurma zorunda kaldılar, gazeteler yazdı. Açlık grevine gitti işçiler, içlerinde hasta olanlar var.



İşçilere baskı yaptığı ileri sürülen genel müdür, Mitaş Genel Müdürü Necati Türkeri, 1971 Eylül'ünde kıyıma uğrayanlardan. Sonradan durumu düzeltilmiş ya, kıyıma uğradığı günler, tozlu, berbat bir odaya verilmiş, sürülmüş yani. Orada, arayanı soran olmuş mu olmamış mı bilmiyorum. Fakat, bürokrasinin çarkı onun da boynundan geçmiş bir zaman. Kıyılmış da, kıymanın acısını çabucak unutmuş. Öyledir...

*

Halen içerde bulunan tutuklular, yanlış bir yorumla "asker kişi" sayıp geçmişiz. Başbakan Ecevit de, Timisi'nin bir sorusuna verdiği karşılıkta aynı yanlış yoruma düşmüş, yahut düşürülmüş. Şimdi, içerden başbakana karşılık veriliyorlar: "Bizim asker kişi sayılmamız yasada sadece yargılanmamız ile ilgilidir" diyorlar. Askerî mahkemelerde yargılanmamızla ilgili. Öyle gerçekten. Örneğin oy kullandılar. Halbuki, askerliklerini yapan erler oy kullanamazlar.



"Asker kişi sayılmamız, bugüne kadar her türlü zulmün, baskının ve kanunsuz işlemin gerekçesi olmuştur" diyorlar. Şöyle devam ediyor dilekçeleri:

"Biz tutuklulara dayak atılırken, "asker kişi" olduğumuz ileri sürülüyordu. Tutuklular (askerî eğitim) adı altında yerlerde sürünmeye mecbur edilip, arkalarından tekmelenirlerken, bu keyfî yoruma dayanılıyordu.

Havalandırmalara uygun adımla çıkma mecburiyeti, sayımlarda yapılan askerî talimler "askerî disiplin" gerekçesiyle açıklanıyordu.

Erkek tutuklu arkadaşlarımız, dayak ve baskıyla kravat takmaya zorlanırken "asker kişi" oldukları söyleniyordu. Kanunsuz ve keyfî olarak dilekçelerimiz yollanmadı. Mektuplarımız imha edildi. Bazı kitap ve gazeteler verilmedi. Bütün bu kanunsuz uygulamalara gerekçe olarak "asker kişi" olduğumuz gösterildi.

"Tutuklularla ilgisi olmayan helâların temizletilmesi, buz kırdırtmak, vb. angaryalar, hep aynı gerekçelere dayandırılmıştır."

Askerî cezaevlerindeki kanunsuz ve keyfî davranışlara son verilmesini istiyorlar dilekçeyi imzalayanlar.

Dilekçe metnini geniş olarak haber sütunlarında okuyacaksınız.

Demokratik hukuk devleti adımını atmış olanlardan, içerdekilerle ilgilenmelerini, özellikle hasta olanların, artık keyfi olarak işkence sayılan hastaneye yollamama, savsaklama gibi işlemlerden kurtarılmalarını bekliyoruz...

Bazı askerî mahkemelerdeki uygulamalar, "nasıl olsa af çıkacak, biraz daha eziyet edelim" anlayışından çıkmalıdır.

14 Ekim'den, 9 Aralık'tan sonra olsun kafalarda bir değişiklik olmasını beklerken, bunun sürüp gitmesini nasıl yorumlayacağımı gerçekten bilmiyorum...

*

Özlem'le Eylem'i hastaneye götürdük izin günümde. Özlem'in ayakları içeri içeri basıyordu. Gözlerinde de hafif şehlalık var. Göz doktoru, Özlem'i kandırabilmek için yanına çağırdı:



- Gel bak, sana şeker vereceğim. Parmağıma bak, bak...

Özlem'in çok hoşuna gitti, doktor amcası. Eve dönünce Emine Hanım'ın gözlerine bakmış. Minik parmağını gezdirerek:

Bak, bak şeker, şeker... demiş.

Hastaneye de gitmiş olsak, yaradı çocuklara, sokağa çıktık diye sevindiler. Eylem her sabah, evden çıkarken alıştı. Öyle diyor:

- Baba, seni sokakta öpiym mi?

Seviyor işte sokakları. Herkes dışardayken, o içerde kalmak istemiyor...

(17 Mart 1974)

SULUSEPKEN YÖNETİM!


Parlamentolardan birinde bir yasa önerisi görüşülüyor, oylanıyormuş. Başkan soruyormuş, önce üyelere:

- Maddeyi okutuyorum. Söz isteyen? Yok... Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler? Etmeyenler? Kabul edilmiştir... Öbür maddeye geçiyorum...

Başkan böyle her maddeyi oylayışında, dinleyicilerin bulunduğu bölümde biri, hafifçe ayağa kalkar, bir reveransla selâm verir, otururmuş. Her maddede, böyle ayağa kalkıp reveransla ve saygıyle selâm verip oturan adam, oradaki herkesin dikkatini ve merakını çekmiş. Sormuşlar:

- Neden öyle, her madde kabul edilirken, kalkıp selâm veriyorsun?

- Kabul edilen her maddenin içinden bir dost geçiyor, onu selâmlıyorum...

Yine ülkelerden birinde, yüksek bir makamı düzenleyen bir yasa tasarısı hazırlanıyormuş. O makamda bulunan şu şu hizmetleri yapacak, öğrenimi şu kadar olacak, şunları şunları yapmamış olacak filân...

Tam tasarıya son biçimi veriliyormuş ki, orada bulunan hazırlayıcılardan biri, söz istemiş:

- Efendim, maddeye bir küçük fıkranın eklenmesi unutuldu. Lütfen, fıkraya "sol ayağı hafifçe aksar" diye ekleyelim...

- O neden o?

- Kafanızdaki kişinin bir niteliği kaldı. Onu da ekleyelim de tasarı tamam olsun...

*

Af Yasasında Osmanlı hanedanı erkeklerinin yurda dönmeleri hükmü bulunmasaydı, gerçekten bazı kişiler üzüleceklerdi. Örneğin, eski başbakanlarımızdan Suat Hayri Bey'in gelini. Babası filân hayatta mıdır milmiyorum. Belki amcası vardır, onu göreceği gelmiştir. Öyle her kez gitmek yerine arasıra da onlar gelseler yurda, torunlarını da görseler kötü mü olur? Prof. Osman Turan Hoca'nın eşi de hanedandan. Osman Turanlar, Suat Hayri Beyler gibi o kadar varlıklı da değiller. Özlem bu, hasret anlayacağınız... İyi oldu, iyi. Hatta bir fıkra daha eklemeli. "Yurda gelecek Osmanlı hanedanı erkekleri, Söğüt kasabası yakınlarında kurulacak çadırlara yerleştirilirler" filân gibi...



Şimdiye dek, "eski DP'lilerin siyasal hakları" diye kafamızda kalan Anayasa değişikliği, yeni baştan Meclis gündemindedir. Aradan bu kadar zaman geçti. Eski DP'lilere 21 Mayısçılar eklendi. Bitmedi, 12 Marttan da cezaevlerine doldurulanların siyasal hakları konusu -en önemli konu olarak- gündemdedir. İçerden, aftan yararlanarak dışarı çıkacaklara siyasal haklarını tanımadınız mı, onlara "Parlamenter düzen yaramaz size. Siz yeraltına inip orada çalışın" demiş olursunuz. Demokrasiden yana görülenenlerin de bu izlenimi uyandırmamaları gerek. Yasalar çıkacaksa, Ahmet Bey için, yok Celâl Bey için çıkmaz. Benzer nitelikleri taşıyan herkesi kapsar.

- Canım, senin demek istediğin sosyalist parti kurmaksa, herkes kurar sosyalist partiyi. İlle içerden çıkaracaklar mı kursun?

- Anlıyorum dediğinizi. Ya Aybar, ya da Mihri Belli kursun demek istiyorsunuz. Benim demem o değil. Binlerce insanın siyasal hakkını, böyle bir hakkı olacağını görmezden geliyorsunuz...

*

Bir Yeniortam okuru, mektubunda bir de gazete kupürü eklemiş. Kupürde, "Osmanlı Sarayında Seks Çılgınlıkları" dizisi ve yazı başlığı şöyle:



"Deli ibrahim'in Cinsel Çılgınlıkları Artık Çekilmez Bir Hal Almıştı..."

Mektup da kısaca şöyle:

"Osmanlı hanedanının artıklarının da AP, DP ve MSP oylarıyle genel af içinde alınmaları söz konusu. Oysa ki, Osmanlı saraylarının seks çılgını Padişah Deli İbrahim'in hayatı Modern Gazete'de tefrika ediliyor. Cariyelerin edep yerine elmaslar takan bu hanedanlığın affını istemek, pek garip bir şey.

Ben Isparta'nın Yalvaç ilçesindenim. Demokrasimizin yetiştirdiği hanedanlar bize yeter.

Sayın Refik Erduran'ın bir çağrısı ile ipten kurtulan bir tutuklu...

(18 Mart 1974)


YASALARA, TÜZÜKLERE UYGUN MU?


Doğan Avcıoğlu geldi Ankara'ya İstanbul'dan. Geldiği akşam Rıhtım lokantasında buluştuk. Doğan Avcıoğlu, eşi, Uğur Mumcu, bir de ben. Uzun zaman var ki görmemiştim. O içerde kaldı bir süre. Bir daha uzun süreli gelmedi Ankara'ya. İstanbullara yerleşti. Mehmet Kemal de öyle. Avcıoğlu ile Mehmet Kemal'le, Ankara'da aynı apartmanda oturduk. Hele Avcıoğlu'yla uzun süre bir telefonu kullandık. Eski arkadaşım yani.

Yemekte konuşuyoruz:

- İşkence yaptılar mı sana?

Ayaklarına, elerine pranga ya da kelepçeler takmışlar. Gözlerini bağlamışlar.

- En çok Şevket Süreyya'yı sordular. "Şevket Süreyya komünist değil mi, hadi anlat?" dediler. Amma, bir şey var ki beni işkenceden kurtardı.

- Ne o?


- Trinitrin. Kalp hastasıydım ben. Cebimi kurcalarken trinitrin şişesini bulunca, herhalde "ölür de başımızda kalır..." diyerek, vazgeçmiş olmalılar işkenceden.

- İlhan'a yapmışlar mı işkence?

- onu falakaya çekmişler. İlhami, Davutpaşa'ya geldiğinde yüzünde kocaman bir kırmızılık vardı. Belli ki, şiddetle vurulmuştu yüzüne...

- Haydi, içelim... Deyip yudumluyoruz içkilerimizi.

İstanbullular Ankara'ya seyrek gelirler. Turhan Selçuk, geçenlerde Yeniortam'a geldi. İş arasında doğru dürüst konuşamadık bile.

Ben İstanbul'a gittiğimde farklı mı sanki? Orada da herkes kendi dünyasında. Çetin Altan da gelmez artık. O da yerleşti, İstabul'lara. İstanbullu oldu... Adana mapusanesine alışır da, Adana'da yurt tutar kalırsa Can Yücel şaşmayacağım. Kaç yıl oldu?

Af çıktı, çıkacak derken bunca genç, bunca aydın, kadın-kız, erkek cezaevlerinde hâlâ. İnsan haklarına, Anayasa'ya, yasalara aykırı koşullarda yatıyorlar içerde...

*

Başbaşkan Ecevit, neden öyle zayıflamıştır? Sade o mu, bütün bakanları kabinenin -az çok- kilo vermişler. Bir MSP'liler oldukları gibi duruyor. Çok çalışmaktan mı, üzüntüden mi, yıpranmaktan mı?



Neyse, zamlar üstüne veryansın etme bitti gibi. O günlerde Bülent Bey, ne uykusuzluklar geçirmiştir. Hücumlara karşı ne dese acaba?

- Zamları eski iktidar hazırladı...

Evet, bir kısmını öyle ama, tutacak şey değil. Ne demeli? Düş gücümü kuruyorum, işletiyorum:

Gecenin bir yarısı, Rahşan Ecevit, eşini dürtüyor:

- Bülent, buldum...

- Hııı? Anlamadım.

- Buldum, kalk...

- Neyi buldun?

- Zam hücumlarına karşı ne cevap vereceğini...

- Bunu sabah söyleyemez miydin?

Uyku tutmamıştır bundan sonra. Düşünceler, düşünceler:

- Söyle bakalım, ne buldun?

- Böyle, böyle...

- İyi, peki.

Gecenin bir yarısı -artık uyku da tutmayınca- kalkıp bilmem kaç kilometre uzaklıktaki Gölbaşına gitmek istiyor canı. Kalkıp gidiyorlar da. İssız Gölbaşı yollarındaki başbakanla eşi dolaşıyorlar. Bir sürü şehirlerarası otobüsler gelip geçiyor. Uykulu şoförler, merak etmiyorlar kim bunlar diye.

Ecevit gerçekten yorulmaktadır. Yerli yersiz hücumlar -ne yalan söylemeli- bunaltmış olmalıdır adamı. Hele Türkiye'de kokuşturulmuş, iki yüzlü işleyen bir çarkı tersine işletmeye kalkmak, pek öyle kolay olmasa gerekir. Yüz yerden yüz engel çıkarılmaktadır. Ancak, bu engellerle de bir bir başa çıkmak zorundadır. Yoktur bunun başka yolu çünkü.

Ecevit için plak hazırlanıyordu, ne oldu bilmiyorum. Plağın adı "Akgünlerin Karaoğlan'ı" olacaktı. Muazzez Türüng okuycaktı.

*

Bayındır'dan Ahmet Toptaş, oturup "kaymakam hikâyeleri" yazmış. "Ankara Notları"nı ara sıra "Taşra Notları" yapmamı öneriyor. Bir ilçede, çocuklar kendi aralarında bir oyun oynuyorlar. Çocuklardan bir, ilçenin büyüklerinden birinin adını aklında tutarak, arkadaşına soruyor:



Farz, vacip, sünnet, nafile... Bütün namazları kılar?

- İmam Ahmet...

- Bilemedin, elinden tesbihi hiç eksik olmaz?

- Molla Mehmet...

- Bilemedim çocuklarını Kur'an kursuna gönderirler?

- Hacı Emin...

- Karısını hiç dışarı çıkarmaz. Evinin balkonuna bile.

- Bildim, kaymakam...

Fıkralar, böyle uzayıp gidiyor. Kaymakam da kıyıcı mı kıyıcı. TÖB-DER'e düşman.

*

Bir fıkra daha, belki onu beğenirseniz:



Adamın biri, bir yabancı il'e gitmiş çok çok önceleri. Bakmı, caminin minaresinde müezzin, ezan okuyor ama, okurken sadece "Tanrı uludur" diyor, arkasını söylemiyor. "Allah Allah" demiş adam içinden, "Ne acayip yer burası böyle?" Caminin önüne gitmiş, adamlar şadırvan önünde abdest alırlarken kalçalarını da bir sağa, bir sola sallıyorlarmış. "Bari, demiş, şu işi kadı efendiye sorayım..."

Kadı Efendi'nin odasına girip ne görsün? Kadı'nın odasında bir genç erkekle bir genç kız, sevişiyorlar. Hemen kapıyı kapayacağı sırada kadı çağırmış:

- Gel gel gitme. Ne soracaksan sor...

- Efendim. Böyle, böyle. Müezzin Minarede ezan okuyor, fakat sadece "Tanrı uludur" diyor, geresini söylemiyor...

- Ha, anlatayım: Bizim müezzin Ermeni. "Tanrı uludur" diyor, fakat, arkasını söylemeye kendi dini elvermediğinden orada bırakıyor...

- Peki, abdest alanlar kalçalarını sağa, sola sallıyorlar o neden?

- Biz, nasıl abdest alınacağını bir genelge ile duyurmuştuk halka. Genelgede, eller yıkanırken, parmaklardaki yüzüklerin oynatılması gerektiğini de bildirmiştik. Genelge "teskir" edilirken bir yanlışlık olmuş. Abdest alırken parmağındaki yüzüğü çeviriniz olacağına başka şey çıkmış. O da ondan. Buradaki durumu merak ediyorsun değil mi? Bu iki genç evlenecekler. Ben de onların başarılı evlilik yapıp yapamaycaklarını gerçekçi bir gözle saptıyorum. Durum bundan ibaret. Görüyorsun ya, burada her şey yasalara, tüzüklere uygundur...

(19 Mart 1974)


BURAYA NASIL GELDİK?


Başbakan Bülent Ecevit'in odasındayız. İlk görüşmemizde kendisine soruları yazdırdık Uğur Mumcu ile birlikte. İlk sorumuz şuydu:

- Dört yıl sonra nasıl bir Türkiye düşünüyorsunuz? Özgürlükler ve ekonomik gelişmeler açısından...

Ecevit, soruyu yazarken, yüzüme baktı. Ben havayı biraz daha ısındırmak için ekledim:

- Yani efendim, dört yıl sonra isteyen rahat rahat hapse girip yatabilecek mi? Bu özgürlük olabilecek mi?

Bu açıklama çok hoşuna gitti. Bugün altıncı sayfada başlayan sorulu cevaplı yazı dizisi birinci adımını atmıştı. Soruların çoğunu Uğur Mumcu arkadaşım yöneltti. Ecevit'in cevaplarında Yeniortam okurları yeni yeni şeyler bulacaklar sanıyorum.

- Benim oturduğum koltuk oldukça rahat bir koltuktu. Başbakan, kendi kolduğu için aynı şeyi söyleyemeyeceğini, bir soruya karşılık belirtti.

Bazı soruları, "Bunu yazmayın" biçiminde bir girişten sonra cevapladı. Onları, konuşma dizisine almadık. Anladığım kadariyle, basında yer alan "işkence" konularında tedirginlik duyanlar oluyordu. Birçok dar geçitten geçilirken, yeni sıkıntıları çağırmanın gereği yoktu.

Başbakanla konuşmayı yaptıktan sonra da görmekteyiz, özellikle af konusunda, bürokrat kademede yapılmak istenen değişikliklerle ilgili konularda, sıkıntılar bitmiş değil. Afta AP ne yapacak? Kamuoyunu karşısına kolay kolay alamayacağa benzer. Cihat Bilgehan'ın demecinden çıkan anlam da bu. Belki, daha önce uyguladığı yanlış politikayı terkedip, CHP ile MSP'nin arasını açmanın yollarını arar. Çünkü, AP, MSP'ye yüklendikçe koalisyon daha bir güçleniyordu. Bir de, koalisyonun içinden çatlamasını bekleyebilir.

AP'nin koalisoynu denetlemek için başka yolları da yok mudur? Arka planda kalıp, gönüllü muhalefet DP'yi destekleyerek örneğin. Cumhurbaşkanı Korutürk hükümete haber mi göndermiş?

- Yüksek dereceli memurlar arasında çok değişiklik olursa imzalamam haaaa... diye.

Bunlar kimin ekmeğine yağ sürer?

Nereden nasıl geldik? Herkesin kendi kafasındakini değil de, ortak bir çözümle bunu yanıtlaması gerek. Bir de şunu yanıtlamalı: "Nereye gideriz?"

*

Ankara Merkez Cezaevinde yatan Bayan A. C.'den ikinci mektubu aldım. Özetle şöyle diyor:



"Size daha önce işkence konusunda açıklama niteliğinde bir mektup göndermiştim. Ama siz o yazıyı yayımlamamakta ısrar ettiniz. Bunu şu günlerde yoğunlaşan af meselesine bağlıyorum. Öyle bir açıklamanın (pek önemli bir değil ama) hâkim sınıfların sözcülerinin aleyhimize kullanmalarından "Bakın pişman değillermiş, bir de affedelim diyorsunuz" demelerinden çekiniyorsunuz galiba...

Bizim halkımıza karşı olan sorumluluğumuz her şeyin üstündedir. Onların karşısında her zaman namusunuzla çıkmak isteriz. İçerde yatmak pahasına da olsa... Hem artık şu acındırma politikasından vazgeçin. Gerçi çok çektik ama, çoğunu, onurlu, namuslu kalmak için çektik. Dilerseniz size çok örnek verebilirim.

Sizden ikinci bir kere o yazının yapımlanmasını istiyorum. Eğer açıklama yapacak başka yollarım olsaydı, bunu sizden istemezdim."

*

Bu da askerî tutukevinde yatan Bay. G. U'nun babasına yazdığı mektup:



"... Kayahan'ın annesiyle konuştuğunuzu yazıyorsunuz. Bazı endişelerinizden söz ediyorsunuz. gerek Kayahan ve gerekse diğer tutuklular için bu endişeniz yersiz. Burada değişen bir durum yok. Dün nasılsa bugün de öyle. Gerçi Kayahan'ın koğuşu ile benimki ayrı. Ama havalandırmaya birlikte çıkıyoruz. Birlikte dolaşıp, voleybol, futbol vs. oynayıp spor yapıyoruz. Sıhhati gayet iyi. Annesinin telâşı yersiz. Saçların sıfır numara ile tıraşlı olması da olağan bir şey. İllerden beri (yaz-kış) farketme. 15-20 günde bir saçlar kesilir. Yüzündeki sivilceler ergenlik sivilceleri. Onlar da eskisi kadar kalmadı. Giderek iyileşiyor...


Yüklə 1,91 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin