bir bahar günüydü. Meyvenin altıncı meselesinden biraz okuduktan sonra,
Üstad'ımızın yanına vardığımda bana, benim Meyve Risalesinin altıncı
meselesini okuduğumu iş'ar buyurdular.(109)”
Yine Mustafa Sungur Ağabeyden:
"Üstad'ımızın yanında bulunduğum bir günde, Üstad kendi odasından çıkıp
odamıza girdi ve yanıma doğru geliyordu. Ben de güya Üstad beni boş
oturuyor görmesin diye bir şeyler yazmaya başladım. Üstad yanıma geldi.
Azıcık oturdu. Tabiî ki ben çok büyük bir hırsla Üstad’la oturmayı arzu
ediyordum. Birden Üstad: "Sungur'umu fazla meşgul etmiyeyim" diyerek
kalktı gitti. Ben kendi kendime: "Vay aptal, sen kalbinde o hırsı
göstermeseydin, belki Üstad yanında biraz daha kalırdı" dedim (110)"
Av.Gültekinden gelen hatıra
Antalya'lı Avukat Gültekin Sarıgül, Çaldıran'lı Taceddin'den (Şimdi
Antalya'da oturur) naklen anlattığı ve Muradiyeli Kâmil Acar'ın teyid ettiği
hadisedir: (Gültekin Bey bu rivayeti, Ankara'da Hüseyin Gündaş ve Meh
(106) Şahiner'in kaydında "Ağlasun dağlarına gitmiştik" şeklindedir.A.B.
2215
2216
(107) Hususi hatıra defteri sıra No: 9
(108) Hususi hatıra defteri sıra No:14
(109) Hususi hatıra defteri sıra No:19
(110) Hususi hatıra defteri sıra Nd: 19
2216
2217
2073
met Kurdoğlu'nun da hazır bulundukları bir yerde 11.11.984'de
anlatmıştır).
"Taceddin demiş:1953'lerde Üstad Hazretlerinin emirleri üzerine İran'a
bazı Nur Risaleleri götürmek icabediyordu. Ben bir miktar risaleler yanıma
alarak İran'a geçmek üzere, pasaportsuz kaçak hududdan geçmek isterken;
İran askerleri beni gördüler ve müthiş bir yaylım ateşine tuttular. Ben geri
kaçmaya başladım. Fakat bakıyordum, kurşunlar sağımı solumu toz duman
içinde bıraktıkları halde bana değmiyor, adeta üstümden kayıyorlardı. Ben
koşarak huduttan geri uzaklaştım. Bana hiç bir şey olmadı.
Bu hadiseyi bir ben, bir de Allah biliyordu. Hiç kimseye açmamıştım.
Bilâhare bir gün Çaycı Emin Ağabey Üstad'ın ziyaretine gitmiş. Hazret-i
Üstad Çaycı emin Ağabeyden bazı hal hatır sorduktan sonra; "Taceddin'i
görüyor musun? Ne haldedir?" diye sorar.
Çaycı Emin Ağabey de Üstad'a, ara sıra beni gördüğünü hal ve
durumumun iyi olduğunu söylermiş.O esnada Üstad Hazretleri elini ağzına
siper ederek gülmeye başlamış ve demiş ki: "Emin, sen Taceddin'in kurşun
yağmurundan nasıl kaçtığını bir görseydin!.. diyerek” tebessümlerini izhar
etmişler.
Sonra Çaycı Emin Ağabey Van'a döndüğünde beni gördü, sordu:
"Taceddin, sen herhangi bir kurşun yaylım ateşine hedef oldun mu? Nedir
hadise?...” Ben ise; yok öyle bir şey olmadı.
Çaycı Emin Ağabey: "Yahu bunu Hazret-i Üstad söyledi" dedi. Ben: Sahi,
o mu söyledi? dedim.
Çaycı Emin Ağabey: "Evet o söyledi" dedi.
Ben "bu hadiseyi ne Üstad'a, ne de başka hiç bir kimseye açmamıştım"
dedim ve hadiseyi olduğu gibi kendisine de anlattım.(111)”
Arvasilerden eski Gevaş Müftüsü Şeyh İhsan Ali'nin anlattıkları:
"Ben 1953'de İstanbul'a gitmiştim. Hacı Muhabbetullah'ın evinde
kalıyordum. Ben ev sahibime dedim ki: "Üstadı görmek istiyorum. bizi
karşıladı ve Üstad ziyaretçi kabul etmiyor dedi.. Hacı Muhabbetullah: "Biz
daha önceden izin almışız" dedi. Bunun üzerine içeri alındık. İçeri girince,
Üstad, bizi ayakta karşıladı ve "Arvasilere müsaade mi olur? Onlar
serbesttir" dedi. Ben elini öpmek istedim, Üstad bizi oturttu. Çok iltifat
etti. Oradaki talebelerine bizim Hacı Muhabbetullah bir gün önceden benim
2217
2218
için izin aldı. İkinci günü beraberce gittik. Edirnekapı tarafında bir
dershane vardı. Üstad oradaydı. Kapıda bir talebesi için
(111) Hususi hatıra defteri sıra No: 21
2218
2219
2074
"Bunlar Van'ın ileri gelenlerindendir, seyyiddirler." dedi.
Sonra Üstad bana döndü, dedi ki: "Üstad'ım Şeyh Seyyid Fehimin
evlâdlarından kimler var?"
Dedim: Şeyh Hasan var, Medine'de kalıyor. Dedi: "O büyük saadete
kavuştu.”
Dedim: Benim babam var, Bağlama köyündedir. Dedi: "Ha o Allah'ın
hizmetçisi!.."
Dedim: Amucam Muhammed Salih var.
Dedi: "O mu?.. " ve elini alnına koydu, biraz düşündü ve sonra "Onun
Mekke'ye gidip Medine'de vefat ettiğini biliyorum" dedi.
Bu konuşmamızdan bir ay sonra haber aldık ki; Amcam Muhammed
Mekke'den Medine'ye gittikten sonra orada vefat ettiğini duyduk.
Aynı sohbette Üstad Hazretleri bana Arvas Köyünü ve o köydeki iki
mevkii sordu. Bunlardan birisi: Bir gölün kenarındaki bir dut ağacının altı,
ötekisi de, bir pınarın başı...
Bana: "Siz hâlâ oralara gidiyor musunuz?" dedi. Dedim, evet efendim.
Baktım, Üstad'ın gözleri yaşla doldu ve dedi: "O her iki yerde de, Üstad'ım
Şeyh Fehim Efendiden ders aldım...”
Bu rivayeti kaydedip bana gönderen, o civarda ilkokul öğretmenliğini
yapmış Urfa'lı Ramazan Heder'dir. Mektup 30.12.984 tarihlidir.
Dosyamızda mahfuzdur. Aynı mektupta Şeyh İhsan Efendi'nin başka bazı
hatıraları da vardır.
MUSA Yukarının hatırası
Aslen Denizli-Tavasdan olup halen İzmir-Torbalı’nın Ayrancılar
kasabasında oturmakta olan “Musa Yukarı ” ismindeki Nur Talebesi
anlatıyor:(Hatıralarını bize yazılı olarak gönderdi)
1957 Mayıs ayında, Ben, Salim Acar ve Veli Başarır üç arkadaş üstadımızı
ziyaret etmek kasdıyla Trenle Ispartaya vardık.Üstadımızın evine
vardığımızda Eğridire gitmiş olduğunu öğrendik.Bizde Eğridire gittik.
Çilinger Ali Savran Ağabeyi bulduk. Ona sorduk.O dedi:“ üstadımız
buradan gitti,ama nereye gittiğini bilmiyorum.” Biz o geceyi,Eğridirde
2219
2220
otelvari bir handa geçirdrik. Handa takribin 50 kişi kadar vardı.Hanın
büyük bir salonunda hep oturmuş konuşuyorduk. Bize sordular:
“Nerelisiniz? Ne işle buradasınız?”
İzmirli olduğumuzu ve Ispartaya Bediüzzaman Said-i Nursiyi ziyaret için
geldiğimizi fakat Ispartadan kendisinin buraya geldiğini öğrenince buraya
geldiğimizi, ancak burada da bulamadığımızı ve bu geceyi burada
geçirdiğimizi söyledik.
2220
2221
2075
Biz bunu anlatınca, hanın müşterilerinden tahminen 30 yaşlarında
birisi“Bediüzzaman mı?” Dedi: Evet,dedik.“Bakınız, Bediüzzaman Hoca
ile aramızda geçen bir hatırramı anlatayım size”dedi.Handaki bütün
müşteriler beraber dinmlemeğe başladık. Dediki:“Ben bir kamyon
şöförüyüm, bir gün yanıma tanımadığım 3 kişi geldi.. Bana dedilerki:
“Bediüzzaman diye memleketimizde fevkalade zararlı bir alim var.Taksi ile
dolaşıyor. Sana elli bin lira veririm. Yed-i emine parayı teslim ederim.. Sen
kamyonunla buna Çarp, kaza süsü ver ve öldür, bu parayı yed-i eminden
al.”Ve Hocanın arbasının plaka numarasını verdiler. Ayrıca bana yardımcı
olacaklarını da söylediler..Ben teklifi kabul ettim.. Ve nihayet yola
çıktım.Taksinin karşı tarafdan geleceğini söylediler.. Gidiyorum gözüm
önce arbanın renginde.. renk uyarsa, önündeki yazılı plaka numarasına
bakacağım.. Bir baktım taksi sağa yanaştı ve durdu.İçinden bir geç indi,
sola geçti, yani önüme el kaldırdı.Bende durdum.“Ne o!..” dedim.“Seni
Hoca Efendi çağırıyor”dedi. İndim,taksinin camından başını çıkarmış,bana
dediki:
“ Oğlum, ben memlekette zararlı bir hoca değilim, sana yanlış bilgi
vermişler, niyetinden vazgeç.”dedi.
Ben o anda,Hocaya öyle ısındım ki, tarif edemem.Bana para teklif eden o
üç kişi o anda orada olsa idiler, tereddütsüz, onları öldürürdüm.”dedi.Ve
şunuda ilave etti:“Bu hadiseyi ben, başkasından duymuş değil, bizzat
kendim yaşadım. İster inanın, ister inanmayın ”dedi.
Musa Yukarı kardeşimiz derki“Bunu üçünüzle beraberce handaki bütün
adamlarda dinlediler.Ancak ben o arkadaşın isim ve adresini almadığım için
halen üzgürüm.”
Konya-Ereğli Kazası, Divaz Köyünden Ali Tâyyar'ın anlattıkları:
(14/4/1988 Perşembe günü Ereğli'deki dükkânında ziyaret ettiğimizde
demişti ki):
"Ben Risale-i Nuru ve Üstadımızın ismini 1955'te Diyarbakır'da askerliğim
sırasında duymuş ve aynı sene içinde terhis olup, Konyalı Câmi’ İmamı
Hüsmen Duran ile birlikte Hz. Üstadın ziyaretine gitmiştik. Bu tarihten
itibaren her sene Üstadımızı Isparta ve Emirdağ'da ziyaret ediyordum.
2221
2222
Bu ziyaretlerim içinde, bana göre en mühim ve her zaman onu hatırladıkça
gözlerimin yaşardığı hatıra şöyledir:
1959'da Konya'da vali Cemil Keleşoğlu'nun marifetiyle Nur talebelerinden
Dr.Sadullah Nutku, Hüsmen Duran, Mustafa Kırıkçı, Said Gecegezen,
Hasan Nevruz, Hasan İlkbahar ve arkadaşları 9 Nur talebesinin tevkif
edilme hadisesinden sonra, yine Üstadımızın ziyaretine, Isparta'ya
gitmiştik. Hz.Üstad yatağına uzanmış hasta idi. Konyada tevkif hadisesini
ve kaç
2222
2223
2076
kişi tevkif edildiğini sordu. Ben 9 kişi tevkif edildiğini söyledim.
Bunu duyan Hz. Üstad, birden fırlar gibi yatağından doğruldu ve "9 kişinin
tevkifıne ne lüzum var? bir kişi kalsa yeter" diyerek bağırdı.
Biraz sonra bana: "Hapistekilere selam söyle. İki kişi kalsın yeter" diyerek,
bana bir paket verdi. "Bunu hapisteki talebelerime götür" dedi.
Isparta'dan döndüm, hapishaneye gittim. Paketi teslim ettim ve Üstadımızın
söylediklerini aktardım. Üstadın bu haberi üzerine Dr.Sadullah bey: "Bizim
yedi kişimiz tahliye olacak, iki kişi kalacak öyle ise...” dedi.
Duruşma günü oldu. Birgün sonra, "Bugün" gazetesi: "Nurculardan 8 kişi
tahliye oldu" diye yazıyordu. Meğer birisinin tahliyesi yanlışlıkla olmuş. Bir
ay sonra, yanlışlıkla tahliye olan Nur talebesi kendisi müracaat ederek, geri
hapishaneye dönmüştü. Böylece Üstadımızın her iki ihbarı da doğru
çıkmıştı."
Aslen Romanya'lı, İstanbul'da oturur Radyocu Ali Efendi anlattı:
(Sümbül Efendi semtindeki evinin üst katında 18.11.984 günü sabah
namazından sonra anlatmıştı)
"Bana Risale-i Nurları tanıtan ve veren Denizli-Buldanlı Remzi veya onun
arkadaşı Buldanlı -Şimdi İstanbul'da oturur- Emin Hoca anlattı:
"Biz Üstad'ın ziyaretine, Isparta'ya gitmiştik. Kapısına vardık, çaldık. Bir
talebesi çıktı -Galiba Bayram Ağabey idi- Üstadı sorduk, ziyaret etmek
istediğimizi söyledik. Kapıyı açan talebe: "Üstadımız az önce çıkıp bir
tarafa gitti" sözünü söyleyince; arkadaşım Remzi Efendi şok geçirircesine
iki eliyle kafasını tutarak "Aman Anam yandım!.." diye bağırdı ve olduğu
yerde oturdu.
Gelelim Üstad'a: Üstad Hazretleri ise, teneffüs için şehir haricine
çıkmışken, birdenbire hiç münasebet ve sebeb yokken, şoförüne: "Eve
dönelim, işimiz var" diyor ve az sonra henüz Emin Hoca ile Remzi Efendi
Üstad'ın kapısında iken, Üstad'ın arabasının gelip yanaştığını görürler.
Üstad arabadan inmeden, elini Remzi Efendiye uzatıyor ve "Kardeşim seni
kardeşliğe kabul ettim." Emin Hocaya da: "Siz hoş gelmişsiniz!" diyor ve
"Kardeşlerim kusura bakmayın" diyerek geri dönüp gidiyor."
2223
2224
Radyocu Ali Efendi'nin anlattığı bu hatırayı bizimle beraber dinliyen Urfa'lı
Salih Dedeoğlu, M.Ziya Cambazlar ve diğer Sünbül Efendi Cemaatı da
mevcuttu.
Yine Üstad'ın hizmetkârı Bayram Yüksel Ağabey anlattı:
"Biz Üstadımızla Isparta'dan Barla'ya, Barla'dan Isparta'ya gidip
geldiğimizde, şimdiki Isparta'nın ovasını suluyan, Barla gölünden su çeken
su tesislerinin ya
2224
2225
2077
pıldığı yerde küçük bir tarla gibi bir yer vardı. Bir çok defalar Hazret-i
Üstad oracıkta durur, biraz istirahat eder, sonra kalkar giderlerdi. Bilâhare
tam o mevkiden, Barla gölünden Isparta ovasına su veren tesisler yapıldı."
Bu hatırayı şahsen Bayram Abiden dinledim ve kendi hatıra dosyamda
saklıyorum. A.B.)
Benim bir hatıram: (Abdülkadir Badıllı)
1955 yılı içerisindeydi, Urfa'da; gelen lâhika mektuplarını çoğaltmak, bir
çok yerlere göndermek hizmetini biz hep elle yazıp çoğaltıyorduk. Bir
teksir makinesi zaruri hale gelmişti. Bunu düşündük, Abdullah Ağabeyle
konuştuk. Nihayet benim annemden kalan kırk elli kadar koyunum köyde
bir ortağım da vardı. Bunların hepsini sattım. Binbeşyüz otuz küsur lira
tutmuştu. Bu parayı yanıma alarak teksir makinesini almak üzere, evvelâ
Isparta'ya Hazret-i üstad'a uğrayıp, oradan da İstanbul'a teksir makinesi
için yola çıktım. Isparta'ya vardım. O günü hazret-i Üstad'ın Barla'da
olduğunu söylediler. Günlerden pazar günü idi. Eğridir'e gittim, Barla'ya
hiç bir vasıta yoktur dediler. O sıralar Barla'nın yeni yolu yoktu. Göl
kenarından takib eden ve ancak jiblerin gidebildiği ufak bir patika yolu ile,
bir de denizden kayıkla gidilirdi. Ben Çilingir Ali Ağabeye dedim: Mutlaka
Barla'ya gitmeliyim. O zat, (Allah rahmet eylesin) dışarı çıktı. Bir motorlu
kayık hususî kiralıyarak beni bindirdi. Barla'ya vardım. Vakit ikindi ile
akşam arası idi. Dış kapıda Zübeyr Ağabey beni karşıladı. "Üstadımız şu
anda Sıddık Süleyman'a ders veriyor" dedi. Güneş batmak üzereydi. Ders
bitti. Hazret-i Üstad abdest almaya başladı. Hüsnü Bayramoğlu ağabey
eline su döküyordu.
Bu arada Zübeyr Ağabey: "Üstad'ımız bugün biraz hiddetlidir, sert bir şey
söylerse, gücenmeyin." dedi. Üstad abdestini almış, havlu ile yüzünü elini
siliyordu. Ayakta idi. Zübeyr Ağabeyle birlikte yanına gittik. Elini öpmek
istedim. Abdest suyu ile ıslanmış olan havluyu bana uzattı, ben de o
havluyu öptüm ve yüzüme sürdüm.
Üstad hiddetliydi, "Neye geldin?" dedi. Ben Efendim, sadece sizin için
gelmedim. İstanbul'a bir teksir makinesi almak için gidiyordum da, uğradım
dedim.
2225
2226
Hazret-i Üstad, sanki kendi eliyle cebimdeki parayı saymış gibi: "Sen bin
beşyüz lira fedakârlık yapmışsın ama, Risale-i Nurun sıhhatine çok dikkat
etmek lâzımdır" dedi.
O gece orada kaldım. Kendi yorganını ve küçücük bir kabtaki artan
yemeğini bana gönderdi, lütfetti. Sabahleyin Hazret-i Üstad çok neşeliydi.
Sabah dersinden sonra çok neş'eli sohbet etti. Böylece ayrıldım, İstanbul'a
gittim.
2226
2227
2078
Millet ve Kili İsmail Dayıdan
Balıkkesir Anap Millet Vekili Dr.İsmail Dayı üstadı ziyaretihakkında şöyle
nakletmiş:“1953 yılnda Üstadı Bayezıd-Marmara otelinde ziyarat
ettik.Arkadaşım Eczacı Said Mutluyla beraberdik.Said Mutlunun bir
evlenme işi vardı.Üstad bunu duymuş olacak ki; Said Mutluya:“Şimdi
evlenmeyin, hele yaşınız bir otuzbeş olsunda... İlme ve dine biraz hizmet
edin.O zaman onu düşünürsünüz.ilh.” buyurmuşlardı.
Sonra Said Mutlu Sandıklada Eczacılık yaparken yaşı tam 35
olmuştu,vurulup öldürüldü.Allah ahmet eylesin.”
(Son Şahitler-4,sh.345)
Devrekani'li olup, İstanbul Üsküdar'da şekercilik yapan Hacı Şükrü
Beşeoğlu anlatmıştır:
"1953 senesi bahar aylarıydı. Bir kandil günü oruç tutmuştum. Gece
rü'yamda Üstad'ın evimizin cumbasında oturmuş tesbih çektiğini gördüm.
İki ay sonra bu rü'yam aynen gerçekleşti, şöyle ki:
Bir gün baktım, bir araba evimizin önünde durdu. İçinden Üstad iniyor
gördüm. Koştum ellerinden öptüm. Abdestini alma kolaylığı bakımından
hemen girişteki kısımda kendisini misafir etmek istemiştik. Üstad: "Beni
rüyada gördüğün yere çıkart" dedi. Ben rü'yamda onu üst odada cumbada
oturur görmüştüm. Kendisini alıp oraya çıkardım(112)”
Eski Isparta meb'usu Senirkentli Merhum Tahsin Tola anlatmıştı:
"1957 seçimlerinde DP Senirkent teşkilâtıyla Eğridir teşkilâtı arasında olan
ihtilaf yüzünden ben adaylığımı koymadım. Sonra Menderes beni Bingöl
adayı göstermişti. Bingöl'e giderken üstad'a uğradım. O da Mehmet
Kayalar ve Hulusî Bey'e benim için mektup yazdı. Ben Bingöl'e gittikten
sonra, Üstad Hazretleri bizim çocuklara: "Ben Tahsin'i alıyorum
içlerinden.” demiş.
Gerçekten zahirî sebebe göre kazanmam icabederken, hilâf-ı me'mul
Bingöl'de de kazanamadım. Sonra Üstad Hazretleri kazanmadığımızı
tebriketti.(113)”
İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü (Şimdi ilâhiyat) hocası İsmail
2227
2228
Karaçam Hoca anlatmış:
"1953 yaz aylarında, -İmam-Hatip okulu ikinci ve üçüncü sınıf
talebesiydim- Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin ziyaretine gitmiştik. Bizi
kabul etti. İltifatlarda bulundu. Bir sualim vardı. Fakat bir türlü fırsat bulup
soramadım. Kalkacağımız zaman sormak istedim, daha ben sormadan
Üstad
(112) Son Şahitler-2 S: 205
(113) Son Şahitler-1 S: 291
2228
2229
2079
cevabını verdi.
Sual şu idi: "Camilerde hatim, mevlid okuyup zekât alıyorduk. Bunun şer'î
durumunu soracaktım" Bana şöyle dedi:
"İsmailim, talebeliğini bitirinceye kadar bunları yapabilirsin, bir beis
yoktur." diye kalbimdeki suali cevablandırmıştı.(114)”
Bolu'lu eski Senatör Doktor Alaaddin Yılmaztürk anlatmış:
"1953 yılında İstanbul'da Üstad'la görüştükten bir kaç gün sonra , bir gün
Müzeyyen Senar'ın konserine gidiyordum. Yolda Üstad'la karşılaştık.
Üstad kolumdan tutarak, o tarafa gitmemi istemedi. Beni geri çevirdi,
konsere gidemedim.(115)”
Eski Muş Milletvekili Giyaseddin Emre anlatmış:
"Hazret-i Üstad'ın bir dua şeceresi vardı. Ben kalbimden geçiriyordum,
keşki onun o hususî duasına mazhar olsam diye. Bir gün yanına
gitmiştim,
bana:“Giyas, sizin aileden Fethullah efendi Hazretlerine ve Alaaddin
Efendi’ye dua ediyorum. Üçüncü olarak da seni duama alıyorum” dedi.
Emekli Astsubay H.Halil Akalay anlatmış:
1952'de İstanbul'da Üstad'ı ziyaret etmiştim. Çok hasta olmasına rağmen
bizi kabul etti. Epey uzun ders verdi, sohbet yaptı. İçimden "Artık
kalkmalıyım, çok yorduk Üstad'ı" derken, aynı anda Hazret-i Üstad:
Gideceksin değil mi?” diye sordu. Evet diye ayağa kalkdım. İsmimi
kendisine söylemeyi unutmuştum. Ayrılacağım anda, bana: "Senin ismin
Ali Çavuş idi değil mi? deyince, kendimi tutamıyarak ağlamaya
başladım.(116)”
Hz. ÜSTADIN BİR KERAMETİ VE NECİP FAZIL
İki vaziyetin birbiriyle münasebettarlığı hasebiyle,iki mevzuu bir anda içiçe
kaydetmek durumu ortaya çıktı.Yani,merhum Necip Fazılın-bazıları gibi
bîgane kalmayıp-Risale-i Nur ve hz. üstadla alakadarlığı içindeki zımnî
i’tiraz ve tenkidleri ile; aynı halde hz.üstadın ona karşı vuku’ bulmuş bir
kerametini beraber yadetmek münasebeti hasıl oldu.
2229
2230
(114) Son Şahitler 2- Sh: 38
(115) Son Şahitler-2 S: 46
(116) Son Şahitler-3 S: 272
2230
2231
2080
Evet, hz.üstadın Kastamonu hayatının sonralarında; İstanbulda bulunan
Şarklı ve Sâdâttan olan Fazıl ve muhterem Şeyh bir zat, pek yanlış bir
zehap neticesinde hz. üstadın aziz şahsiyetine, Risale-i Nurun mesleğine dil
uzattı.Dehşetli liğîbetler ve galîz ta’birlerle üstadın şahsiyetini tezyif etti.
Hz. üstad da o pek yanlış ve çok hatalı duruma karşı hak ve hakikat adına
müskit cevaplar verdi.O zatın yanlış olan i’tirazlarını hakikat kuvvetiyle
geri çevirdi ve onu suturdu.O zaman istanbulun büyük âlimleri de o zata
cevap verdiler.Neticede hadise düştü,o zat dahi sükût etmeye mecbur
kaldı.Sonra hz. üstad da onu helal etti..Ve üstad tarafından manen barış
husul buldu.
Ancak hadisenin gizli bazı iz ve tozları devam ederek bir derece
kalabildi.Necip Fazıl merhum, o Şeyh zata mensubiyeti cihetiyle mezkûr
hadisenin izlerinin tesirinde kaldı.Risale-i Nur ve Üstadı“Büyük Doğu”
sunda ehl-i dalalete karşı müdafaaettiği halde,mezkur iz ve tarafgirliklerin
tesirleriyle zımnî tenhkid ve itraz ve küçük düşürma gibi tavır ve halleride
beraber devam etti.Necip Fazıl’ın bu hali hz. üstad ve Nur talebeleri
trafından bilinmekte idi.Ama zahirî dostane vaziyetin devamının-İslam
hizmetin-maslahatı-icabı ve zarureti var olduğu için, mahfuz tutuldu.Necip
Fazıl Merhum, aslında mücahit ruhlu bir zat idi. Edip ve Şa’ir bir şahsiyet
idi.
Ama aynı zamanda adı geçen Şeyh zata mensub olduğu için, kendi
aleminde Şeyhini,zamanının veliler halkasının son parıltısı şeklinde i’tikad
ettiği için, yaşadığı zaman Şeyhinden daha âlim ve daha büyük olabilecek
hiçbir kimseyi kabul edemez katbir tasaavvufî tutum içersinde idi.Ayrıca
merhum Necip Fazıl kendi aleminde, kendini zamanın en iyi bileni tahayyul
ettiği için;hatta“ Ben neyi biliyorsam en iyisini biliyorum, neyi yazıyorsam
en doğrusunu yazıyorum” Hülyasını da taşıdığı
için,zannediyorduki;Velayeti, maneviyatı ölçme,tartma ve derecelerini
kıyaslama alet ve kıstasları, yegane kendisinde mevcuttur. Halbuki o gibi
kuruntulu hal ve huylar bir çeşit cehaletir İslamca da mezmumdur.İlmî
istibdadı taşır..Ve“ben âlimim diyen cahildir ” hadis-i Şerifinin de nefyine
yanaşır.
Evet, Necip Fazıl merhum, mezkûr tasavvur ve haletlerin his ve tesirleri
altında Risale-i Nurun mesleğini ve hz. üstadın şahsiyet, vazife ve
hizmetlerini değerlendirdiği için;çoğu kere yanlışlıklar ve hatalar
edebiliyordu.Merhumun kendi zu’muna göre; hz.üstad sadece basit bir
âlim; maneviyattan, velayetten habersiz orta halli bir Hoca tarzında
değerlendiriliyordu.
2231
2232
İşte, böylesi bir Necip Fazılın Risale-i Nur ve Üstad Bediüzzaman
hakkında yazmış olduğu bazı yazı ve kitapları halen piyasa da ve bazı
kimselerin yanında bulunabildiği için; ve bunlar hz. Üstadın hayat ve
şahsiyeti hakkında yanlış ve şaşırtıcı bilgiler verdiği ve küçültücü beyanları
sadır ol
2232
2233
2081
duğunda, bir ufak zarurî izahı kaydetmeğe mecbur oldum. Yoksa, merhum
olmuş ve iyilikleri hatalarına ğalip gelmiş bir zatın hususî ve şahsî
davranışlarını şimdi kalkıp muhakeme veya tenkid etmeye asla meraklı
değiliz.
İşte şimdi hz. üstadın kerametli bir ferasetinin; ve merhum Necip Fazılın
üstad Bediüzzamanın manevî şahsiyet ve makamına karşı zımnî bir tarzda
küçültücü halet ve telakkisinin şahidi olarak, iki mühim zatın şehadet ve
haberlerini naklediyoruz.
Birinci Şahit:Emirdağlı emekli yarbay Avnî Toktordur,demişki:“1952 de
Necip Fazılın Kadıköydeki evinde buluşup, Sirkecideki Akşehir Palas
otelinde kalmakta olan Bediüzzamanı ziyaret etmek üzere, Kadıköyden
vapurla karşıya geçiyorduk.Yolda Necip Fazıl:“Bediüzzamanı sadece bir
âlim olduğunu, velî olmadığını ve fakat buna rağmen kendisini beğenmiş
biri olduğunu ve sr.”aleyhinde konuşmaları oldu.
Biz Sirkeciye geldik. Otelin dördüncü katına çıktık.Üstad hz.leri bizi
ayakta karşıladı. Necip Fazıl üstada selam verdi . O henüz selamını
bitirmeden,üstad kendi Şark şivesiyle“Necip Fazıl Bey Kardaşım, ben
kendimi kendime beğendirmemişim”ifadesiyle karşılaştık. Üstadın bu
ifadesi bende bir ürperti yaptı.Çünki, Necip Fazılın biraz evel gemide
konuştuklarına bir cevab idi bu...”(S. Şahitler-4, sh.192)
İkinci şahit: Kilisli, hukukçu Rahmi Yananlı (Büyük Doğu mecmuası idare
Dostları ilə paylaş: |