Osman Aysu Bir Aşk Masalı



Yüklə 2,22 Mb.
səhifə9/31
tarix29.10.2017
ölçüsü2,22 Mb.
#19546
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   31
"Bakalım şimdi bunu görünce ne diyeceksin?"
itiraf edeyim ki yavaş yavaş heyecanlanıyordum. "Nedir o?" diye sordum.
Birden kapalı tuttuğu avucunu bana doğru uzattı ve parmaklarını açtı. Pırıl pırıl parlayan, oldukça iri taşlı bir pırlanta yüzük duruyordu avucunun içinde.
irkilerek sordum, "Bu ne?"
"Ne olacak, kart hocanın bana hediye ettiği yüzük, inandın mı şimdi?"
Yüzümün sarardığını, kanımın çekildiğini hissediyordum. Sertçe, "Niçin kabul ettin bunu?" diye sordum.
"Ne yapmalıydım yani? Red mi etseydim?"
Kanım tepeme sıçramıştı.
"Deminden beri adama kart herif deyip duruyorsun, madem evlenmeye niyetin yok, bu hediyeyi kabul etmek doğru mu? Ahlaken sakıncalı olduğunu anlamıyor musun?"
"Bırak şimdi bana ahlaki nutuk atmayı, söylediklerime inandın mı inanmadın mı, sen onu söyle."
Şömineden akseden alevlerin sarı ışığında avucundaki pırlanta ışıldıyordu.
Nutkumun tutulduğunu hissettim bir an. içime beni hırs ve hiddete iten duygular üşüşür gibi oldu. Bu kız beni mahvedecekti. Düpedüz kıskanmaya başlamıştım. Bir yandan da yaptığı densizliğe bozuluyordum. Adamı istemiyorsa yüzüğü kabul etmesini ne mantığım ne de ahlâki değerlerim onaylamıyordu.
atım asıldı. Ona verilecek cevabım olamazdı. Yerden kalkmak istedim.
Hemen uzanıp kolumu tuttu.
"Kaçma!., işine gelmeyince, susup uzaklaşmaya bayılıyor-
Cevap ver bakalım, hocanın evlenme teklif ettiğine inandın
mı şimdi?"
Kolumu kurtarmaya çalıştım. Soğuk bir şekilde, "Evet" dive mırıldandım. Ama yerimden de kalkmadım. Jale'yi bir türlü anlamıyordum. Şimdiye kadar hiç rastlamadığım acayip bir kişiliği vardı. Güzelliği, dişiliği, hatta basit ve zaman zaman adile-şen konuşma tarzıyla müthiş çekiciydi, fakat şimdi onun değişik ve genel ahlâk anlayışımla kesinlikle uyuşmayan, bana ters düşen başka bir yanıyla tanışıyordum.
"Ama bu yaptığın hiçbir zaman onaylanamaz." dedim.
"Yüzüğü kabul etmemi mi kastediyorsun?"
"Gayet tabii."
"Hoca'yı kıskandın değil mi?"
"Ne münasebet!"
"Yalan konuşma Sinan, bji gibi kıskandın."
"Lütfen benle biraz daha dikkatli konuş."
"Ne o beyzadem? Şimdi de sevdiğin, deli gibi aşık olduğun kızı küçümsüyor musun? işine gelmeyince asalet damarların mı kabardı?"
"Jale yapma! Gittikçe basitleşiyorsun."
Yüzüne bakmak istemiyordum, içimden Tanrı'ya isyan etmek geliyordu, yoksa başıma bu yaşta onu bir bela olarak mı göndermişti?
Parmaklarını uzatıp çenemden tuttu, direnmeme rağmen başımı kaldırarak göz göze gelmemizi sağladı. Mutlu ve muzafferdi şimdi. Şahane gözler zafer sevinci içindeydi.
"Yüzüme bak!"
Kendime kızıyordum, zaafim yüzünden elinde oyuncak olmuştum. Kocaman adamla adeta oynuyordu.
"Hadi söyle, kıskandığını söyle..." "Evet, kıskandım. Kahroldum.. Rahatladın mı şimdi?" "Henüz değil. Beni sevdiğini, çok sevdiğini de söyle." Dudaklarımı ısırdım. "Evet" diye fisıld?dım. "Seni çok seviyorum."
Uzun parmakları çenemden yanaklarıma uzandı. Usul usul okşadı, sonra tek parmağı dudaklarımın üzerinde dolaştı. Munis ve sokulgan bir edayla:
"Aptal!" dedi. "Benim gözü kör aşığım.. Hemen o yüzüğü kabul ettiğimi sandın. Sen beni ne zannediyorsun? Bu kadar kişiliksiz ve basit mi?"
Hayrede yüzüne baktım.
"Ama" diye geveledim. "Yüzük burada, yanında."
"Koca sersem! Önce beni bir dinlesene. Sözümü bitirmeme firsat versene."
"Anlat şimdi, seni dinliyorum."
Jale bir soluk aldı. "Önce biraz daha kanyak ver. Boğazım kurudu."
Kadehe yanımdaki şişeden iki parmak daha içki koyarken anlatmaya başladı.
"O herifin bende gözü olduğunu eskiden de bilirdim. Daha talebeliğimde bana askıntı olur, sık sık yanıma gelir, sorular sorar ilgilenirdi. Maksadını hemen anlamıştım. Hiç yüz vermezdim. Staja başladığımda tabii daha sık karşılaşır olduk. Dün bana birden evlenme teklif etmez mi, beynimden vurulmuşa döndüm. Dedim ya neredeyse dedem yaşında herif. Gayet soğuk bir şekilde ve sinirlenerek reddettim. Siz yine de bir düşünün dedi. Bugün hastanede çalışırken odacılardan biri elinde bir zarfla odama geldi, bunu size hoca yolladı dedi. Zarfi elime aldım, yokladım, garip bir şey. Önce incelenecek bir rapor filan sanmıştım ama içinde garip bir kabartı vardı. Ne olabilir diye, açıp baktım. Allah-tan o anda yanımda kimse yoktu. Ne çıktı içinden, beğenirsin? Yeşil bir mahfaza! Kapağını açtım, bu pırlanta yüzük, içinde de
• not Bu naçizane hediyemin kabulü filan gibi abuk subuk ya-Imıs satırlar. Kâğıdı büküp çöp sepetine attım, sonra çılgın gibi Hasına gittim. Niyetim hır çıkarmak, adamı rezil etmekti. Bak-odası boş. Asistanı az önce hastaneden gittiğini söyledi. Hır-mdan çatlayacak gibiydim, adamı bulamamanın kızgınlığı ile odama döndüm. Köpürüyor, yerimde duramıyordum. Sonra düşünmeye başladım. Yüzüğü atamazdım, hastanedeki odamda da «aklayamazdım. Çaresiz yanıma aldım. Orada bıraksam kaybolur birisi alır filan, al ondan sonra başına belayı. Adama nasıl dert anlatabilirim, herif kabul ettiğimi filan düşünürdü, işte, hikâye bu. Anladın mı şimdi, benim kıskanç sevgilim?"
Yüreğime biraz su serpmişti. Utanarak ona sarılmak istedim. Yok yere kızın günahını almıştım. Jale biraz delişmen, hoppa, çocuksu hatta çılgındı. Ama kişiliği sağlam ve dobra bir insandı.
"Dur!" dedi. "Acele etme! Şu lanet yüzüğü kaldırıp çantama koyayım. Zaten bütün günümü mahvetti bir de bu romantik geceyi bize zehir etmesin."
Geldiği gibi acele adımlarla ona ayırdığım odaya gitti ve yüzüğü ortadan kaldırdı. Rahatlamıştım şimdi. Olayı da hiç yadırgamıyordum, hatta bir ara içimden hocaya acır gibi oldum. Adamın çektiği sıkıntıları en iyi anlayacak mevkideki insanlardan biri de bendim. Bilemezdim ama Jale muhtemelen en samimi davranışlarıyla, istemeden bile oisa, adamı etkilemiş, aklını başından almış oLabilirdi. Gayrı ihtiyari gülümsemeye başladım.
Arkamdan bir ses, "Ne o?" dedi. "Niye deliler gibi kendi kendine gülüyorsun?"
"Zavallı Hoca'nın hali aklıma geldi de. Adamcağız karşında feleğini şaşırmış olmalı."
"Bırak şimdi onu da, sen beni ısıtmaya bak. Hâlâ donuyorum."
"Gel hayatım yanıma."
Jale yere çöktü, minderlerin üstüne oturdu. Bu defa iki ayağını da kucağıma uzattı.
Bir Aşk Masalı - F: 9
"Hadi, çoraplarımı çıkart da ayaklarımı ısıt. Buz gibiler." Ayaklarını avuçlarımın içine aldım, ama çoraplarını çıkarmadım.
"Öyle değil." diye mırıldandı. "Çoraplarımı çıkar da, ovala."
Anlaşılan bana eziyet etmeye devam edecekti.
ihtiyatla ona döndüm.
"Bak Jale!" diye mırıldandım. "Bu çok tehlikeli bir oyun. Ateşle oynadığının farkında mısın? Kaç erkek sana gösterdiğim bu sabrı anlayışla karşılar. Seni ilk gördüğüm andan beri arzuluyorum, fakat bu ana kadar irademe hakim oldum. Lütfen beni daha da zorlama. Güzel ayaklarının beni baştan çıkartacağına, önüne geçemeyeceğim davranışlara sürükleyeceğini biliyorsun. Yapma bunu."
"Sevgilim zaten seni bu yüzden seviyorum, iradeli ve yaman bir erkeksin. Ve ben peki deyinceye kadar da o işi yapmayacağını biliyorum."
"Buna o kadar güvenme. Tahammülümün son kertesinde-yim."
Sustu.
Sonra birden kendisi yün çorapları ayağından fırlatıp çıkardı.
"Hadi onları tut ve ovala." "Hayır" dedim.
"inat etme Sinan! Bunu seni tahrik etmek için yapmıyorum. Gerçekten üşüyorum."
"Öyleyse şöminenin alevine uzat, ısınırsın."
"Ben senin ısıtmanı istiyorum."
"Jale! Yeter artık bu işkence. Dayanamayabilirim."
"Bak ayaklanma! Biçimli parmaklarıma, kırmızı ojeli tırnaklarıma bak. Ne güzel değil mi? Bir gün hepsi senin olacak, onları dilediğin gibi okşayıp, öpeceksin."
Beynim karıncalanıyordu.
Hırsla omuzlarından kavradım. "Söyle, ne zaman? Ne zaman benim olacaksın?"
"Evlenmeye evet dediğin zaman sevgilim."
"Çıldırtma beni. Evlilik dediğin sadece yasal bir formalite. Rngün binlerce çift evlilik öncesi yaşam sürüyor. Bizim yaptığımız nedir ki, aynı evi paylaşmaya başladık ama ben sana dokunamıyorum."
"Amma yaptın? Az önce kumrular gibi sarmaş dolaş kok-laşıyorduk. Şimdilik bununla yetinmelisin. Söz veriyorum daha sonra seni dünyanın en mutlu erkeği kılacağım."
"Artık dayanamayacağımı hissediyorum, bitmesini istiyorum bu çilenin."
"Bitecek sevgilim. Biraz daha dişini sık."
Onu biraz daha kendime çekerken sordum, "Neden bana önce seninle evlenmem dedin?"
Dudaklarını yine şımarık çocuklar gibi büzdü, fakat salonun sessizliğinde çın çın öten telefon sesi sorumu cevapsız bıraktı, isteksizce yerimden kalktım ve telefonu açtım.
Gönül'dü arayan.
Yarınakşam bizi yemeğe davet ediyordu. Gönül'ü severdim, ince, hassas ve kibar kızdı, istanbul'un eski ve varlıklı ailelerinden birinden gelmeydi. Acaba Jale'yi nasıl karşılar, diye bir an aklımdan geçirdim. Biraz züppe ve kendini beğenmiş olduğunu da bilirdim. Kanımca daha Jale'nin dostlarımla tanışmaları için vakit çok erkendi fakat fazla umursamadım.
"Bir dakika, bir de Jale'ye sorayım, bakalım müsait mi?" dedim.
Reseptörün ağzını kapatıp, "Mahir'ler yarınakşam bizi yemeğe çağırıyorlar." dedim. "Ne cevap vereyim?"
Boylu boyunca şöminenin önüne uzandı. Çenesini ellerinin arasına dayadı.
"Bana sorarsan geceyi burada nonişkom'la baş başa geçirmeyi tercih ederim. Ama karan sen ver."
Çıplak ayaklarını boşlukta çocuk gibi sallayıp duruyordı Ben de onunla aynı kanıdaydım. Ama şimdi teklife bir bahane uydurup gitmemek hoş olmayacaktı. "Teşekkür ederiz geleceğiz." dedim...
2
Sabahleyin bahçeye Jale'den önce inmiş Passat'ı çalıştırmış, camlarda kümelenen karları temizlemeye başlamıştım. Dün gecenin mağlubu yine bendim. Jale öpüşmüş, koklaşmış fakat belirli bir ölçüden sonra kendisine yaklaşmamı engellemiş, yine beni yatma vakti gelince odama postalamıştı. Sabahın ayazında karları temizlerken gülerek onu düşünüyordum.
Busabah yola biraz daha erken koyulacaktık. Niyetim Nuh Kuyu'suna uğramak ve Vural'ı bulmak istiyordum. Onu görmem gerekiyordu zira soracağım çok şey vardı. Endişelenmeye de başlamıştım. Başına bir hal gelmesinden korkuyordum.
Jale aşağıya indi, arabaya dar attı kendini. Kar yağışı durmuştu ama yine doluydu ve hafta sonuna kadar yağışın devam edeceğini biliyorduk.
Bağdat Caddesi'ne çıktığımızda ilgisiz gibi görünerek, "Yüzüğü yanına almayı unutmamışsındır umarım?" dedim.
"Hiç unutur muyum, sevgilim." dedi. "Onu görür görmez yüzüne çarpacağım."
Sesimi çıkarmadım. Bir süre konuşmadan gittik. "Ehliyetin var mı?" Yüzüme baktı. "Yok. Niye sordun?" "Sana bir araba almalıyız. İşinle Suadiye'nin arası uzak. Her gün umumi vasıtalarla gelip gitmen çok zor." Gözleri ışıldadı. "Ciddi mi söylüyorsun?" "Gayet tabii."
"Görüyorsun ya, senin hakkında hiç yanılmadım. Harika bir insansın. Başka bir erkek olsa karşılık görmediği, her dakika onu üzen bir kadına bunu yapmaz. Böyle bir jesti aklından bile geçirmez."                                                                               J33
"Boş ver şimdi bunlan da sana bir ehliyet çıkarmaya bakalım.''
Uzanarak direksiyondaki elimi okşadı.
Farklı bir yol takip ettiğimi görünce de sordu, "Nereden gidiyoruz?"
"Önce Nuh Kuyusu'na uğrayacağız. Kahvaltıda söylemiştim, Şu arkadaşımın evine."
"Evet, hatırladım." dedi. "Kerim'in babası."
"Bana şu oğlandan biraz daha bahsetsene."
"Nesinden? Onu iyi tanımıyorum ki. Bir veya iki defa gelmişti eve. Ben de pek ilgilenmemiştim. Sana söylemiştim, biraz silik, ürkek ve çekingen bir çocuktu."
"EmePle yatıyorlar mıydı?"
"Aman Sinan! Senin de aklın fikrin orada galiba! Ne bileyim ben? Emel'in ilişkiye girfliği çocuklann çetelesini tutacak değildim ya! Ama kanaatimce yaüyorlardır. Şimdi herkes birbiriyle yatıyor, olağan bu artık."
"Öyle mi?" diyerek gülümseyip yüzüne baktım.
"Hınzır, domuz!" diye sırıttı. "Aklınca benimle dalga geçiyorsun. Ama ben Emel türü kızlardan değilim."
"Evet, bunu çok iyi biliyorum."
Nuh Kuyusu'na kadar fazla konuşmadık. Ama sevgilim bu sefer söylediklerim için surat asmadı. Eve yaklaşırken bir ara, "Sinan bu akşamki davete gitmesek galiba daha iyi olacak," diye mırıldandı.
"Neden?" diye sordum.
"Şey., öyle işte!"
"Bir sebebi olmalı ama?"
"Var tabii."
1
"Neymiş?"
"Seni orada mahcup etmek istemem."
"Beni neden mahcup edeceksin ki?"
"Yani demek istiyorum ki, senin mensup olduğun belirli içtimai seviyesi olan bir grup var. Henüz onların arasına girecek durumda değilim."
"Saçmalama. Sen okumuş, eğitim görmüş, doktor olmuşsun. Çekindiğin sınıfa mensup olan pek çok kadından daha üstün ve yeteneklisin. Yeter ki zaman zaman bana yaptığın..."
"Ben onu kastetmiyorum."
"Peki, söylemeğe çalıştığın nedir?"
"Biraz ayıp olacak.. Sana söyleyemem."
"Anlat bana hayatım. Sorun ne? Onlara telefonda geleceğimizi söyledik. Şimdi mazaret beyan etmemiz daha ayıp."
"Anlatamam.. Utanıyorum. Bana yaptığın bunca şeyden sonra bir de..."
"Lütfen Jale! Neyse şu problem söyle."
Lacivert gözler uyanmış gibiydi. Kekeledi.
"Ben fakir bir ailenin kızıyım. Maaşım da yetersiz."
"Eee? Bunun davede ne ilgisi var?"
"Böyle bir yemeğe gidecek kıyafetim yok! Anladın mı şimdi?"
Kendimi tutamayarak bir kahkaha attım.
"Bu mu sorunun?"
"Yeterli değil mi? Orada mahcup olmanı istemem."
Hâlâ gülüyordum. "Bugün işten biraz erken çıkabilir misin?"
"Neden?"
"Seninle buluşuruz, sonra baştan aşağı seni donatırız." "Daha neler? Zaten başına yeterince yük oluyorum. Bir de bana yeni giysiler alarak masrafa girmeni istemem." "Kaçta işten çıkabilirsin?"
"Olmaz."
"Bal gibi olur küçükhanım! Gerçekten bu davete gitmek istiyor musun?"                                                                        ____
"Sen yanımda olduktan sonra tabii isterim."                         135
"Şu halde anlasak."
Utanmış gibi sustu..
"Peki kıyafetimi nerde değiştireceğim?"
"Giysileri aldığımız mağazalarda."
Belki hâlâ itirazlarda bulunacaktı, fakat Vural'ın evinin önüne gelmiş ve frene basmıştım. "Sen beni arabanın içinde bekle. Dışarıya çıkmana lüzum yok." dedim..
*  *  *
Kapı yine açılmıyordu. Uykuda olabileceğini düşünerek ısrarla zili çalmaya devam ettim, içerde de çıt yoktu..
Vural'ın iki günden beri ortalarda olmaması artık aklıma kötü şeyler getirmeye başlamışa. Ne olursa olsun geçen seferki gibi arka bahçeye geçip, içeri^girerek bir göz atmaya karar verdim.
Arkaya dolanmadan önce duvarların arasından görünen arabaya bakam. Jale dikkatle beni izliyordu. Ona el salladım, şimdi geleceğim gibi bir işaret vererek arka tarafa yürüdüm.
Rezelerinden biri kırık tahta pencereyi açmak hiç zor olmadı, zaten tekniğini de öğrenmiştim. Ev düne nazaran daha havasız geldi bana. Her taraf yine buz gibiydi. Vural'ın odasına yürüdüm, kapıyı vurmadan açtım, içimde hep kötü bir şeyle karşılaşacağım gibi bir his vardı. Vural içerde yoktu ve oda dün bıraküğım gibiydi..
Yapacağım bir şey yoktu. Kapıyı çektim, suratım asık ve endişeli arabaya dönmeye karar verdim ve açık bıraktığım pencereye yürüdüm. Tam o sırada sanki biri tarafından uyarılmış gibi, içimden bir his, bir de oğlunun odasına bakmamı istedi. Kısa bir an kararsız kaldım. Orada da değişik bir şey bulamayacağıma
emindim ama içimden gelen o uyarıyı dinleyerek Kerim'in odasına gittim.
Kapıyı araladığımda gözlerim hayretle irileşti. Fakirliğine rağmen gayet düzgün olan oda darmadağınık edilmişti. Sıra sıra raflara yerleştirilmiş kitaplar, duvar dibine dizilmiş roman mecmua ve mektep kitapları yerlere saçılmıştı.
Buraya birileri girmişti.
Bundan hiç şüphem yoktu. Henüz bilmediğim bir şey aramış olmalıydılar. Hem de eşyası az olan oda didik didik aranmış, kitapların içi karıştırılmıştı. Birden aklıma bulduğum resim geldi. Acaba onu mu aramışlardı? O resmin bir önemi olabilir miydi? Şayet o resmi aramışlarsa, fotoğraf kimin için önemliydi?
Neden sonra tahta zemindeki çamurlu ayak izlerini farket-tim. izlerin bir kısmı yere saçılan kitapların altında kaldığından önce görememiştim. Dikkade bakınca farklı büyüklükte iki ayak izi olduğu hemen anlaşılıyordu. Ayak tabanlarının karla karışık bıraktığı çamur izleri gayet netti. Kurumuş olmalarına rağmen belli oluyorlardı. Emin olmak için izlere parmağımı sürdüm. Kurumuşlardı..
Düşünmeye başladım; son geldiğimde yerde kar yoktu. Kar yağışı dün öğleden sonra başlamıştı; bu da meçhul ziyaretçilerin bu süre içinde gelmiş olduklarına işaretti. Düngece de olamazdı, çünkü karanlıkta aradıkları şeyi bulamazlardı, ışık yakmaları ise böyle bir ev için komşuların dikkatini çekebilirdi. Hele Kerim'in odasının ışığının yanması daha da dikkat çekici olabilirdi, zira komşular da çocuğun uzun süredir kayıp olduğunu biliyorlardı. Öyleyse en kuvvedi ihtimal dün öğleden sonra ya da akşama doğru olmalıydı.
Bu eve girmek hiç de zor değildi, ama nereden girdiklerini düşünmeye başladım. Benim girdiğim pencereden olamazdı, çünkü girer girmez ayak izlerini mermer avluda görmem gerekirdi. Oysa orada hiç ayak izine rastlamamıştım. Yine de emin olmak için kapıyı açıp avluya baktım. Mermerler temizdi. Anla-
lan ziyaretçiler her ne arıyorlarsa, aradıklarını Kerim'in odasında bulacaklarına emindiler. Vural'ın odasına hiç geçmemişlerdi.
Kerim'in odasının penceresine ilerledim.
Nereden girdiklerini anlamıştım. Çünkü pencere pervazının Mş tarafındaki tahtalarda ezilmiş kar izleri vardı. Birileri tahtanın üzerinden aşarken oradaki karlar savrulmuş, dağılmıştı. Menteşelere baktım, ikisi de içten açıkn. Tekrar dönüp yerdeki ayak izlerini bir polis hafiyesi gibi tetkik ettim. Ziyaretçilerin biri en az 45 numara ayakkabı giyiyor olmalıydı. Diğeri ise ondan çok daha ufaktı.
İlk aklıma gelen, bu kişilerin evimde bana saldıran insanlar olduğuydu. Onlardan da biri iri yarı cüsseli, diğeri ise ufak tefek-ti. Tabii bu bir varsayımdı, emin olamazdım. Ayrıca Jale'nin evine giren insanlar da olabilirlerdi. Ne gariptir ki, onlar da Jale'nin evinde ne olduğunu anlamadığımız bir şeyin peşindeydiler..
içimi bir ürperti kapladı.
Kerim Toksöz'ün kaybolması gittikçe tatsız bir olay olmaya başlamışa ve şimdi baş vurabileceğim tek kaynak, arkadaşım Vural da sırra kadem basmıştı..
Geldiğim yerden evi terkettim..
*  *  *
Passat'ın kapısını açarken Jale, "Arkadaşını bulamadın, değil mi?" diye sordu. Başımı salladım. "Hayır, evde yok."
"Peki Allahını seversen, ne yaptın bahçede bu kadar zaman?"
Galiba içerde odayı dağınık görünce epey oyalanmıştım. içerdeki manzaradan ve Vural hakkında gittikçe artan endişelerimden Jale'ye bahsetmek istemiyordum.
"içeriye girecek bir yer aradım."
"Girebildin mi?"
"Hayır. Geciktik mi?"
"Eh, biraz," diye mırıldandı Jale.
Arabayı çalıştırdım ve yola koyulduk. Kar nedeniyle yollar berbat ve trafik arap saçı gibiydi.
"Kusura bakma." dedim.
"Boş ver. Böyle havalarda herkes biraz kaytarır."
Durgunluğumu ve düşünceli halimi farketmişti.
"Ne o? Konuşmuyorsun. Bir şey mi oldu?"
"Yoo!"
"Numara yapma, sen bir şeye bozulmuşsun. Yine bana mı taktın kafanı?"
"Hayır."
"Doğru söyle. Bak, busabah gayet uslu bir kızım ve seni kızdıracak bir şey yapmadım." "Biliyorum." "Öyleyse bu suratın ne?"
Bir an duraladım. Sonra, "Aklımı şu senin eve gelen adamlara taktım," dedim.
"Neden? Nerden geldi aklına şimdi?"
"Bilmem, anımsadım işte! Acaba eşyalarının içinde ne an-yorlardı?"
"Ne bileyim ben?"
Aklımdaki soruyu yönelttim. "EmePle çektirdiğiniz fotoğraf var mıydı hiç?"
"Fotoğraf mı?" "Evet."
Bir süre düşündü. "Sanmıyorum. Niye sordun?" "Hiç, aklıma geldi işte!"
Jale korkuyla yüzüme baktı birden. Kurt gibi zekiydi. "Arkadaşının evine girdin, değil mi?" "Hayır dedim ya."
"Yalan söyleme. Yüzünden anlıyorum. Korkmayım diye benden saklıyorsun; o adamlar o eve de girmişler." Kararsız kaldım, sonra başımı salladım. "Evet. Kerim'in odası darmadağınık. Tıpkı seninki gibi.
Heriflerin neyin peşinde olduğunu anlamıyorum. Bir şey aradıkları muhakkak ama ne?"
"Bir fotoğraf peşinde olduklarını nereden çıkardın?" "Sana Kerim'le Emel'in fotoğraflarını göstermiştim, haur-hyor musun?" "Evet."
"Birkaç gün evvel o resmi bu evden almıştım. Çocuğun odasını görmek istemiştim, belki dişe dokunur bir ipucu bulurum, diye düşünüyordum. O resim elime geçti. Gizlice aldım; babası bile farketmedi." "Niye gizlice?"
"Bilmiyorum. O an içimden gelen bir his yaptığımı babasının görmemesi gerektiğini söyledi. Ayrıca arkadaşım Vural'ın bana karşı pek dürüst ve açık olmadığını düşünüyorum." "Ne demek bu? Senden yardım isteyen o değil mi?" "Evet, fakat benden bazı bilgileri sakladığına eminim." "Ne gibi bilgiler?"
"Boş ver şimdi. Kafam bunlara takma." "Nasıl takmayayım? Beni m dairem de karıştırıldı, kapım kurcalandı evimde oturamaz oldum, apar topar yanına sığındım. Bir şeyler bilmeye hakkım yok mu?"
Jale haklıydı ama onun korkmasını istemiyordum. "Üzme tatlı canını," dedim. "Kısa bir zamanda göreceksin, herşey gün ışığına çıkacak. Sana söz veriyorum." "Ne zaman?"
"Bana evet demenden daha önce."
Yüzüme bakarak, hınzırca gülümsedi. Bu çocuksu gülüşüne bayılıyordum. İçimde bir şeylerin eridiğini hisseder gibi oldum..
*  *  *
Saat on bire doğru, on seneden beri müşavirliğini yaptığım Bo-Cessen firmasının idare heyetindeki iki dostum yazıhaneye
geldi. Artık onlara müvekkilden çok, dost demeyi tercih ediyordum, zira aramızdaki on yıllık beraberlik bizi iyice yakınlaştır-mıştı. Şirket esas mukavelesinin bazı maddelerinin değiştirilmesi konusunda hukuki mütalaamı almak için gelmişlerdi. Saat yarıma kadar büromda tartıştık.
Jale ile saat dörtte buluşacaktık, yazıhaneme gelmesini söylemiştim ama o nedense çekinmiş ve Nişantaşı'ndaki dört yol ağzında buluşmamızı istemişti. Misafirlerim öğleyin Hilton'a gidip yemek yiyelim dediler; vaktim vardı, nasıl olsa dörde kadar rahat rahat yemekten dönerdim. Yarımda büromdan çıkıp otele gittik. Vestiyere paltolarımızı bırakıp onlar Green House'a doğru yürürlerken ben de tuvalete girdim, işimi bitirdikten sonra bir an geniş aynaların karşısında durup kendime bir çeki düzen verdim, yerinden kaymış kravatımı sıkıştırdım. Herşeye rağmen hayatımdan memnundum; yaşamak, güzel bir kadına aşık olmak dünyayı toz pembe görmeme yetiyordu. Hafif ıslık çalıyordum.
Tuvaletin kapısı açıldı.
içeriye girenle hiç ilgilenmedim önce. Daha doğrusu dikkat bile etmedim. Ama arkamdan yaklaşan birinin aksini aynada farkedince birden irkildim.
Adam tanıdık gibi gelmişti gözüme.
Ellerim kravatımın düğümünde kaldı. O adamdı; bana evimde saldıran iri yarı herif. Yanılıyor muyum, diye dikkatle baktım yeniden. Yanılmamıştım. Zaten adam da doğru bana yaklaşıyordu.
Hızla arkamı döndüm. Bu sefer gafil avlanmak istemiyordum.
Burun buruna geldik.
Alaycı bir şekilde sırıtıyordu herif. O kadar yaklaşmıştı ki, sigara kokan nefesini duyabiliyordum. Saldırmaya niyeti yok gibiydi. Bir süre gözlerinde küçümseyen bir ifade ile beni baştan aşağı süzdü. Giyimi dikkatimi çekmişti, ilk karşılaştığımızda sırtında basit bir mont vardı. Bu defa ise lacivert, çizgili bir elbise
vmiş> beyaz gömlek, kravat takmıştı. Kendinden öyle emindi ^- sa* elini kruvaze ceketinin cebinden çıkarmamıştı. Tetikteydim, ama susup konuşmasını bekledim. "Ulan keriz!" dedi. "Sen dangalağın tekiymişsin." Hakaretini duymazlığa geldim. Gayem bana vereceği me-saiı öğrenmekti. Buraya sırf beni tahrik etmek için gelmiş olamazdı; tuvalete girişinin de tesadüf olmadığına emindim. Demek yazıhanemden çıkağımdan beri beni takip ediyordu. Arkadaşlarımdan ayrılıp tuvalete yalnız girdiğimi görünce arkamdan içeriye damlamıştı.
Burada bana saldıracağına ihtimal vermiyordum. Otel tuvaletleri her zaman giren çıkanın bol olduğu yerlerdi. Bana saldırmak istese, bu işi pekala daha tenha bir yerde de gerçekleştirebilirdi. Doğru bir mantık yürüttüğümü anlayınca daha rahatladım. Adam konuşmaya devam etti.
"Aklım başına topla, bırak bu hıyarlığı! Yoksa seni lime lime doğrayacağız."
Sakin olmalıydım..
içimden bir ses, herifin suratına okkalı bir yumruk atmamı söylüyordu. Ama bunun hiç de akıllıca bir iş olmadığını ise sağduyum bangır bangır bağırıyordu. Yumruklarımı sıktım, kabaran hiddetimi bastırmaya gayret ettim.
"Bana ne söylemeye çalıştığınızı anlamıyorum," dedim. Sesimdeki sakinliğe kendim de şaşmıştım. "Bırak şimdi bu ağızları," diye hırladı adam. Biraz yan tarafa kaymış, aynada kendi görüntüsüne bakmaya başlamıştı. Kendinden müthiş emin bir hali vardı. Aslında o anda içeriye bir başka kişinin girmesini istemiyordum. Birini görürse belki konuşmayı keser ve uzaklaşabilirdi, oysa onun içini dökmesini ve mesajını iletmesini bekliyordum.

Yüklə 2,22 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   31




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin