Osmanlı-Rus Savaşı1



Yüklə 8,72 Mb.
səhifə165/193
tarix27.12.2018
ölçüsü8,72 Mb.
#87611
1   ...   161   162   163   164   165   166   167   168   ...   193

1844 yılı Mart ayından başlanarak uygulamaya konulan yeni askeri düzende askerlik süresi beş yıl olarak saptanmıştı. Terhis olanlar yedi yıl Redif sınıfında hizmet göreceklerdi. Her yılın mart ayı başında ordular mevcudunun beşte biri terhis edilecek, yerlerine ad çekme ile (kur’a) yenileri alınacaktı. Bundan böyle subaylar üzerlerine sivil görevler alamayacaklardı. Yapılan bu köklü değişiklikle birlikte Osmanlı düzenli ordusu “Asakir-i Nizamiye” diye anılacaktı. Her ordu merkezinde birer meclis kurulacak, sorunlar burada tartışılıp alınan kararlar İstanbul’da oluşturulan “Dar-ı Şura-yı Askeri”ye iletilecek uygun görülürse uygulamaya konulacaktı.

Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasında 1844 yılına kadar geçen sürede asker almada uygulanan yöntem eskisinden farklı değildi. Gerek duyuldukça padişahın fermanıyla valiler bölgelerinde asker toplayıp göndermekteydiler. Bu işle görevlendirilen memurlar evli-bekar farkı gözetmeksizin gençleri suçluymuş gibi yakalayıp asker yazıyor, kötü koşullar altında istenilen yere yolluyorlardı. Kayırmaya, eşitsizliğe elverişli bu uygulama tepkiyle karşılanıyordu. Bu uygulama ne ücretli askerlik sistemine ne de askerliğin vatan borcu olarak görüldüğü anlayışa uygundu. Gülhane Hattı’nda öngörülen eşitlik, kimseye zulüm ve baskı yapılmaması, herkesin hak ve vazifesini önceden bilmesi gibi ilkelerin askerlik alanında da yürürlüğe konulması gerekiyordu. 1843 düzenlemesinde ad çekme ile asker alınacağı belirtilmiş, bunun nasıl yapılacağı açıklanmamıştı. Uygulama başlatıldıktan sonra konu yeniden ele alınmış, bir yasa çıkarılarak 1846’da yürürlüğe konmuştur.

Ordu merkezlerinde asker alımının ayrıntılarını belirleyen bu yasa (Kura Kanunu), giriş, beş fasıl, altmış üç bent ile bir hatimeden oluşmaktadır. Osmanlı Müslüman halkının askerlik çağına gelmiş olanlarının her yıl belirli merkezlerde “Kura Meclisleri” önünde yapılacak ad çekmelerle askere alınmalarında uygulanacak kurallar ayrıntılarıyla belirlenmiştir. Kimlerin hangi koşullarda muaf tutulacakları, bedel ödemenin şartları, firar ve gönüllü asker yazılma gibi konularda ayrıntılara yer verilmiştir.11

Bu düzenleme 1869 yılına kadar geçerli olmuş, söz konusu tarihte askerlik süresi, 20 yaşından kırk yaşına kadar olan süre olarak kabul edilmiş bunun ilk altı yılı “Nizamiye” devresi, altı yılı “Redif” hizmeti, kalan sekiz yılı ise “Mustahfız” süresi olarak belirlenmişti. Altı yıllık nizamiye döneminin dört yılı orduda iki yılı ise ihtiyatta geçecekti. Asker alımında bazı değişiklikler daha yapıldı ve bu uygulama 1886 tarihinde çıkarılacak “Ahz-ı Asker Kanunu” yürürlüğe girene kadar devam etti.12 Askerlik alanında yapılan yenilikler, öncelikle Müslüman halka uygulandı. Hal bu ki Tanzimat Fermanı’nda kanun önünde herkesin eşit olacağı, askerliğin vatan borcu olduğu özellikle belirtilmekteydi. Ne var ki Müslüman olmayanlar askerlik yapmıyorlardı. Bu eşitlik ve vatandaşlık ilkesine aykırı idi. Tanzimat yönetimi Osmanlı birliğini korumak ve halkı kaynaştırmak için ilk kez Rumlara deniz kuvvetlerinde askerlik yaptırmaya başladılar. Askere alınacak gayrımüslimlerden cizye alınmayacaktı. Ancak, ortaya çıkan bazı sorunlar yüzünden bu karar uygulanmaya bütünüyle konulmadı. Daha sonra ise Müslüman olamayanların bedel (Bedel-i Nakdi) ödeyerek askerlikten muaf tutulmaları yoluna gidildi. Ardından Müslüman olanların da isterlerse bazı koşulları sağlayarak yerlerine başka bir Müslümanı asker olarak gönderebilmelerine olanak sağlandı. Bunlar devletçe belirlenen bedeli, yerlerine gönderecekleri kişiye vereceklerdi. Ayrıca asker vermemekte direnen bölgelerden asker alınması için de önlemler alındı 1864’te Bosna-Hersek’e teftiş için gönderilen Ahmet Cevdet Paşa, Boşnakları askerlik yapmaya ikna etti. Bunun ardından Kozan ve dolaylarında yaptığı ıslahatla bölge halkının kısmen de olsa askerlik yapmaları sağlandı.

Böylece Tanzimat Dönemi’nde yapılan düzenlemelerle Osmanlı ordusu teşkilat bakımından çağdaş orduların düzeyine çıkarılmış bulunuyordu. Ancak bu ordu 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’nda istenilen kalıcı başarıyı sağlayamadı. Bunun üzerine kurulan bir komisyon savaşta edinilen bilgilerin ışığında bazı değişiklikler yapma kararı aldı. 1879’da uygulanan bu kararlarla Av-

rupa ordularında olduğu gibi, tümen (fırka) düzeni benimsendi. Bir tümen iki tugay (liva), tugay iki alay, dört tabur ve tabur ise dört bölükten oluşacaktı. Talia taburları kaldırılıyor, her nizamiye tümenine bağımsız olarak birer nişancı taburu ekleniyordu. Ordularda dörder bölüklü birer nakliye taburuyla bir telgraf bölüğü kuruluyordu. Ayrıca savaşta piyadeyle birlikte çalışacak topçu ve süvari birlikleri tümenlerin emrine verilmeyerek, ayrı birlikler halinde tutuluyordu. Kolordu ise sefer sırasında oluşturulacak bir teşkilat olarak görülüyordu.

Osmanlı askeri kuvvetleri, seferde yedi nizamiye, on iki redif ve altı müstahfız olmak üzere yirmi beş kolordudan oluşabilecekti. Askerlik hizmeti süresinde değişiklik yapılmıyordu. 20 yıllık sürenin altı yılı nizamiyede, kalanı ise ihtiyatta geçecekti. Redif süresi sekiz yıla çıkarılıyor, müstahfızlık ise altı yıl oluyordu. 1887’de yürürlüğe konulan yeni asker alma kanunuyla beş yıl arka arkaya kur’a isabet etmeyenlerin redife geçirilmeleri yöntemi bırakılarak, bütün yükümlülerin silah altına alınmaları sağlandı. Her redif dairesi bir tabur asker çıkaracak şekilde yeniden belirlendi. Bedel-i şahsi ödeyerek askerlik hizmetinden muaf olma usulünden vazgeçildi. Kanunla ayrıca askerlik çağına gelenlerin tespiti, yoklama ve kur’a işlemleri, muaf tutulacaklar, gönüllü askerlik yapmak isteyenler, bedel-i nakdi ödeyeceklerle ilgili ayrıntılı hükümler yer almaktadır.13

II. Abdülhamit Dönemi’nin sonlarına doğru Osmanlı Ordusu ülke çapında teşkilatlanmasını tamamlamış, coğrafi konum ve nüfus göz önünde tutularak İmparatorluk sekiz ordu bölgesine ayrılmıştı. Orduların yerleşimi şöyle idi:

1. Ordu: Merkezi İstanbul. Kastamonu, Ankara vilayetleriyle Hüdavendigar vilayetinin Bursa ve Ertuğrul Sancakları, Kocaeli Sancağı ve İzmit’i kapsıyordu.

2. Ordu: Merkezi Edirne. Konya, Edirne vilayetleriyle Hüdavendigar Vilayetinin Bursa ve Ertuğrul Sancakları dışındaki yerleri bu orduya bağlanmıştı.

3. Ordu: Merkezi Selanik. Selanik, Kosova, İşkodra, Yanya, Manastır ve Aydın vilayetleri.

4. Ordu: Merkezi Erzincan. Erzurum, Trabzon, Sivas, Van, Bitlis, Mamuretü’l-aziz (Elazığ), Diyarbakır vilayetleri.

5. Ordu: Merkez Şam. Suriye, Beyrut, Halep, Adana vilayetleriyle Kudüs müstakil sancağı.

6. Ordu: Merkez Bağdat. Basra, Bağdat, Musul, Yemen vilayetleri.

7. Ordu: Merkez Sana. Trablusgarb vilayetiyle Bingazi Sancağı, Hicaz vilayeti.

2.2. Yedek Ordu Olarak Redif Teşkilatı

Askerlik alanında yapılan bu köklü düzenlemelerden Redif birlikleri de nasibini aldı. 1844 yılına kadar taşrada nöbetleşe hizmet veren bu birlikler bundan sonra yedek ordu konumuna getirildi. Ancak, başlangıçta nizamiye, askeri bulmada sıkıntı çekildiği için eğitim amacıyla İstanbul’da bulunan Redif birliklerinden önemli bir kısmı nizamiye askeri sınıfına geçirildi. Yapılan düzenleme gereği her ordu bölgesi muvazzaf alaylar adedi kadar redif olması uygun görüldü. Her bölgede dört taburlu bir Redif alayı kurulacaktı. Muvazzaflık süresini tamamlayanlar redif sınıfına ayrılacaklar, yılda bir kez bağlı oldukları tabur merkezlerinde bir ay süreyle eğitim yapacaklardı. Böylece Redif askeri artık ihtiyat (yedek) ordu konumuna girmiş oldu. Bütün İmparatorlukta muvazzaf ordulara paralel olarak Redif alayları kuruldu. 1848 yılına gelindiğinde Hassa Ordusu, Dersaadet Ordusu, Rumeli Ordusu, Anadolu Ordusu Redif alayları kuruluşlarını tamamlamış bulunuyordu. Redif piyade alayları dörder taburlu idiler. Nizamiye ordusunun küçük rütbeli subay ve erlerinden muvazzaf süresini dolduranlar yedi yıllık Redif hizmeti için Redif alaylarına katılıyorlardı. Memleketlerinde kendi işleriyle uğraşacaklar, yılda bir defa belirlenen merkezlerde toplanarak eğitim-öğretim göreceklerdi. Yoklamalarının nasıl yapılacağı, eğitim süresince nelere dikkat edileceği ise 26 Mart 1850’de çıkarılan bir yönetmelikle ayrıntılarıyla saptandı.14

Redif teşkilatı bu konumunu 1869 düzenlemesine kadar korudu. Sözü edilen tarihte yürürlüğe konulan yeni yasa ile Osmanlı silahlı kuvvetleri Nizamiye, Redif ve Müstahfız olmak üzere üç kısma ayrıldı. Redif kuvvetleri kendi içinde ayrıca birinci ve ikinci tertip olmak üzere ikiye bölündü. 12 yıllık askerlik süresi 20 yıla çıkarılmış olduğu için bu sürenin altı yılı nizamiyede, altısı redifte ve sekiz yılı da müstahfızlıkta geçirilecekti. Altı yıllık nizamiye süresinin iki yılı ihtiyatta tamamlanacaktı. İhtiyat sınıfına geçenler, bir zorunluluk yoksa memleketlerine gidecekler ancak, bağlı bulundukları Redif taburları bölgesinden dışarı çıkamayacaklardı. Bu süre sonunda birinci sınıf redif kuvvetlerine katılacaklardı. Birinci gruptaki redif birliklerine “Mukaddem”, ikinci gruptakilere ise “Talia” denilmekteydi. Altı yıllık redifliğin ilk

üç yılı birinci grupta ikinci üç yılı ise ikinci kısımda tamamlanacaktı. Bu düzenleme ile birlikte Redif taburlarının sayısı da artırılmış 120’den 240’a çıkarılmıştı. Osmanlı ordularının mevcudu ise 173.000’ü Nizamiye, 53.000 İhtiyat ve 182.000’i redif olmak üzere 408.000 olarak belirlenmiş bulunmaktaydı.

2.3. Deniz Kuvvetleri

Deniz kuvvetlerinde önceki devirlere kıyasla Tanzimat Dönemi’nde önemli düzenlemeler yapıldığını görüyoruz. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra Navarin felaketiyle donanmasını kaybeden Osmanlı yönetimi deniz kuvvetlerini düzene koyma gereğini duymuştu. Ancak,1844’ten sonra konu etraflıca ele alınabilmiş, Kura Nizamnamesi’nin uygulamaya konulmasının ardından Bahriye’de muvazzaflık hizmeti 10, Rediflik beş yıl olarak belirlenmişti. 1851 yılında muvazzaflık süresi sekiz yıla indirilerek her yıl ku’rayla 3000 erin deniz kuvvetlerine alınması kararlaştırıldı. Bu düzenleme 1864 yılına kadar devam etti. Bu tarihte muvazzaflık altı yıla indirilmiş buna karşılık rediflik süresi beş yıldan altı yıla çıkarılmıştır.

Deniz kuvvetlerindeki subayların rütbeleri, yaptıkları görev karşılığı olarak sırasıyla, Süvari, Mülazim Kaptan, Topçubaşı, Gemi Ağası ve Gemi Hocası olarak saptanmıştı. Bunların üstünde Bahriye-yi Divan-i Hümayü’nda temsil edilen ve en üst düzeyde amir ve komutan olan Kaptan-ı Derya, Tersane Emini, Tersane Kethüdası bulunmaktaydı. Üç ambarlı süvarilere Miralay, fırkateyn kaptanlarına Kaymakam, Korvet kaptanlarına Binbaşı ve brik kaptanlarına da sağ kol ağası/önyüzbaşı denilmiştir.15

Kırım Savaşı sırasında Osmanlı donanması üç ambarlı 6 kapak, 11 fırkateyn, 8 korvet, 13 brik ve 5 uskuna’dan ibaretti. Er mevcudu ise 20.000 kişiydi. Bu arada Tuna Nehrinde kullanılmak amacıyla 60 duba inşa edilmişti. Abdülaziz Dönemi’nde (1861-1876) donanmada önemli gelişmeler olmuş zırhlı gemilerden büyük bir filo oluşturulduğu gibi çağın gerektirdiği teknik personelin yetiştirilmesine, deniz fabrikaları ve tezgahlarının geliştirilmesine büyük önem verilmiştir.16 1875 yılın doğru Osmanlı donanması 30 zırhlı ve 76 ahşap gemi olmak üzere 106 gemiyi bulmuştu. Zırhlıların erat toplamı 10.902, top sayısı 73 idi. Ahşap gemilerde ise 15.188 er ve 486 top mevcuttu. Avrupa ülkelerinden alınan borç para ile oluşturulan bu filo, devrinin üçüncü en büyük filosu olarak şöhret kazanmıştı.17

2.4. Eğitim-Öğretim ve Donanım

Osmanlı ordusunda teşkilatlanma ile başlayan yenileşme girişimlerinin ayrılmaz bir parçasını eğitim öğretimde yapılan düzenlemeler oluşturmaktadır. Deniz ve Kara mühendishanelerinin açılmasıyla başlatılan bu girişim II. Mahmut ve Tanzimat Dönemlerinde hız kazanarak yeniden yapılanmaya paralel olarak gelişmiştir. Subay ihtiyacını karşılamanın yanı sıra sağlık sorunlarına çağdaş ve kalıcı çözüm bulma da bu alanda yapılacak düzenlemelerin ne denli önemli olduğu anlaşılmış ve gerekli tedbirler alınmıştır.

1828’de faaliyete geçirilen Askeri Tıp Okulu, dönemin gerektirdiği araç ve gereçle donatılmış, yurtdışında getirilen uzman hekimlere ders verdirilmiştir. Kısa sürede başarılı bir yapılanma gerçekleştirilmiş, Okul mezunlarına yurt dışında ihtisas yapma olanağı sağlanmıştır. Tanzimat’la birlikte başta İstanbul olmak üzere ordu merkezlerinde açılan askeri hastanelerde belirli günlerde sivil hasta tedavisi yapılmaya başlanmış, koruyucu hekimlik alanında Tıp Okulunun olanaklarından geniş ölçüde yararlanılmıştır.

Düzenli bir ordunun temel ihtiyacı olan eğitim-öğretim için başlangıçta Avrupa’dan getirtilen subaylardan yararlanılmış, bir süre sonra kalıcı önlemler alınarak ülke içinde çağın gereklerine uygun her kademede subay yetiştirebilecek askeri okullar açılmıştır. Bu okulların ilki ve en kalıcısı, bilindiği gibi 1834’te açılan Harp Okulu’dur. Bu okula öğrenci sağlamanın yanı sıra, ilk ve orta öğretim düzeyinde gençleri eğitmek amacıyla 1840’lı yıllardan başlanarak açılmaya başlanan askeri rüştiye ve idadilerin sayısı hızla artmış 1900 tarihine gelindiğinde Osmanlı eğitiminde çok etkili olabilecek önemli bir düzeye ulaşmıştı. Bu sırlarda 30 askeri rüştiyenin yanı sıra idadi düzeyinde İstanbul’da bulunan Kuleli, Mühendishane ve Tıbbiye’nin dışında ülke düzeyinde ordu merkezlerinin bulunduğu kentlerin bütününde idadiler faaliyette idi. Bu mekteplerin müdürleri binbaşı rütbesinde bir subay idi. Ancak İstanbul’dakilerin müdürleri istisna olarak daha üst rütbede idiler. Her idadide ders nazırı vardı ve öğretmenlerin tümü subaydı. Öğretim süresi bir yıl olup yatılı idi. Bir yıllık yatılı idadi eğitimini bitirenler Harp Okulu’na alınırlardı.

Söz konusu tarihte Tıbbiye-i Harbiye Mektebi dışında İstanbul’da iki harp okulu daha bulunuyordu. Bunlardan ilki Pangaaltı’ndaki Harbiye, ikincisi ise Halıcıoğlu’ndaki Mühendishane Mektebi idi. Piyade ve süvari teğmen (Mülazim-i sani) yetiştiren ve idadi mezunu öğrenci alan harp okulunda öğrentim süresi üç yıldı.
Mühendishane-i Berri-i Hümayun’un diğer adı Topçu Mektebi idi. Öğretim süresi üç yıl olup, mühendis, seyyar ve kale topçularına mahsus mülazim-i sani rütbesinde subay yetiştirirdi.

Erkan-ı Harbiye Mektebi (Harp Akademisi) ise Yıldız’daydı. Her yıl ordulardan sınavla alınanlara erkan-ı harp için gerekli üst düzey dersler verilirdi. Süre burada da üç yıl olarak kabul edilmişti.18

Çağın gereklerine uygun bir eğitim-öğretim için gerekli araç ve gerecin sağlanması, ders kitaplarıyla diğer malzemenin temini için çalışmalar hızla tamamlanmış Harp Okulu bünyesinde matbaa kurularak ders kitapları, yasa ve yönetmelikler basılarak ilgililere dağıtılmış, askerlikle ilgili başlıca yabancı dillerde yazılmış eserler tercüme edilerek basılmıştır. Daha önemlisi, Ceride-i Askeri adı altında 1869 yılından itibaren çıkarılmaya başlanan gazetede, askerlik alanındaki gelişmeler, haberler, bilimsel yayınlar, bunların tanıtım ve tercümelerine yer verildiği gibi, atanma, yükseltilme gibi subayların özlük işleriyle ilgili duyurularla diğer süreli yayınlarda askerlikle ilgili olarak çıkan haber, yorum ve benzeri yazılardan da alıntılar yapılarak, bütün subaylara duyurulmakta idi. Gazete, ayrıca askeri yasa ve yönetmelikleri yayınlıyor, savaş, barış ve benzeri güncel konulara da yer veriyordu.

Ordunun istenilen düzeye çıkarılmasında önemli bir etken de donatılması idi. Askerin kıyafeti ile yaptığı iş arasında önemli bir bağ vardır. Özellikle yeni eğitim, bütün vücuda rahatlıkla hareket ettirmeyi gerekli kılmaktaydı. Bu göz önünde bulundurularak III. Selim zamanında Avrupa usulünde bir ordu kurulmak istenirken öncelik kıyafete verilmiş, daha sonra setre-pantolon benimsenerek hareket kolaylığı sağlanmıştı. Abdülaziz, ordu için kabul edilmiş olan kıyafeti çok gösterişsiz bularak bazı yenilikler yaptırmıştı. Fransızların Cezayir askeri için benimsedikleri kıyafet, bazı düzeltmelerle kabul edilirken daha kullanışlı olduğu için şalvar yerine potur denilen bir nevi pantolon tercih edilmişti.

Osmanlı Devleti’nde askerlik alanında bu hızlı ve kapsamlı değişiklikler olurken Avrupa’da ordular, teknik gelişmelerden öncelikle yararlanarak silah ve cephanelerini geliştirerek kullanışlı bir hale getirmişlerdi. Özellikle 1840’tan sonra çakmaklı tüfekler terk edilmiş, kapsüllü olanları piyasaya çıkarılmıştı. Ardından şişhane denilen milli ve yivli tüfekler icat edildi. Osmanlı yönetimi, yenilikleri yakından izlemekle kalmayıp hemen satın alarak ordusunu donattı. Sivri kurşunları iki bin hatveye kadar atabilen bu tüfekler Prusya’dan satın alınarak bütün birliklere dağıtıldı. Kullanılmakta olan eski tüfeklerin askeri fabrikalarda şişhane tüfeğine dönüştürülmesine girişildi. Ne var ki kısa süre sonra Prusyalılar dakikada on beş, yirmi kurşun atabilen iğneli tüfekleri icat ettiler ve bu tüfeklerle 1864’te Danimarka’ya, 1866’da Avusturya’ya karşı başarı kazanınca bütün Avrupa ülkelerince benimsendiği gibi Osmanlılar da yeni silahı kabul eden ilk devletlerden biri oldu. Ayrıca Alman fabrikatörü Krup’un yaptırdığı toplar, her bakımdan kullanılmakta olanlardan üstün nitelikli çıkınca, bunlardan satın alınarak sahra bataryaları oluşturuldu. Bununla birlikte Tophane’ye bağlı fabrikalarda yeni modelde tüfek, top, mermi yapabilecek değişiklikler de yapıldı. Böylece silah bakımından çağın ordularının düzeyi yakalanmış bulunuyordu.

3. Genel Değerlendirme

Çağdaşlaşma sürecinde Osmanlı ordusunda yapılan yeniliklerde öncelikle örgütlenme ve işleyiş ele alındı. Savaş taktikleri, asker alma, eğitim-öğretim yeniden düzenlendi. Modern silah ve donanıma geçilerek ordunun en önemli eksikliği büyük ölçüde giderildi. Böylece II. Abdülhamit Dönemi’ne (1876-1908) gelindiğinde, 1844 tarihinden beri yapılan düzenlemelerle çağdaş ordulara benzer biçimde bir yapılanma tamamlanmış oldu.

Bu düzenlemelerde üzerinde özellikle durulması gereken iki husus bulunmaktadır. Birincisi, İmparatorluğun korunmasında yeterli olacak nitelikli bir orduya kavuşmak, ikincisi ise ülke yönetimine doğrudan doğruya karışamayacak, her kademedeki yöneticilere sık sık müdahale edemeyecek, asıl işini yapabilecek bir ordu kurmaktır. Nitekim 1840’tan başlanarak memleket idaresinde yapılan yeniliklerde dikkat çeken en önemli husus, her alanda iş bölümüne gidilmesi, yetki ve sorumlulukların kurum ve kuruluşlar arasında dengeli olarak dağıtılmak istenmesidir. Tanzimat öncesi valilerin çok geniş olan askeri mali ve idari yetkileri kısıtlanmış, askerlik işi bölgelerinde tam yetkili ordu komutanlarına bırakılmıştır. Böylece eskinin hem komutan hem yönetici olan valisi yerine, sadece ordusu ile ilgilenen komutanlara askerlik işi bırakılmıştır. İç güvenliğin korunmasında önce zaptiye teşkilatı sonra jandarma birlikleri devreye konularak ülkeyi dış tehditlere karşı koruyacak profesyonel bir ordu amaç edinilmiştir.

Osmanlı ordusu, dış görünüşü ve yapılanmasıyla çağdaş bir görünüm kazanmış olmakla birlikte umulan başarıları göstermemiş, her alanda önüne geçilmeyen sıkıntılar orduda da kendisini büyük ölçüde hissettirmiştir. Ordu için oluşturulan Nizamiye Hazinesi’nde yeterli pa-

ra bulunmadığından aylıklar düzenli ödenemiyordu. İstanbul dışında görev yapan üst düzey subaylara bile yılda ancak beş altı defa maaş verilebiliyordu. Askeri binalar yetersiz, depolar, boş, haraptı. Eksiklikleri gidercek kaynak bulunamıyordu. Yem ve yiyeceğin alımında aracı ve tefeciler devreye giriyorlardı. Çuha, çorap, ayakkabı, kösele, fes gibi giyim-kuşam bile ithal ediliyordu.19

Terfi ve atanmalarda haksızlıklar oluyor; bu ise askerliği bir meslek olarak benimseyip, kendilerini bütün varlıklarıyla işlerine vermelerini engelliyordu. Zira ordu kademelerinde yükselme, ehliyet ve liyakattan çok, padişahın, Saray adamlarının nüfuzlu vükelanın iltimas ve himayelerine göre olmaktaydı. Bu durum subayların büyük kısmında görev aşkını tam anlamıyla olmasa bile söndürmekte, onları umutsuzluğa ve bedbinliğe sürüklemekte idi.20

Bütün olumsuzluk ve eksikliklere rağmen çağdaşlaşma sürecinde önemli bir yer tutan askerlik alanındaki düzenlemelerle ordumuz, ülkesini iç ve dış düşmanlara karşı korumada canla başla çalışmış, siyasi iktidarı ellerinde tutanların başarısızlıkları ve engellemeleriyle karşılaştıkça müdahale ederek yönetim değişikliklerinde etken olmuştur. Önemli bir gelişme de düzenli ordunun kurulduğu tarihten İmparatorluğun yıkılışına kadar geçen sürede yeniliklerden yana tavır takınmış olmasıdır. Ülkesini çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmada ileriye doğru bakmış, yetiştirdiği üstün meziyetli komutanlarla yeni Türkiye’nin kurulmasında öncülük etmiştir.

DİPNOTLAR
1 Levent Çiftliği Kanunnamesi denilen bu yasa 7 Eylül 1794 çıkarıldı. 7 Haziran 1796’da önemli bir ek yapıldı. Bkz. Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, Cilt VI (1309 s. 366 vd.,

2 S. J. Shaw, Between Old and New, The Ottoman Empire under Sultan Selim III, 1789-1807 (1971), p. 132.

3 Taşrada Nizam-ı Cedit Ortalarının kurulması yeterince incelenmiş değildir. Şimdilik bkz. İ. Hakkı Uzunçarşılı, “Nizam-ı Cedid Ricalinden Kadı Abdurrahman Paşa”, TTK, Belleten XXXV/138 (1970), s. 245-302; M. Çadırcı, “Ankara Sancağında Nizam-ı Cedit Ortasının Teşkili ve Nizam-ı Cedid Askeri Kanunnamesi”, Belleten XXXVI/141 (1972), s. 7-13., Y. Özkaya, “Orta Anadolu’da Nizam-ı Cedidin Kuruluş ve Kaldırılışı”, DTCF Atatürk’ün 100. Doğum Yılına Armağan (1982), s. 510-514

4 Genel Kurmay Başkanlığı, Türk Silahlı Kuvvetler Tarihi, III. Cilt 5 nci Kısım (1793-1908), Ankara 1978, s. 546-549.

5 Levy, Avigdor, “The Officer Corps in Sultan Mahmud II’s New Ottoman Army, 1826-1839, Ijmes, 2, (1971), s. 21-39;

6 Türk Silahlı Kuvvetler Tarihi III. Cilt, 5 nci Kısım, s. 200

7 Redif askeri teşkilatının kuruluşu ile ilgili tartışmalar ve belgeler için bkz. M. Çadırcı, “Redif Askeri Teşkilatı”, Yedinci Askeri Tarih Semineri, Bildiriler I, Ankara 2000, s. 47 vd.

8 Çdırcı, “Anadoluda Redif Askeri Teşkilatının Kuruluşu” DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, VIII-XII/14-23, s. 63-75.

9 Bkz. Cahide Bolat, Redif Askeri Teşkilatı, (Ankara Ünv. Sosyal Bilimler Enstitüsü basılmamış doktora tezi, ) Ankara 2000, s. 37.

10 Lütfi Efendi, Tarih-i Lütfi, c. 7, s. 75.

11 Çadırcı, “Osmanlı İmparatorluğunda Askere Almada Kura Usulüne Geçilmesi ve 1846 Tarihli Askerlik Kanunu”, Askeri Tarih Bülteni, Şubat 1985, sayı 18; Faruk Ayın, Osmanlı Devletinde Tanzimat’tan Sonra Asker Alma Kanunları (1839-1914), Genelkurmay Basımevi Ankara 1994, s. 11 vd.

12 F. Ayın, a.g.e. 28 vd.

13 Kanun metni için bkz. Düstur, I. Tertip, C. 5, Anakara 1937, s. 656-695

14 Bastırılarak bütün birliklere dağıtılan bu yönetmeliğin adı “Asakir-i Redife-i Hazret-i Şahane Zabitanına İta Olunan Talimat”dır.

15 Fahri Coker, “Tanzimat ve Orduda Yenilikler”, Tanzimat’tan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, C. 5, s. 1262.

16 A.g.e. s. 1263.

17 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C. 7, Ankara 1983, s. 191.

18 Piyade Kolağası Hakkı, Osmanlı Ordusu, Ahval ve Teşkilat-ı Askeriyesi, İstanbul 1320, s. 258-264.

19 Rıza Paşa, Hülasa-i Hatırat, İstanbul 1325, s. 11 vd.

20 Sait Paşa’nın Hatıratı, C. I, Dersaadet 1328, S. 220-222.

Osmanlı İmparatorluğu’nda

Askeri Teknolojilerin Takibi (1700-1900)


YRD. DOÇ. DR. BİROL ÇETİN

Gaziosmanpaşa Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi / Türkiye
a. Giriş

Teknolojinin günümüzde geldiği yer itibariyle hala tartışmasız üstünlüğü devam ederken, bu hızlı ilerlemenin nerelere varacağı kimse tarafından kestirilememektedir. Kelime anlamı itibarıyle tecrübe birikimi, anlatılamayan şey olan ‘’techne’’ bugün artık bilginin ta kendisi olarak karşımızda durmaktadır. Techne Sokrat ve Protagoras için saygın bir şey olmakla birlikte yine de bilgi değildi. Bu bilgi sadece belirli kullanımlar için geçerliydi, örneğin bir gemi kaptanının Yunanistan’dan Sicilya’ya gitme konusunda sahip olduğu seyir bilgisi başka hiçbir şeye uygulanamazdı. Ayrıca ‘’techne’’yi öğrenmenin tek yolu çıraklık ve tecrübeydi.1 Bu kavram özellikle sanayi devriminden sonra anlam değiştirmiş ve daha fazla ve daha ucuza üretmek anlamlarını almıştır. Günümüzde yeniliklerin kaynağı olarak algılanan teknoloji, diğer alanlardan ziyade askeri alanlarda kullanılmaktadır. Sanayi devrimiyle birlikte önce Avrupa’nın tamamında, daha sonra çevre ülkelerde hızla yaygınlaşan bu akım iki ayrı dünya savaşıyla birlikte günümüzde daha ziyade askeri alanlarda yoğunlaşmıştır.

Aslında Avrupa’da sanayileşme hareketlerinin tek bir merkezden yönetilmediği yeni teknolojilerin çok sıkı bir şekilde korunduğu bilinmektedir. Sınai teknoloji alanındaki gelişmelerin ve yeniliklerin İngiltere’de ortaya çıkmış olması bir tesadüf değildir. İngiltere’nin madeni parçalar imalindeki güçlüğü torna tezgahıyla ortadan kaldırmasıyla beraber bu konuda büyük bir patlama yaşanmıştır. 1730’dan sonra tekstil sektörüyle uygulamaya geçen bu yenilikler birbiri arkasına devam etmiştir.2


Yüklə 8,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   161   162   163   164   165   166   167   168   ...   193




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin