Orijinal adı: Şerh-i Hadis-i Cunud-i Akl ve Cehl Merhum İmam Humeyni (r a)


İkinci Bölüm Tevekkülün Esasları Hakkında



Yüklə 1,28 Mb.
səhifə27/66
tarix24.02.2018
ölçüsü1,28 Mb.
#43328
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   66

İkinci Bölüm

Tevekkülün Esasları Hakkında


Tevekkül, şu dört şeye iman etmedikçe hasıl olmaz ve bu dört şey, tevekkülün esasları makamındadır.

Birincisi, müvekkilin ihtiyaç duyduğu şeylerde alemin vekiline iman etmesidir. İkincisi, O’nun müvekkilin tüm ihtiyaçlarını giderecek güce sahip olduğuna iman etmesidir. Üçüncüsü vekilin cimri olmadığına iman etmesidir. Dördüncüsü ise, vekilin müvekkiline muhabbet ve rahmetinin olduğuna inanmasıdır.

Bu dört esas olmadıkça tevekkül hasıl olmaz ve vekile güven ortaya çıkmaz. Zira eğer vekilin işler hususunda cahil olduğuna ve ihtiyacını bilmediğine ihtimal verecek olursa, asla ona güvenemez. Eğer ilmini bilir, fakat tam bir ilimle ihtiyaçlarını gidermekten aciz olduğuna ihtimal verirse, yine ona güvenemez. Eğer kudretine de inanır ama cimri olduğuna ihtimal verirse yine ona itimat edemez. Eğer bu üçü gerçekleşir, ama vekilin rahmet, muhabbet ve şefkatine ihtimal vermezse, yine ona güvenemez. Dolayısıyla tevekkül bunların tümü olmaksızın hasıl olmaz.

O halde tevekkülün temelleri bu dört esas üzere kuruludur.

Bu şeylerin tevekkül babının temel esasları olduğunu söylememiz ise, bu konuda salt ilim ve inancın etkili olmadığı hasebiyledir.

Bu kısıtlı bilginin detayları ise şudur: “İnsan bazen, bürhani ve tartışmaya dayalı ilim esasınca bu dört esası ispat edebilir ve bütün mertebelerini akıl esasınca ortaya koyabilir. Ama, bu burhani ilim, bu hususta asla etkili değildir.”

Nice defa delilleri güçlü olan bir filozof, Hak Teala’nın ilminin bütün varlık alemini kuşattığını, gayb ve şehadet alemlerinin Allah’ın huzurunda var olduğunu ve Hak Teala’nın tüm soyutluluk türleriyle kamil bir soyutluluğa sahip olduğunu, Hak Teala’nın mukaddes zatının kayyumi bir ihatası bulunduğunu kesin delillerle ispat edebilir, ama bu kesin ilim, onda bazen etki etmeyebilir. Dolayısıyla da halvet bir yerde herhangi bir günahla meşgul iken iyi-kötüyü ayırt eden bir çocuğun gelmesiyle haya edip o çirkin işten el çekebilir. Burada, Hak Teala’nın, ve Allah’ın meleklerinin hazır olduğunu ve kamil velilerinin –ki hepsi de ilmi ve burhani ölçüler esasıncadır- ihatası hakkındaki ilmi, bu mukaddes varlıkların huzurunda kendisi için hiçbir haya ve utanma icad etmemiş ve onu çirkin işlerden alı koymamıştır. Oysa huzuru korumak, hazır olana saygı göstermek, büyüğe ihtiram göstermek, nimet sahibine saygı göstermek ve kamil olana ihtiramda bulunmak, insanlık ailesinin fıtri işlerindendir. Dolayısıyla bu sapmanın sebebi, burhani resmi ilimlerin, aklın nasibi olmasından ve onlardan hiçbir nitelik ve halin ortaya çıkmamasındandır.

Aynı şekilde nice defa büyük bir hikmet sahibi kimse ömrünü ilahi kudretin ihata genişliğini ispat etmekle geçirdiği halde, “varlık aleminde Allah’tan başka bir etkili yoktur” hakikatini kesin ilmi delillerle sabit kıldığı ve yüce ve aşağılık varlıkların tasarruf elini, gayp ve şehadet güçlerini varlık memleketinden –ki malikinin mukaddes zatına hastır- uzak kıldığı halde ve bütün alemi aciz ve Hak Teala’nın mukaddes dergahına muhtaç görerek, “Ey insanlar! Siz Allah'a muhtaçsınız, Allah ise müstağnidir, övülmeye layık olandır.”1 hakikatini Meşai filozofların tartışmaya dayalı delilleriyle derk ettiği ve efali tevhidi ilmi ölçüler esasınca ispat ettiği halde kendisi ihtiyaçlarını zayıf ve fakir yaratıklardan talep edebilir, hacet elini başkalarının huzuruna uzatabilir. Bunun sebebi de, akli idrakin ve burhani ilmin kalp haletlerinde hiçbir etkisinin olmamasındandır. Bu, beldenin ötesinde başka beldeler ve bu şehrin ötesinde başka bir takım aşk şehirleri vardır. Oysa biz bir sokağa bağlanıp kalmış durumdayız.

Bu zikredilenler, sadece bir filozof ve hikmet sahibi kimseye özgü bir şey değildir. Tecrid, tefrid, tevhid ve vahdetten söz eden zevk sahibi arif bir kimse de bu derde düçar olabilir.

Nice fakih, muhaddis ve ibadet ehli büyük kimseler de, masumların (a.s) rivayetleriyle ünsiyet kurduğu ve Allah’a tevekkül, Allah’a tefvizde bulunmak, Allah’a güvenmek ve Allah’ın kazasından razı olmak rivayetlerini ezberlediği halde, bu hadislerin vahiy madeninden geldiğini kabul ettiği halde ve içeriğine inandığı halde ve burhani ilimlerle ibadet ehli olduğu halde, bu büyük belaya düçardır. Bunun sebebi de ilimlerinin akıl ve nefisten öteye geçmemesidir. Bu ilimlerinin, iman nurunun yeri olan kalp mertebesine ulaşmamasıdır. İlim burada kaldığı müddetçe de onlardan kalbi haller ve ruhi haletler hasıl olmaz. O halde herkim tevekkül, tefviz, güvenme, teslimiyet ve marifet ehlinin ıstilahınca muamelatın diğer kısımlarından birine ulaşırsa, ilim mertebesinden, iman mertebesine geçmeli ve resmi salt ilimlerle kanaat etmemelidir. Bu hakikatlerin, ortaya çıkış şartlarını ve esaslarını kalbine iletmelidir ki bu haller hasıl olsun. Bu marifetlerin ortaya çıkış yolunu ve kalp levhasına iletilişini biz daha önce kısaca bir açıklamaya çalıştık. Şimdi de kısaca zikretmeye çalışacağız.

Bilmek gerekir ki, örneğin akıl, burhani bir ilimle tevekkül babının esaslarını elde edince, salik kimse, aklın idrak ettiği o hakikatleri kalbine ulaştırmalıdır. Bu da mücahit bir kimsenin her gece veya gündüz nefsin tabiat alemiyle ve kesretle uğraşmasının az olduğu ve kalbinin feragat içinde olduğu bir saati seçmesiyle hasıl olur. O halde bu nefsin feragat saatinde, kalp huzuruyla hakkı zikretmeli ve zikirler üzerinde düşünmelidir. Örneğin zikirlerin en büyüğü ve en değerlisi olan la ilahe illallah1 zikri şerifini bu kalbin feragat vaktinde tam bir yöneliş ile kalbine okumalı, kalbi eğitme niyetinde bulunmalı, bu zikri şerifi tekrarlamalı ve kalbine güven ve tefekkür içinde okumalıdır. Kalbini bu zikri şerif ile uyandırmalı ve böylece kalp, tezekkür ve incelik elde etmelidir. Daha sonra gaybi yardım vasıtasıyla kalp gaybi zikri şerifi feragat vakitlerinde söylemeli ve dil kalbe tabi olmalıdır. Eğer bir müddet bu değerli ameli, zahiri ve batıni adabı ve şartlarıyla yerine getirecek olursa, kalbi zikreder ve dil de kalbe uyar. Nitekim bazen insan uykuda olduğu halde dili zikri şerifi söyler. Sonunda nefis, kesret ve tabiat ile uğraştığı halde tevhit ve tekliği zikreder.

Çoğu zaman eğer nefis temizliği ve niyet halisliği ile birlikte olursa, hiçbir uğraşı onu zikirden alıkoyamaz ve böylece tevhit nuraniyeti onun bütün işlerine üstün gelir.

Aynı şekilde, Hak Teala’nın rahmet, lütuf ve şefkat genişliğini şiddetli bir tezekkür ve Hak Teala’nın vücuda gelmesinden ebede dek kendisine yönelik rahmetleri üzerinde tefekkür ile kalbine ulaştıracak olursa yavaş yavaş kalbi ilahi muhabbet örneğini derk eder ve bu tezekkür şiddetlendikçe –özellikle de kalbin feragat vakitlerinde- muhabbet artış kaydeder. Sonunda Hak Teala’yı kendisine bütün varlıklardan daha merhametli ve şefkatli görür.”Merhamet edenlerin en merhametlisi” hakikatini kalbi basiret nuruyla görür.

Aynı şekilde, tevekkülün temel esaslarını da şiddetli bir zikir ve kalp riyazeti ile, kalbine ulaştıracak olursa, sonunda kalbi o hakikatlerle ünsiyet kurar. Böylece bu durumda bu marifetin gerekleri, kalp batınına tecelli eder. Tevekkül, tefviz, güven ve benzeri şeylerin nuru nefis melekutunda ortaya çıkar. Böylece kalbin bu yeni çocuğu, süt annesi olan tabiatın memelerinden kopar. Tabii olmayan ruhsal yiyeceklere layık hale gelir. Böylece muamele makamından –ki tevekkül de ondan biridir- başka bir makama yükselir. Tabiattan ve dünya makamından kopuş gittikçe artış kaydeder. Hakikate, ünsiyet makamına, kuds ve ahiret makamına bağlılığı artar. İlk önce fiili tevhit nuru ve ondan sonra da esmai ve sıfati tevhidin bir örneği kalbinde tecelli eder. Bu nurun tecellisi arttıkça bencillik ve enaniyet tabiatı ortadan kalkar. Sonunda insanın rabbinin tam tecellisiyle, tabiat tümüyle yok olur ve tümel fena makamı ortaya çıkar. “Rabbi dağa tecelli edince onu parça parça etti. Mûsa da baygın bir halde düşüp kaldı.”1

Ne yazık ki, yazar bu pis ağacın dal ve yapraklarına sarıldığından ve tabiatın zulmani kuyusunda kaldığından dolayı, bütün bu manevi makamlardan ve insani kemal derecelerinden sadece birkaç kavram ile kanaat etmiş, boş kavramlar karmaşasında değerli ömrünü zayi etmiş ve kaybetmiştir. Oysa uyanık kimseler, bu dünyadan ve dünyada olan her şeyden hızla uzaklaşmış, insani hayata, hatta ilahi hayata nail olmuştur. Tabiatın zincirlerinden kurtulmuştur.”Şüphesiz müminler kurtuluşa ermiştir” 2 Bu mutlak kurtuluştur. Tabiat zindanından kurtuluş da bu kurtuluşun mertebelerinden biridir. Bu yüzden, onların bir sıfatını zikrederek şöyle buyurmuştur: “Onlar boş şeylerden yüz çevirirler.3 Dünya hayatı bir oyalanmadan ibarettir.” Dünya hayatı; ancak oyun ve eğlenceden ibarettir.4 Biz zavallılar ise tıpkı ipek böceği gibi etrafımızı istek, arzu, hırs, tamah, dünya ve süslerinin sevgisiyle kendi etrafımızı örmekteyiz ve bu ördüğümüz ağın içinde helak olmaktayız.

Ey Allah’ım! Meğer ki senin feyzin elimizden tutsun, mukaddes zatının geniş rahmeti biz düşmüşlerin haline şamil olsun. Senin verdiğin başarıyla hidayet ve kurtuluş yolları bizlere açılmış olsun. “Gerçekten sen, çok şefkatlisin, çok esirgeyicisin.”5




Yüklə 1,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   66




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin