Osmanlı-Rus Savaşı1



Yüklə 8,72 Mb.
səhifə166/193
tarix27.12.2018
ölçüsü8,72 Mb.
#87611
1   ...   162   163   164   165   166   167   168   169   ...   193

Sanayileşme ve teknoloji üretimi açısından olaya bakıldığında, Batı’da özellikle Sanayi Devrimi sonrasında ortaya çıkan yeni teknolojilerin takibi konusunda Osmanlı Devleti’nin kayıtsız kaldığı ve bu konuda hızlı bir gelişme gösteren Avrupa’nın yeterince takip edilmediği konusundaki düşünceler ağırlık kazanmaktadır. Ancak Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan bazı vesikalar III. Selim’le başlayan, özellikle II. Abdülhamit Dönemi’nde belirgin ve sistematik bir çalışmanın ortaya konulduğunu göstermektedir.

Osmanlı İmparatorluğu’nda başlangıçta geleneksel usuller dahilinde imal edilen silah ve mühimmat, askeri başarısızlıkların birbiri arkasına gelmesi ile birlikte sorgulanmaya başlanmış, özellikle 18. yüzyılın başlarından itibaren Batı’da ortaya çıkan yenilikler süratle takibe alınmıştır. Ancak bu çabalar yeterli olmadığı gibi mevcut imalat sisteminin de aksamasına sebep olmuştur.

Yeni kullanıma giren silah ve mühimmatın bilinmesi ve istenilen miktarlarda üretilmesi teknolojik alt yapı, imalat sistemi ve zihniyetinin engeline takılmıştır.

Batı’da ortaya çıkan yeni teknolojiler ilk elden askeri ihtiyaçlar çerçevesinde ele alınmış ve bu yollarla ülkeye taşınmıştır. Büyük miktarlarda üretim imkanlarının yakalanması ve kaliteli silah ve mühimmat imalatı III. Selim’in tahta geçmesiyle mümkün olabilmiştir.

Çalışmamızda ağırlıklı olarak üzerinde duracağımız dönem 18. ve 19. yüzyıllar olacaktır. Bu yıllar batılılaşma çabalarının gündemde olduğu ve Batı’yla kopuşun yavaş yavaş idrak edildiği yıllar olması sebebiyle önemlidir. Bundan başka Sanayi Devrimi’nin etkilerinin Osmanlı İmparatorluğu’nda da hissedildiği bir dönemde bu çabaların yakından izlenebilmesi için harp sanayi tesisleri iyi bir örnek teşkil etmektedir. İlk buharlı makinenin askeri fabrikalarda kullanılması, yabancı personel istihdamına yine bu tesislerde başlanması teknoloji takibi konusunda harp sanayiinin öncülüğünü ifade etmektedir.


Batı’da ortaya çıkan gelişmeler, özellikle 18. yüzyılın başından itibaren kısa bir özet olarak verildikten sonra aynı dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nun bu süreci nasıl takip ettiği elde etmiş olduğumuz vesikalar çerçevesinde ortaya konulacaktır

18. ve 19. yüzyıllarda yeni teknolojilerin takibi üç yolla mümkün olmaktadır. Birinci ve en yaygın usul, yabancı personel istihdamı ve onların birikimlerinden istifade; ikinci yol, büyük maddi imkanların seferber edilmesi suretiyle mamul bazında yapılan siparişler; üçüncü yol ise, teknik personelin Avrupa’ya gönderilmesi ve teknoloji casusluğu faaliyetleridir.

A. Yabancı Personel İstihdamı

Yoluyla Teknoloji Transferi

Askeri alanda yapılan ıslahat hareketlerini Baron de Tott ile başlatmak birçok eserde tercih edilmiş ve bu yaklaşım adeta bir gelenek haline gelmiştir. III. Mustafa zamanında Fransa tarafından ordunun ıslahı amacıyla tavsiye edilen ve vazifelendirilen bu şahıs, Batı karşısında gerilemeye başlayan Osmanlı topçuluğunun yeniden organizasyonunu sağlamış ve “sürat topçuları’’ denilen bir sınıfın kurulmasına öncülük etmiştir.3 Bundan başka daha önce teşebbüs edilmiş ve başarılı olamamış olan Üsküdar Humbarahânesi talebeleri için açılan okulun yerine Haliç’te bir Hendesehânesi ve Riyaziye Mektebi’nin kuruluşlarına da öncülük etmiştir. Baron de Tott’un çalışmaları daha çok taktik planda gerçekleşmiş ve Osmanlı ordusunun ateş gücünün yeni askeri yapılanmaya uyumlu hale getirilmesini amaçladığından, teknolojik anlamda bir katkı sağlamamıştır.4

Teknolojik anlamda Batı’dan kopuşun henüz söz konusu olmadığı dönemlerde İstanbul’a getirilen teknik personelin ülke sınırları içerisinden temin edildiği görülmektedir. H. 1245 (M. 1829) tarihli bir belgede Tüfenkhâne’de yapılacak tüfekler için Prizren sancağından 150 çakmakçı ustasının gönderildiğini görmekteyiz.5 Batı’da ortaya çıkan yeni teknolojilerin eski teknolojilerle benzerliğini azaltması artık Avrupalı ustaların istihdamını zorunlu kılmaya başlamıştır.

Osmanlı İmparatorluğu’nda Batı teknolojisi ve tekniklerinin tanıtılması ve geliştirilmesi amacıyla padişahın emrinde ücretli hizmetli grubu şeklinde hizmet gören ve daha çok mühtedi ecnebilerin oluşturduğu “tâife-i efrenciyân’’6 hariç tutulursa en kapsamlı ve sistematik istihdam politikasının III. Selim Dönemi’nde başlatılmış olduğu görülmektedir.

Batılılaşma hareketlerinin başlangıcı olarak kabul edilen III. Selim Dönemi’nde ilk örneğine rastladığımız yabancı personel istihdamı daha çok mevcut tesislerin ıslahı için düşünülmüş ve daha sonra artarak devam etmiştir.

Çalışmamız boyunca 18. ve 19. yüzyıllarda askeri fabrikalarda istihdam edilen yabancı teknik personelle ilgili arşivlerden temin etmiş olduğumuz belgeler ışığında değerlendirmelerimizi şekillendireceğiz. Böyle bir yöntemi tercih edişimizin sebebi detaylar içerisinde saklı bazı noktaların konunun daha gerçekçi olarak değerlendirilmesine yapacağı katkı olacaktır. Zira birçok eserde askeri alanda ortaya çıkan yeniliklerin bu şahıslar tarafından gerçekleştirildiği iddia edilerek yerli unsurların katkısı göz ardı edilmektedir. Örneğin III. Selim ıslahat hareketlerinin başlangıcında Fransa’dan Françesko isimli bir teknisyen getirtmiş ve İstanbul Baruthânesi’nde daha kaliteli ve çok miktarda barut imal edecek iki adet çarkın yapımı için kendisine gerekli tüm imkanlar verilmişti.7 Françesko Baruthâne-i Âmire’de işe başladıktan sonra hem su gücüyle hem de hayvan kuvvetiyle çalıştırılabilen iki adet çarkı bitirmeyi başarmıştır. III. Selim de çarkların resimlerini gördükten sonra memnuniyetini şöyle dile getirmiştir: “Benim vezirim çarhları gönderdiğine haz eyledim ve beğendim inşaallah pek alalarını yaptırırız heman bu misillü şeylere ikdâm eyleyüb böyle ustalar tedarikine sa’y ve gayret idesün”8

Bu konudaki iyi niyetli beklentiler çarkların bitirilmesinden sonra yapılan tecrübe sırasında sona ermiştir. İki beygirle döndürülmesi planlanan çarklar yerinden kıpırdamayınca daha fazla zorlanarak kırılmıştır. Bu başarısız neticeden haberdar olan padişah hiddetlenerek Reîsü’l-küttâb Râşid Efendi’den yeni bir ustanın bulunmasını istemiştir. Bunun üzerine Râşid Efendi’nin saatçisi olan Ermeni tebaasından Arakel Dadyan daha önceden değirmen ustalığı yapmış olduğu için tavsiye edilmiştir. Arakel usta derhal baruthâneye giderek çarkı incelemiş ve hatasını tespit ederek onarımını gerçekleştirdiği gibi bu çarktan daha üstün niteliklere sahip bir çarkın da yapımını gerçekleştirmiştir.9

Bazı yabancı kaynaklarda Osmanlı barutçuluğunun Avrupa’dan getirtilen bir usta sayesinde geliştirildiği bundan önce Türklerin barut konusunda çok yetersiz oldukları anlatılmaktadır.10 Ancak olayların böyle cereyan etmediğine dair arşivde tespit etmiş olduğumuz bir belgede oldukça fazla malumat mevcuttur. Ayrıca adı geçen belgede gelişmelerin nasıl cereyan ettiği de hikaye edilmektedir.11 Buna göre Françesko isimli usta yaptığı çalışmanın başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra Gelibolu ve Selanik Baruthânelerindeki personel de dahil olmak üzere bu konudaki tecrübe ve bilgi birikimini aktarmak üzere görevlendirilmiş, ancak devletin kendisi hakkındaki iyi niyetini sürekli kötüye kullanmıştır.

Mekanik bilgisinin yetersizliği kısa zamanda anlaşılan Frençesko’ya barut imalatının inceliklerini bildiğinden dolayı mevcut baruthânelerin personeline özellikle

“yaş barut” konusundaki bilgileri öğretmesi için bir şans daha verilmiştir. Ancak Fransız ustanın asıl maksadını gizlediği ve taahhüt ettiği işini özellikle yapmadığı anlaşılmaktadır:

“… sâye-i Devlet-i aliyyede beş yüz guruş mâhiyeye nâil oldum malumatımı benden öğrenirler sonra beni işten attırırlar bari yedi sene kadar aylığım kat olunmayacağını bilsem baruta dair cemî’-i malumatımın ilmiyyesini ve ameliyyesini İstanbul Baruthânesi’nde olunması irâ’e eyledikten sonra bizzat varub Gelibolu Baruthânesi’nde dahi yaş barutu anlara dahi ifade iderim ve kezâlik Selanik Baruthânesine dahi giderim dimekle.’’

Françesko’nun niyeti anlaşıldıktan sonra ileri sürdüğü tüm bu şartların dahi kabul edilerek istediği senedin kendisine verilmiş olduğunu da yine belgedeki şu ifadelerden anlıyoruz:

“… Baruthâne-i Âmireye ta’yin olduğu iki yüz yedi senesi gurre-i Zi’l-Hiccesinden itibar ile yedi sene-i kâmile tamamına kadar bu makule umur-ı mühimmede istihdam içün mâhiyye beş yüz guruşa isticâr olunduğunu müşir yedine senet i’tası hala kethüda-i hazret-i sedâret-penâhi ve baruthane nazırı olan atufetlü Mehmet Şerif Efendi hazretleri tarafından be tekrir ledel inha takrir mucibince yedi seneye senet verile lakin Şerif Efendi mustaid olduğu öğrenmeye iktidarı üzre mesfur daima baruthanelerde olub, bildiğini öğretsün deyu hatt-ı hümayun-u keramet makrun sadır olmağla mucebince şart-ı mezkuru mübeyyin baş muhasebeden yedine suret verilmiş idi…’’

Ancak tüm bu iyi niyetli yaklaşımlara rağmen istenilen çalışmayı yapmadığını da yine belgedeki şu ifadelerden anlamaktayız:

“… barutçu mesfur senedi aldıktan sonra dirhem ve teraziyi meydana koyub cemii malumatını hademe-i baruthanenin bir furununda ketm ve ihfa eylememek müstefid olanlar öğrensün deyü hareket itmek lazım iken bu günlere gelince kimesneye talim itmeyüb el yevm taş ve kurşun bilinmedik dirhemler düzüb sair ameliyatını dahi buna kıyas ile ketm eylediğinden gayri baruthaneyi bütün bütün kendüye hasr eylemek daiyyesiyle gerek barutçubaşı ve zabitan ve gerek nazır-ı müşarünileyh hazretleri tarafından tayin olunan ademleriyle bir vecihle hüsn-ü zindeganeye rağbet etmeyüb dürlü dürlü cevr-ü eza eyledikten başka sefih ve mecnuniye tayin müserrik ve müsebbib olmak tağribiyle vech-i mezkura yalnız barut yapmak içün ben tayin olunmuşumdur ben resim ve çarh yapmak misillü işlerde dahi istihdam olunmaktayım ziyade aylık isterim deyu taciz olduğuna…’’

Bu örnekten anlaşılacağı üzere yabancı personel istihdamı sanıldığının aksine beklenilen faydayı temin edememiştir. Ancak bu uygulamanın başarısızlığı, mevcut imkanların araştırılmasına ve çözümün ülke içerisinde aranmasına vesile olmuştur.

Tophane ve Tersane-i Amire gibi diğer sanayi kuruluşlarında da ıslahat hareketlerinin başlangıcında İsveç’ten İngiltere’den ve bilhassa Fransa’dan top ve yuvarlak dökümcülüğünde mahir ustalar getirtilmiştir, 1793 tarihi itibarıyla bu sayı on üçtür. Dışardan getirtilen ustaların büyük çoğunluğu Fransız olduğu için Tophane Fransız tophaneleri şeklinde teşkilatlandırılmış, 4, 8 ve 12 santimetrelik sahra topları dökülmüştür.12 Bu gelişmeler eldeki imkanların bir kenara bırakılarak tamamen yeni usullerin kullanması nedeniyle, üretimin daralmasına yol açmıştır.

Döküm işlerinin yapıldığı Hasköy Karhanesi’nde görevlendirilen Fransız ustanın bu yapı içerisinde yalnız bırakıldığı ve iletişim problemleri yüzünden düştüğü acizlik III Selim’in ifadesiyle şöyle tasvir edilmektedir: “Dün Hasköy Karhanesine vardım. İki miskin çohadardan kimesne yok. Mahud firenk dahi lisan bilmez ve ne yapacağını bilmez ve üzerinde bir kimesne yok ve meydanda paralanmış toplar yatıyor. Bu nasıl dikkat ve sadakat ve nezarettir. Böyle devlet maslahatı mı olur. Bir gidişte dahi karhanenin içini Tophane karhanesi gibi göreyim, yoksa kimesne cevaba kadir olamaz. Fakir frenk tercümanı yok ve üzerinde bir kimesne yok rençberlik ediyor. Bu hareketle sairleri nasıl celb olunur…’’13

Tersane için de Avrupalı ustaların istihdamına gidilmiş olup bu konuda Fransız bahriye mühendislerinden Brun ve Benois, İsveçli mühendis Klenberg ve iki Türk gemi mimarı 15 tersaneyi kapsayacak bir ıslahat hareketine girişmiş ve hummalı bir çalışma başlatmışlardır. Ancak mali imkanların yetersizliği ve mevcut yapının son derece başıbozuk olması bu çalışmalardan istenilen neticeyi hasıl etmemiştir.

Yeni silah ve gemi yapımı için getirtilen uzmanlar pek verimli bir çalışma ortaya koyamamışlardır. Bu tespitimiz daha sonraki dönemler için de geçerlidir. II. Abdülhamit Dönemi’nde yapılan çalışmalarda da bu durum gözlenmektedir. Adı geçen dönemde yapımı yaklaşık 4 senelik bir zaman alan denizaltı ile ilgili olarak elde etmiş olduğumuz vesikalarda durum açıkça görülmektedir. H. 1303 (M. 1885) tarihinde tamamlanarak tecrübeleri İzmit Körfezi’nde gerçekleştirilen denizaltı ile ilgili olarak, arşiv vesikalarında bu iş için İngiltere’den getirtilen mühendisin çalışmaları ve olayın seyri bütün detaylarıyla anlatılmaktadır. İnşası 3-4 yıl kadar uzun bir süreyi alan denizaltının tecrübeler sırasında dalışa geçemediği ancak süratli seyir yeteneği ve hareket kabiliyetinin yeterli görüldüğü anlatılmaktadır. Tamamlanan denizaltının İzmit’te yapılan tecrübeleri ile ilgili aşağıdaki belgede yeterli açıklamalar bulunmaktadır.

“Nezaret-i Celile-i Bahriye’ye Emr-i ali-i cenab-ı nezaretpenahileri ve merbuten takdim-i huzur-ı samileri kılınan

jurnal mucibince Selanik vapur-u hümayunuyla İzmit Limanı’na bil azimet taht-el bahir torpido istimbotlarının tecarib-i lazimesi icra ve bil cümle ahval-i piş-i nazar-ı tahkik-i acizanemizden geçirüldü.Min talim-i ali-i daverileri buyurulduğu vecihle mezkur istimbotların torpido endaht idebilmeleri hususu hin-i surette görülmüş amud ve dümenlerinin suret-i idaresiyle fevk-el bahr sürat ve istikamet-i seyriyeleri derece-i matlubede bulunmuş ve kamerin bedr haline müsadif mehtab ve bulutsuz gecede icra kılınan hucumi tecrübeler esnasında en yakın bulunan sahil ebniyeleri güçle ruyet olunabildiği halde mezkur istimbot bidayet-i hareketinde görülüp muahheren beş altı yüz yarda açığa muvaseletinde düdük çalarak irae-i mevkii etmedikçe görülememiş ve her halükarda bu mesafeye varıncaya değin karanlık gecelerde düşman tarafından keşf ve tayin olunması mutaassır ve belki mümteni bulunacağı anlaşılmış ve bunların daima mangal kömürü hark ve istimal ederek fevk-el bahr seyir ve hareketleri esnasında cisman pek az gözlenmekte oldukları ve sürat-ı seyirleri dahi on mil raddesinde bulunduğu ve denize dalarak taht-el bahr seyir ve hareket edebilmeleri keyfiyeti ise matluba muvafık olmayıp yalnız istab halinde tarassud fanusu bir ve bir buçuk dakika gaybubet edinceye kadar ağır ağır dalup taht-el bahr durmayarak tekrar çıkmış ve bu babda kanaatı müstelzim bir hareket gösterememiş olmaları üzerine…’’14

Yabancı personel istihdamı daha çok mevcut askeri fabrikaların iyi işletilmesi ya da ithal edilen makinelerin verimli çalıştırılması çerçevesinde gerçekleştirilmiş olup bu tür uygulamalarda başarı yakalanmıştır. 1794 tarihli bir belgede İngiltere’den getirtilen top ustasının maaşı ile ilgili malumatlar bulunmaktadır. Belgede aylık 420 guruş ile istihdam edilen bu ustanın görevinde başarılı olduğu ve mümkünse bir iki aylık maaşının peşinen verilmesi talep edilmektedir.15 1801 tarihli bir mesarif defterinde İngiliz tebaasından Kolonel Helo’ya ve maiyetindeki 4 kişiye 14.600 guruş verildiği kaydedilmektedir.16 Daha sonraki tarihlere tesadüf eden 1908 yılına ait Tophane-i Amire Meclisi kararında ise fabrikadaki mevcut fırını işletmekte olan Alman çelik ustası Mösyö Schung’un kontratının uzatılması ve kendisine verilen maaşın diğer ustalara verilen maaşla aynı seviyeye getirilmesi talep edilmektedir.17 1891 tarihli bir başka belgede Sanayi Mektebi’nin ıslahı için Fransa’dan getirtilen Mösyö Serviye’nin okulun durumu hakkında değerlendirmeleri ve yapılması gerekenler hakkında verdiği layiha mevcuttur.18Bu konudaki örnekleri çoğaltmak mümkündür.

Sonuç olarak yeni teknolojilerin geliştirilmesi ve araştırma-geliştirme faaliyetlerinin yapılması amacıyla yabancı personel istihdamından pek istifade edilememiştir. Bunun nedeni Avrupa’nın bu konuda takındığı tavırdır. Örneğin Almanya’da önemli endüstri merkezlerinin çok sıkı korunduğu, buralara kendi vatandaşlarını dahi sokmadıkları bilinmektedir.

B. Yeni Teknolojilerin İthalat

Yoluyla Transferi

Batı’da ortaya çıkan yeni silah ve mühimmatın üretimi eğer mevcut harp sanayi tesislerinde mümkün olabiliyorsa ve savaş durumu mevzubahis değilse, tercih edilen yöntem bunların yurtiçinde yapılmasıydı. Ancak savaşların sürekli olması ve ihtiyacın şiddeti bu konudaki açığın ithalat yoluyla kapatılmasını zaruri kılmıştır. III. Selim zamanında başlatılan ıslahat hareketleri öncesinde Batı’da ortaya çıkan yeni fen kitapları toplanmış, bunlar üzerinde kapsamlı çalışmalar yapılmış ve bu bilgilerin mevcut imalat sistemine uyarlanması amaçlanmıştır. 1793 yılına ait bir belgede baruthanelerin ıslahı ve yeni bir nizama sokulmaları için nelerin icap edeceği anlatılırken, Avrupa’da harp malzemelerinin imali ile ilgili kitapların tercümeleri ve barut imalinin batıda nasıl yapıldığı hakkında raporlar verilmiştir.19 Takip eden dönemlerde ihtiyacın baskısı sonucu yüklü miktarlarda yeni teknoloji ürünü malzeme ithal edilmiştir.

Donanma açısından olaya bakıldığında, özellikle Osmanlı donanmasının Batı’da ilerleyen teknolojisi karşısında zayıf kalması sonucu 1773’te Mühendishane-i Bahri Hümayun kurulmuş, III. Selim’le birlikte bütün tersanelerde gemi inşasına başlanmış, İsveçli ustalar marifetiyle yeni havuzlar inşa ettirilmiştir. Gemi teknolojisinde en büyük dönüşüm buharlı gemilerin icadıyla başlamıştır. 1807 yılında ilk defa Amerika’da inşa edilen buharlı gemiler Avrupa’da 1827 yılında, Osmanlı’da ise 1828 yılında satın alınarak kullanıma girmiştir.20 Bu tarihten bir yıl sonra Amerikalı mühendisler nezaretinde ilk buharlı gemi olan Eser-i Hayr adlı gemi tamamlanmıştır. Takip eden dönemde ülke içindeki tersanelerde gemilerin makinaları dışında tüm aksamı yapılacak düzeye getirilmiştir. İlk buharlı gemi İstanbul Tersanesi’nde 1835 yılında kızağa konulmuş ve 1838 yılında denize indirilmiştir. 1845 yılından sonra ticari gemi yapımına ağırlık verilmiş ve 1848 yılında İngiltere’den Hayrettin vapuru satın alınmıştır.21

Askeri ihtiyaçların sürekli artması rakip ülkelerin ateş gücünü artırmaları, donanmanın ihtiyaçlarını dışardan karşılamasını zaruri kılmış ve incelediğimiz dönemde dışarıya birçok gemi siparişi verilmiştir. Abdülaziz modern Türk donanmasının kurulması için her türlü masrafı göze alarak zırhlı gemilerde dahil olmak üzere donanmanın dünyanın üçüncü donanması haline gelmesini sağlamıştır.22


Askeri fabrikaların en başında gelen Tophane-i Amire de, yeni teknoloji ürünü silah ve mühimmatın imali noktasında birçok çalışmaya konu olmuştur. Ahmet Süreyya Emin Bey’ tarafından icat edilerek 500 altın karşılığı Zeytinburnu Fabrikası’nda 1868 yılında yapılan seri ateşli sahra topu ile birlikte büyük bir prestij kazanan Osmanlı topçuluğu, Zeytinburnu’ndaki çelik fabrikasıyla birlikte ihtiyaca cevap verecek bir seviyeye getirilmiştir. Aslında askerlikle ilişkisi olmayan Ahmet Süreyya Emin Bey bu topun bütün plan ve çizimlerini kendisi yapmış ve fabrikada kendi parasıyla imal ettirerek Sultan II. Abdülhamit’e hediye etmiştir. İlk başta üzerinde pek durulmayan bu ürün Alman Krupp firmasının dikkatini çekmiş ve Sultan II. Abdülhamit’in izniyle Almanya’da imal edilmeye başlanmıştır.23

Barutçubaşı Ohannes Dadyan, 1835-1836 yılları arasında İngiltere ve Fransa’ya yaptığı gezi sonrasında elde etmiş olduğu bilgiler ve beraberinde getirdiği makinalar ile baruthanelerde büyük bir ıslahat yapmıştır. Bu sayede barut imalatı çok yüksek seviyelere çıkartılabilmiştir. Özellikle güherçile işlenmesi ve barutun kurutulması safhalarında yeni teknolojiler uygulanabilmiştir. M. 1836 tarihinde İngiltere’den getirtilen makina ve techizat Azatlı Baruthanesi’ne nakledilmiştir.24 Bu çerçevede öncelikle güherçile kalhanesinde mevcut on iki adet kazan ve bunların ocakları kaldırılmış ve yerlerine İngiltere usulünde yeni kazanlar yapılarak İngiltere’den getirilmiş tulumbalar monte edilmiştir. Bu sayede kalhanedeki işlemler daha kolay ve çabuk yapılmaya başlanılmıştır. Ayrıca kalhanelerde hasıl olan dumanı bertaraf etmek için yeni tarz bacalar inşa edilmiş, kullanılan kömürden gaz, katran ve sirke elde etmek için İngiliz usulünde yeni fıçılar yapılmıştır.25

Bu çalışmalardan başka barutun kurutulma işleminin yapıldığı sergihane de yeni usullere göre yeniden tanzim edilmiş ve bu günkü kalorifer sistemine benzeyen su buğusu sobası ile kurutma işlemi yapılmaya başlanılmıştır. Ohannes Dadyan’ın İngiltere’den getirtip baruthaneye kurduğu bir tezgah da çağın teknolojik gelişmelerinin fazla bir zaman kaybına uğranılmadan hemen ülkeye transfer edildiğini göstermektedir. Belgelerde tesadüf ettiğimiz “bütümatin’’ ve “bütümatik’’ tezgahı olarak tabir olunan tezgah ve çarklardır. Bahsi geçen “bünomatik’’ tezgahı ve çarkı sıkıştırılmış havayla çalışan bir mekanik sistem olup bugün de yaygın olarak kullanılan pnömatik esaslı alet ve makinelerin basit bir versiyonuydu. Sıkıştırılmış havanın gücü çok eskiden beri bilinmektedir. Ancak bu gücü esas alan sistemlerin yaygın olarak kullanım alanına girişi bir İtalyan mühendisi olan Germain Sommeiller’in 1861 yılında Alplerden geçen bir tünelin yapımı sırasında geliştirdiği pnömatik matkap ile başlamıştır. H. 1256 (M. 1840) tarihli bir iradede bu tezgahın bazı parçalarının getirilmiş olduğu, geri kalan parçalarının da en kısa zamanda getirileceği ve bu sayede istenilen derecede ve miktarda barut imalinin mümkün olacağından bahsedilmektedir.26 Pnömatik tezgahlar kullanılmaya başlanmadan önce bu tezgahların yapacağı işleri yapabilen ve buhar makinaları ile çalışan makinalar icat edilmiştir. Örneğin 1782 yılında İngiltere’de John Wilkinson tarafından geliştirilen buhar makinasıyla çalıştırılan buharlı tokmak dakikada 150 vuruş yapabiliyordu.27

Buhar makinalarının Osmanlı Devleti’nde kullanılmaya başlanması Ohannes Dadyan’ın Avrupa seyahatinden döndüğü tarih olan 1836 yılından itibaren görülmeye başlanmışsa da 1832 yılında Tüfenghane-i Amire’de Ermeni taifesinden Bağdasar isimli usta buhar gücüyle çalışan bir çarh yapmış ve bu hizmetinden dolayı kendisine buhar makinalarının inhisarı verilmiştir.28 Şüphesiz bu gelişmeler Avrupa’daki gelişmelerin yanında oldukça geri bir seviyedeydi. Ancak Ohannes Dadyan’ın İngiltere’den getirdiği bu tezgah buhar makinalarının daha da ilerisinde bir sistem olarak karşımıza çıkmaktadır.

İstanbul ve Azatlı Baruthanelerinde kurulan bu tezgahın ikmali ve işletmeye alınması yukarıda bahsi geçen tarihten yaklaşık üç yıl sonra mümkün olabilmiştir. M. 1843 tarihli bir defterde İstanbul Baruthanesi’nde istihdam olunan personelin çalıştıkları birimler ve mahiyelerinin yazıldığı bölümde “Bünomanik dibeklerinde müsdahdem amele’’ başlığı altında iki adet bünomatik çarhlarında ve iki adet de dink çarhında bulunmak üzere toplam dört adet amelenin çalıştırıldığından bahsedilmektedir.29 Bu sistem ile mamul haldeki barutun kırma işlemleri gerçekleştirilmektedir, zira dink çarhları kırma işlemlerinin yapılması safhasında kullanılmaktadır. Bu sistemle dink çarkı vasıtasıyla dibeklerde mevcut halitanın istenilen büyüklükte kırılması temin edilmektedir. Hakkında çok fazla malumatımız olmadığı için detaylarına giremediğimiz bu sistemin basınçlı hava vasıtasıyla otomatik bir çekiç gibi çalışarak kırma işlemlerini yaptığını tahmin etmek akla yakın gelmektedir.

Yapılan tüm bu ıslahat ve iyileştirme çabaları İstanbul ve Azatlı Baruthanelerinde günün şartları içerisinde azami ölçüde makineleşmeye gidildiğini söylemek mümkündür. Zira bu tarihten sonra bilhassa Azatlı Ba-

ruthanesi’nde diğer fabrika ve imalathanelerde kullanılacak makine ve teçhizatın yapılabilmesi amacıyla makinehane, dökümhane ve demirhane gibi birimlerin ihdasıyla adeta ufak çaplı bir makine fabrikası kurulmuştur. Ohannes Dadyan 1841’de inşaatına başlanan Selviburnu’ndaki deri fabrikası için lüzumlu makineleri Azatlı Baruthanesi’nde yapmıştır.30 Azatlı Baruthanesi’nde öteden beri devam eden bu makina imalatı çalışmalarını Ohannes Dadyan babasından devralarak geliştirmiş ve oldukça ileri bir safhaya getirmiştir. Ayrıca Tanzimat sonrasında başlanılan devlet fabrikalarının inşası ve yeni teknolojilerin ülkeye transferi çalışmaları dahilinde Barutçubaşı Ohannes’in oğlu Artin 1847 yılında kimya tahsili yapması amacıyla Paris’e gönderilmiştir.31 Bu dönemin temel özelliği yeni gelişmekte olan Batı teknolojisinin ülkeye transferi ve sanayi tesislerinde uygulanmaya başlandığı bir dönem olmasıdır.

Yabancı personel istihdamından umulan faydanın temin edilemediği anlaşılmakla beraber yeni teknolojilerin takibinin yeni silahların ithaliyle gerçekleşebildiğini söylemek mümkündür. Avrupa ve Amerika’nın silah ticareti konusunda giriştikleri rekabetin sonucunda hem maliyetler azalmış hem de yeni teknoloji ürünü silahlar kolaylıkla ülkeye celp olunmuştur. Örneğin 1884 yılında Amerikalı sanayici George Hawald Almanya’ya sipariş edilen torpidoları daha ucuz ve daha sağlam olarak imal edeceğini beyanla bu konudaki teklifini bildirmiştir.32 Yapılan ithalat sadece yeni silah alımı noktasında yoğunlaşmamış bunu yanında üretim bandında kullanılacak teknik ekipmanında ithal edildiği görülmektedir. 1902 tarihinde tüfek ve tabancaların tamamen yurtiçinde yapılması amacıyla Tüfenkhane’de tadilat ve tevsiat faaliyetine girişilmiş ve bunun için Amerika’dan tezgahlar ithal edilmiştir.33 Yabancı silah tüccarlarının kâr amacı dışında hiçbir endişelerinin olmaması bu ticaretin sınır tanımaz bir mahiyette ortaya çıkmasına yol açmıştır. Zira silah ticaretinin geleneksel bir yanı da mevcuttur. Venedikli tüccarların Papa’nın uyarıları ve aforoz edilme tehditlerine rağmen hiçbir otoriteyi tanımadan faaliyette bulundukları bilinmektedir.34 Bu ticaret o kadar ileri boyutlara ulaşmıştır ki kilise çanları dahi çalınarak top dökümü amacıyla İslam memleketlerine satılabilmiştir.


Yüklə 8,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   162   163   164   165   166   167   168   169   ...   193




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin