Osmanlı-Rus Savaşı1



Yüklə 8,72 Mb.
səhifə56/193
tarix27.12.2018
ölçüsü8,72 Mb.
#87611
1   ...   52   53   54   55   56   57   58   59   ...   193

30 Tahsin Paşa, aynı eser, s. 264.

31 Sait Paşa’nın, yedinci defe sadarete getirilmesi, Rumeli’deki gelişmeleri anlatan telgrafların Yıldız Sarayı’nda yapılan olağanüstü toplantıda okunarak değerlendirilmesi, mevcut durum karşısında devlet ileri gelenlerinin ve vekillerin tutumları, meşrutiyeti ilan etme kararı hakkında bkz. Sadrazam Sait Paşa, “10-23 Temmuz 1908’de

Yıldız Sarayı’nda Neler Olmuştu”, Yakın Tarihimiz, C: 2, Yıl 1962, s. 275-277.

32 Sina Akşin, aynı eser, s. 77.

33 “İstanbul meşrutiyetin yeniden ilan edildiğini bildiren resmî tebliğine rağmen 10 Temmuz gününü tereddüt içinde geçirdi. Fakat Manastır ve Selânik’le Rumeli’nin birçok yerlerinde toplar atılmış, hürriyet ilân edilmiş, halk sokaklara, meydanlara dökülmüş, hocalar, papazlar, hahamlar sarmaş dolaş olmuş, nutuklar söylenmeye başlanmıştı. Hürriyet uğruna silahlanarak dağa çıkan genç zabitlerden Enver ve Niyazi Beyler birer timsal gibi anılıyor; her ağızda:-Yaşasın Enver, Niyazi…”, Ali Canip Yöntem, aynı makale, s. 259.

34 Cemal Kutay, Üç Paşalar Kavgası, İstanbul 1978, s. 38-39.

35 Hanioğlu, aynı makale, s. 262.

36 Naciye Sultan, Şehzade Süleyman Efendi’nin kızıdır. Enver Bey’den başka Naciye Sultan’ın birtakım taliplileri vardır fakat Naciye Sultan onların arasından Enver Bey’i seçer. Padişah Mehmet Reşad’ın da bu evliliği onaylamasıyla Enver Bey’in annesi Dolmabahçe Sarayı’na gelir, padişahın huzurunda getirmiş olduğu nişan yüzüğünü Naciye Sultan’a takar. Nişandan sonra Enver Bey ile Naciye Sultan mektuplaşmaya başlarlar. Daha önce birbirlerini hiç görmemişlerdir. Bu mektuplaşmalar sayesinde birbirlerini tanırlar. Enver Bey yine uzakta iken 1911’de Dolmabahçe Sarayı’nda nikahları Şeyhülislam Musa Kazım Efendi tarafından kıyılır. Daha önce apantist ameliyatı olan Enver Bey, ikinci defa Aralık 1913’te apantist ameliyatı olduğu sırada nişanlısı kendisini hastanede ziyarete gelir. Naciye Sultan’la Enver Bey ilk defa burada yüz yüze görüşürler. Düğün merasimleri 5 Mart 1914’te yapılır, böylece Enver Bey saraya damat olur ve “Damat-ı Şehriyâri” unvanını alır. Orhan Aşiroğlu, Enver Paşa’nın Eşi Naciye Sultan’ın Hatıraları, “Acı Zamanlar”, İstanbul 1990, s. 29-32.

37 Hanioğlu, aynı makale, s. 262.

38 Ş. Süreyya Aydemir, Enver Paşa, c. II, s. 225; Şükrü Hanioğlu, Kendi Mektuplarında Enver Paşa, İstanbul 1989, s. 75.

39 Orhan Aşiroğlu, Enver Paşa’nın Eşi Naciye Sultan’ın Hatıraları “Acı Zamanlar”, İstanbul 1990, s. 37.

40 Bulgarların topraklarımıza tecavüzlere başladığı sıralarda İstanbul’da öğrenciler ve halk, hükümeti savaşa teşvik etmek ve hükümeti bu konuda bir karara zorlamak maksadıyla gösteriler yapılıyordu. Bu günlerde Talât Bey ve Hallaçyan Efendi, ellerinde Osmanlı bayrağı ile avazları çıktığı kadar -Harp isteriz, harp! Diye bağırarak Darülfünun öğrencilerine önderlik yapıyorlardı. Cemil Paşa, 80 Yıllık Hatıralarım, s. 143. Balkan Harbi’nin ayrıntıları ile ilgili olarak bkz. Balkan Harbi (1912-1913), Genelkurmay Başkanlığı Yay., İkinci Baskı, Ankara 1993, C. 1; Y. H. Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, c. II/II; A. F. Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, s. 57-78; Leon Troçki, Balkan Savaşları, Çev: Tansel Güney, İstanbul 1995.

41 Y. H. Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C: II/II, s. 270.

42 A. F. Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, s. 78-79.

43 Bâbıâli Baskınının ayrıntıları için bkz. Samih Nafiz Kansu, İttihat ve Terakki İçinde Dönenler, s. 104-119; Hüsamettin Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, s. 91-96; İ. H. Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C: IV, s. 397-401; Şeref Çavuşoğlu, “Benim Gördüğüm Bâbıâli Baskını”, Yakın Tarihimiz, C: 1, Yıl 1962, s. 193-195; Ali Canip Yöntem, “Bâbıâli Baskını’nın Bilinmeyen Tarafları”, Yakın Tarihimiz, C: 2, Yıl 1962, s. 387-389.

44 Cemal Paşa, aynı eser s. 49.

45 Hanefi Bostan, Said Halim Paşa, s. 36-37.

46 Edirne’nin istirdadı için orduya ileri hareket emri verildiği sırada Hariciye Nezareti tarafından büyük devletler nezdindeki sefirlerimiz vasıtasıyla, bu teşebbüsteki maksadın, sadece Edirne’nin istirdadı olduğu, bu maksadın gerçekleşmesinden sonra ordunun duracağı ve herhâlükârda Meriç nehrinin sağ sahiline katiyen geçmeyeceği hakkında bir tamim neşredilmişti. Cemal Paşa, aynı eser, s. 51. Cemal Paşa hatıralarında, bu tamimin büyük bir siyasi hata olduğunu, Edirne’nin geri alınmasının yeterli olmadığını, meriç nehrinin batısına geçilmesi gerektiğini yazmaktadır. Böylece, bugün Batı Trakya dediğimiz bölgenin tekrar elimize geçebilme imkânının ve fırsatının yine kendi diplomatik hatamız sonunda kaçırıldığını söylemektedir.

47 Hanefi Bostan, Said Halim Paşa, s. 37.

48 Ş. S. Aydemir, Enver Paşa., c. II, s. 402.

49 Hanioğlu, aynı makale, s. 262.

50 Talât Paşa, Hatıralar, s. 25; ayrıca, Cemal Paşa, Hatırat, s. 128-129.

51 Talât Paşa, Hatıralar, s. 25; ayrıca, Cemal Paşa, Hatırat, s. 129; Halil Menteşe’nin Anıları, s. 189; Goben ve Breslav gemilerinin Çanakkale’ye gelişi sırasında ve öncesinde Akdeniz’deki seyahati ve bazı olaylar hakkında bkz. Alan Moorehead, Çanakkale Geçilmez, Çev: Günay Salman, İstanbul 1972, s. 31-35.

52 Talât Bey anılarında, bu satışın göstermelik olmayıp gerçek bir satış olduğunu yazar. Talât Paşa, Hatıralar, s. 27; Halil Menteşe’nin Anıları, s. 189-190; Osmanlı hükümeti ve bahriyesinin, bu satış işlemine sıcak bakmasının bir nedeni de, İngiltere’ye ısmarlanan ve paraları birçok zorluklarla halktan yardımlar şeklinde toplanarak ödenen Sultan Osman ve Reşadiye zırhlılarının teslim edilmemesi, hatta İngiliz hükümeti tarafından el konulması sayılabilir. Böyle bir psikolojik ortamda bu iki geminin alınması ve adlarının Yavuz ve Midilli olarak değiştirilmesi Osmanlı bahriyesinde olumlu bur hava meydana getirmiştir.

53 Sazanof, Goben’in satın alınması üzerine, Osmanlı Devleti’ne çeşitli önerilerde bulunur. Bunlardan en dikkat çekicisi; Türkiye tarafsızlık vaadinin samimiliğini göstermek için ordularını terhis eder, düşüncesidir. Y. H. Bayur, aynı eser, C: III/I, s. 144-145.

54 Osmanlı Devleti, 3 Ağustos 1914’te bu savaşta tarafsız kalacağını bir kere daha ilan etmişti. Bunun üzerine Alman Genel Kurmayı, Osmanlı Devletinin mümkünse hemen Rusya’ya savaş ilan etmesi yönünde Bâbıâlî’ye baskı yapılması taraftarı idi. Osmanlı Devletinin Rusya’ya harp ilanında yavaş davrandığını gören Alman hükümeti, Büyükelçi Wangenheim aracılığıyla, savaş sonunda doğu sınırımızda Osmanlı Devleti’nin lehine düzenlemeler yapılacağı, kapütilasyonların kaldırılmasında Türkiye’ye yardımcı olacaklarını taahhüt ediyordu. Ancak Almanların, 12 Eylül 1914’te Marne’de Fransızlar tarafından durdurulmaları ve Avusturya Macaristan’ın Ruslar karşısında zor duruma düşmeleri, Osmanlı Devleti üzerindeki Alman baskısının artmasına yol açmıştır. Alman Genelkurmay Başkanlığı’na getirilen General von Falkenhayn, “…genel durum Türkiye’nin derhal harekete geçmesini gerektirdiğinden”, bütün dikkatin ve bu görevin Amiral Suşon üzerinde olduğu bildiriyordu. Bunun sonucunda, 11 Ekim’de, Talât Bey, Enver Paşa, Cemal Paşa ve Halil Beyler, Almanya, Osmanlı Devletine iki milyon lira borç verir vermez, Amiral Suşon’un olağan üstü yetkilerle Türk donanmasının başına getirileceğini ve Rus donanmasına karşı harekette bulunmak üzere talimat amlacağını Alman Büyükelçisine vaat ettiler. Mustafa Çolak, Alman Arşiv Belgelerine Göre Almanya İmparatorluğu’nun Doğu Politikası Çerçevesinde Kafkasya Politikası (1914-1918), (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Samsun 1999, s. 19-22; Pomiankowiski’ye göre Wangenheim, Sadrazamı savaşa girmeye ikna edemeyince, gizlice, sadece Talât, Enver ve Cemal Paşa’yı kendi taraflarına çekmeyi ve onlarla Ekim ayı içerisinde gizli bir antlaşma yapmıştı. Bu antlaşmaya göre, Almanya, Osmanlı Devleti’ne 30 milyon paund (yaklaşık 600 milyon frank) tutarında borç para vermeyi kabul ediyor ve Sırbistan’ın mağlup edilmesinden sonra da gerekli harp malzemesinin derhal Türkiye’ye naklini üzerine alıyordu. Bunun üzerine Talât, Enver ve Cemal Paşalar, Türkiye’nin daha fazla vakit kaybetmeden itilâf devletlerine karşı cephe alacaklarına dair söz verdiler. Ardından Karadeniz’de bulunan donanmanın taarruzuna izin verdiler. Joseph Pomiankowiski, Osmanlı İmparatorluğu’nun Çöküşü “1914-1918 I. Dünya Savaşı”, Çev: Kemal Turan, İstanbul, 1990, s. 78-79.

55 Y. H. Bayur, aynı eser, C: III/I, s. 229-235; Ali İhsan Sabis, aynı eser, C: II, s. 96. Amiral Suşon’un Osmanlı Donanmasının başına getirilmesinden sonra Karadeniz’e açılıp Rus limanlarını bombalamasının kendi kararı mı, yoksa bu emri Enver Paşa’nın mı verdiği tartışmalara yol açmıştır. Fakat genel kanaat, bu emrin Enver Paşa tarafından verildiği yönündedir. Aksi fikri sadece Halil Menteşe ileri sürmektedir. Y. H. Bayur, aynı eser, C: III/I, s. 229-235. Enver Paşa, 4 Ekim 1914’te Amiral Suşon’a verdiği emirde: “Türk donanması Karadeniz’de deniz hakimiyetini kazanmalıdır. Rus donanmasını arayınız ve bulduğunuz yerde harp ilan etmeden ona saldırınız” diyordu. M. Çolak, aynı eser, s. 22.

56 Y. H. Bayur, aynı eser, C: III/I, s. 237-240; Amiral Suşon komutasındaki Türk Donanmasının Karadenizdeki faaliyetleri hakkındaki askeri raporları için bkz. Liman von Sanders, Türkiye’de Beş Yıl, Çev: M. Şevki Yazman, İstanbul, 1968, s. 47-48; Bahri S. Noyan, “Birinci

Dünya Harbine Nasıl Girdik?”, Hayat Tarih Mecmuası, Sa: 9, Eylül 1977, s. 50-53 ve Sa: 10, Ekim 1977, s. 53-59.

57 Karadeniz’deki bombalama hadisesinden 29 Ekim akşamı haberdar olan Sadrazam Sait Halim Paşa derhal topladığı Heyet-i Vükela’da, kendisinden habersiz işlerin yapıldığını söyleyerek istifasını verdi. Padişah V. Mehmed ise olaydan 30 Ekim’de, Kurban bayramının birinci günü haberdar oldu. Talât Paşa, Hatıralar, s. 29; A. F. Türkgeldi, aynı eser, s. 116-117.

58 M. Cemil Bilsel, Lozan, İstanbul, 1998, s. 179-180.

59 “Cemal, Enver Paşalara Göre İlk Dünya Savaşına Niçin Girmiştik?”, Yakın Tarihimiz, C: 1, Yıl 1962, s. 150-151.

60 Talât Paşa, Hatıralar, s. 29.

61 Askeriyeye hakim olan, orduyu elinde bulunduran Enver Paşa’yı kariyerini güçlendirmek için zafer arayışına ittiği söylenebilir. Şöyle ki: Cemal Paşa, Mısır’ı fethetmek düşüncesiyle savaşırken, Enver Paşa da Kars’ın fethini Hafız Hakkı Paşa’ya bırakmamak için, Sarıkamış harekâtını bizzat kendisi üstlenmiştir. Trabzon’a Yavuz zırhlısıyla giden Enver Paşa, hezimetten sonra aynı hizmetten yararlanmak isterse de, Talât Paşa, geminin tehlikeye gireceği gerekçesiyle Yavuz’u yollamaz. Karadan bin bir zorluk içinde dönmek zorunda kalan Enver Paşa’nın zaten bozuk olan maneviyatı iyice çöker. Y. H. Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, C. III, I, s. 357; Sina Akşin, aynı eser, s. 289.

62 Hanioğlu, aynı makale, s. 263.

63 Tarık Zafer Tunaya, Siyasal Partiler, C. III, s. 574-575.

64 Enver Paşa’nın Bakü Doğu Halkları Kurultayı ve sonrasındaki faaliyetleri çerçevesinde Anadolu’ya geçme teşebbüsleri hususunda ayrıntılı bilgi için bkz. Hasan Ünal, İttihat ve Terakki Liderlerinin I. Dünya Savaşı Sonrası Yurt Dışı Faaliyetleri (1918-1922), (H. Ü. Sos. Bil. Ens. Yayımlanmamış Yük. Lis. Tezi) Ankara 1985, s. 130-147.

65 Enver Paşa’nın Türkistan’daki faaliyetleri hakkında bkz. Cabir Doğan, Enver Paşa’nın Yurt Dışındaki Hayatı ve Mücadelesi, (Süleyman Demirel Üniversitesi Sos. Bil. Ens. Yayımlanmamış Yük. Lis. Tezi) Isparta, 1998, s. 81-120.

66 Milliyet Gazetesi, 4. 8. 1996, s. 12.

Trablusgarp Savaşı

DOÇ. DR. HALE ŞIVGIN

Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Trablusgarp Savaşı, Osmanlı Devleti’ni sona erdiren felaketler zincirinin ilk halkası olmuştur. Zira bu savaş, kendisinden sonra daha büyük felaketlerin gelmesi sebebiyle yakın tarihimizin belki de en az incelenmiş bir bölümünü teşkil eder. Trablusgarp Savaşı henüz devam ederken Balkan Savaşı başladı. Osmanlı Devleti bunun üzerine iki cephede savaşa devam edemeyeceğini düşünerek İtalyanlar ile Ouchy Barışı’nı imzalamak zorunda kaldı. Onun arkasından Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girmesi ve imparatorluğun sona ermesi Trablusgarp Savaşı’nın önemini unutturmuştu.

Bugün Libya adıyla anılan Osmanlı İmparatorluğu’nun eski Trablusgarp vilayeti ile Bingazi müstakil sancağı Kuzey Afrika’da bir cumhuriyettir.

Kanuni Sultan Süleyman, batıdan Mekke’ye Hacı götüren gemilere rahat vermeyen Haçlı korsanlarından, Batı Akdeniz’i korumayı vazife saydı. Kaptan-ı Derya Sinan Paşa’yı Trablusgarp’ı İspanyollardan alması için görevlendirdi. Ünlü Türk denizcisi Turgut Reis’in de katıldığı seferde Trablusgarp, İspanyol şövalyelerinden alındı (15 Ağustos 1551).1

Kuzey Afrika’daki Cezayir, Tunus ve Trablusgarp Osmanlılarca elde edildikten sonra ilk yıllarda müşterek, daha sonraları ise ayrı birer eyalet olarak yönetilmişlerdi. Bunlar içinde hükümete en fazla Trablusgarp bağlı idi.2 1864 tarihli vilayet kanunu gereğince Trablusgarp eyaleti vilayet olmuş,3 1877 tarihli kanunla da Bingazi Derne ve havalisi doğrudan doğruya İstanbul’a bağlı müstakil bir sancak haline getirilmiş ve böylece Libya ülkesi yüzyılımızın tarihine, Trablusgarp vilayeti ve Bingazi müstakil sancağı olarak intikal etmiştir.

Trablusgarp ve Bingazi 1551’den 1912’ye kadar 361 yıl Osmanlı hakimiyetinde kalmıştır.

1911 Eylülü’nde başlayan Trablusgarp Savaşı’nın gerçek sebeplerini anlayabilmek için önce 19. yy. Avrupa devletlerinin ve 1861’de birliğini tamamlayıp büyük devletler arasına girmeye çabalayan İtalya’nın Kuzey Afrika politikalarını bilmek gerekir.

Avrupa’yı 19. yy.’da sömürgeciliğe iten faktör tamamen ekonomiktir. Endüstrinin gelişmesi ortaya bir takım problemler çıkarmıştır. Endüstri geliştikçe üretim artmış, ülkeler bu üretim fazlasını kendi sınırları içinde tüketemez olmuşlardı. Bu üretim fazlasını dağıtacak yeni pazarlar aramaya başlamışlardı. Diğer yandan endüstrinin hammadde ihtiyacına Avrupa’nın sınırlı kaynakları cevap vermekten çok uzaktı. Endüstrileşen Avrupa devletleri kendilerine yeni hammadde kaynakları sağlayacak topraklar elde etmek zorundalardı.4 1890’da Afrika topraklarının hemen hemen tamamı Avrupalı devletlerin sömürgesi haline gelmişti.5

Fransa 1830 yılında 16. yy.’dan beri ticari münasebetlerinin bulunduğu Cezayir’i işgal etti. Bu suretle Batı Akdeniz’de stratejik bir mevki elde etmek istedi. Bu durum İngiltere’nin pek işine gelmediyse de fazla bir şey yapmadı.6 Fransa, Almanya ve İngiltere’nin teşvikleriyle ticari ilişkileri olan Tunus’u da 1881’de ele geçirdi. Aslında İtalya’nın Tunus ile olan ticari ilişkileri Fransa’dan fazlaydı. İtalyanlar amele ve ziraat işçisi olarak Tunus’a yerleşmişlerdi. İtalya milli birliğini tamamladıktan sonra diğer büyük Avrupa devletleri gibi bir sömürge imparatorluğu kurma fikrine kapıldı. Tunus eski Roma İmparatorluğu’nun bir eyaleti olmuştu.

Coğrafya olarak da İtalya’ya çok yakındı. İtalyan nüfusu süratle artmakta ve halkının bir kısmı Amerika’ya yerleşmekteydiler.7 Tunus fazla gelen İtalyan nüfusu için uygun bir yerleşme alanı idi. Burada 2000 Fransız’a karşılık 10.000 İtalyan bulunuyordu. İtalyan hükümetinin bu sebeplerden dolayı Tunus’ta gö-

zü vardı, burayı almak istiyordu.8 Bismark ise Fransa’nın Alsace-Lorainne’i kolay kolay unutamayacağını ve Fransa’nın ilk fırsatta intikam alacağını biliyordu. Fransa’ya Alsace-Lorainne’nin acısını unutturmak için Fransa’yı Tunus’u almaya teşvik etti. Ayrıca Fransa Tunus’u alırsa burada gözü olan İtalya ile arası bozulacak ve bu da Almanya’nın işine yarayacaktı. Çünkü böylece Fransa’nın gözü Avrupa dışına çevrilmiş olacaktı. Bismark, Fransa’yı Tunus’u almaya teşvik ederken 1866’da bir yandan da şöyle diyordu; “İtalya ve Fransa Akdeniz’deki menfaatleri için birbirleri ile ortaklığa giremezler, Akdeniz akraba arasında taksimi mümkün olmayan bir mirastır. Akdeniz saltanatı İtalya’ya aittir.”9 Bu suretle Almanya, İtalya ile Fransa’yı Akdeniz’de karşı karşıya getirerek hem Fransa’yı Avrupa dışında meşgul etmek hem de İtalya’ya hoş görünmek ve kendi yanına çekmek istiyordu.

Fransa, İngiltere’den de Tunus’u almak konusunda teşvik gördü. Çünkü Fransa’nın İngiltere’ye Mısır ile ilgilenmesinden dolayı canı sıkılmaktaydı. Üstelik İngiltere Ayestefanos Barışı’ndan yararlanarak Kıbrıs’a girmişti.10 Fransa kolaylıkla Tunus’a yerleşti. Fransa’nın Tunus’a yerleşmesine burada birçok yatırımlar yapan ve bu topraklara kendi toprağı gözü ile bakan İtalya itiraz etti. Fakat Fransa, İtalya’dan daha çabuk davranmıştı.11 Osmanlı Devleti buna birtakım itirazlarda bulunduysa da o sırada ortaya çıkan daha büyük bir mesele olan Mısır meselesiyle ilgilenmek zorunda kaldı.

İngiltere 1882’de Mısır’ı işgal etmişti. İngiltere her fırsatta Mısır’da yerleşmek niyetinde olmadığını, burada geçici olarak bulunduğunu, işler düzelince gideceğini söyleyerek oyalıyordu ve İngiltere buradan çıkmadı. İngiltere’nin Mısır’a yerleşmesi, İngiliz-Osmanlı siyasi münasebetlerinde derin bir değişiklik meydana getirdi. İngiltere bundan sonra Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğü politikasını terk etti. Osmanlı İmparatorluğu’nun taksimi tasarıları olan devletlere karşı güler yüz göstermeyi ihmal etmedi.12 Bu tarihten sonra İngiltere’nin yerini Almanya alacaktı.

İngiltere’nin Mısır’a ve Fransa’nın Tunus’a yerleşmesi üzerine, İtalya Akdeniz’de iki mühim üssü İngiltere ve Fransa’ya kaptırdığını, kendisinin de emperyalist bir siyaset takip etmesi gerektiğini, kendisini saran çemberin daha fazla daralmasını istemediğini ve kendisine de Bab-ı Ali tarafından bir vilayet olarak idare edilen Trablusgarp ve Bingazi’den başka yer kalmadığını ve bu toprakların İtalyanlara kalması gerektiğini ve bunun için de büyük Avrupa devletlerinin Tunus ve Mısır’ı işgallerindeki sebeplerden birini aramak gerektiğini düşünüyordu.13 İtalya ayrıca Avrupa diplomasisinde ikinci derecede bir devlet olmaktan kurtulması ve söz sahibi olabilmesi için kendisinin de sömürgeler elde etmesi gerektiği inancında idi. İtalya bu düşüncelerini gerçekleştirmek amacı ile bütün dikkatlerini Mısır ve Tunus arasındaki Trablusgarp ve Bingazi topraklarına çevirmişti. İtalya kendi ülkesinin güneyine isabet eden ve ilerisi için stratejik bir köprü başı vazifesi görebilecek olan bu yere mutlaka sahip olmak istiyordu.

İtalya, emeline ulaşmak için ilk etapta büyük Avrupa devletleri ile kendisine burada hareket serbestliği tanıyan gizli antlaşmalar yaptı. İtalya 1887’de İngiltere ve Avusturya, 1891’de Almanya, 1900 ve 1902’de Fransa, 1902’de Avusturya, 1909’da Rusya ile gizli antlaşmalar yaptı ve Trablusgarp üzerindeki emellerini bu devletlere kabul ettirmiş oldu.14

İtalya Trablusgarp’taki hareketlerinin bu antlaşmalarla engellenmeyeceği garantisini sağladıktan sonra buradaki faaliyetlerine hız verdi ve en uygun anı beklemeye başladı.

Trablusgarp Savaşı Öncesinde Osmanlı Devleti’nin

Genel Durumu

Trablusgarp Savaşı öncesinde Osmanlı Devleti çok büyük iç ve dış karışıklıklar içindeydi. 23 Temmuz 1908’de Meşrutiyet ikinci defa ilan edilmiş ve Abdülhamit 24 Temmuz 1908’de anayasayı yeniden yürürlüğe koymuştu.15

5 Ekim 1908’de Avusturya Bosna-Hersek’i işgal etmiş aynı gün Bulgaristan prensi de İstanbul’a telgraf çekerek bağımsızlığını ve krallığını ilan etmişti. Avusturya, Sırplara karşı Bulgarları destekliyordu ve Bulgaristan ile Avusturya eş zamanlı darbeler için anlaşmaya varmışlardı.16 Bu iki önemli toprak parçasının resmen elden çıkması İttihat ve Terakkinin prestijini büyük ölçüde sarsacaktı.17 Bosna-Hersek ve Bulgaristan’dan sonra Osmanlı Devleti’nin üçüncü sorunu da Girit oldu. Girit’in zaten bu tarihte Osmanlı Devleti ile pek bir bağlantısı kalmamıştı. Fakat ada, hukuken Osmanlı toprağı görünüyordu.

Bosna-Hersek krizi sırasında Girit Rumları da harekete geçerek adayı Yunanistan’a ilhak ettiklerini ilan ettiler. Fakat bu Avrupa Devletleri tarafından kabul edilmedi.18 Gelişen iç ve dış olaylar İttihat ve Terakki’ye karşı bir muhalefetin gelişmesine sebep oldu.19 Nihayet bu birikimler sonucu 13 Nisan 1909’da başlayan olaylar bir irtica olayı şeklinde patlak verdi.20 İstanbul’daki gerici ayaklanma Rumeli’deki İttihat ve Terakki şubelerin-

de ve ordu içinde meşrutiyetin tehlikede olduğu kanaatini uyandırdı. 3. Ordu Komutanı Mahmut Şevket Paşa “Hareket Ordusu” adındaki bir orduyu İstanbul’a gönderdi. Bu ordu kısa sürede İstanbul’daki ayaklanmayı bastırdı. Tehlike böylece önlenmiş oldu. Meclis, 27 Nisan 1909’da II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesine karar verdi. Yerine kardeşi Mehmet Reşat padişah oldu.21 Bundan sonra İttihat ve Terakki, yönetimi kesin olarak eline aldı.22

Trablusgarp Savaşı öncesinde Balkanlar’ın vaziyeti son derece karışıktı. 1911 Mart’ın da Katolik Arnavutlar İşkodra’da ayaklanmışlardı. Karadağ bu isyancılara her türlü yardımda bulundu.23 Bundan dolayı Osmanlı-Karadağ ilişkileri çok gergindi. İtalya, Karadağ’ı desteklemekte, onu Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtmakta idi. Bu ayaklanmada İtalyan parmağının olduğu açıktı. Ayaklanma 1911 Haziranı’nda bastırıldı ve ayaklananlar Karadağ’a sığındılar.24 Arnavutluk’taki olayların bittiğini göstermek amacıyla İttihat ve Terakki fırkası Padişah Mehmet Reşat’a Rumeli’de bir gezi yaptırdı. 5 Haziran 1911’de başlayan ve 20 gün süren bu gezide, Selanik, Üsküp, Priştine ve Manastır’a gidildi. Padişah gittiği yerlerde büyük bir ilgi ve coşkuyla karşılandı ve halka, Müslüman-Hristiyan, Türk-Bulgar ayırt edilmeden birlik içinde olmalarını nasihat etti.25 Fakat bu gezi umulan neticeyi vermedi. İttihat ve Terakki’nin Balkanlar’ın birliği politikası Türklerin aleyhine sonuçlandı. Burada Sultan Abdülhamit’in takip ettiği politika ise Balkanlar’daki çeşitli milletlerin birbiriyle olan düşmanlıklarını körüklemek, onları birbirine düşürerek, Osmanlılara karşı birleşmelerini önlemekti. İttihat ve Terakki bunun tam tersi bir politika güttü, yani Balkan milletlerini Osmanlılık adı altında birleştirmek istedi ve Sultan Reşat’ı da bu işi gerçekleştirmek amacı ile Rumeli gezisine zorladı. Sonuç umulanın tam aksi oldu. Bulgar çetecileri Sırplar ve Yunalılar Makedonya’da çeşitli eylemlerde bulunmakta idiler.

Balkan devletleri ile Osmanlı Devleti’nin ilişkileri çok gergin bulunmakta ve faaliyetleri Rusya tarafından desteklenmekte idi. Hıristiyan milli örgütleri silahlı çeteleri, komitacıları, mebusları, kendi aralarında hiç eksik olmayan çekişmelerini bir yana bırakarak Osmanlı İmparatorluğu’na karşı Makedonya’nın özgürlüğü ve Osmanlı düşmanlığı konusunda müthiş bir işbirliği içine girmişlerdi.

Trablusgarp Savaşı öncesi Arap vilayetlerinin durumu da çok karışıktı. İmam Yahya, Yemen’de ayaklanmıştı. 1911 Mayısı’nda bu ayaklanma yatıştı. Asir’deki Seit İdris ayaklanması ise daha uzun süre devam etti. Seyit İdris, savaş sırasında İtalyanlara çok yardımcı oldu.

Savaş Öncesi İtalyan Kamuoyu

1911 yılı İtalyan birliğinin ve krallığının kuruluşunun 50. yılına rastlıyordu. Bu sene ülkede büyük bir milli heyecan yaratılmaya çalışılmış, bu çerçevede İtalya’nın Trablusgarp üzerindeki eski iddiaları da bir şekil almaya başlamıştı.26 22 Eylül tarihli Debats Gazetesi de bunu teyit etmekteydi.27

İtalya III. Vittorio Emanuel’in (1900-1946) tahta çıkmasından sonra, 15 yıl süre ile otoritesini herkese kabul ettiren başbakan Gilollitti zamanında dengeye kavuştu. Kalabalık göç dalgalarına rağmen hâlâ yüksek olan ülke nüfusunun dinamikliği ve iyi bir yönetim sayesinde hükümet tarım ve sanayii önemli ölçüde geliştirdi. Tecrübeli devlet adamı Giolitti cesaretli bir dizi reformlara girişti. Sosyalist kanadın isteklerine uygun yenilikleri gerçekleştirdi. Ancak sağ kanattaki milliyetçi istekleri de tatmin etmek gerekiyordu. 1910’da kurulan İtalyan Milliyetçi derneği, emperyalist özellikte bir milliyetçilik akımını temsil ediyordu. Milliyetçilerin Floransa’daki kongresinde, Giolitti hükümeti “Libya üzerine diplomatik ipotek” koymaya zorlanmıştı.28

İtalya kamuoyunda Libya seferi için her kesimin kendine göre gerekçesi vardı. Milliyetçiler, eski Roma imparatorluğu günlerindeki Akdeniz siyasetinin dönüşü selamlıyorlardı. Katolikler, hilâle karşı yeni bir Haçlı seferini görebiliyorlardı. Kamuoyunun kayda değer bölümü ise özellikle güneyde bu yeni koloniye göçe son verecek bir toprağa bakar gibi bakıyordu.29

İtalyan sosyalistleri ise aralarında bir birlik olmamasına rağmen genelde bu savaşa karşı olmuşlardı. 27 Eylül 1911 tarihli Tanin’de “İtalyan sınıf-ı aliyesinde işgal için pek ziyade heyecan var ise de amele sınıfı işgale muhaliftir” deniliyor ve işçi sınıfının İtalya’nın Libya’ya30 asker sevk etmesini men etmek için umumi grev teşebbüslerine giriştiğini yazıyordu.


Yüklə 8,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   52   53   54   55   56   57   58   59   ...   193




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin