Osmanlı-Rus Savaşı1



Yüklə 8,72 Mb.
səhifə130/193
tarix27.12.2018
ölçüsü8,72 Mb.
#87611
1   ...   126   127   128   129   130   131   132   133   ...   193

Tekrar başa dönerek Subaşılık kurumu hakkında bir hülasa yapacak olursak şöyle bir sonuç elde edebiliriz:.

Asayişin ikinci derece (Kadıdan sonra) sorumlusu olan Subaşılıklar sırası ile:.

1) Şehir (Miri) Subaşısı.

2) Kasaba ve köy (İl) Subaşısı.

3) Sancak Subaşısı.

4) Voyvoda (Dirlik sahibi adına asayiş sağlayan).

5) Köy Subaşıları.

6) Çöp veya çöplük Subaşısı.

7) Canbazlar Subaşısı.

8) Vezir Subaşısı olarak karşımıza çıkmaktadır.

3. Asesbaşı

Yeniçeri ocağının, bölük anlamına gelen “orta”lardan 28. Orta’nın çorbacısına (komutanına) asesbaşı denirdi. Ocaktaki resmi ve askeri görevinden başka, şehrin asayişi ile de görevliydi.15 Bu itibarla, bölükteki subaylar dönüşümlü olarak çarşı ve mahalle içlerinde ve özellikle suç işlemeye elverişli yerlerde dolaşarak suç işleyenleri yakalayıp, cezalandırılmak üzere ilgili yerlere gönderiyorlardı.

Bundan başka, Cuma günleri sadrazamın gideceği camiin yolu üzerinde bölüğü ile birlikte güvenlik önlemi alarak aynı zamanda selam ve ihtiram işlerinde de bulunuyorlardı. Asesbaşının bir de idam mahallindeki nizamı sağlamak görevi vardı. Bu ve benzeri görevleri açısından Subaşıya karşı sorumluydu.

Asesbaşılar kıyafet olarak, başlarına yeşil çuhadan kalafat (Vezir başlığı), sırtına zağra yakalı ve yeşil kaplı divan kürkü, bacağına beyaz (Ak) çakşır (bir nevi şalvar), ayağına da sarı yemeni giyerlerdi.16

Halkın, asesbaşıya yardımcı olarak gece bekçileri tuttuğunu biliyoruz. Bu uygulama Cumhuriyete, Çarşı ve Mahalle Bekçiliği olarak intikal etmiştir.

Asesbaşı ile ilgili bilgilerden net olarak anlaşıldığı üzere, Osmanlı Güvenlik Teşkilatı, ordusunun omurgasını oluşturan Yeniçeri teşkilatı içerisinde oluşturulmuştur. Bu uygulama 1845 bildirgesine kadar sürecektir.
4. Muhtesip

Bu unvan, ihtisap kelimesinin bir türevidir. İhtisabın ise: “terk edildiği açıkça görülen Şer’i hükümlerle emretmek, Tanrı’nın rıza göstermeyerek kitapla yasakladığı işleri yapanları bu işlerden men etmek” anlamına kullanıldığını görüyoruz. İşte bu işlerle görevlendirilen kişiye muhtesip denmektedir. Osmanlılarda bu görevliye, İhtisap Ağası, İhtisap Emini, İhtisap Nazırı ve en son yapılan bazı yeniliklerle “Şehr Emini” denilmiştir.17

Muhtesipliğin öncesini, Asr-ı Saadet’e (Hz. Peygamberin yaşadığı ve yönetimde bulunduğu devre) dayandırmak mümkündür. Zira, Hz. Ömer’in Medine; S’ad İbn-ül As’ın da Mekke Muhtesibi olduğu bilgilerine ulaşabiliyoruz. Osmanlı Devleti kendisinden önceki İslam Devletlerinden kültür ve teşkilatlanma bakımından esinlendiği içindir ki bu ve buna benzer kurumları kendi bünyesinde hayata geçirmiştir. İşte muhtesiplik de bunlardan biridir. Nereye kadı gönderilmiş ise bir de muhtesip gönderilmiştir. İhtisap, dinsel boyutu da içerdiğinden muhtesipin mutlaka Müslüman biri olması şarttı.18

Esnaf ve pazar yerlerinin denetimi devletin çok önem verdiği bir husus olduğu için kadılara ve dolayısıyla mühtesiplere fevkalade geniş yetkiler verilmiştir.

Mühtesip, “munkerat”, yani şeriata aykırı eylemlerin eylemcilerini takibe alarak cezalandırılması gerekenleri yakalatır ve cezalandırılmasını sağlardı. Bunun için kadı gibi her hangi bir mahkeme kurmaya gerek görmeksizin, ibret alınması bakımından anında ve olay yerinde ceza verirdi. Narh, trafiği düzenleme, hamalları, hayvanları ve araçları güçleri dışında yükleyenleri men etme; okullarda ve diğer eğitim kurumlarında öğrencileri döven öğretmenleri cezalandırma, yıkılma tehlikesi arz eden binalar konusunda önlem alma gibi kamuyu alakadar eden işleri takip ve düzeltmek, mühtesibin belli başlı görevleri idi.19

Mühsetiplerle ilgili bir bilgiyi iktibasen vererek bu konuyu tamamlamak istiyoruz: Yusuf Has Hacip, bunların görevleri hakkında şöyle demektedir: “Muhtesiplerin elinde yetki olmalıdır ki, fasık, serseri ve başı boş dolaşanları inzibat altında bulundursunlar. Mescitleri cemaatla dolu tutsunlar. Cemaati dolaşarak kötülüklere mani olsunlar ki, satıcılar emanetleri gözetsin. Zenaatkarlar başkalarını yetiştirmekte devam etsinler. Çiftçiler tarlalarında gayret göstersinler ve hayvan yetiştiricileri de onları çoğaltmaya devam etsinler”.20

Buna göre, muhtesiplerin ölçü ve tartı aletlerinin kontrolü, ticarette hile yapanları takip ve tedip, borçlarını ödemeyenleri anında cezalandırma, üretimin kalite kontrolü, çürük ve kalitesiz imalatı önleme, usta-çırak ve işçi-işveren ilişkilerini kontrol ve şikayetleri çözümleme, Cuma namazı saatinde iş yerlerinin kapatılması, alenen oruç yemeye engel olma, genel ahlakı koruma, hayvanların ve insanların kısırlaştırılmasına mani olma, çevre temizliği ve çevreyi koruma, yollarda gelip geçmeyi engelleyen unsurları kaldırtma gibi fevkalade önemli yetki ve görevlerinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Yukarıda da değinildiği gibi muhtesip, bu yetkilerini anında ve olay yerinde kullanan bir görevliydi. Galiba, yolsuzluk ve ahlaksızlığın ayyuka çıktığı günümüzde böyle bir görevliye ihtiyaç var.

5. Şıhna


Bu unvan, ibn-i Muhamma’da “Şahne”, yani Vali ve Polis Müdürü mukabili; lugat-ı nevaiye’de Komiser, Hakim, Reis; Çağatay lugatında bir rütbe ismi Bekçi, Öşür ve Haraç Memuru, Müşrif, Harman ve Tahil Muhafızı olarak nitelendirilmektedir.21 Tayin edildikleri yerlerde huzur ve sükunu temin ile görevli olan Şıhnalar, günümüzdeki söyleyişi ile “Genel Güvenlik Görevlisi” olarak ifade olunabilir.22

Şıhnalar, şehir merkezlerinde birer polis müdürü olarak görevli ve yetkiliydiler. Bununla birlikte kırsal kesimde de adeta bir jandarma yetkilisi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Şıhnaların daima Türk soyundan ve yüksek rütbeli subaylar arasından seçildiğini görüyoruz. Bunların, büro memurları, atlı ve yaya polisleri vardı. Şıhnaların halka iyi muamele etmeyen görevlilerini azletme yetkisine sahip olduğu anlaşılmaktadır. (Bkz. Dipnot 22).

Bunların yeni karakol kurma yetkileri olduğu gibi, suçluları mahkemeye sevk veya bizzat kendisi tarafından “hadd” (bedensel ceza, devrin yasal sopa vurma cezası) uygulama yetkisi de vardı. Asayişi sağlama görevi yanında vergi toplamaya yardımcı olma görevinin bulunduğu da anlaşılmaktadır. Köyde görevli olanların mera ve otlak uyuşmazlıklarını nezaret ettikleri de anlaşılmaktadır.

Anadolu’da aşar toplayanlara da Şıhna dendiğini biliyoruz.

6. Çavuşbaşı

Emrinde çavuş unvanlı görevliler çalıştıran ve bu nedenle kendilerine çavuşbaşı denilen bu görevliler, halkın sözlü ve yazılı başvurularını Divan’a arz ve takdim ederlerdi.

Çavuşbaşı, Divan’da elinde gümüş deynek olduğu halde ayakta bekler ve görülmekte olan davaların sonu-

cuna göre icra memurluğu yapardı. Divan’da, nizam ve intizamı sağlamak üzere görevli çavuşlarla diğer görevliler çavuşbaşının elindeki deyneği yere vurmak suretiyle verdiği işaret üzerine derhal dışarı çıkarlardı.23 Bundan anlaşıldığına göre, çavuşbaşlar Divan’da disiplini sağlamakla ödevliydi. Adeta, günümüzde adliye karakollarında görevli bulunan polislerin, duruşma esnasında salonda disiplini sağladıkları gibi.

Şeyhül İslam’ın azil edildiğine dair padişah fermanları da bizzat çavuşbaşlar tarafından tebliğ edilirdi. Bu husustan dolayı, şeyhülislamlara ilişkin rastgele işler çavuşbaşıya tevdi edilmezdi. Şayet tevdi mecburiyeti doğacak olursa; o takdirde, gündüz önlerinde fener çektirerek gidilir ve böylece her hangi bir telaşa kapılmaya meydan verilmezdi. Şeyhülislamlığa atananların evinden merasimle alınması işi de çavuşbaşıya aitti.24

Çavuşbaşılar, taşradan İstanbul’a gelenlerin hüviyetlerini inceleme ve araştırmaya tabi tutarak, eğer yeri yurdu belli olmayan işsiz güçsüz takımından biri iseler geldikleri yere iadesini sağlarlardı. Günümüzün, önleyici zabıta hizmeti gibi değerlendirilmesi gereken bu ödev, çavuşbaşları bir önleyici zabıta görevlisi olarak anlamaya yeterli olmaktadır.

Çavuşbaşların diğer ve oldukça önem atfettiğimiz bir görevi de, malikaneler üzerindeki teftiş hakkıydı. Her hangi bir çiftlik veya büyük mülk sahibi mülkünü başkasına devredecek olursa; çavuşbaşı, bu kişinin beratına bakar ve konuyu sadrazama arzuhal ederdi. Bu tedbirin, günümüzün yoğun yolsuzluk modeli olan ve “hortumculuk” tabir edilen devleti dolandırma ve sömürme ahlaksızlığı açısından ne kadar dikkate değer olduğu aşikardır.

Çavuşbaşlığın 1836’da kaldırılarak yerine Divan Nezareti adıyla bir ünitenin kurulduğunu ve bu ünite amirine de “Divan-ı Deavi Nazarı” dendiği anlaşılmaktadır.

7. Muhzırbaşı

Hukuk davlarında dava ile ilgisi bulunanları mahkemede hazıretme ile görevli bulunan “muhzır”ların amiridir. (bk. dipnot. 24).

Ceza davalarında, bu görevin subaşıya ait olduğunu burada tekrar edelim.

Muhzır teşkilatları mahkemelerin iç bünyesinde kurulmuş teşkilatlardı. Ancak muhzırbaşılığın, padişah tarafından verilecek bir berat’a tabi olduğu ve muhzırbaşılarının yeniçeri ocağına mensup liyakatlı personel arasından seçildiği anlaşılmaktadır.25

Muhzırbaşı, yürüttüğü görevlere ilişkin olarak taraflardan “ihzariye” adı altında bir ücret alır ve muhzır teşkilatının aylıkları bu yolla temin edilirdi. Ancak, alınan bu ücretin %2’si devlete ait olup, muhzırbaşı tarafından her üç ayda bir devlet hazinesine yatırılırdı.

8. Dizdarlar

Bunlar, sadece kalesi bulunan şehirlerde asayiş ve güvenliği sağlarlardı. Kalesi olmayan şehirlerde dizdar yoktur. Bunlar, daha çok, saray hizmetlerinden emekli olmuş kişiler arasından seçilirdi.26

B. Teşkilatta Memur (Uygulayıcı)

Durumunda Olan Görevliler

1. Asesler

Şehir ve Pazar yerlerinin geceleyin korunması amacıyla kurulmuş bir teşkilatın görevlileridir.

Bunlar, Karahanlılar devrinde karşımıza çıkan “yatgak”lara kadar götürülebilen bir tarihi geçmişe sahip gözükmektedir. Karahanlılar döneminde gündüz nöbet tutan asayiş görevlilerine.

“Turgak”, geceleyin nöbet tutanlara da “Yatgak” denirdi. Yatgak unvanının, geceleyin nöbet tutmak anlamına gelen “Yatmak” (Pusu) mastarından türediği sanılmaktadır.27

Bu görevlilerin bu haliyle Selçuklulara, oradan da Osmanlılara takliden geçtiği ve daha sonra.

Fars ve Arap kültürü sebebiyle Osmanlıya kazandırılan “âs” kelimesinin çoğulu olan “ases”e dönüştüğü hakkında tespitlere ulaşabilmekteyiz.28

Asesler, bölük halinde teşkilatlanmışlardı ve tüm memlekette polis düzeninin tipik tertibi böyleydi. Bunlar, asesbaşı yoluyla subaşıya bağlı olup gece asayişi korumakla beraber “rüsumu serbesti” denen birtakım vergi ve ödenekleri de-ilave görev olarak topluyorlardı.29

Evliya Çelebi’ye göre, asesler Fatih Sultan Mehmet tarafından kurulmuş ve pirleri de Hacı Bektaş-ı Veli’dir.30

Asesler gece kol gezerek, işsiz güçsüz ve mekansız grubundan sayılan ve “serseri” tabir edilen kişileri, önleyici zabıta görevi cümlesinden olarak, önceden yakalayıp “asesgâh” denilen karakollarında gözaltına alarak kimlik tespiti ve tetkikinden sonra, suçsuzluğu sabit olanları serbest; diğerlerini mahkemeye sevk ederlerdi. Bunların, kamu güvenliği açısından bu tür kimselerin gezip dolaşmasına yasaklanmış yerlerde gezdiği için yakalananlarına ise, peşin para cezası yazdıkları da söz konusudur.

2. Yasakcılar

Bunlar, yeniçeri erlerinden seçilir ve yasakçıbaşı yoluyla subaşıya bağlıydılar.
Bunlar, şehir girişlerinde ve kendilerince önemli olan noktalarda nöbet tutarak alım ve satım ile taşınması yasaklı veya kısıtlı madde ve eşyaların denetimi konusunda görevliydiler.31

Tanzimat’a kadar sefarethanelerin korunmasına memur edilen yeniçerilere de yasakcı denmiştir. Tanzimat’tan sonra bunlara kavas denmeye başlanmıştır. Kavasların, aynı zamanda elçilerin yakın koruması olarak da görev yaptıklarını, kurtuluş savaşı yıllarında Ankara hükümetinin temsilcisi olarak İstanbul’da siyasi görev yapmış olan Adnan Adıvar’ın şu tespitinden anlıyoruz: “Elçiler, elçiliğe geldikleri ve gezmeye çıktıkları vakit arabaların üzerinde bir kavas, amma sırtında sırma işlemeli üniforması ve belindeki kılıcı ve “lüververi” (tabancası) olan bir kavas ile birlikte gelirdi. Onlar kapitülasyonların ayakta gezen bir alameti idi. Elçi bey hâlâ kendini muhafaza için kendi kuvvetine dayanıyordu. Bunu kaldırmak lazımdı. İngiltere fevkalade komiserine fikrimi söyledim: “Aman efendim, bundan ne çıkar, bu bir süsten ibarettir” dedi. Ben de: “Bu süsü biz de aynen Londra’daki seferimize yaptırsak nasıl olur? Deyince: “pek âlâ olur, kimse bir şey demez” demez mi? Fakat ben hiç düşünmeden, orada bizim elçiler böyle bir kavas taşırlarsa adeta bir operet tesiri yapar. Biz böyle bir şey yapmayız. Sizin de bunu kaldırmanızı isteriz dedim”. “ilk önce İtalya yüksek komiseri, Mösyö Marsa adındaki babacan ihtiyar, kavası bıraktı”.32 Kavsa dönüşen yasakçılık da böylece tarihe karışmıştır.

3. Yasakcı Kul

Bunların, Gümüş yasağı kanunnamesinin iyi uygulanması için, hükümet tarafından darphane bulunan şehirlerin, “örü” denilen bölgelere ayrılarak, her örüye ulufe ile görevlendirildiği anlaşılmaktadır.

Yasakçı kul ve emrindeki görevliler, denetimlerine verilen bölgelerde tüccar, sarraf ve benzeri akçalı işlerle iştigal eden kişilerin ev, eşya, işyeri gibi mekanlarını arayarak elde ettikleri yasaklanmış gümüşleri müsadere etmek suretiyle devlet hazinesine teslim ediyorlardı. Böylece, kaçak olarak işlenen her türlü gümüş mamüllerini devlet hazinesine kazandırdıkları gibi, faillerini de para cezasıyla cezalandırıyorlardı.33

4. Muhzır

Bu unvan, Arapça olup, hazır etme ve huzura çıkarma ve hazırlama anlamına gelen “ihzar” kelimesinden türemedir. Bu unvanı taşıyan zabıta görevlisi, davası görülmekte olan tarafları duruşma öncesinden araştırıp haberdar eden ve icabında, mahkemeye çıkarılmak üzere yakalayıp zorla mahkemede hazır bulunduran bir memurdu.

Muhzırbaşıya bağlı olarak çalışan bu görevlilere “muhzıriye” denen ödenekten aylık verilmekteydi. Yukarıda da değinildiği gibi, taraflardan toplanarak temin edilen bu paranın %2’si muhzırbaşı tarafından devlet hazinesine verilmek zorundaydı.

Bunların çalışma bürolarına “ihzariye” deniyordu. Bunların sayısının, il’den il’e farklılık arz ettiği anlaşılmakta olup, buna göre 1523 tarihli bir fermanda Bursa vilayetinde 41 kişinin görevli olduğu anlaşılmaktadır. (bk. Dipnot 33).

5. Çavuş


Bu unvanın, bağırmak, feryat etmek ve seslenmek anlamına gelen “çav” kelimesinden türediği anlaşılmaktadır. Çavuşlar, görevleri esnasında yüksek sesle konuşma ve seslenme unsuruna başvurduklarından dolayı bu adla anılmaktadır.

Kaşgarlı Mahmud’a kadar “çabış” veya “çavış” olarak söylenen bu kelimenin Kaşgarlı’da Çavuş olarak kullanıldığını görüyoruz.34

Selçukname’de bunlara aynı zamanda “Serhenk” de dendiği kaydı vardır. Ayrıca, Sultan alayının önünden giderek “durbaş”, yani “Savulun” deyip nida ettiklerinden dolayı bunlara “durbaş” denildiği de vakidir.35

Osmanlı’da bunların görevlendirilmesi defterdar tarafından yapılmaktaydı. Bunların elinde metal sopalar (jop) vardı ki, kabahatlileri bu değnekleriyle hizaya getiriyorlardı. (bk. dipnot 34.).

Çavuşlar hem padişahın çıkışında güzergahta, şimdiki Çevik Kuvvet örneği görev aldıkları gibi Divan’da nizam intizamı da sağlıyorlardı.

Padişahın resmi çıkışlarında, süvari çavuşlar görev aldığı gibi, padişahın atı önünde yaya olarak görev yapan çavuşlar da vardı. Bunlar, ellerindeki jop misali asalarla yol açıyorlardı.

Bundan başka, Padişah veya vezirler tarafından ikametgahlarından çıkmaları men edilen bazı sefirlerin, bu emre uyup uymadıklarının gözetimi de çavuşların yaptığı görevler arasındaydı.36

Köprülü’nün kaydına göre ise, bunların bellerınde gümüş kemer, ellerinde altın veya gümüş işlemeli asalar bulunurdu ki, hükümdar bir yere giderken, yol açmak üzere, Türkçe “Savulun!”, Arapça “tarriku!” ve Farsça “dur!” veya “durbaş!” diyerek nida etmekteydiler. Burada, üç dille emir komuta yapılması, Osmanlı toplumu hakkında da bilgi vermektedir. Bunların elbiseleri ve külahları siyah olduğu için bunlara, “siyah puşan-ı dergah” da denmekteydi. Daha sonra bu renk kırmızıya dönüşmüştür. Seferde, geceleyin padişah otağını korumak da çavuşlara havale olunan bir görevdi. (bk. dipnot, 34).


6. Pasban (Pazvant)

Pasban Frasça olup, gece bekçisi demektir. Anadolu’da bunlara pazvant da denmekteydi. Bu isim, bilhassa Rumeli taraflarında kullanılıyordu.

Şair, Amasyalı Refiki’nin pasbanlar hakkında şöyle bir beytine tanık olmaktayız:

“Eğriler geçti doğrular yerine,

Uğrular (hırsızlar) şehre pasban oldu”.

Refiki’den anladığımıza göre, günümüzdeki yolsuzluk, bize ata yadigarı gibi gözükmektedir.

Bu görevlilere (gece Bekçilerine) ilk defa Zaptiye Nazırı Hüseyin Hüsnü Paşa zamanında (1868-1871) düdük verildiğini öğreniyoruz.37

Baştan beri isimlerini zikrettiğimiz görevlilere ilave olarak muhtesipler emrinde çalışan “Kul oğlanları” ile kadıların adeta birer milis gibi çalıştırdıkları “il erleri”nin varlığından da haberdar durumdayız.

Ayrıca, “ases-i san-i” unvanlı, idam yerlerinde nizam ve intizamı sağlayan bir ases grubunun varlığı da söz konusudur.

Tüm bunlara ilave olarak, asayişin sağlanması konusunda direkt görevlilere yardımcı olarak görevli kılınan her mahalledeki cami imam ve müezzinlerinin rolüne de değinmek yerinde olacaktır.

Burada yer verdiklerimizle birlikte yer veremediğimiz Osmanlı dönemi zabıta görevlilerinin unvan, kıyafet ve görevlerini belirleyen bir çalışmamızı, “Osmanlı Zabıta Albümü” başlığı altında yazımızın sonuna ek olarak koymuş bulunuyoruz. Daha somut bilgilere orada ulaşılabileceğini beyan etmekte yarar görmekteyiz.

Bu bölümde, dikkatimizi çeken husus, bir hizmet için birkaç, belki de bir çok görevlinin görevlendirilmiş olduğu hususudur. Bir bakıma, belki bir hizmet yarışı, belki de birini diğerine denetletme gayesi güdülmüş gibidir. Bize göre bu uygulamada ciddi yarar ve isabet vardır. Şimdiki istihbari görevlerde de buna benzer bir uygulamanın var olduğuna bakılırsa, bu tür uygulamada yarar olduğu şüphesiz olmaktadır.

Böylece, yenileşme döneminin başlangıcı olan 1845 tarihindeki çalışmalara ulaşmış bulunuyoruz. Yerinde de değinileceği gibi, bu çalışmalar Avrupalılaşma Bildirgesi olan 1839 tarihli Tanzimat Fermanı’nın izlerini taşıyan çalışmalar olarak karşımıza çıkmaktadır.

II. Bölüm

1845’le Başlayan Yenileşme Dönemi

Osmanlı İmparatorluğu’nda Kolluk (Emniyet) Hizmetleri, imparatorluğun adeta simgesi haline gelmiş bulunan Yeniçeri Teşkilatı bünyesinde cereyan etmiştir. Bu hususu geçtiğimiz sayfalarda çok genel hatlarıyla değerlendirdik. Burdan itibaren de bahse konu teşkilatın askeri teşkilattan çıkarılarak mülki teşkilata dahil edilmesi sürecini, çok genel hatlarıyla vermeye çalışacağız.38

Bilindiği üzere oldukça şâşââlı bir geçmişe sahip bulunan Yeniçeri Teşkilatı, maalesef yozlaşmaktan kurtarılmayarak 1826’da kaldırılmıştır. Bunun yerine ikame olunan Asâkir-i Mansure-i Muhammediye Teşkilatı’nın da selefi gibi, emniyet hizmetlerini uhdesinde bulundurduğu bir vaziyette XIX. yüzyılın ilk çeyreği geride bırakılmıştır.

Bu yüzyılın, Osmanlı imparatorluğu için kendisini yenileme açısından fevkalâde ehemmiyeti haiz olduğu herkesin malumudur. Zira, bu yüzyıla ilimden uzaklaşmak suretiyle içine düşülen amansız girdabın verdiği kıvranma ve çırpınışla girilmiştir. Oysa her türlü faaliyetin mihenginin ilim olarak seçildiği devrelerde imparatorluk en parlak dönemini yaşarken; imparatorluğun XIX. yüzyılda kendisine örnek seçmek zorunda kaldığı Batı (Avrupa) alemi kapkaranlık bir dönemi katetmekteydi. İlime sığınmak konusunda, bir anlamda yer değiştirme söz konusu olmuş olduğundan Avrupalı devletlerle Osmanlı İmparatorluğu açısından doğal olarak sosyal ve siyasal yönde de yer değişikliği vukua gelmiştir.

İşte, kolluk hizmetleri konusundaki yeniliklere (ıslâhata) de tesir ettiği görülen Tanzimat Fermanı (Gülhane Hatt-ı Hümayunu) böyle bir ortamda gündeme gelmiştir. Günümüzde dahi bazı olumsuz izlerine rastlandığı artık tartışma götürmeyen Gülhane Hatt-ı Hümayunu ile, gerek milli anane ve gerekse İslami ilke ve akidelerde varolan adalet, tarafsızlık, can ve mal emniyeti, ırz ve namus muhafazasının temini, mesken masuniyeti (dokunulmazlığı) ve adilane yargı konuları güya teminat altına alınmak istenmiştir. Halbuki bu ve bunlara emsal daha nice kavramlar Türk Milli geleneği ile din ve örf hukukunda mevcuttur. Ne yazık ki, aynı zamanda Osmanlı Dışişleri Bakanlığı’nı da uhdesinde bulundurarak Londra’nın Osmanlı sefirliğini yapan Mustafa Reşit Paşa şekli yenileşmeden ve asli unsura rağmen azınlıklara verilen olağanüstü başıboşluklardan başka bir şey ifade

eder mahiyet ve değerde olmayan Tanzimat’ı ilân ederken bu yüce hasletleri her nasılsa görememiştir.

Yukarıda da temas olunduğu gibi, ilimden uzaklaşmak suretiyle içine düşülen elim durumun ihtiva ettiği sosyal problemlere bu sayede daha başkaları ilave olunmuştur. Çünkü Avrupalı Devletler, buna dayanarak imparatorluğun yıkılmasına alet ettikleri azınlıkların haklarını korumaya kendilerini daha yetkili görerek sosyal kışkırtıcılık yapmışlardır. Böylece, dostça hazırlanan en düşmanca tertip, uygulama alanına konabilmiştir. Ne acıdır ki, bunun böyle olduğunu, asla yanılmayan bir şahit durumundaki zaman ancak bize göstermiştir. Halbuki, o dönemde, Osmanlı halkının tamamı için yapıldığı şeklinde gösterilen bu yenilik (!) adeta millete yutturulmuştur.

İşte bu yutturmaca ile gündeme getirilen azınlık teminatlarının Avrupa devletler nezdinde kuvveden fiile çıkarılmasının bir göstergesi olarak 1845’te iç güvenlik güçlerinin ordudan tefrik edilerek daha bağımsız hale getirilmesi amacıyla, bir “Müzekkere-i Umumiye”nin yayınlandığını görüyoruz.39 bu faaliyet, Türk Kolluk Hizmetleri konusunda milli modelin terk edilerek Avrupai modele geçiş bakımından ilk ve önemli nirengi noktasını teşkil etmektedir.

30 Mart 1845’te çıkarılan bahse konu Müzekkere-i Umumuye’de: “Polis tabir olunur bir zaptiye usulünün kurulduğu”ndan söz edildiğini müşahade ediyoruz. Bu tabir, Avrupalı Devletler tarafından Emniyet Kuvvetleri için kullanılan bir tabir olup, bu tarihe kadar Osmanlı İmparatorluğunca kullanılmayan bir tabir olduğu gibi, Asyalı hiçbir devlet tarafından da kullanılmayan bir san ve sıfattır. Bu teşebbüsle, milli veya yerel model olarak vasıflandırabileceğimiz model terk edilmek istenmiştir. Gayet tabii bu uygulama şekle yöneliktir. Bunun böyle olduğunu ilerideki tespitlerimiz bize gösterecektir. Ancak, kolluk hizmetlerinin ordu birliklerinden alınarak özel bir teşkilata tevdi olunmasının düşünülmüş olması açısından bu girişim belli bir önem arz etmektedir.

Emniyet teşkilatı konusunda gündeme getirilen bu yenilik, Avrupai tarzda olması bakımından, polis yeniliği konusunda en belirgin nirengi taşını oluşturmuştur. Bunun içindir ki, günümüzde bu tarih (10 Nisan) yanlış olarak da olsa -ki doğrusu 20 Mart 1845’tir- Polis Teşkilatının Kuruluş Yıldönümü olarak kabul olunmuş ve bu esasa göre kutlama törenleri düzenlenmektedir. Fakat gerçek anlamda polis modeline geçme hususunda bu tarihin hiçbir ehemmiyeti yoktur. Zira, bu anlamda bir kuruluş 1881’de başlayarak ancak 1907’lerde teşekkül edebilmiştir. Bu itibarla bu ilk girişim bir düşünceden öte bir şey ifade etmemektedir.

Buraya kadar, 1845’ten önceki durumu hakkında genel hatlarıyla bilgi vermeye çalıştığımız emniyet teşkilatının hangi yeni merhalelerle günümüze intikal ettiği noktaları üzerinde durmaya çalışacağız.

Bu konuda yaptığımız araştırmada, Türk kolluk hizmetlerinde milli model olan zaptiye modelinden Avrupai bir model olan polis modeli uygulamasına, şu merhalelerle geçildiğini görüyoruz:.

1. İlk defa Polis Modeline geçiş Dönemi,

2. Tekrar Zaptiye Modeline geçiş Dönemi,

3. Yeniden Polis Modeline geçiş Dönemi,

4. Polis Modelinin Geliştirilmesi Dönemi.

1. İlk Defa Polis Modeline

Geçiş Dönemi (1845-1869)

Bu dönemi, ileriki satırlarda yer verilen 20 Mart 1845 tarihli “Polis Nizamı” adını taşıyan 17 maddelik Polis Nizamnamesi ve bu Nizamnameyi yürürlüğe koyan 30 mart 1845 tarihli, Genel Tebliğ demek olan “Müzekere-i Umumiye” ile başlatmak mümkündür. Zira bu dönemin en güçlü senetleri bu iki belge olmaktadır.

30 Mart 1845 tarihli Genel Tebliğdeki: “… Dârü’s-Saltanat-ı Seniyyede dahi vaz’ve tesisi bir müddetten berü tassavvur ve tasmim kılınmakta olan “Polis” tabir olunan usul-ü zaptiyenin geçende müteallik buyrulan irade-i seniyye-i şâhâne mucebince ittihazı karargir olarak usul-ü mezkurenin nizamat-ı esasiyenin müzakeresi zımnında Tophâne-i Amire Müşiri devletlu Mehmet Ali Paşa hazretlerinin dahil-i havza-i nezaretleri olmak üzere bir meclis-i mahsus tertip ve teşkiliyle iktiza eden reis ve âza ve sair memurlarının nasb ve tayinleri icra kılınmış ve meclis-i mezkur biraz vakitten beru bu babta nizamat-ı nafia ve kavnin-i lazımanın müzakere ve mübahesesine şüru’ ve mübaşereti evvel emirde usul-ü mezkurenin hidemat-ı umumiyesinden olan bazı mevadd-ı esasiyenin ittihazına karar vermiş ve mevadd-ı mezkure, nezd-i Devlet-i Aliyye’de dahi tasdik ve kabul olunarak ba’d-ezzin icap ve iktizalarının icrasına mübaderet…” ifadesi ile, devamındaki ifadelerden anlaşıldığına göre Padişahın da tasivibi ile, Osmanlı Emniyet Teşkilatı’nın, Yeniçeri Teşkilatı içerisinde devam eden uygulamasından vazgeçilerek, Avrupai bir model olan polis uygulamasına geçilmesi kararlaştırılmış ve bunun için özel bir komisyon (Meclis-i Mahsus) kurularak konuya ilişkin bir Nizamname hazırlattırılmıştır. Meclis-i Mahsus’un istenen Nizamnameyi, 17 madde halinde hazırlamasından on gün sonra, orijinal aslına uygun olarak aşağıda


Yüklə 8,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   126   127   128   129   130   131   132   133   ...   193




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin