Orijinal adı: Şerh-i Hadis-i Cunud-i Akl ve Cehl Merhum İmam Humeyni (r a)


Dördüncü Bölüm Tevekkülün Bazı Mertebe ve Derecelerini Tanıma Hakkında



Yüklə 1,28 Mb.
səhifə29/66
tarix24.02.2018
ölçüsü1,28 Mb.
#43328
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   66

Dördüncü Bölüm

Tevekkülün Bazı Mertebe ve Derecelerini Tanıma Hakkında


Bil ki tevekkül derecelerinin farklılığı, tevekkülün esaslarını tanıma farklılığına bağlıdır.

Nitekim eğer insan ilim yoluyla o esasları derk ederse ilim ve delil açısından tevekkülün gerekliliğine hükmeder. Bundan önce de açıklandığı üzere bu mertebeye tevekkül demek doğru değildir.

Eğer insan bu zikredilen temellere iman edecek olursa, tevekkül makamına sahip olur ve bu da tevekkül mertebesinin ilkidir.

Dolayısıyla mümin, bütün varlıkların kendisi için yaratıldığını ve kendisinin de, Hak Teala için yaratıldığını bildiği için –nitekim insanın kapsamlılık makamı da bu konuya delalet etmektedir. Allah’ın “Biz insanı en güzel şekilde yarattık. Sonra onu aşağıların en aşağısı kıldık.”1 ve hakeza “Ve Adem'e bütün isimleri öğretti”2 ayeti ile Hz. Ali’nin “Büyük alem sende olduğu halde küçük bir varlık olduğunu mu sanıyorsun?”3 sözü de buna delalet etmektedir- dolayısıyla gayb ve şehadet alemlerindeki tüm varlıklar, bu değerli varlığı kendi makamına ulaştırmak ve kutsal varlıklar arasına katmak için yaratılmıştır: “Ey Ademoğlu! Her şeyi, senin için yarattım ve seni ise kendim için yarattım.”4

O halde, mümin, her şeyin kendisi için yaratıldığını görünce ve varlıkların yaratılış niteliğinin kendi lehine ve kendisini layık kemaline ulaştırmak üzere olduğunu derk edince, Hak Teala’yı bilerek bütün varlıkları, kendi lehine hareket ettirdiğini görünce ve tevekkülün diğer esaslarını iman nuruyla algılayınca Hak Teala’ya tevekkül eder ve de bu büyük hedef için Allah’ın mukaddes zatını kendine vekil edinir.

İman mertebesi itminan ve güven derecesine erişince, ıstırap ve sarsıntılar tümüyle ortadan kalkar, kalp, Hak Teala’da ve tasarruflarında güvene erer, insan bu mertebede olduğu müddetçe kesret makamında bulunmaktadır ve de Hak Teala’dan gayrisi için bir tasarruf olduğuna inanmaktadır.

Ama bu makamdan geçince, artık marifet nuruyla fiili tevhidin tecellilerinden bir tecelli edinir, diğer varlıkların tasarrufunu reddeder, kalp gözü diğer varlıklardan tümüyle körelir ve yüce Hak Teala’nın vekaletiyle aydınlanır.

İnsan bu makamdan da geçince, huzuri müşahade ile tevhit cilvesini müşahade eder ve tevekkül sebeplerini derk eder. Zira tevekkül, işleri kendisi için ispat etmek ve de kendisiyle ilgili işlerde Hak Teala’yı vekil kılmaktır. Dolayısıyla bu makamda, tevekkülü terk eder, işleri Hak Teala’ya döndürür, tevkil, tevekkül ve vekaleti noksanlık ve şirk olarak sayar ki şöyle denmiştir: “İyilerin iyiliği Allah’a yakın kılınmışların kötülükleridir.”1

Bilmek gerekir ki tevekkül, çalışmaya aykırı değildir. Dolayısıyla tevekkül sebebiyle çalışmadan ve tasarruftan el çekmek, noksanlık ve cehaletten kaynaklanmaktadır. Zira tevekkül, sebeplere itimat etmeyi terk etmektir ve de sebeplerin, sebeplerin sebebine dönmesidir. O halde, sebeplerde vaki olmakla bir aykırılığı yoktur. Bazıları şöyle demiştir: “Hasların tevekkülü olan tevekkülün derecelerinden biri de tevekkül eden kimsenin, azıksız çöllerde gezinmesi ve de tevekkül makamını doğrulamak için Allah’a itimat etmesidir. 2

Nitekim, İbrahim’ul-Havas’tan naklediliği üzere Hüseyin b. Mansur onunla çölde gezinti yaparken görüşünce halini sordu. İbrahim şöyle dedi: “Susuz ve bitkisiz çöllerde Allah’a tevekkül edip etmediğimi imtihan etmek için geziniyorum.” Hüseyin şöyle dedi: “Sen, bir ömür, batınını bayındır kılmak için harcıyorsun. O halde, tevhitte fena makamına ne zaman erişeceksin?”3

Bu iki şahsın, her ikisi de tevhit ve tevekkül makamını bilmiyorlardı. Zira çöllerde gezinti yapmayı ve kalender olmayı yanlışlıkla tevekkül makamı sanmışlardır. Onlar, çalışmayı terk etmeyi ve de Allah’ın ihsan buyurduğu kuvveleri çalıştırmamayı, tevhit ve tevekkül zannetmişlerdir. Bu tevhit ve tevekkül makamını bilmemekten kaynaklanmaktadır. Zira tevhidin hakikati bütün yaratışsal tasarrufları Hakka ait görmek ve Hak Teala’nın cemil cemalini kesret aynasında müşahade etmektir. Evet, kesret hicabına bürünmek, tevhide aykırıdır. Bunun çöl olup olmamasının bir farklılığı yoktur.

O halde, Allah’a doğru seyreden bir kimse, tevekkül makamını doğrulamak için marifet nuruyla zahiri sebeplerden kesilmeli ve zahiri sebeplerden hacetini istememelidir. Tevekkül insanın ameli terk etmesi değildir.

Şöyle denilebilir: “Hace Arif Ensari’nin, “ikinci makam, tevekkül makamını doğrulamak için çalışarak, başkalarından istemeyi terk etmek ve nedenlerden yüz çevirerek Allah’a tevekkülden alınmaktır.”1 sözü de bu zikredilen anlama işaret etmektedir. Ama Şarih-i Kasani2, bundan başka anlam çıkarmış ve bu anlam esasınca şerh etmiştir. 3 Özetle, isteklerini azaltmak, kendisinin ve müminlerin hacetlerini gidermeye çalışmak, açıkça bilindiği gibi tevekküle aykırı değildir.

Beşinci Bölüm

Tevekkülün Aklın Askerlerinden ve Yoğrulmuş Fıtratın Gereklerinden Biri Olduğunun Beyanında

Hırsın Anlamına, Cehalet ve İblis’in Askerlerinden ve Örtülü Fıtratın Gereklerinden Biri Olduğuna İşaret


Bil ki, bütün beşer ailesinin fıtratında ezeli kudret kalemiyle yazılmış olup yoğrulmuş fıtratın hükümlerinden biri olan hakikat ve lütuflardan biri de ihtiyaç ve fakir olduğunu kabullenmek fıtratıdır.

Öyle ki, istisnasız bütün insanlar, hiçbir görüş farklılığına düşmeksizin, zati kimliği, varlık ilkesi ve kemali hasebiyle muhtaç, fakir ve hakikatini bir şeye bağlı görür. Farzen eğer, onlar sonsuz bir zincir teşkil etseler dahi, bu sonsuz zincirin bütün bireyleri tek bir dille fakirlik ve ihtiyacını izhar eder. Şüphesiz bu hüküm alemdeki bütün varlıklar hakkında geçerlidir.

Eğer hayvan, bitki, cansız şeyler, maden ve alemdeki elementlerden bir zincir oluşturulur ve onlara, “sizler, varlık kemali ve varlık etkileri hakkında bağımsız ve ihtiyaçsız mısınız?” diye biri soracak olursa hepsi fıtri ve zati bir dille şöyle der: “Biz muhtaç, yoksul ve bağımlı varlıklarız.” Daha sonra eğer bir kimse, bu varlıklardan teşkil edilen sonsuz zincirin tümüne farz edelim ki kapsayıcı ve kuşatıcı bir şekilde, “Ey mutlu kimselerden oluşan sonsuz zincir! Ey kötülerden oluşan sonsuz zincir! Ey hayvanlardan oluşan sonsuz zincir! Ey bitkilerden, madenlerden, elementlerden, cin, melek ve benzeri şeylerden oluşan sonsuz zincir! Ey vehim, hayal ve akla gelebilen mümkün varlıklar zinciri! Sizler hangi varlığa muhtaçsınız?.” diye soracak olursa, onların tümü fıtrat dili ve zati tek bir ifadeyle şöyle der: “Bizler, bizim gibi muhtaç ve fakir olmayan bir varlığa muhtacız. Biz, mümkün varlıklar gibi gayrisinin gölgesi olmayan bir varlığın gölgesiyiz! Öyle ki o varlık bağımsız, tam ve kamil bir varlıktır. Kendiliğinden bir şeye sahip olmayan; zat, sıfat ve fillerinde bağımsız bulunmayan, varlığın tüm boyutlarında ihtiyaç içinde çırpınan bir varlık, bizim ihtiyaçlarımızı gideremez, eksiklik ve yokluğumuzu ortadan kaldıramaz.” Dolayısıyla da hepsi fıtrat diliyle söylenmiş olan şu şiiri; hal, zat ve fıtrat diliyle okur:

“Varlıktan bir nasibi olmayan zat

Nasıl olur da varlık bağışında bulunabilir.”

Eğer bu fıtratı bir miktar genişletecek ve hükümlerini izah edecek olursak, varlık aleminde bulunan ve mutlak kemalden olan bütün isim ve sıfatlar, mutlak gani olan mukaddes zat için sabit olur. Dolayısıyla da o fıtratın gereklerinden de ümit, korku, tevekkül, teslimiyet, güven ve benzeri haletler ortaya çıkmaktadır.

O halde açıklandığı üzere nakıs bir varlığın ihtiyaçlarını gidermesi için mutlak kemale yönelmesi, fıtri ve yaratışsal bir özelliktir. Tevekkül, aklın askerlerinden biri ve de yoğrulmuş fıtratın gereklerinden sayılmaktadır.

Hırsın hakikati, nefsin şiddetle dünyaya ve dünyadaki şeylere bağlanması, sebeplere çok sarılması ve kalbin dünya ehline ve gerekleri olan kesretlere teveccüh etmesidir. Bu da Hak Teala’nın mukaddes makamını, kamil kudretini, merhametini ve rahmetini bilmemekten kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla bu insan Hak’tan örtülü olduğundan, sıradan varlıklara yöneldiğinden ve varlıklara bağımsız bir gözle baktığından dolayı amelen ve kalben onlara sarılmakta ve haktan kopmaktadır. Böylece güven ve itimat, nefisten ayrılmakta, yerini ıstırap ve sarsıntı almaktadır. İhtiyaçları sıradan nedenler tarafından temin edilmediğinden ve yanmış olan ateşi sönmediğinden dolayı da ıstırap haleti ortaya çıkar, dünyaya ve ehline yakınlaşması ve sarılması gün gittikçe artar. Sonunda bu insanı, tüm gücüyle dünyaya çakılı kılar ve boğar.

Bilindiği gibi, hırs, gerekleri ve gerektirdiği şeyler de fıtratın örtünmesinden, cehalet ve İblis’in askerlerindendir. Kendisi de bir kötülüktür, kötülüğün gereklerinden biridir ve de kötülükle sonuçlanmaktadır. İnsanı dünyaya bu kadar yaklaştıran Hak Teala’dan ve mukaddes zatına sarılmaktan uzak kılan çok az şey vardır.


Yüklə 1,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   66




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin