LÜ'LÜ' İnci. * Parlak. Ziyalı. Kıymetli.
LÜ'LÜ-İ LÂLÂ Parlak inci.
LÜ'LÜ-İ MESKUB Delinmiş inci.
LÜ'LÜ-İ ŞEHVÂR İri inci.
LÜ'LÜ'-BÂR f. İnci yağmuru. İnci yağdıran.
LÜ'LÜ'-FEŞAN f. İnci saçan, inci dağıtan.
LÜ'LÜ'-PÂŞ f. İnci dağıtan, inci saçan.
LÜM'A (C: Limâ') El ayası miktarı. * İnsan topluluğu. * Kuruması gelmiş olan bir parça ot.
LÜMAH (LİMÂH) Tokatla vurmak.
LÜMAZE Ağızda geri kalan nesne.
LÜMEY'A Küçük pırıltı. Küçük ışıkcık. Parıltıcık.
LÜMEZE Bir kimsenin arkasından ayıplarını söyliyen. Gıybet eden.
LÜMME Nişan. Alâmet. Damga. Nokta. * Vesvese, kuruntu. * Çok cemaat, çok kalabalık.(İnsan küçük bir âlem olduğu gibi, âlem dahi büyük bir insandır. Bu küçük insan o büyük insanın bir fihristesi ve hulâsasıdır. İnsanda bulunan nümunelerin büyük asılları, insan-ı ekberde bizzarure bulunacaktır. Meselâ: Nasılki insanda kuvve-i hâfızanın vücudu, âlemde Levh-i Mahfuz'un vücuduna kat'i delildir. Öyle de: İnsanda kalbin bir köşesinde lümme-i şeytaniye denilen bir âlet-i vesvese ve kuvve-i vâhimenin telkinatiyle konuşan bir şeytani lisan ve ifsat edilen kuvve-i vâhime, küçük bir şeytan hükmüne geçtiğini ve sahiplerinin ihtiyarına zıd ve arzusuna muhalif hareket ettiklerini hissen ve hadsen herkes nefsinde görmesi, âlemde büyük şeytanların vücuduna kat'i bir delildir.Ve bu lümme-i şeytaniye ve şu kuvve-i vâhime, bir kulak ve bir dil olduklarından, ona üflüyen ve bunu konuşturan haricî bir şahs-ı şerirenin vücudunu ihsas ederler. L.)
LÜMME-İ ŞEYTÂNİYE şeytanın vesvesesi. Şeytanın verdiği kuruntu.
LÜMMÎ Toplanmaya dâir. * Nazarî ve aklî delil. (Bak: Limmî)
LÜMMİYET (Limmiyet) İllet ve sebebiyet.
LÜMTA şiddet. Mihnet.
LÜMZA Bir parça yiyecek. * Beyaz nokta. * Atın alt dudağında olan beyazlık.
LÜNC f. Ağzın içi. * Dudak. * Çolak.
LÜSAT Diş etleri.
LÜSEYN Küçük dil. Dilcik.
LÜSGA Söylerken rı'yı gayn'a veya lâm'a; ve sin'i te'ye kalbetmek.
LÜSN (Lisân. C.) Diller, lisanlar.
LÜSS (LİSS) (C.: Lüsus) Hırsız.
LÜSUB (LESB) Yapışmak.
LÜSUK Yapışma, bitişik olma. Yapışıp tutma. * Ulaşma, vâsıl olma, erişme.
LÜSUS (Luss. C.) Hırsızlar, sârıklar.
LÜSUSET (Lüsusiyet) Hırsızlık, sirkat.
LÜSUSİYYET Hırsızlık yapma, sirkat.
LÜSÜN (Lisân. C.) Lisânlar, diller.
LÜTÎN Adam boyu miktarı bir ağacın adı. (Bakla yaprağı gibi yaprağı olur, hurnup gibi dalları olur, içinde küçük taneleri olur.)
LÜTNE Kirpi.
LÜTRE f. Ancak konuşanların anlıyabileceği, başkalarının anlıyamıyacağı şekilde görüşülen uydurma dil, kuşdili. * Boşboğaz.
LÜTUF Rıfk ve nevâziş. İltifatla mülâyemet üzere muâmele eylemek. Allah (C.C.) Hazretlerinin kullarını rıfk ve sühuletle murâdına muvaffak eylemesi. * Güzellik, hoşluk. * İyilik, iyi muâmele.
LÜTUF-DİDE Lütuf görmüş.
LÜTUT Sâbit ve lâzım olmak, gerekmek.
LÜUKA Sür'at, hız.
LÜÜME Öküz. * Çiftçilikte kullanılan bazı âletler.
LÜÜSE Uyku ağırlığı.
LÜVAB (LÜVABÂ) Susamak. * Kulpsuz bardak.
LÜVAM Melâmetlik, rüsvaylık, rezil kepaze olmaklık.
LÜVASE Bir lokma yiyecek.
LÜVB Çokluk, kalabalık, izdihamlık.
LÜVBE (C.: Lüeb-Lub) Kara taşlı yer.
LÜVBİYA Börülce.
LÜVKA Kaymak, zübde. * Yapışmak.
LÜVSE Zayıflık. * Eğlenmek. * İsabet etmek.
LÜZK (Lâzık) Yapışmak. * Ulaşmak varmak.
LÜZUB Yapıştırma, yapışma. Birbirine kafes gibi girdirip yapıştırma. * Sâbit olma.
LÜZUCET Yapışkanlık. Yapışan, uzayan şeyin hali.
LÜZUCÎ Yapışkan. * Kopmadan uzayan.
LÜZUCİYYET Çekilip uzayış.
LÜZUM Lâzım olmak. Bir şey bir şeyden aslâ ayrı olmayıp onunla sâbit ve dâim olmak. Gereklilik.
LÜZUM-U BEYYİN İsbata ihtiyacı olmayan şey. Cehil, ilimsizliğe lüzum olması gibi. Ve yine meselâ: Kör olmak, görmemezliğe delildir. (Lüzum-u beyyin'in zıddı: "Lüzum-u gayr-ı beyyin"dir. İsbata ihtiyacı olan şey demektir.)
LÜZUM-U GAYR-İ MÜNFEK Ayrılmazlık.
MÂ f. Biz mânasınadır. (Bak: Şahıs zamiri) * Mim ile elif harfinden ibâret "Mâ". Arabçada muhtelif isimleri vardır. Ve çeşitli mânalara gelir. Cansız şeylere işaret eder. "Şu nesne, o şey ki..." mânâlarına gelerek kelimelerle birleşir. Meselâ: (Mâ-ba'd: Sondaki, alttaki.)
MÂ-İ İSTİFHAMİYYE Sual için kullanılan kelimenin başında gelir. (Mâhâzâ: Bu nedir? Mâindek: Yanındaki nedir?) suallerinde olduğu gibi.
MÂ-İ MASDARİYE Başında bulunduğu cümleyi masdar mânasına ve hükmüne sokar.
MÂ-İ MEVSUFE Şey mânasında nekre olup bir sıfattan evvel kullanılır. $ (Nazartu ilâ mâ mu'cebin leke: Sana hoş gelen şeye baktım) cümlesindeki gibi...Bazan da sıfatsız olur. $(Ni'me-mâ: Ne güzeldir) $ (Meselen-mâ: Bir misâl olarak) kelimelerinde gördüğümüz gibi.
MÂ-İ MEVSULE Buna ism-i mevsul de denir. Kendinden sonra gelecek küçük cümleyi daha önce geçen cümleye bağlar. $ (Ketebtu mâ kultü: Söylediğimi yazdım, ne söyledimse yazdım) cümlesinde olduğu gibi.
MÂ-İ NÂFİYYE $(Ben kâmil değilim) misâlinde olduğu gibi mânayı nefyeder.
MÂ-İ ŞARTİYE İki muzariyi cezmeder, şart ve cezâ mânasını ifade eder. $(Ne yazarsan, yazarım) misalinde olduğu gibi.
MÂ-İ ZÂİDE Bazı edat ve fiillerin sonuna fazladan olarak gelir. $ kelimelerinde olduğu gibi.
MÂ' Su. Ab.
MÂ-İ CÂRİ Akarsu. (Çay ve ırmak suları gibi.)
MÂ-İ LEZİZ Lezzetli ve tatlı su.
MÂ-İ MAGSUL (Mâ-i müsta'mel) Kullanılmış su.
MÂ-İ MUKATTAR İnbikten geçirilmiş (damıtılmış), saf su.
MÂ-İ MUTLAK Yaratıldığı vasıf üzere duran su. (Yağmur, kar, deniz, göl, ırmak, pınar, kuyu sularıdır).
MÂ-İ MUKAYYED Herhangi bir maddenin karışması ile yaratılmış oldukları hâlden çıkmış ve hususi bir ad almış sulardır. (Gül, çiçek, üzüm, asma, et suları gibi.)
MÂ-İ MÜKEDDER Bulanık su.
MÂ-İ MÜNHEMİR Akıp giden su.
MÂ-İ MÜSTAMEL Temiz olduğu halde temizleyici olmayan, kullanılmış olan sulardır.
MÂ-İ RÂKİD Durgun su.
MÂ-İ ZERRİN Altun suyu.
MÂ-ÜL BAHR Deniz suyu.
MÂ-ÜL HAYAT Hayat suyu. (Bak: Ab-ı hayat)
MA' Yer yüzüne yayılıp döşenmek.
MAA (Beraber) mânasında bir kelime olup, iki türlü kullanılır:1- İzafetle (tamlama hâlinde):a) Zarf olarak: (Celestü maa zeydin: Zeyd ile beraber oturdum)b) Sıla (cümlecik) olarak: (Musaddıkan lima maaküm: Sizdekini tasdik ederek)c) Haber olarak: (Vehüve maahüm: O, onlarla beraberdir.)2- İzafetsiz: Bu takdirde tenvinlenir ve hâl olarak bulunur: (Caû maan: Beraber geldiler.)
MAAB Ayıp, eksiklik. * Ayıp şey, utanılacak nesne, ayıp yeri.
MAABİD (Meâbid) (Mabed. C.) İbadet edilen yerler. Mâbetler. * (Abd. C.) Hizmetçiler. Kullar.
MAABİD-İ İSLÂMİYE İslâm mâbetleri. Mescid ve câmiler.
MAABÎD (Ma'bud. C.) Ma'budlar.
MAABİR (Ma'ber. C.) Köprüler, geçitler, kemerler.
MAACİL (Ma'cel. C.) Yollar,
MAACÎN (Ma'cun. C.) Macunlar. Hamur kıvamındaki yoğurulmuş şeyler.
MAAD (Meâd) (Avdet. den) Âhiret. Dönülüp gidilecek yer. * Dönüş. * Ahiret işleri. Uhrevi işler.
MAADA Başka. Fazla. Bundan gayrı. (Bak: Adâ) (İstisnâ kelimesidir)
MAADİN (Maden. C.) Madenler.
MAAFİR Hemedan'da bir kabilenin adı.
MAA-HAZA Bununla beraber. Bununla birlikte.
MAAHİD (Ma'hed. C.) Buluşma yerleri. Anlaşma yapılan ve sözleşilen yerler.
MAAHU Onunla beraber. Onunla.
MAAK Meslek, mezheb. * Sığınacak yer.
MAAKAT Derinlik.
MAAKID (Ma'kad. C.) Ma'kadlar, akdedilecek yerler. Toplantı yerleri. * Düğümler. Düğüm yerleri veya noktaları.
MAAKIL (Ma'kıl, Ma'kale ve Ma'kule. C.) Sığınacak yerler. * Kan pahaları.
MAAKIM (Ma'kım. C.) Eklemler, eklemeler.
MAAKKA Çocuğun, anababaya isyan etmesi. Veledin valideyne itaatsizliği.
MAAL Yükseklik. İlerilik. Şereflilik.
MAALCEMAA (Maa-l-cemâe) Cemaatle beraber, cemaatle birlikte.
MAALEM İz. Eser. Nişân. * Dinî mes'ele.
MAAL-ESEF Yazık ki. Maalesef.
MAAL-FARZ Farzedilerek. Doğruluğu kabul edilmekle. Kabul edilmiş sayılmakla.
MAAL-FARIK Yanlış olarak. Farklı olarak. Farklı olmakla beraber.
MAAL-GAYR Başkası ile birlikte. Gayrısı ile.
MAALÎ şerefler. Yükseklikler. * Yüksek fikirler. * şerefli vazifeler.
MAALİF (Ma'lef. C.) Ot, saman gibi yem konan yerler. Samanlıklar.
MAAL-İFTİHAR İftiharla. Sevinerek. Kemal-i şevk ile.
MAALİM (Ma'lem. C.) Dinî inançlara, itikadlara dair mes'eleler. * İzler. Nişanlar. Eserler.
MAALİYAT İnsan aklının yetişemediği veya zor yetiştiği yüksek fikir ve derin bilgiler.
MAAL-KERAHE Kerih, çirkin, kötü olmakla beraber. Kerahetle beraber. Mekruh olarak.
MAAL-KİFAYE Kâfi olmakla, yetmekle beraber.
MAAL-MEMNUNİYYE Memnun olmak suretiyle. İsteyerek. Gönül rızası ile. Memnuniyetle.
MAAMİ' (Ma'maa. C.) Ateş çatırtıları.
MAAN Birlikte. Beraber.
MAAN Menzil, mekân.
MAANÎ (Mâna. C.) Mânalar. * Belâgatın üç şubesinden biri. Lafzın muktezâ-yı hâl ve makama uygunluğuna mahsus bir ilim adı. (Bak: Belâgat)
MAANÎ-İ KUDSİYYE Kudsi mânâlar.
MAANÎ-İ MEDLULE Anlaşılan mânâlar.
MAANÎ-İ MUKADDESE Mukaddes mânâlar.
MAANÎ-İ MÜTEZAHİME Bir kelimenin çok mânaya gelip birbiri ile yarışma hâli.
MAANÎ-İ SÂNEVİ İkinci derecedeki mânâlar. İşarî, mecazî, remzî mânâlar gibi.
MAANÎ-İ ÛLÂ Evvelki mânâlar, vesileler.
MAAR Ar ve hayâya sebep olacak şeyler.
MAARIZ (MEÂRİZ) (Muarraz. C.) Bir sözü söyleyip başka bir şey murad etme ve cem' olmak, toplamak itibariyle ma'razlar, ta'rizler, adem-i tasrihler, sarahatsizlikler.
MAARÎ İnsanın daima çıplak kalan organ veya azası.
MAARÎC (Mi'rac. C.) Merdivenler.
MAARİF Tahsil ile elde edilen ilim, malûmat, bilgi. * Meharet. Üstadlık. Hüner. * Marifetler. Mâruflar. Kültürler. * Çehrenin manzarada zâhir olan yerleri. * Bir memleketin okullarını ve tahsil ihtiyacını idâre ve te'mine çalışan bakanlık.
MAARİF-İ MÜTENEVVİA Çeşit çeşit bilgiler.
MAARİF-İ UMUMİYE NEZARETİ Maarif vekâleti. Milli Eğitim Bakanlığı.
MAARİF-MEND (C.: Maarifmendân) f. Bilgili, bilgi sahibi. Kültürlü.
MAARİF-MENDÂN (Maarifmend. C.) Bilgi sahibi kimseler, bilgililer.
MAARİF-PERVER f. Maarifin yayılıp intişar etmesine çalışan. Maârife ait şeyleri muhafaza eden.
MAARİK (Ma'rek ve Ma'reke. C.) Savaş meydanları, muharebe alanları. Harp sahaları.
MAARÎZ (Mi'raz. C.) Kapalı mânâlar. * Edb: Birden fazla mânası olan bir kelimenin, en uzak mânasını kasdetmeler.
MAARÎZ-ÜL KELÂM Kelâmda irad olunan kapalı mânâlar. Bir sözün asıl mânâsından başka mânâyı istemeler.
MAAS Ayağın siniri çekilip büzülmek. * Ayağın eğri olması.
MAASIR (Ma'sara. C.) Üzüm, susam gibi şeylerin sıkıldığı yerler.
MAASÎ (Ma'siyyet. C.) Günahlar. * İsyanlar.
MAAŞ Geçinilecek şey. Yaşayış. Aylık para.
MAAŞAT (Maâş. C.) Maaşlar. Memur, emekli, dul, yetim vs. gibi kimselere verilen aylıklar.
MAAŞEN Yaşayış bakımından.
MAAŞİR (Ma'şer. C.) (Bak: Ma'şer - İlticâ - Melce').
MAATIF (Ma'tıf ve Mı'taf. C.) Gözlenilecek veya bakılacak yerler.
MAATÎR (Mı'târ. C.) Devamlı güzel koku sürünenler.
MAA-T-TEESSÜF Yazık ki. Esefle. Teessüfle beraber.
MAAVİL (Mi'vel. C.) Taş, kaya parçalamakta kullanılan sivri kazmalar.
MAAVİN (Maunet. C.) Yardımlar, muâvenetler. * Yol yiyecekleri. Azıklar.
MAAYİB Ayıplar. Lekeler. Kusurlar.
MAAYİR Ayıplanmış.
MAAYİŞ (Maişet. C.) Geçinmek için gerekli şeyler.
MAAZ Sığınacak yer. Penah.
MAAZ Şiddetle gadap etmek, çok fazlasıyla hiddetlenmek. * Bir nesne güç gelmek, zor gelmek.
MAAZALİK Şu var ki. Bununla berâber.
MAAZALLAH Allaha sığındık. Allah korusun.
MAAZIM (Mu'zam. C.) Bir şeyde en büyük kısımlar.
MAAZİR (Bak: Meâzir)
MAAZİYADETİN Fazlasıyla, ziyadesiyle, çok miktarda, bol bol.
MA-BA'D Sonra. Gelecekteki.
MA-BA'DETTABİA (Mâba'de-t tabia) Metafizik. Beş duygu ile bilinmeyen varlıklar hakkında fikrî araştırma yapan felsefe kolu. Bu felsefe ile alâkalı olan.
MABA'Dİ (Mâbadi) Sonrası. Bundan sonrası.
MABAKİ Geri kalan, kalan, artan.
MA'BED (Mâbet) (İsm-i mekân) İbadet edilen yer. (Mescid, câmi gibi)
MA'BED-İ FERSUDE f. Eskimiş, yıpranmış mâbed.
MA-BEKA Arta kalan, bâkiye, geri kalan.
MA'BER (C.: Maâbir) (Ubur. dan) Geçit, kemer, köprü. * Geçilecek yer.
MABEYN Ara. Aradaki şey. İki şeyin arası. * Haremle selâmlık arasındaki oda. * Padişah yakınlarının bulunduğu oda.
MABGUZ (Bugz. dan) Nefret ve buğzedilmiş. Sevilmemiş.
MA-BİHİ-L-HAYAT Yaşamaya sebep olan, hayata vesile olan.
MA-BİHİ-L-İFTİHAR Kendi ile ve onunla iftihar edilecek şey.
MA-BİHİ-L-İMTİYAZ Kendisi ile imtiyaz kazanılan şey.
MA-BİHİ-L-İSTİHKAK Hak etme sebebi.
MA-BİHİ-L-İ'TİMAD İtimada vesile ve sebep olan şey.
MABSARA Bedihî ve zâhir olan hususlar. Açık ve meydanda olan hususlar.
MA'BUD (Mâbud) Kendine ibadet edilen Allah (C.C.)
MA'BUD-U Bİ-L HAK Hak olan ma'bud. Hakkıyla ibadete lâyık olan Allah (C.C.)
MA'BUD-U HAKİKÎ Hakiki ma'bud olan Cenab-ı Hak (C.C.)
MA'BUDE Şirk, evham ve putperestlikten doğan kadın heykeli ve emsali put.
MA'BUDİYYET Mâbud oluş. Kendine ibâdet edilmeğe lâyık olan, ki bu sıfat ancak Allah'a mahsustur. Uluhiyyet.(İşte şu vaziyette bir insana hakiki ma'bud olacak; yalnız, her şeyin dizgini elinde, her şeyin hazinesi yanında, her şeyin yanında nâzır, her mekânda hâzır, mekândan münezzeh, aczden müberra, kusurdan mukaddes, nakstan muallâ bir Kadir-i Zülcelâl, bir Rahim-i Zülcemâl, bir Hakîm-i Zülkemâl olabilir. Çünkü, nihayetsiz hâcat-ı insaniyyeyi ifa edecek ancak nihayetsiz bir kudret ve muhit bir ilim sâhibi olabilir. Öyle ise mabudiyete lâyık yalnız Odur. S.) (Bak: Taabbüd)
MA'C Süratle gitmek, hızlı gitmek. * Yürürken dolaşmak.
MAC Tuzlu su.
MACC Ağzından sular akan yaşlı deve.
MA'CEL (C.: Maâcil) Yol. Menzile ulaştıran yol.
MA'CEME Sabırlı, tahammüllü kimse.
MACERA Olup geçen şey. Baştan geçen hadise.
MACERAPEREST f. Maceracı. Macera meraklısı.
MA'CES Yay kabzası.
MA'CEZ Çalışmaktan ve maişetten âciz oldukları yer.
MACİD Çok âli. Şerif. Yüce. Kerim. * Hoş. Nâzik meşreb.
MACİN (C: Micân) Her dileğini yapan kimse. * Hile yolunu öğreten.
MACUN Hamur kıvamındaki ilâç. * Hamur gibi yoğurulmuş şey.
MACUŞUN Gemi, sefine. * Boyanmış elbise.
MAÇ f. Öpüş.
MAÇİN Çin'e tâbi, Doğu Türkistan tarafındaki çöllerde ve Târim nehrinin güneybatısındaki dağlarda oturan Türk milletinden bir kavimdir ve simaca Moğol ile Aryâ cinslerinden mürekkeb oldukları anlaşılıyor. İçlerinde sarı saçlı ve mavi gözlü adamlar dahi bulunuyorsa da lisan bakımından Doğu Türkistan'ın ahalisinden farkları yoktur. Çağatay dili konuşurlar. Kendileri çok tembel; ve zevk ve eğlenceye çok düşkündürler. Ziraat vs. işleri kadınları tarafından yapılır. Tamamı müslüman ve sünnîdirler.
MAD Yumuşak taze ot.
MA'D Taze hurma. * Taze ot. * Yumuşak. * Yoğunluk, gılzat. * Gitmek. * Çekmek.
MADAHİK (Madhek. C.) Güldürücü ve komik kimseler. Soytarılar.
MADAK Sıkıntı, darlık.
MADALLE Yolun kaybolduğu yer.
MADALYA İtl. Büyük işlerde muvaffak olanlara veya büyük fedakârlık ve kahramanlık gösterenlere hediye ve hatıra olarak verilen ve çok defa yuvarlak biçimde, göğüse takılacak şekilde olan kıymetli madeni parça.
MÂ-DÂM Çünkü. Mâdem. Böylece olunca. Dâim ve bâki oldukça.
MÂ-DÂM-EL MELEVAN Gece gündüzün devamı müddetince.
MADARİB (Madrab. C.) Darbedilecek, dövülecek yerler.
MADCA' Yatılan yer. * Kabir. Mezar.
MADDE Zahir duygularla hissedilen, ruhâni olmayıp, ağırlığı olan, cismâni bulunan. * Asıl, esas, cevher, mâye. * Bend, fıkra, kısım. * İlm-i Kelâmda: His âzâmız üzerine bir takım muayyen ihtisâsât husule getiren veya getirebilen, her şey. * Tıb: Çıbanın içinde hasıl olan yara.
MADDE-İ ACİNİYE Hamur gibi yoğurulmuş cisim.
MADDE-İ MUSAVVİRE Tıb: Kanın küreciklerinden başka gıda maddesinden olup, azot ve sair maddeleri içine alan sulu cisim. Canlı hücrelerin vücudunu teşkil eden ve içinde çoğunun çekirdek bulunan albüminli madde. Protoplazma.
MADDE-İ ULYÂ Kıymetli cevher maddesi, yüksek madde. Çok kıymetli şey.
MADDETEN Cismen. Madde ve cisim olarak. * İş olarak, iş ile. * Gözle görülür ve elle tutulur şekilde.
MADDÎ (Maddiye) Cismâni. Madde ile alâkalı olan. Maddeye ait. * Paraca ve malca. * Paraya ve mala fazlaca ehemmiyet veren. * Dokunma, koklama, görme, işitme, tatma ile hissedilip duyulan şeyler.
MADDİYAT (Maddiyet. C.) Maddi ve cismâni şeyler. Gözle görülüp elle tutulur cinsten şeyler.
MADDİYET (C.: Maddiyât) Gözle görülüp elle tutulan şey. Cismâni.
MADDİYYUN (Maddiyun) Maddeciler. Her şeyin esası madde olduğunu iddia edip, ruhaniyatı inkâr eden dinsizler. Her şeyi madde ile ölçenler. Masnuât-ı İlâhiye olan mahlukatı ve zerrelerin muntazam hareketini, tesadüf eseri gibi kabul ve tevehhüm edip dinsizliğe yol açmağa çalışanlar.(Maddiyyun denilen bir kısım ehl-i dalâlet, zerrattaki tahavvülât-ı muntazama içinde Hallâkiyet-i İlâhiyyenin ve kudret-i Rabbâniyenin bir cilve-i âzamını hissettiklerinden ve o cilvenin nereden geldiğini bilemediklerinden ve o kudret-i Samedâniyenin cilvesinden gelen umumi kuvvetin nereden idare edildiğini anlıyamadıklarından, madde ve kuvveti ezeli tevehhüm ederek, zerrelere ve hareketlerine âsâr-ı İlâhiyyeyi isnad etmeye başlamışlar. Fesübhanallah! İnsanlarda bu derece hadsiz cehalet olabilir mi ki, mekândan münezzeh olmakla beraber herbir yerde herbir şeyin icadında herşeyi görecek, bilecek, idare edecek bir tarzda bulunur bir vaziyetle yaptığı fiilleri ve eserleri; câmid, kör, şuursuz, iradesiz, mizansız ve tesadüf fırtınaları içinden çalkanan zerrâta ve harekâtına vermek, ne kadar câhilâne ve hurafetkârâne bir fikir olduğunu, zerre kadar aklı bulunanların bilmesi gerektir. Evet bu herifler vahdet-i mutlakadan vazgeçtikleri için, hadsiz ve nihayetsiz bir kesret-i mutlakaya düşmüşler; yâni; bir tek İlâhı kabul etmedikleri için, nihayetsiz İlâhları kabul etmeye mecbur oluyorlar. Yâni; bir tek Zât-ı Akdesin hassası ve lâzım-ı zâtisi olan Ezeliyeti ve Hâlikıyeti, bozulmuş akıllarına sığıştıramadıklarından; o hadsiz, nihayetsiz câmid zerrelerin ezeliyetlerini, belki Uluhiyetlerini kabul etmeye mesleklerince mecbur oluyorlar... L.)
MADDİYUNLUK Maddiyunların mesleği. Maddecilik. Hiçbir müsbet delile dayanmıyan ve sadece maddeye istinad eden ve ruhâniyatı ve mâneviyatı inkâr edenlerin bâtıl akideleri.(Maddiyunluk, mânevi tâundur ki, beşere müthiş sıtmayı tutturdu; gazab-ı İlâhiye çarptırdı. Telkin ve tenkid kabiliyeti tevessü' ettikçe o tâun da tevessü' eder. M.)(Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir, göz ise, mâneviyatta kördür. M.)
MADE f. Dişi. Erkeğin zıddı.
MA'DELE(T) (Ma'dilet) Adalet eylemek. Hak ile hükmeylemek. * Adalet yeri.
MA'DELE-İ ULYÂ Büyük adalet yeri, yüksek adaletle herkesin muhakemesi görülen yer. Huzur-u İlâhiyedeki adâlet.
MA'DELETGÜSTER f. İnsaflı, adaletli, vicdanlı ve doğru kimse.
MA'DELETKÂR f. Âdil, adaletli.
MA'DELETPERVER f. Doğru, insaflı, adaletli ve vicdanlı kimse.
MA'DEN Maden. * Bir haslet veya hususiyetin kaynağı. * Herşeyin aslî mekânı, menbâ ve me'hazı olan yer. * Toprak, taş, kum gibi maddelerle karışık demir vesairelerin vaziyetlerine de maden denir.
MA'DENÎ Madenden yapılmış. * Madenle alâkalı.
MA'DENİYAT Madenî oluşlar. Madenler. Madenden çıkan şeyler. Maden ilmi.
MÂDER f. Ana. Çocuğu doğuran. Ümm.
MÂDERANE f. Annece. Anaya yakışır surette.
MÂDERENDER f. Üvey ana.
MÂDERÎ f. Analık. Annelik.
MÂDERZÂD f. Anadan doğma. Anadan doğduğu gibi.
MADG Çiğneme. Ağızda çiğneyiş.
MADGARE Mukabil iki tarafın şiddetli hücumları ile meydanda gelen savaş.
MADHEK Maskara. Gülünecek şey. Soytarı. Komik.
MADİH (Medh. den) Öven, medheden.
MADİH Keskin.
MA'DİL Sapılacak yer. Ma'dul.
MA'DİN (C: Meâdin) Hak Teâlâ'nın yerde halk ettiği. * İkamet ettikleri mevzi.
MADİYAN f. Dişi at. Kısrak.
MADREB (MADRIB) (C.: Madarib) Darb edilecek, vurulacak yer. * Kakma, çakma yeri.
MADREBE Kılıncın ağzı.
MADRUB Vurulmuş. Döğülmüş. Çarpılmış. Darbolunmuş. * Damgalanmış. * Mat: Darbedilen (çarpılan) sayı.
MADRUBEYN Mat: Birbirine çarpılan iki sayıdan herbiri.
MADRUS Örülerek yapılmış. Örülmüş şey.
MA'DUD Hesabedilen. Sayılan. Addedilen. * Muayyen. Belli.
MA'DUDAT Yumurta gibi sayı ile satılıp alınan şeyler.
MA'DUM Mevcut olmayan. Yok olan. Yok.
MA'DUM-ÜL CİSİM Cismi olmayan.
MA'DUMAT Yok olanlar. Yokluklar.
MA'DUMAT-I HÂRİCİYYE İlm-i İlâhide olup, maddi vücudu olmayan şeyler.
MA'DUMAT-I MÜMKİNE Var olacağı ilm-i İlâhîde mâlum olup, henüz mevcud olmayan hâdisat.
MA'DUMİYET Yokluk, ma'dumluk, yok olma.
MA-DUN Aşağı. Alt. Alt derece.
MA-FAT Kaybolan. Fevt olan. Elden çıkan şey. Kaybedilen.
MA-FEVK Üstünü. Üstün olanı. * Bir şeyin üstü, üst tarafı. Baş.
MA-Fİ-HA İçindekiler. O şeyin içinde olanlar.
MA-Fİ-L-BAB Kapı içinde. Bir kitabın içindeki bölümde (babda) olan şey.
MA-Fİ-L BAL Gönülde olan maksad ve meram. (Mâ-fi-z zamir de denilir.)
MA-Fİ-L YED Fık: Bir terekenin taksimi yapılmadan varislerden biri veya birkaçı ölürse, bunların terekelerinden varislerine düşen kendi mikdarları.
MA-Fİ-Z ZAMİR Kalbde ve gönülde olan.
MAFSAL Tıb: Vücuddaki kemiklerin ekli olan oynak yerleri. Eklem.
MAFSAL-I MÜTEHARRİK Tıb: Oynar eklem.
MAFTUR (Fıtrat. dan) Yaradılışta olan. Fıtratta bulunan. * Yaradılmış.
MA'FUC Dübürüne vurulmuş.
MA'FUN Bozulmuş ve çürümüş şey. * Kokmuş et.
MA'FÜVV Suçu afvedilmiş. Bağışlanmış. * İstisnâ edilmiş, müstesnâ kılınmış, ayrı tutulmuş.
MAGABBE Akıbet, son, netice.
MAGABIT İmrenilme. Gıpta edilme.
MAGABİN (Magben. C.) Kasıklar, uyluk kemikleri.
MAGAFİR (Miğfer. C.) Çelik başlıklar, miğferler.
MAGAFİR Çirkin kokulu bir zamk.
MAGAK f. Çukur.
MAGAKÇE f. Küçük çukur. Çukurcuk.
MAGALE şer, kötü.
MAGALIK (Mağlak. C.) Kilitler, sürmeler.
MAGALIB Üstün gelen, galebe eden.
MAGAMİZ (Magmaz. C.) Karanlık yerler. Karanlık ve çukur yerler.
MAGAMİZ Ayıplı, ayıplanmış.
MAGANİ (Magni. C.) Evler, hâneler, menziller.
MAGANİM (Magnem. C.) Ganimetler. Düşmandan ele geçirilen mallar.
MAGARAT (Magare. C.) Mağaralar.
MAGARE (C.: Magarât) Mağara.
MAGARİB (Magrib. C.) Batılar, magribler, garplar. * Akşamlar.
MAGARİM (Magrem. C.) Diyetler. * Ödenecek borçlar.
MAGARİS (Magris. C.) Fidanlıklar, fidan bahçeleri.
MAGAS (C: Emgâs) Kıymetli iyi deve.
MAGASİL (Magsel ve Magsil. C.) Gusülhâneler, yıkanılacak yerler.
MAGAVİR (Mugâvir. C.) Kıtal eden, harbeden, çarpışan.
MAGAZİ Muharebeye âit hikâyeler. Gazâ hikâyeleri. * Savaşlar, muharebeler, gazalar.
MAGAZİN Çeşitli mevzulardan bahseden resimli mecmua.
MAGBAT (C.: Magabit) Gıpta edilecek ve imrenilecek yer.
MAGBEN (C.: Magabin) Uyluk kemiği. Kasık.
MAGBUN (Gabn. dan) Alışverişte aldanmış olan. * Şaşkın. Şaşırmış.
MAGBUNİYET Şaşkınlık.
MAGBUT (C.: Magabit) İmrenilmiş, gıpta edilmiş.
MAGD Kurutan otu. * Yerüç otu.
MAGDUB Hiddet ve gadaba uğramış. Doğru ve hak dini tanıyamamış ve rahmetten mahrum kalmış. Lütf-u İlâhîden mahrum olmuş. * Fık: Gasbolan mal.
MAGDUBEN (Gadab. dan) Öfke ve hiddet ile. Gadap ile.
MAGDUBUN MİNH Fık: Malı gasbolan kimse.
MAGDUR (Mağdur) Gadre, haksızlığa uğramış ve gadir görmüş.
MAGDURE Mağdur kadın. Haksızlığa uğramış ve gadir görmüş kadın veya kız.
MAGDURİYYET Mağdurluk. Gadre uğramış kimsenin hali.
MAGFELE Dudak altında biten kılların çevresi.
MAGFİRET (Mağfiret) Cenab-ı Hakk'ın kullarının günahlarını örtmesi, affetmesi, rahmeti ile lütfu.
MAGFİRET-İ İLÂHİYE Allah'ın mağfireti, affetmesi.
Dostları ilə paylaş: |