Yük bir ihtimalle bugünkü Kırklar Mey-dam'nın işgal ettiği alanı da kapsayan eskisinden daha geniş bir yapı topluluğunun İnşa



Yüklə 0,82 Mb.
səhifə15/24
tarix21.08.2018
ölçüsü0,82 Mb.
#73331
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   24

HACÛN218




HACVÎ

Muhammed b. eİ-Hasen b. el-Arabî es-Seâlİbî el-Hacvî el-Mâükî (1874-1956) Faslı devlet adamı ve İslâm hukukçusu.

4 Ramazan 1291219 tari­hinde Fas şehrinde doğdu. Cezayir'in meş­hur kabilelerinden Seâlibe'ye mensuptur. Ashaptan Ca'fer b. Ebû Tâlib'e nisbetle Ca'ferî, Hz. Ali'nin kızı Zeyneb'e nisbetle Zeynebî nisbeleriyle de anılır. İlk eğitimi­ni babasından aldı: ardından özel bir okul-da öğrenime başladı (1881). Daha sonra resmî okula geçerek burada hıfzını da ta­mamladı, 1889 yılında lise ve yüksek öğ­renim için Karaviyyîn Üniversitesi "ne kaydoldu. Devrin tanınmış hocalarından İslâ-mî ilimleri tahsil etti. Karaviyyîn Üniversi-tesi'nden mezun olunca (1898) bu üniver­sitede ders vermeye başladı. Bu arada ti­caretle de meşgul oldu.

Fas Sultanı Abdülazîz el-Alevî'nin zama­nında Miknâs'taki devlet hazinesini dü­zenlemekle görevlendirilen Hacvî (1899), üç yıl sonra buradaki başarısından dolayı Fas'ın Cezayir sınırında bulunan Vücde şehri divan eminliği vazifesine terfi etti. Bu sırada devlete başkaldırmış olan Ebû Hamnfıâre'nin hücumlarından Vücde'yi ko­rumaya çalışan Fas'ın en büyük ordusun­da müfettişlik görevine getirildi (1903). Böylece ordunun malî işleri konusunda Maliye Bakanlığı'nm, savaş araç gereçle­riyle mühimmat konularında da Savun­ma Bakanlığı'nm naibi olarak görev yaptı. Bu arada orduda bazı düzenlemelerde bu­lundu. Sınır bölgesinde kralın naibi oldu ve Fas'ın sınır güvenliğini korumak üzere or­du oluşturmakla vazifelendirildi. Bir müd­det sonra ayrıca Fas'ın Cezayir büyükelçi­liğine tayin edileli. Ağır görevleri sebebiy­le sağlığı bozulunca 1905 yılında Fas'a döndü. Daha sonra kendisine çeşitli görev­ler teklif edildiyse de bunların hiçbirini ka­bule yanaşmadı ve kendini ilme verdi. 1912'de Millî Eğitim Bakanlığfnda nâib-lik görevini kabul ederek okullara Arapça ve Kur'an gibi dersler konulması için ça­ba sarfetti ve başarılı oldu. Ülkede dinî eği­timi yaygınlaştırdı. Bu arada Karaviyyîn Üniversitesindeki eğitim programının ıs­lahı için bir komisyon kurulmasını sağladi. Ardından bu vazifeden de ayrıldı (1914) ve Rabat'tan Fas'a döndü. Fas'ta, ayrıca Rabat ve Merakeş'te ders verdi. 1920'de Millî Eğitim Bakanlığındaki görevine dön­dü ve fırsat buldukça ders vermeye de­vam etti. 1922 yılında Rabâtü'l-Feth'te toplanan bir kongrede kızların eğitimiyle ilgili olarak verdiği konferans Fas'taki mu­hafazakâr çevrelerin tepkisini çektîyse de kız öğrenci sayısında büyük bir artışın meydana gelmesine sebep oldu. Fas'ın Fransız mandası altında bulunduğu dö­nemde Millî Eğitim ve Adalet bakanlığı görevlerinin yanı sıra Yüksek Şer'î İstînaf Mahkemesi başkanlığı da yapan Hacvî Ra-bafta öldü ve Fas'ta defnedildi. Daha son­ra kabri Fas hükümeti tarafından bilin­meyen bir yere nakledilmiştir.

Selef akidesini ve amelde Mâliki mez­hebini benimsemiş olan Hacvî'nin ilmî ça­lışmalarda bulunabileceği dönem devle­tin çalkantılı zamanlarına rastlamıştır. Bu­nunla birlikte Hacvî birçok devlet hizme­ti yanında İslâmî ilimler sahasında da ken­dini iyi yetiştirmiş, birçok konferans ver­miş ve etkili konuşmalar yapmıştır. Haya­tı boyunca fıkhın tekrar canlandırılması, bu maksatla Kitap ve Sünnet gibi aslî kay­naklara dönülmesi konusu üzerinde dur­muştur.

Eserleri

Bir kısmı verdiği konferanslar­dan ibaret elli civarında eseri bulunan Hacvî'nin en önemli eserleri şunlardır:



1- el-Fikrü's-sâmî fî târihi'f-fıkhı'l-İslâ-mî. İslâm hukukunun geçirdiği dönemleri çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaşlılık ol­mak üzere dört bölümde ele alan, bu dö­nemlerin her birinde yaşamış 1000'den fazla müslüman hukukçunun biyografi­sinin bulunduğu eserde ayrıca bazı fikhî meseleler, fıkıh usulü, tasavvuf, eğitim, si­yaset ve tarihle ilgili konulara da yer veril­miş ve çağdaş İslâm toplumunun bazı me­selelerine temas edilmiştir. Müellifin İs­lâm hukukuyla ilgili konferansları eserin üçüncü ve dördüncü bölümlerinin büyük kısmını oluşturmaktadır. el-Fikrü's-sâmî ilk defa 1340'ta (1922) Rabatta yayımlan­maya başlamış, bu baskı 1345 (1927) yı­lında Fas ve Tunus'ta tamamlanmıştır. Eser daha sonra Abdülazîz b. Abdülfet-tâh el-Kârî220 ve Eymen Salih Şa'bân (l-N, Beyrut 1416/1995) tarafından neşredilmiştir.

2- el-Muhâdaratü'r-Rabâtıyye fî ıslâhı tcflîmi'l-feteyût fi'd-diyâri'l-Mağnbiy-ye. Rabâtü'l-Feth'te 1922 yılında düzen­lenen kongrede verilen konferansın met­nidir. Bu konuşma daha önce en-Nehda (Tunus) gazetesinde yayımlanmıştır.

Hacvî'nin kaynaklarda adı geçen diğer belli başlı çalışmaları da şunlardır: Şelâ-şü resâ'iJ (i'd-dîn, et-Tecâdudü'l-metîn beyne'l-^akl ve'l-'ilm ve'd-dîn, Müstak-belü ticâreti'l-Mağrib, en-Nizâm ti'f-İslâm, el-Fethu'l-'Arabî U-İfrikıyâ eş-Şimâliyye (Tunus'ta Haldûniyye'de ver­diği konferans). Muhtaşarü'l-^Urveti'I-vüşkâ, Tefsîrü'I-âyâti'I-raşri'l-ûlâ min sureti Kad efleha.



Bibliyografya :

Hacvî, et-Fikrü'S'Sâml fi târîhi'l-fıkhi'l-İslâ-mî (nşr. Abdülazîz b. Abdiilfettâh el-Kârî), Medine 1396-97/1976-77, II, 287-288, 314, 376-390, 541-575, ayrıca bk. naşirin mukad­dimesi, 1, 1-15; a.mlf., a.e. (nşr. Eymen Salih Şabânl, Beyrut 1416/1995, naşirin mukaddi­mesi, I, 5-23; Kehhâle, Mıfcemü'l-mü'ellifin, IX, 187; Abdülhâdî et-Tâzî, Câmi'u'1-Ka.rauiyyin, Beyrut 1972, III, 744, 819; Abdülvehhâb İbrahim Ebû Süleyman, Kitâbetü'l-bahşi'l-llmî, Cidde 1403/1983, s. 447-448; Zİriklî, et-A'lâm (Fethullah), VI, 96.



HACZ221




HAÇ

Hıristiyanlıkta büyük önem taşıyan dinî figür.

Haç kelimesi Türkçe'ye Ermenice'den geçmiştir. Batı dillerinde haç karşılığı ola­rak Latince crux köküne dayanan cross (Ing.). croix (Fr.) ve kreuz (Alm.) kelimele­ri kullanılır. Grekçe'si stavros olup Türk­çe'ye istavroz biçiminde girmiştir. Grek­çe'de stavros başlangıçta Homeros'un da kullandığı şekliyle "direk, sivri uçlu kazık, sırık" anlamına gelirken daha sonra haç karşılığında kullanılmıştır.222 Kelimenin İbrânîce'si talan, Arapça'-s salîb, Farsça'sı "dört çivi" anlamında çehâr mfhtır. Son terkip Türkçe'ye çar­mıh olarak geçmiştir ki bu bir idam şeklidir.223

Tarih Öncesi dönemlerden bugüne ka­dar başta Hıristiyanlık olmak üzere pek çok din ve öğretide geniş sembolik de­ğeri bulunan haçın değişik şekilleri olup başlıcalan şunlardır:



1- Grek haçı (crux quadrata). Bu haçın kolları birbirine eşittir.

2- Latin haçı (crux immassa). Bu haçın alt kısmı uzundur.

3- Tau haçı (crux commissa). Bu haç "T" şeklinde olup buna "St. Antony haçı" da denilmektedir.

4- St. Andrevv haçı (crux decussata). Birbirine çapraz iki koldan oluşmaktadır.

5- Kulplu haç (crtıx ansata). Bu haç Latin haçı şeklindedir, fakat üst kısım ovaldir.

6- Gamalı haç (crux gammata). Grek haçı şeklinde olup kolları Grek alfabesinde-ki gama harfine benzemektedir.

7- Malta haçı. Dört kolu eşit ve uçları çen­tiklidir.

8- Lorraine haçı. Yatay iki ve­ya üç kolu bulunan haçtır.

9- Kelt haçı. Latin haçı biçimindedir, ancak kol­ların kesiştiği yer daire içinde bulunmak­tadır.

10- Peter haçı. Latin haçının ters şeklidir.

11- Papalık haçı. Latin haçı biçiminde ise de üç adet yatay kolu vardır.

Haç çeşitlerinin sembolize ettiği anlam­lar şöyle özetlenebilir: Kollan birbirine eşit olan haç uzayın temel yönlerine doğ­ru bir yayılımı veya açılımı ifade eder. Bu haç. Sümerler ve Asuriular'da göğü ve onun tanrısı Anu'yu sembolize etmektey­di. Grekler arasında Apollon'un asası za­man zaman haç şeklinde tasvir edilirdi. Bronz dönemine ait halklar arasında ol­duğu gibi Galyalılar'da da bu haça rast­lanmaktadır. Ayrıca Orta Amerika, Mek­sika ve Peru'da rastlanan eşit kollu haç dört ana yönü göstermektedir. Çin'de ise eşit kollu haç yeryüzünü ifade eden bir kare içine çizilmektedir. Kulplu haç Mı­sır'da rastlanan haç şekli olup hiyeroglif yazısında ankh diye okunmakta ve "ha­yat" anlamına gelmektedir. Aynı zaman­da "hayatın anahtarı" diye de adlandırı­lan bu haç motifi Eski Mısır'da tanrının, rahibin veya kralın eline tutuşturulmuş olarak tasvir edilmekte, hayatı ve yaşa­mayı sembolize etmektedir. "T" şeklin­deki haç Grekçe'deki "T" harfine benzedi­ği için "T (tau) haçı" olarak adlandırılır ve menşei Mısır'daki kulplu haça kadar çı­kar. Gamalı haç. dört dik açı oluşturacak şekilde haç kollarına eklenen tâli hatlar­dan oluşmaktadır. Grekler arasında Kıb­rıs, Rodos ve Atina'da, ayrıca İtalya'da rastlanmaktadır. Hindistan'da bu haç kol­lar sağa doğru ise svvastika, sola doğru ise sauvastika adını alır. Budistler gama­lı haçı Buda'nın ayak izleri üzerinde kullanırlar, Çin'e ve Japonya'ya Budizm ile bir­likte girmiştir. Tang sülâlesinden İmpa-ratoriçe Wu swastikanın güneş işareti ola­rak kullanılması için emir vermiştir. Hint-liler'de svvastika erkek prensibi ve tanrı Ganesa'yı, sauvastika ise dişi prensibi ve tanrıça Kâlî'yi temsil eder.

Haç motifi Mezopotamya'da milâttan önce 3000'lerden beri kullanılmıştır. Asur-lular ve Sumerler'de dört eşit kollu haç Tanrı Anu'nun işareti, Mısır'da ise sonsuz hayatın sembolü idi. Asur Babilon kültür çevresinde hayat ağacını, Anadolu'da Hi­titler arasında sonsuzluğu sembolize et­mek üzere kullanılıyordu. Bu haçın Bronz çağı Kafkasya'sından İrlanda'ya kadar ya­yıldığı bilinmektedir. Milâttan önce 4000'-den beri Hindistan'da Mohenjo Daro'daki mühür ve kaplar üzerinde bol miktarda svastika motifi bulunmuştur. Bu motif Hinduizm'de her şeye hâkim olduğunu ifa­de etmek üzere Vişnu'nun sembolü ola­rak kullanılırdı. Budist gelenekte haç Bu­da'nın ayak izini sembolize eder. Haç Ti­bet'te prehistorik devirlerden beri ölüm­süzlüğün sembolü olarak kullanılmış. Çin'­de bolluk ve bereketin sembolü olmuş­tur. Grekler'de Dionysos ve Eleusis sır din­lerinin yeniden doğum ritlerinden sonra cemaate kabul edilen kişinin göğsüne bir haç konurdu: bu haç sonsuz mutluluğu, sevgiyi ve kudreti sembolize ederdi. Gü­ney Amerika'da Peru'daki Chavin de Hu-anter Tapınağı'nın galerileri haç şeklinde inşa edilmiş, bu tapınağın duvarlarında, ayrıca Meksika'da Palenque'deki Maya ka­lıntılarında haç biçiminde şekiller bulun­muştur.

Hıristiyanlık'ta haç en önemli dinî-iko-nografik şekil ve semboldür. Hıristiyan inancına göre çarmıha gerilmek suretiy­le haçta can veren Hz. îsâ, insanlığın aslî günahına kefaret olmak üzere kendini fe­da ettiği için haç onun kurban oluşunun sembolüdür. Bununla birlikte haçın bu sembolik yorumu Hıristiyanlığa yahudi ze-alotlardan geçmiş olmalıdır. Zira zealot-lar arasında haç şehid oluşun sembolüy­dü, îsâ, haçı kendisi ve İncil uğruna canı­nı feda etmenin sembolü olarak değerlen­dirmiştir.224 Bu fedakârlığın amacı insanlığın kurtuluşu olduğu için haç kur­tuluşun da sembolüdür. Pavlus'a göre haç İncil'in özeti,225 Tanrı ile insan arasında uzlaşma aracı226 ve îsâ ile birleşmenin mistik sembolüdür.227

Yeni Ahid içerisinde haç (stauros) kav­ramı sadece kullanılan materyale delâlet ederken Paul ile ortaya çıkmaya başlayan haç teolojisi kilise babalan tarafından ge­liştirildi. Irenaeus'a göre haç kozmik ha­kikatin gözle görünür halidir. Haç üzerin­de idam edilmek suretiyle îsâ kozmosu özetlemiştir. Lactantius'a göre îsâ haç üzerinde kollarını açarak bu haliyle bütün insanları kucaklamıştır.

Tasvirî bir hıristiyan sembolü olarak haç motiflerine Roma katakombtanndan iti­baren rastlanır. Bu motif, İmparator I. Konstantinos tarafından bayraklar üzeri­ne yerleştirilmiştir. Orta Bizans çağından itibaren bazı kiliseler haç biçiminde yapıl­mıştır. Haç üzerinde acı çeken îsâ tasvir­leri V. yüzyıldan önceye gitmez. Rönesans döneminde bu figür sanatçılar tarafın­dan yaygın olarak kullanılmıştır. Hıristi­yan geleneğine göre îsâ'nın üzerinde ge­rilip idam edildiği asıl haç, İmparator I. Konstantinos'un annesi Helena tarafın­dan 326'da Filistin'e yaptığı hac yolculu­ğu sırasında keşfedilmiştir. Ortaçağ'lara ait bir efsane olan "haçın bulunuşu" hi­kâyesine göre îsâ'nın haçı Şît tarafından Eden bahçesinden alınmış ve nesilden ne-sile aktarılmış, nihayet Helena bu haçı Ku­düs'te toprak içerisinde bulmuş, haçın ya­nında îsâ'nın başına konulan yazılı levha ile çiviler de ele geçirilmiştir. Helena çivi­leri oğluna göndermiş, haç ve yazılı levha ise kutsal mekânında bırakılmıştır. 614'te Sâsânîler Kudüs'ü zaptettiklerinde, için­de haçın da bulunduğu kutsa! emanetler başşehir Ctesiphon'a taşınmıştır. Kutsal emanetlerin yeniden Kudüs'e getirilmesi için Herakleios'un 629 yılında başlattığı sefer başarıyla sonuçlanmış ve haç yeri­ne konmuştur. Bundan dolayı Haçlılar He-rakleios'u ilk haçlı sayarlar.

Avrupalılara göre Haçlı seferlerinin or­taya çıkışının temel sebeplerinden biri îsâ'nın haçını ele geçirmektir. Bu arzu seferlerde o kadar etkili olmuştur ki bu seferlere "haçlı seferleri" (expeditio crucis), XII. yüzyıldan itibaren savaşlara katılan gruplara da "haç ile işaretlenen" (emce-signati) adı verilmiştir. Bugün Batı'da Haç­lılar karşılığında kullanılan "crusaders" ve "eroisades" kelimeleri bu ikinci kelime­den türemiştir. Savaşlara katılan herke­sin omuzuna özel bir merasimle kırmızı haç motifi dikilirdi.

Haça ait bazı parçaların Haçlı seferleriy­le Batı âlemine getirildiği şeklinde yaygın bir inanç vardır. Orta ve Yeni çağlarda bu parçaların sayısı o kadar artmıştı ki Ka­tolik kilisesi bunların mucizevî olarak ço­ğaldığı doktrinini ilân etmişti. Bu haça ait olduğuna inanılan bazı parçalar günü­müzde Roma'daki Santa Croce Bazilika-sı'nda sergilenmektedir.

Haçla ilgili olarak kilisece kabul edilmiş pek çok merasim vardır. Dinî tören sıra­sında yürüyüş kortejinde "crux gestato-ria" denilen haçın piskoposların önü sıra taşınması yaygın bir âdettir.

Hıristiyan ikonografyasında haç îsâ'nın hem ölümünü hem de mevcudiyetini ifa­de etmektedir. Kilisece kullanılan haç tür­lerinden "T" şeklindeki haç bir kazığa bağlanmış yılanı, yani kurbanla galebe çalı­nan ölümü sembolize etmektedir. Tek çaprazlı haç İncil haçıdır. Bu haçın dört kolu insan tabiatındaki bozulmuş dört unsuru, dünyanın her tarafından Mesih'in cazibesine kapılıp gelen insanları, insan ruhunun faziletlerini ifade etmektedir. İki kollu haçta üstteki kol Pilatus'un "Nâsıralı îsâ, yahudilerin kralı" tabelasını, alt­taki ise Mesîh'in kollarını göstermektedir. Üç kollu haç kilise hiyerarşisinde bir semboldür ve papalık tacına, kardinal kü­lahına ve piskopos âyin başlığına tekabül etmektedir. XV. yüzyıldan itibaren sade­ce papa üç kollu haç taşıyabilmektedir. İki kollu haç kardinale ve başpiskoposa, tek kollu haç ise piskoposa aittir.

VI. yüzyılda Büyük Gregory, haçın He-lena tarafından bulunuşunu kutlamak üzere "haçın bulunuşu" bayramını tesis etmiştir. Roma Katolik Kilisesİ'nce 3 Mayıs"ta kutlanan bu bayram IX. yüzyılda Katolik takvimine eklenmişse de 1960'ta Papa XXIII. Johannes tarafından kilise takviminden çıkarılmıştır. Bir diğer önem­li haç bayramı, sihirbazların (Matta, 2) îsâ'yı ziyarete gelmelerini kutlamak ama­cıyla 6 Ocakta yapılan "haçın suya atılma­sı" veya Epiphani'dir. Doğu kiliselerinde aynı tarihte Mesîh'in vaftizi de kutlan­maktadır. Bu bayramın 325'ten beri kut­landığı bilinmektedir. Doğu kiliseleri için haçla ilgili bir başka önemli bayram Ey­lülün 14'ünde kutlanan "kutsal haç gü-nü"dür. 335'ten itibaren kutlanmaya baş­landığı anlaşılan bu bayram VII. yüzyılda Batı'ya geçmiştir.

Bayramların dışında Kudüs'te hac vak­tinde îsâ'nın çarmıha gerildiğine inanılan mekânlar dolaşılır. Ayrıca çeşitli kiliseler­de haç parçalarına ait olduğu kabul edi­len kutsal emanetleri ziyaret etme gele­neği de oldukça yaygındır.

Duadan sonra haç çıkarma âdetinin ilk defa ne zaman başladığı kesin olarak bi­linmemektedir. Haç çıkarma işlemi özel­likle günahlara tövbe ritinden sonra yeri­ne getirilir. Katolikler haç çıkarırken elle­rini önce alın kısmına, ardından göğüs ve daha sonra da sol ve sağ omuzlar hizası­na koyarken Ortodokslar önce alın kısmı­na, sonra sırayla sağ ve sol omuz üzerine getirirler. Protestanlar haç çıkarmaz; Lut-herci Protestanlar ise yalnızca toplu kut­lamalarda haç çıkarır.

Kur'ân-ı Kerîm'de salîb kelimesi geç­memekle birlikte "asmak, çarmıha ger­mek suretiyle idam etmek" anlamındaki salb kökünden türemiş değişik sigalar yer almaktadır.228 Kur'an'ın bildirdi­ğine göre yahudiler Hz. îsâ'yı ne öldür­müşler ne de asmışlardır.229 Salîb kelimesi hadislerde kıyamet tasvir­lerinde geçmektedir. Ebû Saîd el-Hudrî1-nin rivayetine göre kıyamet günü, "Her­kes taptığının peşine düşsün" denilecek, salîb ehli de salîblerinin ardınca cehenne­me gidecektir.230

Hıristiyanların haça aşın saygı göster­meleri, ibadetlerini bir haç önünde yap­maları, müslümanlar nazarında haçın hıristiyanlarca put telakki edildiği kanaati­ne yol açmış ve onların haça taptıkları dü­şünülmüştür.

Bibliyografya :

Buhârî. "Tevhîd", 24; R. Guenon, Lesymbo-tisme de la cmix, Paris 1931; G. Jobes, Dlctio-nary of Mythology, Fotklore and Symbols, New York 1962, I, 385-388; J. R - Smith, What were the Crusades?, London 1977; W. Bauer, A Greek-Engtish Lexicon of the New Testament, London Î979; J. Chevalier-A. Gheerbrant, Dic-tionnaire des symboles, Paris 1988, s. 318-326; S. Runciman, The First Crusade, New York 1992; H. Biedermann. Dİctionary ofSymbolism, Mew York 1992, s. 81-83; M. Elİade. Patterns in Comp&ratiue Religion, London 1993; A. J. VVensinck, "Salîb",, İA, X, 126-127, a.mlf.-|D. Thomasl, "Şalib", EP (Fr), VIII, 1014; J. Ries, "Cross", ER, IV, 155-166; K. Myslivviec. "Egypt-ian iconography", a.e., VII, 31-36; L. Kram-risch, "Hindu İconography", a.e., VII, 40-44; J. W. Cook, "ChrisCian leonography", a.e., VII, 57-64; N. Spence. "CrossM, ERE, IV, 324-330; E. Cavalcanti v.dğr., "Croce", Enciclopedia detl'Arte Medieuaie, V (1994), 529-558.

İlk devir İslâmî reddiye (polemik) lite­ratüründe haça gösterdikleri saygı sebe­biyle hıristiyanlar eleştirilmekle birlikte bu eleştirilerin ağırlık noktasını Hıristiyanlı­ğın teslîs ilkesiyle Hz. îsâ'nın ulûhiyyeti meselesi teşkil eder. Haçla yahut Hz. îsâ'­nın ölümüyle ilgili konular ise ikinci dere­cede ele alınmıştır. Hz. îsâ'nın çarmıha gerilmesi konusundaki doktriner inanç hı-ristiyan ilahiyatında çok önemli bir yere sahiptir. Buna karşılık Kur'ân-ı Kerîm'de hıristiyantann bilgisinin bir zan ve tahmin­den ibaret olduğu, çarmıha gerilerek öl­dürülen kişinin Hz. îsâ olmadığı, fakat on­lara öyle gösterildiği ifade edilmiş231, İslâmî literatürdeki açıklama ve reddiyeler de bu paralelde gelişmiştir. Hıristiyanların, Hz. İsa'nın çarmıha geril­me olayının bir alâmeti ve hâtırası olarak görüp kutsal saydıkları haça karşı müslü-manların tepkisi, dinî bir sembole tepki­den ziyade bu yanlış bilgi ve inancın eleştirisi anlamını taşır. Öte yandan haça say­gı gösterilmesi İslâm toplumunda bir put­perestlik davranışı gibi algılanmış ve bu sebeple haçın sembolize ettiği inancı ka­bul anlamına gelecek davranışlardan müs-lümanları uzak tutma konusunda büyük hassasiyet gösterilmiştir. Hz. Peygam-ber'in, "Bir topluma benzeyen kimse onlardan sayılır"232 mealindeki hadisine dayanıla­rak gayri müslimlerin inançlarının ifadesi olan kıyafet ve sembollerin kullanılması müslumanlara yasaklanmıştır. Bundan dolayı haç takılması haram kabul edilmiş, elbise, para, yüzük vb. şeylerde haç res­minin yer alması en azından mekruh sa­yılmıştır.233 Aynca haç­la ve üzerinde haç resmi bulunan madde­lerle ilgili üretim, dağıtım, satım vb. iş­lemler içki, domuz eti gibi İslâm'a göre haram olan eşya ya da mal bağlamında değerlendirilmiştir (Ma F XII, 88-89,91).

Hz. Peygamber zamanında hıristiyan-larla olan ilişkilerde geniş bir müsamaha­nın varlığı müşahede edilmektedir. Hâlid b. Velîd tarafından Resûl-İ Ekrem'in huzu­runa esir olarak getirilen Dûmetülcendel hâkimi Ükeydir b. Abdülmelik'in boynun­da bir haç vardı.234 Yine Hz. Peygamber zamanında gayri müslimler-le yapılan anlaşmalarda hıristiyanların İs­lâm toplumunda haçlarını açıkça taşıma­ları hususunda herhangi bir sınırlama yer almadığı gibi, Necran hıristiyanlanyla ya­pılan anlaşmada da hıristiyanlann haçla­rı ve tasvirleri koruma altına alınmıştır.

Hz. Ebû Bekir döneminden başlamak üzere hıristiyan toplulukları ile yapılan an­laşmalarda onların bayram günlerinde haç çıkarabilecekleri hükmü yer alır. Hz. Ömer tarafından Kudüs halkına verilen emanda hıristiyaniara haçlarının koruna­cağı bildirilmiştir. Onun zamanında ger­çekleştirilen fetihlerin ardından müslü-manlarla hıristiyanlann yoğun olarak bir­likte yaşadıkları merkezlerde, özellikle bayram vb. kutlamalar sırasında hıristi­yanlann haç dolaştırmalarına sınırlamalar getirildiği bilinmektedir. Daha sonra da za­man zaman görülen ve dinî olmaktan çok içtimaî, siyasî ve idarî birtakım sebeplere dayanan bu tür düzenlemeler genellikle büyük merkezlerde uygulanmıştır, öte yandan hıristiyanlann kendi mâbedlerin-de haç bulundurmalarına ve müstakil ola­rak yaşadıkları yerleşim merkezlerinde haç taşımalarına izin verilmiştir. Hatta Fa­tımî Halifesi Hâkim-Biemrillâh zamanında olduğu gibi bazı dönemlerde diğer dinî gruplardan ve Özellikle müslümanlardan ayırt edilmeleri için geleneksel kıya­fetlerini korumaları yanında boyunların­da haç taşımaları da istenmiştir.

Klasik dönem İslâm toplumlarında gay­ri müslimlerden, dinî kimliklerini gösteren geleneksel kıyafetlerini koruyarak müs-lümanlara benzememelerinin istenmesi ve onlarla bir arada yaşarken uymaları ge­rekli görülen birtakım hususlar, sadece müslüman toplumlarında değil Ortaçağ toplum anlayışında hâkim olan içtimaî telakkilerden ve pratik faydalardan kaynak­lanmıştır. Günümüzde inanç, ibadet ve âyinler yanında çeşitli din mensuplarının kullandıkları kıyafet ve semboller, temel insan haklarının sağladığı din ve vicdan hürriyeti çerçevesinde ele alınmakla bir­likte, bu hürriyetin kullanımı sırasında her ülkede kamu düzeni ve genel ahlâkla bağ­lantılı olarak çeşitli kısıtlamalara gidilebil­mektedir.235



Bibliyografya :

Müsned, II, 50; VI, 140; Buhârî, "Tevhîd", 23,Mezâlim", 31, "Büyü1", 102, "Enbiyâ"1, 49; Müslim. "îmân", 242, 243; İbn Mâce, "Fiten", 33; Ebû Dâvûcl. "Libâs", 4, "Melâhim", 14; Tir-mizî, "Fiten", 54; Ebû Yûsuf. el-Harâc, Kahire 1977, s.137 vd.; Vâkıdî, el-Meğâzl, III, 1030; Be-lâzürî. Fütüh (Rıdvan), s. 75, 76; İbn Kudâme. el-Muğnî, I, 628; Kurtûbî, el-İ'lâm (nşr. Ahmed Hicâzîes-Sekkâ), Kahirel980, IV, 410, 431, 415, 416; İbn Kayyim el-Cevziyye, Ahkamu ehü'z-zimme (nşr. Subhî es-Sâlih), Beyrut 1983, II, 719; İbn Müflih e!-Makdisî. el-Âdâbü'ş-şeftyye oe'l-minehu't-mer*iyye, Kahire 1987, III, 504; Şevkânî. Neylü'l-eutâr, II, 113, 118; İbn Âbidîn, Reddü't-muhtâr (Kahire), I, 648; VI, 391-392; A. S. Tritton. The Calİphs and Their Non-Mus-l'ım Subjects, London 1930, s. 5, 6 vd., 115-116, 118, 120, 124-125; Elmalılı, Hak Dini, III, 1665; L. W. Barnard, The Graeco-Roman and Oriental Background ofthe Iconoclastic Cont-rouersy, Leiden 1974, s.14 vd.; Mustafa Fayda, Hz. Ömer Zamanında Gayr-ı Müslimler, İstan­bul 1989, s. 129-130, 139, 146, 173; Mehmet Aydın, Müslümanların Hıristiyanlığa Karşı kaz­dığı Reddiyeler ve Taritşma Konuları, Konya 1989, s. 16, 168; S. H. Griffith. "Faith and Rea-son in Christian Kalam: Theodore Abü Qurrah on Discerning the True Religion", Christian Arabic Apologetics During The Abbasid Period: 750-1258 (ed. Samir Khalil Samir-jor-gen S. Nielsen), Leiden 1994, s. 4; M. N. Swan-son, "The Cross of Christ in the Earliest Ara-btc Melkite Apologies", a.e, s. 117-118; Le­vent Öztürk. İslâm Toplumunda. Birarada Ya­şama Tecrübesi, İstanbul 1995, s. 125, 129 vd.; Habîb Zeyyât, "Simâtü'n-Naşârâ ve'1-Yehûd fi'1-İslâm: eş-şalîb ve'z-zünnâr ve'Mmâme ve'1-ğıyâr", el-Meşrtk, XL1II, Beyrut 1949, s. 195; S. H. Nasr, "The Isfamic View of Christia-nity", Christianity Through Non-Christian Eyes (ed. Paul ). Grlffiths), New York 1992, s. 128; A. J. Wensinck- (D. Thomas|, "al-Şalib", Ef (ine.), VIII, 980; "Taşlîb", Mu. F, XII, 88-89, 91; M. Akif Aydın. "Dîn (Gayri Müslimler)", DİA, IX, 326, 327;




Yüklə 0,82 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   24




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin