Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə116/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   112   113   114   115   116   117   118   119   ...   181

MEVT-İ AHMER Kızıl ölüm. Kanlı ölüm. Öldürülmek. * Tas: Nefse karşı koymak.

MEVT-İ EBYAZ Ani ölüm. * Açlık.

MEVT-İ ESVED Boğazı sıkılmak veya suya atılmak suretiyle husule gelen ölüm.

MEVT-İ HÂİL Korkunç ölüm.

MEVTA Ölüler. Ölmüşler. Cenâzeler.

MEVTA' Ayağın bastığı yer.

MEVTAÎ Ölü gibi, ölüye benzer.

MEVT-ALUD f. Ölüm gibi. Ölümlü. Korkunç. Ölü gibi.

MEVTAN (Mevetan) Cansız. * Baygın.

MEVTIN (C.: Mevatın) Yerleşip oturulan, yurt edinilen yer.

MEVTÎ Ölümle ilgili, mevte ait.

MEV'UD Söz verilmiş. Vaadedilmiş. Vâdeli. Vadesi muayyen ve mukadder olan. * Evvelden takdir olunmuş.

MEV'UDE Küçükken diri diri gömülüp öldürülen kızcağız.

ME'VUM Koca başlı ve gövdeli kimse.

MEV'ÜF Afete uğramış nesne.

MEVVAC Çok dalgalanan. Çok dalgalı. Fırtınalı. * Radyo.

MEVVAR Seri, çabuk, hızlı, sür'atli.

MEVZ Muz ağacı.

MEVZİ' Bir şey konulacak yer.

MEVZU' Bahis. Üzerinde durulan mes'ele. * Aşağılanmış olan. * Konulmuş. Vaz olunmuş. * Uydurma. Doğru ve hakikat olmayan. * Geçer olan, muteber, işlemekte olan, câri.

MEVZU-U BAHS Kendisinden bahsedilen. Bahis konusu.

MEVZUA Kabul edilmiş esas. İlk önce ele alınan fikir. Müsellem ve âşikâr olan kaziyye, hüküm.

MEVZUAT Bahsedilen hususlar. Bir şeyin esasını teşkil eden hususat. Tatbikat halinde olan hükümler ve kaideler.

MEVZUAT-I BEŞER İnsanların koyup kabul ettikleri hükümler ve kanunlar.

MEVZUN Vezinli. Ölçülü. Tartılı. Düzgün. * Yakışıklı. * Her bir vasfı ölçülü ve i'tidal üzere bulunup, sırf iyi ve güzel şeylere nâil olan.

MEVZUNAT (Mevzun ve Mevzune. C.) Vezinli ve tartılı şeyler.

MEVZUNEN Vezinli olarak. Ölçülü olarak.

MEVZUNİYET Düzgün, hesaplı ve düzenli. * Mevzun olma hâli.

MEY f. şarap, içki. (Bak: şarab)

MEY' Eriyip akma.

MEY'A (Mey'at) Yiğitlik başlangıcı. * Atı koşuya alıştırmak. * Erimiş sıvı madde. * Yere dökülen bir sıvının akıp gitmesi. * Bir şeyin ilk zamanı. Tâzelik vakti.

MEYADİN (Meydan. C.) Meydanlar. Geniş yerler. Arsalar.

MEYADİN-İ HARB Savaş meydanları. Muhârebe alanları.

MEYAMİN (Meymenet. C.) Bereketler, mutluluklar, uğurlar.

MEYAMİN (Meymun. C.) Bereketliler, uğurlular. * Maymunlar.

MEYAN (Bak: Miyân)

MEYASİR (Meysere. C.) Ordunun sol kanatları. Sol cenahlar. * Zenginlikler, servetler.

MEYASİR (Meysur. C.) Kolaylaştırılmış şeyler.

MEYASİR Acem merkepleri. (Atlas ve ipek ile süslenen eşeklerdir.)

MEY-AŞAM f. İçki içen. Şarap içen.

MEYAZİB Oluklar. Su yolları.

MEYD Deprenmek. Sallanmak. * Ziyaret etmek. * Hareket etmek. * Kırağı çalmak. * Meyletmek. * Neşv ü nemâ bulmak. * Başı dönüp midesi bulanmak.

MEYDAN Arsa. * Geniş yer. * Etrafı çevrilmiş, üstü açık geniş yer.

MEYDAN-I HARB Savaş meydanı, muhârebe alanı, harp meydanı.

MEYDAN-I HAŞİR Haşir meydanı. Haşrin yeri.(Sual: Meydan-ı Haşir nerededir?Elcevab: $ Hâlik-ı Hakîm'in herşeyde gösterdiği hikmet-i âliye, hatta tek küçük bir şey'e, çok büyük hikmetleri takmasiyle tasrih derecesinde işaret ediyor ki: Küre-i Arz; serseriyane, bâd-ı heva azim bir dâireyi çizmiyor.. belki mühim bir şey etrafında dönüyor ve meydan-ı ekberin daire-i muhitasını çiziyor, gösteriyor. Ve bir meşher-i azimin etrafında gezip, mahsulât-ı mâneviyesini ona devrediyor ki, ileride o meşherde, enzar-ı nâs önünde gösterilecektir. Demek, yirmibeş bin seneye karib bir daire-i muhitanın içinde, rivayete binaen Şâm-ı Şerif kıt'ası bir çekirdek hükmünde olarak o daireyi dolduracak, bir meydan-ı haşir bastedilecektir. Küre-i Arzın bütün mânevi mahsulâtı, şimdilik perde-i gayb altında olan o meydanın defterlerine ve elvahlarına gönderiliyor ve ileride meydan açıldığı vakit, sekenesini de yine o meydana dökecek; o mânevi mahsulâtları da, gaibden şehadete geçecektir. Evet Küre-i Arz; bir tarla, bir çeşme, bir ölçek hükmünde olarak o meydan-ı ekberi dolduracak kadar mahsulât vermiş ve onu istiab edecek mahlukat ondan akmış ve onu imlâ edecek masnuat ondan çıkmış. Demek Küre-i Arz bir çekirdek ve meydan-ı haşir, içindekilerle beraber bir ağaçtır, bir sünbüldür ve bir mahzendir. Evet, nasılki nurani bir nokta, sür'at-i hareketiyle nurani bir hat olur veya bir daire olur. Öyle de: Küre-i Arz; sür'atli, hikmetli hareketiyle bir daire-i vücudun temessülüne ve o daire-i vücud mahsulâtiyle beraber, bir meydan-ı haşr-i ekberin teşekkülüne medardır. $ M.)

MEYDAN-I İMTİHAN-I İNS Ü CÂN İnsan ve cinlerin imtihan meydanı, yani dünya.

MEYDAN-I MAHŞER Mahşer meydanı.

MEYDAN DAYAĞI Eskiden askeri mekteblerle kışlalarda tatbik edilen cezalardan biridir. Meydanda tatbik edildiği için bu adı almıştır. Arkadaşını yaralamak, hoca ve zâbitine hakarette bulunmak gibi büyük kabahatlerden dolayı verilen bu dayak cezası, saf saf dizilen bütün talebelerin; asker ise kışladaki askerlerin huzurunda atılırdı. Cezaya çarpılacak talebe yahut asker, meydana getirilerek cezayı icab ettiren kabahatle meydan dayağının tatbiki için verilen karar okunduktan sonra serilen bir battaniye üzerine yüzükoyun yatırılır, başının ucuna ve ayaklarının üstüne kuvvetli birer hademe yahut asker oturtulur, okulun inzibât subayı, asker ise bölüğün subaylarından biri ince kızılcık sopasıyla kaba etlerine vururdu.Bu gibi cezalar, herkes ibret alıp bu suçlar işlenmemesi için herkesin gözü önünde icra edilirdi.

MEYEH Su, mâ.

MEYELAN Bir tarafa eğilmiş olma. Ziyâde meyil gösterme. İltizam.(Fıtrat yalan söylemez. Bir çekirdekteki meyelân-ı nümuvv der: "Ben sünbülleneceğim, meyve vereceğim." Doğru söyler. Yumurtada bir meyelân-ı hayat var. Der: "Piliç olacağım." Biiznillâh olur. Doğru söyler. Bir avuç su, meyelân-ı incimad ile der: "Fazla yer tutacağım." Metin demir onu yalan çıkaramaz; sözünün doğruluğu demiri parçalar. Şu meyelânlar, iradeden gelen evâmir-i tekviniyenin tecellileridir, cilveleridir. M.)

MEYEZD f. Düğün veya işret meclisi.

MEY-FÜRUŞ f. Şarap satan, meyhâneci, şarapçı.

MEY-GUN f. Şarap renginde olan, kırmızıya yakın olan.

MEY-GÜSAR f. İçki arkadaşı. Birlikte içki içen.

MEYH şefâat etmek. * Vermek. * Avuçta su tutmak. * Sallanarak yürümek.

MEYH Kuyunun suyunun çok olması.

MEY-HANE f. İçki satılan ve içilen yer.

MEY-HAR (Mey-hâre) f. İçki içen, içkici, ayyaş.

MEYHEM "Hâlin nedir, nasılsın?" mânasına kullanılır.

MEY-HOŞ f. Ekşimtrak, mayhoş.

MEY-KEŞ f. İçki içen, şarap içen.

MEYL Ortadan bir tarafa eğik olmak. * İstek. Yönelme. Arzu. * Sevme, tutulma, âşık olma. * Gönül akışı.

MEYL-İ TAHADDÎ Meydan okuma meyli. Üstünlüğünü göstermek fikri.

MEYL-ÜT TAHRİB Bozma ve yıkma isteği, meyli.

MEYL-ÜT TEFEVVUK Üstünlük elde etmek meyil ve arzusu. (Bak: Himmet)

MEYL-ÜT TEVESSÜ' Genişleme isteği. Genişleme meyli.

MEYL-ÜT TEZEYYÜD Tekellüfle sözü uzatma, artırma arzusu.

MEYLA' Otsuz sahra, çöl. * Acele, hızlı, seri.

MEYLA Çok budaklı ağaç.

MEYLAB Za'ferân.

MEYLAK Seri ve aceleci kimse.

MEYLEN Eğilerek, meylederek. O taraftan olarak.

MEYLETMEK Bir tarafa doğru eğilmek. Bir tarafa yönelmek. * Sevgisini vermek, eğilmek. Gönül vermek.

MEYLİYAT Bir tarafa meyleden istekler.

MEYMENE Sağ kol, sağ taraf. * Meymenet, yümn-ü bereket. Bereket. Kuvvetlilik. Uğurluluk. Kutluluk.

MEYMUM Denize atılmış olan.

MEYMUN Bereketli, uğurlu. Kuvvetli. Kutlu.

MEYN (C.: Müyun) Yalan. Yalan söyleme.

MEY-PEREST (C: Meyperestân) f. Devamlı şarap içen.

MEYS Ceviz ağacı. * Sallana sallana yürümek.

MEYSA (C: Miyes) Yumuşak yer.

MEYSAN Sallana sallana yürümek.

MEYSEME (Vesm. den) Damga, damgalanmış.

MEYSERE (C.: Meyâsir) Ordunun sol cenâhı. Sol cenâh. * Zenginlik, servet.

MEYSİR Meyser. Kolaylık yeri. Kolaylık. * Kumar. Arablar arasında ok ile oynanan kumar. * Kumar için kesilen hayvan.

MEYSUR Kolay. Kolay olmuş. Asan. Kolay kılınmış şey.

MEYSURAT (Meysur ve Meysure. C.) Kolaylatılmış şeyler. Asan edilmiş şeyler.

MEYŞ Halt etmek, karıştırmak. * Koyun sütünü keçi sütüne karıştırmak. * Yünü kıla karıştırmak. * Sözün birazını söyleyip, bir kısmını söylememe.

MEYT (Meyyit) Ölü. Cansız. Ölmüş. Hareketsiz.

MEYT (MİYÂT) Irak olmak, ırak etmek. Uzak olmak, uzaklaştırmak. Karışmak.

MEYTE Hayvan leşi.

MEYTEHÂR Hayvan leşi yiyen.

ME'YUS Ümidsiz. Kederli. Ye'se düşmüş. Ümidi kesik.

ME'YUSÂNE Ümidsizlikle. (Bak: Ye's)

MEYVE (C: Meyvecât) f. Meyva, yemiş.

MEYVE-İ DİL "Gönül meyvesi": Evlât, çocuk.

MEYVE-İ HUŞK Kuru yemiş.

MEYVEBAR f. Yemiş veren, meyveli.

MEYVECAT (Meyve. C.) f. Yemişler, meyveler.

MEYVEDAR f. Yemişli, meyveli, meyve veren.

MEYVEFÜRUŞ f. Meyve satan, yemiş satan. Manav.

MEYVEHA (Meyve. C.) f. Meyveler, yemişler.

MEYYAL Çok meyleden, eğilen. Çok istekli, düşkün.

MEYYAL-İ İNHİDÂM Yıkılmak üzere bulunan. Neredeyse göçecek durumda olan.

MEYYAL-İ İ'TİLÂ Yükselmeğe çok meyilli ve istekli.

MEYYAN Yalancı.

MEYYİT (Mevt. den) Ölü. Cansız. Ölmüş.

MEYYİT-İ MÜTEHARRİK Hareket halindeki ölü. * Mc: Sağ olup, gayret sahibi olmayanlara söylenir.

MEYYİT-İ SÂMİTE f. Susan ölü. Sessiz ölü. * Hareketsiz.

MEYYİTÂNE f. Ölü gibicesine. Ölmüşçesine.

MEYYİTE Hayvan leşi. * Kadın cenazesi.

MEYZ Ayırmak, birşeyi denklerinden üstün tutmak. * Bir yerden bir yere geçmek.

MEYZER (C: Meyâzir) Peştemal.

MEZ' Evmek, acele, sür'at. * Kesmek.

MEZ' Haberin bazısını söyleyip bazısını gizlemek.

MEZA "Geçti" mânâsına mâzi fiilidir.

MEZABBE Keleri çok olan yer.

MEZABIT (Mazbata. C.) Mazbatalar, tutanaklar.

MEZABÎ Yer yarmak, kazmak.

MEZABİH Mezbahalar. Hayvan kesilen yerler.

MEZABİL (Mezbele. C.) Mezbelelikler, süprüntülükler, çöplükler.

MEZABİR (Mizber. C.) Kalemler, kamışlar.

MEZAD Artırma ile yapılan satış. * Tuluk, dağarcık.

MEZADE (C.: Mezaid) Tuluk, dağarcık.

MEZAHİB Mezhebler. İslâm itikadı ve amel hususunda esas ittihaz olunan yollar. (Bak: Müctehid)

MEZAHİB-İ ERBAA Dört mezheb. (Bak: Mezheb)

MEZAHİM Zahmetler. Sıkıntılar. Belâlar.

MEZAHİM-İ HÂZIRA Bu zamandaki belâlar, zorluklar, anarşik hadiseler. İçtimâi zorluklar.

MEZAHİR Şereflenmeler. Mazharlar. Eşyanın göründüğü yerler. Eşyanın görünen tarafları. Zâhir ve meşhud olanlar. (Bak: Müzâhir)

MEZAHİR Çiçekli yerler.

MEZAK Tatmak. * Zevk tadacak yer. Damak. * Zevk. Tat duyma.

ME'ZAK (Me'zel) : Dar yer.

MEZAK Sür'atli yürüyen deve.

MEZALİK (Mezlaka. C.) Kaygan yerler. Ayak kayacak yerler.

MEZALİM Zulümler. Haksızlıklar. Eziyet ve işkenceler.

MEZA MA MEZA Geçen geçti. Giden gitti.

MEZAMİR (Mızmar. C.) Koşu meydanları.

MEZAMİR Zebur kitabının sureleri. * Düdükler.

MEZAMM Zemmetmek. Ayıplamak.

MEZAN Zannolunan yerler veya şeyler. Zan ve şübhe verecek şeyler.

MEZAN-ÜL ÎCAZ İcaz zannedilen yerler.

MEZAR Ziyaret yeri. Ziyaretgâh. * Mezar. Kabir. Ölünün gömüldüğü yer. Makber.

MEZAR-I ZÂR f. Ağlayan mezar.

MEZARAT (Mezar. C.) Kabirler. Mezarlar.

MEZARE Kalb katılığı. * Büyüklük, azamet.

MEZARET Kalbin şiddeti.

MEZARİ' (Mezraa. C.) Tarlalar, bostanlar. Zirâat olunacak yerler.

MEZARİ-İ MÜNBİTE Münbit ve verimli tarlalar.

MEZARİ' (Mezru. C.) Sürülüp tohum atılmış ve zirâat olunmuş yerler, tarlalar.

MEZARİB (Mızrâb. C.) Mızraplar. Kanun, ud gibi çalgı âletleri.

MEZARİK (Mızrâk. C.) Mızraklar, kargılar.

MEZARİSTAN f. Mezarlık.

MEZARRE Isırmak.

MEZAYA Meziyyetler. İyilikler. Hasletler.

MEZAYA-YI GALİYE Çok kıymetli, yüksek meziyetler.

MEZAYIK Dar ve sıkıntılı yerler.

MEZBAHA Hayvanları kesecek yer.

MEZBELE Çöplük. Pis şeylerin bulunduğu süprüntü yeri.

MEZBELE (C: Mezâbil) Otun sıcaktan solacak olduğu yer.

MEZBUB Sinekli.

MEZBUBE Sineği çok olan yer.

MEZBUH Kesilen. Zebhedilen. Boğazlanmış. * Kurban edilmiş.

MEZBUHÂNE f. Boğazlanır gibi. Boynundan kesilircesine. * Çırpınarak, son ümid ve son kuvvetle.

MEZBUL Solmuş çiçek. * Zayıf, arık ve zebun olmuş olan.

MEZBUR(E) Adı geçen. İsmi yukarıda geçen. (Bak: Merkum) * Taş ile örülmüş kuyu.

MEZC Katma. Karıştırma.

MEZC-İ İTTİHAD İttihadın verdiği imtizac. Kuvvetli birlik ve beraberlik.

MEZCEN Karıştırmakla. Katma suretiyle.

MEZCETMEK Katmak. Karıştırmak.

MEZCÎ Katıp karıştırmakla alâkalı. Mezce dair.

MEZCUC Süngülenmiş. Süngü ile dürtülmüş.

MEZD Misvak ağacının yemişi.

MEZE Tad. Çeşni. Zevk. * Eğlence, alay, lâtife.

MEZEBBE Sinekli yer. * Dizin aşağısındaki kaba etlerin etrafı.

MEZELLET Alçaklık. Zelillik.

ME'ZEM (C: Meâzim) Dağ içinde olan dar yol. Cenk yeri, dövüş meydanı.

MEZEMMET Ayıplama. Kınama. Yerme. * Kınanacak, yerilecek iş.

MEZEN Usul, kaide. Yol. Âdet. Örf.

ME'ZENE (C.: Meâzin) (Ezan. dan) Ezan okunacak yer.

ME'ZER (C: Meâzir) Sığınacak yer, melce.

MEZFUFE Gönderilmiş.

MEZG Yemeği ağızda çiğnemek.

MEZH (Müzâh-Müzâha-Mizâh) : Lâtife, şaka. * Mezc, katma, karıştırma.

MEZHAR (C: Mezâhır-Mezâhir) Karın içi. * Damar.



MEZHEB Yol. Gidilen yol. Tutulan çığır. * Dinin esaslarında ve esas temel mes'elelerde bir olmakla beraber, teferruatta bazı muhtelif mes'eleler olması sebebiyle birbirinden az farklı müctehidlerin yolları. Müctehidlerden, kendilerine tâbi olunanların seçtikleri meslekleri. Füruatta Hanefi ve Şâfii; ve Akaidde Mâturidi ve Eş'ari gibi... Bu "Mezheb" kelimesi asıl ve esas mânasına da kullanılır. Beyn-el ulemâ ve mukakkiklerce ince tedkik neticesinde Kur'ân-ı Kerim'in esaslarından, Peygamber'in (A.S.M.) emir ve sünnetlerinden ayrılmamış "Dört Mezheb" Hak olarak seçilmiştir: 1- Hanefî Mezhebi, 2- Şâfiî Mezhebi, 3- Hanbelî Mezhebi. 4- Mâlikî Mezhebi. (Bak: İmam)(Eğer desen: Hak bir olur; nasıl böyle dört ve oniki mezhebin muhtelif ahkâmları hak olabilir?Elcevab: Bir su, beş muhtelif mizaçlı hastalara göre nasıl beş hüküm alır; şöyle ki: Birisine, hastalığının mizacına göre su, ilâçtır, tıbben vacibdir. Diğer birisine, hastalığı için zehir gibi muzırdır; tıbben ona haramdır. Diğer birisine az zarar verir; tıbben ona mekruhtur. Diğer birisine, zararsız menfaat verir; tıbben ona sünnettir. Diğer birisine, ne zarardır, ne menfaattir; âfiyetle içsin, tıbben ona mübahtır. İşte hak burada taaddüd etti. Beşi de haktır. Sen diyebilir misin ki: "Su, yalnız ilâçtır; yalnız vacibdir, başka hükmü yoktur."İşte bunun gibi, ahkâm-ı İlâhiyye; mezheplere, hikmet-i İlâhiyyenin sevkiyle ittiba edenlere göre değişir, hem hak olarak değişir ve herbirisi de hak olur, maslahat olur. Meselâ, hikmet-i İlâhiyyenin tensibiyle İmam-ı Şâfiî'ye ittiba eden, ekseriyet itibariyle Hanefîlere nisbeten köylülüğe ve bedeviliğe daha yakın olup, cemaatı birtek vücud hükmüne getiren hayat-ı içtimaiye de nâkıs olduğundan, herbiri bizzat dergâh-ı Kadıy-ül-Hâcat'ta kendi derdini söylemek ve hususi matlubunu istemek için, imam arkasında, Fâtiha'yı birer birer okuyorlar. Hem ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir. İmam-ı A'zama ittiba edenler, ekseriyet-i mutlaka itibariyle, İslâmî hükümetlerin ekserisi, o mezhebi iltizam etmesiyle, medeniyete, şehirliliğe daha yakın ve hayat-ı içtimaiyeye müstaid olduğundan; bir cemaat, bir şahıs hükmüne girip, birtek adam umum namına söyler; umum, kalben onu tasdik ve rabt-ı kalb edip, onun sözü, umumun sözü hükmüne geçtiğinden, Hanefî mezhebine göre imam arkasında Fâtiha okunmaz. Okunmaması ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir.Hem meselâ, mâdem, şeriat, tabiatın tecavüzatına sed çekmekle onu tâdil edip nefs-i emmareyi terbiye eder. Elbette ekser etbâı, köylü ve nim-bedevi ve amelelikle meşgul olan Şâfiî Mezhebine göre: "Kadına temas ile abdest bozulur; az bir necaset zarar verir." Ekseriyet itibariyle hayat-ı içtimaiyeye giren, nim-medeni şeklini alan insanlar, ittiba ettikleri mezheb-i Hanefîye göre: "Mess-i nisvan abdesti bozmaz, bir dirhem kadar necasete fetva var."İşte, bir amele ile bir efendiyi nazara alacağız. Amele, tarz-ı maişet itibariyle; ecnebi kadınlarla ihtilâta, temasa ve bir ocak yanında oturmaya ve mülevves şeylerin içine karışmaya mübtelâ olduğundan; san'at ve maişet itibariyle, tabiat ve nefs-i emmaresi meydanı boş bulup tecavüz edebilir. Onun için, şeriat onların hakkında, o tecavüzata sed çekmek için, "Abdest bozulur, temas etme; namazını ibtâl eder, bulaşma" mânevi kulağında bir sada-yı semâvi çınlattırır. Amma o efendi, namuslu olmak şartiyle, âdât-ı içtimaiyesi itibariyle, ahlâk-ı umumiye namına, ecnebi kadınlara temasa mübtelâ değil, mülevves şeylerle nezafet-i medeniye namına kendini o kadar bulaştırmaz. Onun için şeriat, mezheb-i Hanefî namiyle ona şiddet ve azimet göstermemiş; ruhsat tarafını gösterip, hafifleştirmiştir. "Elin dokunmuş ise, abdestin bozulmaz; hicab edip, kalabalık içinde su ile istinca etmemenin zararı yoktur. Bir dirhem kadar fetva vardır" der, onu vesveseden kurtarır. İşte, denizden iki katre sana misal... S.)

MEZHER Çiçeklik. Bir çiçeği içine alan şeylerin hepsi.

MEZHERE Çiçek yeri. Çiçek bahçesi.

MEZHÜVV Kibirli, gururlu.

MEZİ İlm-i Halde: Kadınla oynamak veya şehvetle yanına gelmek gibi hâllerde erkeğin tenasül cihazında zuhur eden yapışkan renksiz akıcı cisim. (Bu hâl abdesti bozar, gusül icab ettirmez)

MEZÎD Çoğalma. Ziyade etme.

MEZÎK Su ile karışık süt.

MEZİL Daralıp gönlündeki sırrı ifşâ eden, sıkıntıdan içindeki sırrı açıklayan. * Ayağı uyuşmuş. * Malını ve sırrını herkese gösterip açıklayan. * Küçük cüsseli, zayıf, hafif kimse.

MEZİLLET Yanlışlığa sebeb olacak şey. * Ayak kayacak yer.

MEZİR Zarif kimse. * Katı kalbli ve cesur. * İşlerinde nüfuzlu olan.

MEZİR Fâsid olmak, fesatçılık yapmak.

MEZİYYAT (Meziyyet. C.) Meziyyetler. Üstünlük vasıfları.

MEZİYYET İyilik. İyi ve salih hareket ve faaliyet.(Dünyaca havas tanınan insanlardaki meziyet, sebeb-i tevazu' ve mahviyet iken, tahakküm ve tekebbüre sebep olmuştur. Fukaranın aczi, avâmın fakrı, sebeb-i merhamet ve ihsan iken; esaret ve mahkûmiyetlerine müncer olmuştur. M.)

MEZİYYET-İ İFÂDE İfâde meziyeti.

MEZK Yarma, yırtma. Kesme.

MEZK (Mezâk-Mezka) : Tatmak, tadına bakmak. * Tadacak yer.

MEZKUM Zükâm hastalığına tutulmuş. Nezle olmuş, nezleli.

MEZKÛR Zikri geçen. Zikredilmiş. Evvelce bahsi geçmiş olan. (Bak: Mezbur-Merkum)

MEZL Muztarib olmak, acı ve ıztırab çekmek.

MEZLAKA Ayak kayacak yer. Kaypak yer. * Mc: Yanlışlığa düşmeye sebeb olan hal.

MEZMERE Çok şiddetli hareket ettirmek.

MEZMUM Zemmolunmuş. Makbul olmıyarak ayıplanmış. Kötü.

MEZMUN (Bak: Mazmun)

MEZMUR Terennümle okunan kaside, ilâhi ve münâcat. * Hz. Dâvuda (A.S.) inen "Zebur"un Surelerinden herbiri.

MEZNEB (C: Mezânib) Kepçe. * Suyun akacak olduğu yer.

MEZR (Mezra) Zarif adam. * Bir kimseye düşmanlık etmek. * Parmakla çimdiklemek. * Su kırbasını tamamen doldurmak. * Tadını anlamak için biraz ağzına almak, içmek.

MEZR Fâsit olma. Bozuk olma. * Pis. * Ayrılık.

MEZRAA Tarla. Ekilip mahsul alınan mülk, yer.

MEZREVAN Dizin aşağısındaki kaba etlerin etrafı.

MEZRU' Ekilmiş. Tohum ekilmiş yer.

MEZRU' (C.: Mezruât) (Zirâ. dan) Arşınlanmış, ölçülmüş. Arşınla ölçülmüş.

MEZRUAT Ekili olan şeyler. Ekili yerler.

MEZRUAT (Mezru. C.) Arşınlanmış şeyler. Ölçülmüş nesneler.

MEZ'UB Koyununa kurt gelen.

MEZ'UK Mesrur, neşeli, sürurlu. * Tuzlu.

ME'ZUN İzinli, izin almış. Salâhiyetli. * Diplomalı. İcâzetli.

ME'ZUNEN İzinli olarak.

ME'ZUNÎN (Me'zun. C.) Mezunlar. İzin almış kimseler. Salâhiyetliler. İcâzet sahibleri. Diplomalılar.

ME'ZUNİYET Me'zun olma. İzinli ve salâhiyetli olma. Diplomalı olma.

ME'ZUNİYET-İ KAT'İYE Kat'i mezuniyet, kesin izin.

ME'ZUNİYET-İ RESMİYE Resmi izin ve selâhiyet.

MEZ'UR (Mez'ure) Korkmuş, çekinmiş.

MEZZ(E) Emmek, mass.

MEZZA' (C.: Mezâyi) Koğucu. * Yalan. * Sırrını gizlemeyen kişi.

MEZZAH Lâtifeci, şakacı.

MEZZER Halep vilâyetinden getirilen siyah taş.

MI'CAZ Mak'adı büyük olan.

MIGREFE (C: Megârif) Kepçe.

MIGŞA Bahadır, kahraman.

MIGTAS Burun, göz çanağı.

MIHBASA (C: Mehâbıs) Helva küreği.

MIHBAT Davar için ağaçtan yaprak dökmekte kullanılan sopa.

MIHBAZ (C: Mehâbız) Hallaç tokmağı.

MIHCEN (C: Mehâcin) Çomak. * Başı eğri ağaç.

MIHDAME Hizmeti çok olan kişi.

MIHFAK Enli yassı kılıç.

MIHKAN (Mıhkana) Şırınga. Tenkıye âleti.

MIHLAC Yufka oklavası. * Yün ve pamuk atacak âlet, hallaç tokmağı.

MIHSAL Kilit. * Zenbil.

MIHTAB Balta gibi odun kesmekte kullanılan âlet.

MIHTAT Cetvel tahtası.

MIHZAK Makat.

MIKASS (C: Makâs) Kesecek âlet, mikrâz.

MIKATTA Üzerinde kamış kalemlerin uçları kesilen sedef, kemik, ağaç, fil dişi veya mâdenden yapılan âlet.

MIKBES (MIKBÂS) (C: Mekâbis) Ateş parçası.

MIKDEHA (C: Mekâdih) Kepçe. * Çakmak.

MIKLA' Sapan.

MIKLA' (Mıklât) (C: Mekâli) Çelik çeldikleri ağaç. * Kebap tavası.

MIKLAD (C.: Mekâlid) Anahtar, miftah. Kilit dili. * Hazine.

MIKLAT Evlâdı yaşamayan kadın. * Bir kez doğuran ve daha hâmile olmayan deve.

MIKLEB Eski kitap ciltlerinin sol kenarındaki kapak. Ekseriya okunan yer belli olsun için araya konurdu.* Saban demiri.

MIKLEM (MIKLEME) (C: Mekâlim) Kalem koyacak kap, kalemlik.

MIKMA' (C: Mekami') Fil başına vurdukları demir çomak.

MIKMAA (C.: Mekami') Gürz ve topuz gibi parçalayıcı ve yarıcı silâh.

MIKNA' (Mıknaa) (C.: Mekani') Başörtüsü.

MIKNATIS yun. Demir ve benzeri mâdenleri kendine çekici hususiyeti bulunan câzibe. * Başka te'sir altında kalmadan kuzey ve güney kutuplarına doğru yönünü değiştiren demir çubuk. (İki kutbu bulunan bu mıknatıslı çubuğun şimale bakan kısmına şimal (kuzey) ucu, cenuba çekilen ucuna da cenub (güney) ucu diyoruz. * Mağnetik oluş.

MIKNATISİYYET Mıknatıs kuvveti ve hassası.

MIKNEB (C: Mekanib) Otuz kırk kadar olan at sürüsü. * Avcılar torbası.

MIKNEVA Hizmet eden, hizmetçi.

MIKRA' Balta gibi bir âlet olup, onunla taş parçalanır.

MIKRA' Hekimlerin, hastanın vücudunu dinledikleri âlet.

MIKRAME Nakışlı eşarp. Mendil. Havlu. Peştemal.

MIKRAZ (C.: Mekariz) Makas. Kesecek âlet.

MIKTAL (C.: Mekâtıl) Bıçkı.

MIKTARE Kuş ayağına yapılan köstek. * Kelepçe.

MIKVEM (C: Mekâvim) Saban ağacının tutulacak yeri.

MIKVES Yay kabı.

MIKZAF Kayık küreği.

MIKZEF Tanbur.

MI'LA Çulhaların çukur içinde ayak ile basıp oynadıkları nesne.

MI'LAK (MA'LUK) (C: Meâlik) Üzengi kayışı. * Üzüm hevneği. * Et ve üzüm asılan çengel.

MINKARÎ Gaga biçiminde. Gagaya benzer olan. * Gaga ile alâkalı.

MINTAKA (Mıntıka) Muayyen bir yer. Havali. Taraf. Kısım. Kuşak. Kenar. Yeryüzünde bir kısım. Bölge.

MINTAKA-İ MEMNUA Yasak bölge.

MINTIKAT-ÜL BÜRUC Burçlar mıntıkası. Coğ: Oniki burcun bulunduğu tutulma dairesi. (Bak: Büruc)

MINTIKA-İ HARRE Sıcak mıntıka. Ekvator iklimi olan yerler. Hatt-ı istiva mıntıkası.

MINTÎK Çok düzgün konuşan.

MINZAR Röntgen. * Bakma âleti.

MIS'AD Merdiven. Yükseğe çıkmakta kullanılan âlet. Asansör.

MI'SAM (C: Meâsım) Kolun bilezik takacak yeri.

MI'SAR (C: Meâsır) Yeni hayız görmüş ve büluğuna yetişmiş olan kız.

MISBAH Kandil. Çıra. Meş'ale. Lâmba. (Aya, güneşe, yıldızlara ve mecâzen de Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) bu isim verilmiştir.)Sabah ve sabahat maddesinden ism-i âlettir ki; sabah gibi lâtif ve kuvvetli aydınlık veren lâmba demektir. (E.T.)

MISBAH-ÜL MESHUR Sabahlayan, sabahlamış.

MISDAGA Yüz yastığı.

MISDAK (Sıdk. dan) Bir şeyin doğru olduğunu isbata yarayan şey. Tasdik âleti. * Alâmet. Tavır. Tarz. Düstur. * Değer ölçüsü.

MISDAKIYYÂT Mısdak ilmi.

MISFAT Süzgeç. Tasfiye âleti.

MISKAB Delme âleti.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   112   113   114   115   116   117   118   119   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin