OrtadoğU’da göÇ hareketleri ve tüRKİYE’ye etkiSİ


Toplumsal Bütünleşmeye Etkisi



Yüklə 215,43 Kb.
səhifə4/4
tarix01.08.2018
ölçüsü215,43 Kb.
#65618
1   2   3   4

Toplumsal Bütünleşmeye Etkisi

Bilindiği üzere göçler, özellikle de uluslararası göç hareketleri, göç eden bireyleri gittikleri ülkelerde sosyal dışlanma, ırkçılık, ayrımcılık, yabancı düşmanlığı, ötekileştirme gibi birçok sorunla karşı karşıya getirmektedir. Bu durum ise toplumsal bütünleşmenin önündeki en büyük engeller olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda Ortadoğu özellikle Suriye kaynaklı göçlerin ülkemizde toplumsal bütünleşmeye olan etkisini değerlendirdiğimizde; ülkemize gelen sığınmacılarla tarihi, kültürel ve dini açıdan ortak noktalarımızın bulunmasına ve insani gerekçelerin ön planda olmasına rağmen birtakım farklılıkların da olduğu görülmekte ve bu farklılıklar da ister istemez bazı sorunları da gündeme getirmektedir. Aslında bu sorunların ortaya çıkmasında yerel halkın gelen göçmen gruplarla ilgili algıları önemli rol oynamaktadır. Dolayısıyla her ne kadar Ortadoğu halkıyla ortak tarihi bir geçmişe sahip olsak da ya da insani gerekçelere göre hareket etsek de Türkiye’nin özellikle 19.yy’ın sonlarından itibaren Ortadoğu’dan ziyade Batı’ya yönelmiş olması bugün Ortadoğu’dan gelen sığınmacılarla aramızdaki farklılıkların barizleşmesinde önemli rol oynamıştır. Dolayısıyla hem bu farklılıkların artmış olması hem de bu göçlerin kitlesel olarak gerçekleşmesi insanın öteki olarak gördüğü yabancıyı ya da farklıyı algılayamaması gibi bir sorunu ortaya çıkarmaktadır. Ancak bu durumun da ülkemizin doğu ile batı kesimleri arasında farklılık gösterdiğini de belirtmek gerekir. Doğu illerimizde özellikle sınıra yakın yerlerde önceden beri akrabalık ilişkilerinin devam ediyor olması yabancı kavramını minimize ederken batı kesimlere baktığımızda özellikle kültürel boyutta bu farklılıkların daha bariz olduğu görülmektedir. Dolayısıyla bu kesimlerde ötekileştirmenin zihinleri daha fazla meşgul ettiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla bu ötekileştirme süreci başladığı andan itibaren farklılıkların ya da farklının marjinallik olarak algılanmasıyla birlikte genellikle dışlanma ve çatışmanın başladığı görünen bir gerçektir. Her ne kadar Türk milleti olarak misafirperverliği temel almış olsak da dünya tarihinde olduğu gibi bugün de ötekinin farkında olamamamızdan kaynaklanan birtakım sorunlar karşımıza çıkabilmektedir. Bu sorunların başında gelen dil faktörü en önemli farklılığı oluşturmaktadır. Dil farklılığı, insanların birbirini anlayamaması ya da yanlış anlamasında önemli bir rol oynamakta ve ötekileştirmeye güç kazandırmaktadır. Ayrıca bu kadar büyük sayıda yerinden edilmiş insan akışının kaynaklara yeni kısıtlar getirebileceği ve ülkenin ya da bölgenin istikrarını bozabileceği endişesi de bu yabancılara karşı olumsuz düşünceleri tetikleyebilmektedir. Bu olumsuz düşüncelerin yaygınlaşmasında medyanın etkisini de küçümsememek gerekir. Özellikle bazı haberlerde sığınmacılar için suça karışanlar, kaçaklar, problemli insanlar, ülkeye sıkıntı veren, suç oranlarını arttıranlar, hırsız gibi söylemlerin yer bulması yerli halkın gelenleri yabancı olarak görmesinde etkili olabileceği gibi yabancı düşmanlığını da beslemektedir. Bütün bunlar da zaman zaman yerli halk ile sığınmacılar arasında gerginliklere neden olmakta ve toplumsal entegrasyonun oluşmasındaki en büyük engeller olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda basına yansıyan bazı haberlerden örnek vermek gerekirse;

“acilen tüm illerdeki Suriyeliler sınır bölgelerinde kamplara toplanmalıdır, toplumun düzeni bozulmadan ve daha kötü ve vahim sonuçlarla karşılaşmadan…çoluk çocuk hastalar, toplumun endemik düzenini kimsenin bozmaya hakkı yok…”,

“…dışarı çıkamıyoruz, kadınları, çocukları rahatsız ediyorlar, tehdit ediyorlar…bunların hepsi eşkıya…”,

“İstanbul’da da her yer doldu taştı…çingeneler bir yandan, bunlar bir yandan hayatımızı oldukça zorlaştırıyorlar…bahçede en ufak bir şey bırakamıyoruz, sabaha hepsi çalınıyor…”,

“…şehir tamamen Suriyeli gibi olduğundan dolayı artık hepimiz bu durumdan inanılmaz rahatsız…sokaklarda yürüyemez bazı semtlere özellikle gitmez olduk...” (Ünal, 2014: 77)

gibi söylemlerin ön plana çıktığı görülmektedir. Buradan da anlaşılacağı üzere Suriyeli sığınmacılara yönelik dışlayıcı, küçümseyici, ötekileştirici söylemlerin ağırlıkta olduğu görülmektedir. Bu durum ise bize sığınmacılara karşı olumsuz algıların uç noktalara ulaştığını göstermesi açısından önem taşımaktadır. Kuşkusuz bu olumsuz algıların temelinde yerli halkın güvenlik ve düzen konusundaki kaygı ve endişeleri yatmaktadır. Fukuyama’nın (1995: 26) sosyal sermayenin bir unsuru olarak ele aldığı güven duygusu, insanların güvenlik ve güvensizlik algılamalarıyla doğrudan bağlantılı bir durumdur. Dolayısıyla güvensizliğin altında yatan unsurları irdelediğimizde belirsizlik ve bilinmezlik faktörlerinin önemli ölçüde etkili olduğu söylenebilir. Bu bağlamda Suriyeli sığınmacıların tehlikeli yabancılar olarak tanımlanması yerli halkta güvenliğin ortadan kalkmasına yönelik kaygı ve endişelere yol açmaktadır. Dolayısıyla kendini sürekli tehdit altında hissetme duygusu daha yoğun bir şekilde gündeme gelmektedir. Bunun sonucu olarak da bu tehlikeli yabancıların yerli halkın yaşadığı ülkeye, bölgeye hâkim olmaya başladığı düşüncesi ortaya çıkmakta ve tehlikeli insanlarla dolu bir ülke anlayışı ön plana çıkmaktadır. Dolayısıyla yerli halkta belirsizlik ve güvenin zayıflamasına bağlı olarak meydana gelen kaygılar, farklı toplumsal çevrelerden gelen Suriyeli sığınmacılar ile aralarına bariyer çekmelerine neden olmaktadır. Bu durum ise toplumsal yapıdaki birçok yıkıcı sonuçlara neden olmaktadır.

Toplumsal yapıda yıkıcı sonuçlara neden olan Suriyeli sığınmacılarla ilgili bir diğer faktör ise, ekonomik gelirlerin paylaşılmak istenmemesinden kaynaklanan olumsuz kaygılardır. Toplumda rahatsızlık yaratan ekonomik gelirlerin paylaşılması konusu toplumun geniş kesimi tarafından dile getirilen en önemli kaygı unsurlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu konuyla ilgili söylemleri;

“…biz kendi fakirimizi doyurduk da bunlar mı eksik kaldı? Ben önce kendi vatandaşımı düşünürüm…”

“…duyduğum kadarı ile Suriyeliler vergi ödemiyorlarmış, haksız rekabet olunca olacağı bu, politikacıların işgüzarlığı, çeken halk…”

“…bedavadan yiyip içip yatıyorlar yeter artık biraz da Irak da İran’da konaklasınlar…bu ülke hayrat değil ne şehirde ne köyde huzur kalmadı…”

“…ne diyebilirim haklılar…ben de şikayetçiyim daha kendi milletimizi doyuramadan birçok refah düzeyi yüksek ülke varken bize düşmezdi onları ülkemizde barındırmak….”

“Suriyeli mülteci daha ne kadar ülkemde kalacak? köylüden, işçimden, memurdan, esnaftan emekliden toplanan paraları neden çarçur ediyorsunuz?” (Ünal, 2014: 78)

şeklinde özetleyebiliriz. Bu bağlamda ekonomik gelirlerin paylaşılması konusunun toplumda çok büyük sıkıntılara yol açtığını ve bu dışlayıcı, ayrımcı söylemlerin meşruiyet kaynağını oluşturduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca bu söylemlerden de anlaşılacağı üzere yerli halkta bu kitlesel göçlerin devleti ekonomik olarak zayıflatacağı yönünde kaygıların da oluştuğu görülmektedir. Bu durum ise biz ve öteki temelinde Suriyeli sığınmacılara yönelik güçlü bir tepkiyi ortaya çıkarmaktadır. Dolayısıyla bu tepkiler toplumda büyük hasarlara yol açmakta ve toplumsal bütünleşmeye bir darbe olarak inmektedir.

Bütün bunların yanı sıra Türk toplumunda Suriyeli sığınmacılar konusuna ırksal ve etnik temelli yaklaşımlarında söz konusu olduğu ve bu yönde de birtakım dışlayıcı, ayrımcı söylemlerin geliştirildiği görülmektedir. Bu söylemlerden birkaçına yer vermek gerekirse bu söylemleri;

“…bunlar insan olsa vatanlarını savunurlar…vatanına ihanet edip kaçan canlının Türkiye de ne işi var ? Iraklı, Suriyeli, Kürt, Ezidi, Arap istemiyoruz…Türkiye Ortadoğu olmayacak…”

“…Türkiye savaşa girse ve aynı duruma düşse bize sırtını ilk dönecek millet Araplar'dır! Kurtuluş Savaşı’nı hatırlayın…”

“…kendi sıkıntılarımız yetmiyormuş gibi bir de yabancıların sorunları ile uğraşıyoruz…kendi ülkelerinde adamlar zaten sorunlu, ayrıca dostta değiller…ilk fırsatta Hatay'ı alırlar fırsat bulsalar…her yerleştikleri yerde halkı huzursuz ediyorlar…acaba aynı şey bize olsa bir bardak bile su verirler miydi?

“…ülkenin etnik dengeleri Türkler aleyhine hızla bozulmaya devam ediyor…20 sene sonrası çok korkunç…”

“…balkan göçmenleri kendi anavatanlarına geldiler, bunlar sığıntı ne olduğu belli olmayan insanlar…” (Ünal, 2014: 79-80)

şeklinde sıralamak mümkündür. Bütün bu söylemler göz önüne alındığında iki önemli unsurun ön plana çıktığı görülmektedir. Bunlardan birincisi; batılı güçlerin sürekli olarak ısıtıp ısıtıp her iki toplumun da önüne koyduğu Kurtuluş Savaşı’nda İngilizlerin kışkırtmasıyla Arapların Osmanlı’ya sırtını dönmesidir. Diğeri ise; Suriyeli sığınmacıların vatan haini olarak değerlendirilmesi ve özellikle Arap etnik kimliğine yönelik geliştirilen olumsuz düşüncelerin ayrımcı ve dışlayıcı bir özellik kazanmış olmasıdır. Bu tür söylemlerin medyada geniş yer bulması yerli halkta meselenin insani boyutundan ziyade kendinden olan ve olmayan biçiminde algılanmasına ve halkın her türlü önyargı ve genellemeye açık hale gelmesine neden olmaktadır. Bu durum ise öteki kavramına dayalı olarak ortaya çıkmış olan etnik merkezcilik, ırkçılık, tek kültürcülük, yabancı düşmanlığı gibi birçok olumsuz akımları gündeme getirmekte ve dolayısıyla bu kitlesel göçlerin toplumumuzda büyük bir krize yol açmasına zemin hazırlamaktadır.

Bütün bu söylemleri genel olarak değerlendirdiğimizde; bu kadar fazla Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de olmalarının ülke çıkarlarına ters düştüğünü ve dolayısıyla rasyonel bir politika olmadığını, bu durumun ise yakın gelecekte çok fazla problemi beraberinde getireceği yönünde bir kaygının ön plana çıktığı görülmektedir. Kötümser bir tablo çizen bu tür söylemlerin bencil ve çıkara dayalı bir içeriğe sahip olduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca böylesine bir yaklaşım uluslararası ilişkileri tamamen güç ve çıkar mücadelesi temelinde açıklayan realist teorileri akla getirmektedir. Bu teoriye göre, “uluslararası politika, özünde güç ve çıkar mücadelesi olarak tanımlanabilecek bir siyasal süreçtir. Buna göre, devletler her zaman çıkarları peşinde koşan, rasyonel karar veren insanı ve insani ilişkileri merkeze almayan yapılar olarak karşımıza çıkmaktadır. Realistler, bu yapı içinde, her bir devletin kendi güvenliğini kendisi sağlamak zorunda olduğunu varsayarak diğer devletlerin de aynı şekilde davranacağını ve dolayısıyla “ne pahasına olursa olsun” her bir devletin kendi çıkarı doğrultusunda hareket edeceğini ileri sürmektedir“ (Kegley, 1995: 4-5). Bu bağlamda hem bu söylemlerin hem de insani bir kriz olan Suriyeli sığınmacılar konusunu Türkiye’nin AB’ye giriş bileti olarak sunan AB’nin bu tutumunun bu teoriye dayandığını söylemek mümkündür. Dolayısıyla gelinen noktada sığınmacı meselesinin uluslararası insan hakları rejiminin konusu olmaktan çıktığı görülmektedir. Ayrıca hem bu tür söylemlerin sık sık basına yansıması hem de AB’nin bu tutumu Türk toplumu üzerinde olumsuz etkiler yaratmakta ve halkta sığınmacıların bir an önce ülkelerine gitmeleri gerektiği yönündeki düşüncelerini körüklemekte, dolayısıyla ayrımcı, ötekileştirici kavramların nitelik kazanmasına yol açmaktadır. Bu durum ise toplumda çatışma alanlarının oluşma potansiyelini arttırmaktadır.

Bugün gelinen noktada Suriyeli sığınmacıların giderek artması ve kalıcılık olgusunun daha fazla ön plana çıkmasıyla toplumda bu tür söylemlerin arttığı görülmektedir. Ancak bu türden söylemlerin toplumun genel kanaatini yansıttığını söylemek yanlış olacaktır. Dolayısıyla bu ayrımcı söylemlerin sınırlı bir kitlenin görüşlerini yansıttığı gerçeği de göz önünde bulundurulmalıdır. Yine de her ihtimale karşı hükümetin bu konuyla ilgili sık sık kamuoyu yoklaması yapması, sığınmacılara karşı artabilecek olan ötekileştirme sürecini azaltabilecek ve var olan önyargıları hafifletebilecek önlemlerin alınması gerekmektedir. Bu bağlamda hükümetin alınan kararlarda halkıyla birlikte hareket etmesi toplumsal bütünleşme beklentisinin aksine Ortadoğu benzeri bir iç savaşın ortaya çıkmasının engellenmesinde ve özellikle güven ve düzen kaygılarının ortadan kalkmasında önemli bir rol oynayacağını söyleyebiliriz.



SONUÇ

Yüzyıllar boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliği altında sükûnet içinde yaşayan Ortadoğu, Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren batılı güçlerin sömürgesi haline gelmiş, batılı güçlerle işbirliği içinde olan liderler boy göstermeye başlamıştır. Özellikle Sanayi Devrimi’yle birlikte batılı güçlerin enerji ihtiyacının artması, zengin petrol ve doğalgaz yataklarına sahip olan Ortadoğu’yu tamamen vazgeçilmez kılmıştır. Bu durum ise batılı güçlerin bu bölgeye olan ilgilerini daha da arttırmış, hatta bu bölge üzerinde birçok plan ve politika geliştirmelerine neden olmuştur. Geliştirilen bu politikalar gereği kendi adını ve sınırlarını bile belirleyemeyen Ortadoğu’da sürekli olarak bir çatışma, kargaşa hâkim olmuştur. Bu çatışmalarda gerek batılı güçlerin sudan sebeplerle işgalleri, dini ve etnik yapıdaki çeşitlilik, gerekse batılı güçleri arkasına alarak koltuğunu sağlamlaştıran diktatörler ve yakınları ile sıkıntı ve sefalet içinde yaşayan halk arasındaki uçurumlar önemli rol oynamıştır. Bugün gelinen noktada küreselleşme, iletişim ve haberleşme olanaklarının artması, özellikle Arap gençlerinin uyanmasına ve Ortadoğu’da ilk defa yönetime karşı halk ayaklanmasının olduğu görülmektedir. Ortadoğu’da meydana gelen bu halk hareketleri her ne kadar istenilen sonucu yaratmasa da bölgeye ilişkin algılamalarda birtakım değişikliklere neden olduğu bir gerçektir. Özellikle geleneksel olarak batılı güçlerin bir mücadele alanı olarak algılanan Ortadoğu’da hâkim olan çaresiz Arap imajının sorgulanmaya başladığı görülmektedir. Ayrıca Ortadoğu toplumlarının da devrim yapabileceği yönünde bir inanç oluşmaya başlamıştır. Bu bağlamda Bernard Lewis’in 1972’li yıllarda yayınlanan bir makalesinde belirttiği “bir Batı doktrini olan kötü hükümetlere karşı direnme hakkı İslami düşünceye yabancıdır” (Bernard, 1972: 33) tezinin bu halk hareketleriyle çürütülmeye başlandığı görülmektedir.

Ortadoğu’da meydana gelen bütün bu gelişmelerin önemli sonuçları olmakla birlikte hem bölgeyi hem de dünya kamuoyunu derinden etkileyen en önemli sonucunun kitlesel halde gerçekleşen göçler olduğunu söylemek mümkündür. Bölgede batılı güçlerin yol açtığı işgaller, çatışmalar, ayaklanmalar tabiri caizse devlerin güreşip çimenlerin ezilmesine neden olmuştur. Dolayısıyla bu durum ezilmemek için kaçmaktan başka çaresi kalmayan masum halkın zorunlu göçünü de beraberinde getirmiştir. Geçmişten bugüne birçok kez tekerrür eden Ortadoğu kaynaklı göçler, dünyada birçok ülkeyi etkilemekle birlikte bir geçiş bölgesi özelliği göstermesi, tarihten gelen bağlar ve halen günümüzde de devam eden ticari, ekonomik ve insani ilişkiler gibi nedenlerle Türkiye’nin bu göçlerden daha fazla etkilendiği görülmektedir. Özellikle son zamanlarda yoğun bir şekilde yaşanan Suriye kaynaklı göçlerin ülkemizde siyasi, ekonomik, sosyal ve toplumsal anlamda birçok sıkıntıları gündeme getirdiği görülmektedir. Ülkemizde bu sıkıntıların büyük boyutlara ulaşmasında hem bu göçlerin kitlesel halde gerçekleşmesi hem de AB’nin uyguladığı göç politikalarının önemli derecede etkisi olmuştur. Bu bağlamda Ortadoğu özellikle Suriye kaynaklı göçlerin yol açtığı sıkıntıları azaltmak için yapılması gerekenler noktasında şu öneriler sunulabilir.

Türkiye’de Suriyelilere karşı toplumsal kabulün yüksek olduğu görülmektedir. Ancak bu kabulün sürdürülebilmesi, nefret ve düşmanlığa dönüşmemesi için her iki toplumun da beklentilerinin dikkate alınması ve özellikle toplumsal uyumun sağlanması yönünde politikalar geliştirilmesi ve uygulanması gerekmektedir.

Bugün Suriye’deki iç savaş tamamıyla sona erse de Suriyeli sığınmacıların büyük çoğunluğunun harap olan yerleşim yerlerini yaşanabilir hale getirmeden dönmeyecekleri bir gerçektir. Ayrıca yapılan saha araştırmalarından yola çıkarak sığınmacıların büyük bir kısmının sürekli olarak Türkiye’de kalma olasılığının çok yüksek olduğu görülmektedir. Dolayısıyla bu sığınmacıların uzun süre daha ülkemizde kalacakları göz önüne alınarak gerekli olan tedbirler alınmalıdır. Özellikle toplumsal uyum noktasında gerek çocukların ve gençlerin birer suç makinası olmasını engellemek gerekse yetişkinlerin kendi ayakları üzerinde durabilmeleri ve iş bulabilmeleri için Türkçeyi bilmek zorunda oldukları unutulmamalı ve bu bağlamda Türkçe dil eğitimine daha çok önem ve öncelik verilmelidir.

Sığınmacı ve beraberinde getirdiği kriz, sadece Türkiye’nin sorunu değildir. Bu kriz uluslararası bir sorundur. Ancak AB’nin bu krizi sadece Türkiye’nin sorunu gibi algıladığı ve gerekli çabayı yeterince sarf etmediği görülmektedir. Bu bağlamda Türkiye’nin gerekli olan ağırlığı koyması ve uluslararası dayanışmayı harekete geçirmesi gerekmektedir. Yani sözde değil, uygulamada bir dayanışmaya ağırlık verilmelidir. Ayrıca 15 Ekim tarihli Ortak Eylem Planı temelinde hazırlanan ve 29 Kasım 2015’te imzalanan göç anlaşmasının Türkiye ve sığınmacılar açısından çeşitli sıkıntıları ve endişeleri de beraberinde getirdiği görülmektedir. Bu bağlamda Türkiye’nin sığınmacıların yaşadığı insani krizi AB’nin pazarlık konusuna indirgemesine izin vermemeli, gerekirse AB’ye girme sevdasından vazgeçmeli, çözüm daha çok Suriye’deki çatışmaları önleme odaklı olmalıdır.

Türkiye’nin sıfır noktası yardım dağıtımı politikasının uygulanmasında sadece AFAD, Türk Kızılayı ve İHH’nin olduğu görülmektedir. Suriye’nin bu bölgelerindeki kaos ortamı ve kanunsuzluklar dikkate alındığında böyle büyük bir sorumluluk sadece STK’ya yüklenmemeli, sınır ötesi yardım politikalarını uluslararası sorumluluk haline getirecek bir yol bulunmalı ve özellikle insani yardım konusunda deneyimi bulunan BM kuruluşlarıyla birlikte hareket edilmelidir.

Özellikle sınırdaki zayıf noktalar terör örgütlerinin rahatça ülkemize girmesine olanak tanımakta, bu durumda ülkemizdeki güvenlik kaygılarını arttırmaktadır. Dolayısıyla sınır bölgelerinde güvenliğin daha fazla arttırılması, giriş-çıkışların daha çok kontrol altında tutulmasına özen gösterilmeli ve son zamanlarda özellikle sınıra yakın kesimlerde yaşanan olayların önüne geçilmelidir.

Suriyeli sığınmacıların özellikle de kamp dışında yaşayanların hemen her ilde günlük ekonomik ve sosyal hayatı gün geçtikçe daha fazla etkilediği yönünde halkın şikâyet ve sıkıntıları gündeme gelmektedir. Dolayısıyla özellikle toplumsal uyum noktasında bu şikâyet ve sıkıntıların göz önüne alınması ve çözüm üretilmesi gerekmektedir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki; Ortadoğu’da kanlı savaşların sona ermesi, demokrasinin sağlanması ve dolayısıyla bu kitlesel göçlerin önüne geçilebilmesi noktasında Türkiye’ye çok büyük görevler düştüğünü söylemek mümkündür. Her şeyden önce Türkiye’nin Ortadoğu’da lider olma potansiyelinin farkında olan küresel güçler, küçük çatışmalarla Türkiye’yi tuzağa düşürüp savaşın içine çekmek ve kendi hazırladıkları senaryolarda rol almasını sağlamaya çalışmaktadırlar. Böyle bir rol Türkiye’nin ne tarihinden gelen misyonuna ne de gelecek nesillere emanet edebileceği vizyonuna uygundur. Dolayısıyla Türkiye’nin batılı güçler tarafından hazırlanan senaryolara göre değil de kendi senaryolarına göre hareket etmesi gerekmektedir. Bu bağlamda güçlü tarihi ve kültürel bağları göz önüne alındığında Ortadoğu’da sorunların daha kolay ve daha kalıcı bir şekilde çözülebilmesinde ABD, Rusya gibi ülkeler yerine kendilerinden olan, ortak paydalara sahip olan Türkiye’nin daha etkili olacağını söylemek mümkündür.



KAYNAKLAR

AFAD Başkanlığı, (2014), Türkiye’deki Suriyeli Kadınlar Raporu. Ankara

AFAD Başkanlığı, (2016), Afet Raporu/Suriye, www.afad.gov.tr/TR/IcerikDetay1.aspx?ID=16&IcerikID=747, (Erişim Tarihi: 12.04.2016)

Ağır, O. (2015), “Suriye’den Türkiye’ye Yaşanan Göç Dalgasından Kaynaklanan Güvenlik Sorunları”, Birey ve Toplum Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 9, Kahramanmaraş

Akgül, A. (2015), “Göç ve Kamu Politikaları: Suriye Krizi Üzerine Bir Analiz”, The GLOBAL A Journal of Policy and Strategy Volume: 1, Issue: 2, pp. 1-22.

Akgür, Z. G. (1997), “Türkiye’ de Kırsal Kesimden Kente Göç ve Bölgeler Arası Dengesizlikler”, Ankara: T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Yayın No: 201, Başbakanlık Basımevi.

Bernard, L. (1972), “Islamic concepts of revolution. Revolution in the Middle East”, der. P.S. Vatikiotis, London: George Allen &Unwin.

Buz, S. (2008), “Türkiye’deki Sığınmacıların Sosyal Profili”, Polis Bilimleri Dergisi, Cilt: 10, Sayı: 4, Ankara

Danış, D. (2009), “Irak’tan Uzağa: 1991 Sonrası Dışarı Göç”, Ortadoğu Analiz Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 6, İstanbul

Erdoğan, M.M. (2014), “Türkiye’deki Suriyeliler: Toplumsal Kabul ve Uyum Araştırması”. Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi, Ankara

Erdönmez, H. (2010), “Avrupa Devletlerinin Ortadoğu Politikası ve ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi”, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı Yakınçağ Tarihi Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Edirne

Hürriyet, (2016), Davutoğlu, Londra’daki Suriye konferansında konuştu, http://www.hurriyet.com.tr/davutoglu-londradaki-suriye-konferansinda-konustu-40049381, (Erişim Tarihi: 12.04.2016)

http://gusam.org/2015/11/18/suriyeli-siginmacilar-ab-ortak-eylem-plani-turkiye-icin-buyuk-riskler-tasiyor (Erişim Tarihi: 12.04.2016)

http://www.mansetkocaeli.com/kategori/guncel/haber/dilenenlerin-cogu-suriyeli-degil/88180, (Erişim Tarihi: 10.04.2016)

http://vanakhaber.com/haber_detay.asp?haberID=6293, (Erişim Tarihi:10.04.2016)

http://www.haberdar.com/turkiye-avrupa-birligi-multeci-zirvesinde-gercekten-ne-oldu-makale,898.html. (Erişim Tarihi: 10.04.2016)

http://www.unhcr.org/turkey/uploads/root/tr(40).pdf. (Erişim Tarihi: 10.04.2016)

http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:5i66JUPcsn0J:www.milliyet.com.tr/turkiye-ye-siginan-multeci. (Erişim Tarihi: 12.04.2016)

http://www.unhcr.org/turkey/uploads/root/tr(41).pdf. (Erişim Tarihi:12.04.2016)

“Hungary’s Orban Criticizes Merkel’s ‘Moral Imperialism’,” Deutsche Welle, (Erişim Tarihi: 10. 04. 2016)

Joshua Keating, “Here’s Why Eastern Europe Is So Much More Antagonistic to Syria’s Refugees Than Western Europe”, (Erişim Tarihi: 10. 04. 2016)

http://www.slate.com/blogs/the_slatest/2015/09/14/here_s_why_eastern_ europe_is_so_much_more_antagonistic_to_ syria_s_refugees.html (Erişim Tarihi: 10.04. 2016).

http://www.ikv.org.tr/ikv.asp?ust_id=99&id=1300 (Erişim Tarihi:10.04.2016)

http://www.ikv.org.tr/ikv.asp?ust_id=99&id=1331 (Erişim Tarihi: 12.04.2016)

İçduygu, A. (2014), “Türkiye’nin Uluslararası Göç Politikaları, 1923-2023: Ulus-devlet Oluşumundan Ulus-Ötesi Dönüşümlere” MiReKoç Proje Raporları, Tübitak 1001_106K291, Koç Üniversitesi Göç Araştırmaları Merkezi, İstanbul.

Kara, P. (2010), “Türkiye’de Göç, İltica ve Mülteciler”, Türk İdare Dergisi, Sayı: 467, Niğde

Karaca, S. ve Dinçer, O.B. (2013), “Genişleyen ve Derinleşen Kriz Suriyeli Mülteciler”, Analist Dergisi, 34, İstanbul.

Kartal, B. (2014), “Türkiye’ye Yönelik Mülteci ve Sığınmacı Hareketleri”, Sosyal Bilimler Dergisi, İktisadi ve İdari Bilimler Sayısı, Cilt:12, Sayı:2, Eskişehir

Kegley Jr., & Charles, W. (1995). Neoliberal Challenge to Realist Theories of World Politics: An Introduction. In Charles W., Kegley, Jr. (ed.), Contraversies in International RelationsTheory (pp. 1-24). New York: St. Martin’sPress.

Kent Gündemi, (2016), Suriyeli sığınmacıların eğitimlileri Avrupa’ya gidiyor! http://www.kentgundemi.net/gundem/suriyeli-siginmacilarin-egitimlileri-avrupa-ya-gidiyor- (Erişim Tarihi: 10.04.2016)

Kurtuluş, B. (2016),”Ortadoğu’daki Politik Gelişme ve Tercihlerin Uluslararası İşgücü Hareketlerine Etkisi”, (Erişim Tarihi: 04.04.2016)

Lordoğlu, K. ve Aslan, M. (2015), “Beş Sınır Kenti ve İşgücü Piyasalarında Değişim: 2011-2014”, Göç Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 2, sf. 249 – 267

Mutluer, M. (2003), “Uluslararası Göçler ve Türkiye: Kuramsal ve Ampirik Bir Alan Araştırması-Denizli/Tavas-“, İstanbul: Çantay Kitabevi.

Nye, J. (2015) , Is the American Century over?, Cambridge: Polity Press.

Orhan, D. D. (2013), “Ortadoğu’nun Krizi: Arap Baharı ve Demokrasinin Geleceği”, Atılım Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Atılım Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 3, Syı: 1-2, 17-29, Ankara

ORSAM, (2014), “Suriye’ye Komşu Ülkelerde Suriyeli Mültecilerin Durumu: Bulgular, Sonuçlar ve Öneriler”, ISBN: 978-605-4615-87-2, Ankara

ORSAM&TESEV, (2015), “Suriyeli Sığınmacıların Türkiye’ye Etkileri”, Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM), Rapor No: 195.

ORSAM, (2015a), “Suriyeli Mültecilerin Türkiye’ye Ekonomik Etkileri: Sentetik Bir Modelleme”, Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM), Rapor No: 196.

Özdem, A. G. (2016), “Büyük Devletlerin Değişmeyen Mücadele Alanı: Ortadoğu”, Fırat Üniversitesi Ortadoğu Araştırma Dergisi, Cilt: x, Sayı: 2, Elazığ.

Özdemir, E. (2013), “Ortadoğu Barışında Güvenlik ve İşbirliği Modeli Arayışları”, Atılım Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Ankara.

Paul Taylor ve Alastair McDonald, “EU Offers Turkey Cash, Closer Ties for Migration Help,” Reuters, Erişim Tarihi: 10.04.2016)

Pierson, P. (1998), “Irresistible Forces, Immovable Objects: Post-industrial Welfare States Confront Permanent Austerity,” Journal of European Public Policy 5, no: 4.

SAE- Stratejik Araştırmalar Enstitüsü. (2009) “ABD-İsrail-İran-Türkiye; Ortadoğu‟da Değişen Güç Dengeleri”, www.turksae.com/sql_file/373.pdf, Erişim Tarihi: 04.04.2016)

Sakin, S. (2011), “Ortadoğu Kavramı ve Sınırları Üzerine Bir Değerlendirme”, ABD ve Büyük Ortadoğu İlişkileri Özel Sayısı/ Relationships of the USA and The Great Middele East Special Issue, Erciyes Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi ( ERUSAM ), Kayseri.

Şahin, C. (2001), “Yurt Dışı Göçün Bireyin Psikolojik Sağlığı Üzerindeki Etkisine İlişkin Kuramsal Bir İnceleme”, G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi 21 (2), 57-67.

Şahin, İ. (2015), “Türkiye’ye Gerçekleştirilen Ortadoğu Kaynaklı Zorunlu Göçlerin Sosyo-Ekonomik Etkileri: 1979-2014 Arası”, Tesam Akademi Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 2, 167-195, Çanakkale

TİSK, (2015), “Türk İş Dünyasının Türkiye’deki Suriyeliler Konusundaki Görüş, Beklenti ve Önerileri”

Tuzcu, A. ve Bademli, K. (2014), “Göçün Psikososyal Boyutu”, Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar.

TUİK. (2016a), Evlenme Boşanma İstatistikleri 2015, http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=21515. (Erişim Tarihi: 12.04.2016)

Ünal, S. (2014), “Türkiye’nin Beklenmedik Konukları: “Öteki” Bağlamında Yabancı Göçmen ve Mülteci Deneyimi”, Zeitschrift für die Welt der Türken Journal of World of Turks, Vol. 6, No. 3.

Yalçın, C. (2004), Göç Sosyolojisi, Ankara: Anı Yayınları.

Yılmaz, A. (2014), “Uluslararası Göç: Çeşitleri, Nedenleri ve Etkileri”, Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/2, p. 1685-1704, Ankara-Turkey



1 Yüksek lisans öğrencisi, Kırıkkale Üniversitesi, sahsenempinar@hotmail.com

2 Doç. Dr., Kırıkkale Üniversitesi Öğretim Üyesi


Yüklə 215,43 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin