Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə132/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   128   129   130   131   132   133   134   135   ...   181

ÖRF-İ NÂS f. İnsanların âdet edindikleri, beğendikleri alışkanlık hâlleri, an'aneleri ve telâkkileri.

ÖRFEN Örf bakımından, âdetlere göre.

ÖRFÎ Âdete âit ve onunla alâkalı.

ÖRFÎ İDARE (İdare-i örfî) Askerî kuvvete ihtiyacı gerektiren ve cemiyet hayatında zuhur eden müşkil hallerde vaktin icablarına göre ve vaziyet düzelinceye kadar sivil idare yerine askeri idare konması. Sıkı yönetim.

ÖRFİYAT Örf, âdet ve geleneğe bağlı olan şeyler.

ÖŞÜR Ondalık, onda bir. Mahsullerden, Kur'an-ı Kerim hükümlerince onda bir olarak alınan zekât.

ÖŞR-Ü MİŞAR Onda birin onda biri, yâni yüzde bir.

ÖŞR-Ü MİŞAR-I AŞİR Binde bir.

ÖZÜR Bir kusurun afvı için gösterilen sebep. * Bahane, sebep. * Mâni, engel. Kusur, nakise, sakatlık. * Fevz. Zafer. * Bir adamın kusur ve kabahatinin çok olması. * Fık: Abdesti bozucu ve devamlı olan şey.

ÖZÜRHÂH f. Özür dileyen. Özür dileyerek affını isteyen.

P Osmanlı alfabesinin üçüncü harfi olup, ebced hesâbında "b" harfi gibi iki sayısına tekabül eder.

PÂ (PÂY) f. Ayak. * Takat, mukavemet. * İz.

PÂ-BEND Ayak bağı. Köstek. Ayağa vurulan zincir. * Engel, mâni.

PÂ-BEND-İ TERAKKİ İlerlemeğe mâni olan zincir, köstek.

PÂ-BERCÂ Ayağı yerde demek olan bu tâbir, mecaz yoliyle kaim, sabit, berkarar, daim, bâki mânâlarında da kullanılır.

PÂ-BERCÂ-Yİ HAREKET Hareket etmek üzere bulunan, âmâde.

PÂ-BE-RİKÂB Hareket etmek üzere olan.

PÂ-BESTE f. Ayağı bağlı. Hareketsiz.

PÂ-BUS f. Ayak öpen.

PÂ-BÜREHNE f. Yalın ayak.

PÂ-CÂME f. Şalvar, don, çakşır. Pijama.

PAÇAN f. Saçan, saçıcı.

PAÇAVRE f. Paçavra, kirli bez.

PA-ÇE f. Küçük ayak. Pantolon, şalvar gibi şeylerin dizden aşağı olan kısmı. Paça. * Koyun, keçi ve sığır ayağı. * Koyun, keçi ve sığır ayağından yapılan yemek.

PAÇEK f. Tezek, mayıs.

PAÇENG f. Küçük pencere. * Baca, menfez delik.

PA-ÇİLE f. Karda yürüyüp yol açmak gayesiyle ayağa giyilen bir çeşit ayakkabı.

PAD f. Saklayan, hıfzeden. * Büyük, ulu. * Bekleyen, muhafaza eden, koruyan.

PA-DAM f. (Ayaktan yakalayan) Kuş tuzağı.

PADAŞ (C.: Padaşân) f. Mükâfat, ecr. * Yoldaş. Yol arkadaşı.

PADAŞÂN (Padaş. C.) f. Arkadaşlar, ayakdaşlar. * Mükâfatlar.

PADAV f. Kocakarı.

PADE f. Eşek ve sığır sürüsü. * Çoban sopası. * Yayla.

PADERGİL (Pâ-der-gil) f. Ayağı çamurda. * Mc: Davranamaz. * Sıkıntıda.

PADERHAVA (Pâ-der-hava) f. Ayağı havada. * Mc: Temelsiz, çürük.

PADERİKAL (Pâ-der-ikal) f. Ayağı köstekli, ayağı bağlı, hareketsiz.

PADERPA (Pâ-der-pâ) : f. Ayak ayağa. Yanyana.

PA-DEŞ f. Mükâfat.

PADGÂNE f. Yüksek dam. * Kapı içinde olan pencere.

PADİŞAH (Pâdşâh) f. Büyük hükümdar, sultan. Cihan sahibi. Zararı def' eden, ıslah eden, muslih.

PADİŞAH-I SÂNİ İkinci padişah.

PADİŞAHÎ f. Padişahla ilgili, padişaha ait.

PADZEHR f. Panzehir.

PAFERSUD (Pâ-fersud) f. Ayağı incinmiş, aşınmış olan.

PAGANDE f. Atılmış pamuk. * Atılmış pamuktan yapma yumak.

PAGUŞ f. Suya dalma.

PA-HAST f. Ayak altında kalmış, çiğnenmiş olan.

PAJEH f. İnleme, inilti.

PAJİR f. Panzehir.

PAK f. Temiz, saf, katıksız. Hep, tamam, mübarek, kudsi.

PAKAN (Pâk. C.) f. Temizler, pâklar. * Mc: Veliler, evliya.

PAKÂR f. Tahsildar.

PAKÂRÎ f. Tahsildarlık.

PAK-BAZ (C.: Pâk-bâzân) f. Temiz oynayan. * Mc: Sadakatli âşık.

PAKDAMEN f. Eteği temiz. * Mc: Namuslu.

PAK-DAMENÎ f. "Eteği temiz oluş" * Mc: Namusluluk.

PAKEND f. Yakut. * şarap, bâde.

PAKİ f. Temizlik, paklık. * Ustura.

PAKİZE f. Temiz, pak. Lekesiz. Hâlis, saf, katıksız.

PAK-MEŞREB Gidişi, yaratılışı temiz. İyi huylu olan.

PAKT Fr. Akid, sözleşme, andlaşma. Siyasi anlaşma.

PA-KUB f. Çengi.

PAK-ZAD f. Temiz asıllı. Aslı temiz olan.

PALA Ağzı enli, ortasına doğru daha genişliyerek ucuna doğru daralmaya başlayan kalın, kısa ve ağır kılıç.

PALA f. Yedek at. * Asılmış, asılı. * Süzgeç.

PALAD (Pâlâde) f. Yedek at.

PALADE f. Kötü söyleyen, ayıp arayan.

PALAHENG f. Yular, dizgin. * Av veya suçlu bağlanacak kement. * Kemer. * Tazı boynuna geçirilen ağaç halka.

PALAMAR Büyük gemileri karaya bağlamak yahut demir gomneye bedel lengere rabtetmek için kullanılan halat. * Büyük halat. (O.T.D.S.) * Vaktiyle muharebelerde silâh olarak kullanılan ve yük kaldırmak için kullanılan sırıklar. (Sanat Ansiklopedisi)

PALAN f. Palan, semer, eğer.

PALAN-DUZ f. Semerci, palancı. Semer diken.

PALANÎ f. Semerci.

PALAR f. Çatı direği.

PALAS PANDIRAS Hemen, birden bire, hazırlıksız, habersiz.

PALAVAN (Pâlâven) f. Süzgeç, helvacı süzgeci.

PALAVRA (İspanyolca) Mübalâğalı söz, yalan söylenen söz.

PALAY f. (Bak: Pala)

PALDÜM f. Hayvanın semerinin ileri geri kaymaması için arka ayaklarının kaba etleri üzerinden geçirilen kayış.

PALENG f. Postal. Çarık.

PALENG-İ FERSUDE Eski çarık.

PALİDE f. Süzülmüş, durulmuş. * Ziyade olmuş, büyümüş.

PALİKANE f. Büyük han kapılarının ortasındaki küçük kapı.

PALİKARYA Mc: Kabadayı, yiğit, cesur. * Rum gençleri.

PALUDE f. Süzülmüş, saf hâle getirilmiş.

PALUŞ f. Karışık.

PALVANE f. Dağ kırlangıcı.

PALVAYE f. Dağ kırlangıcı.

PA-MAL f. Ayak altında kalmış, çiğnenmiş.,

PA-MAL-İ ADÜV Düşmanların ayakları altında çiğnenmiş.

PAN Yun. "Bütün, karşı" mânasına kelimenin başına getirilerek kullanılır. Meselâ: Panzehir $ : Zehire karşı ilâç.

PANAYIR Yun. Yılda bir - iki defa muayyen bir yerde kurulan ve bir müddet devam eden büyük pazar.

PA-NİHADE f. Ayak koymuş, ayak basmış. Gelmiş, ulaşmış, vâsıl olmuş. * Doğmuş, tevellüd etmiş.

PAN-İSLAMİZM Bütün müslümanların birleşmesi siyaseti. İttihad-ı İslâm. İslâm birliği siyaseti.

PANDOMİMA Yun. Vahşi ve gürültülü karışıklık, anarşi. * Sessiz tiyatro oyunu.

PANDOMİMA KOPMAK Karışıklık çıkmak. * Seyircileri eğlendiren kavga çıkmak.

PANO Fr. Üzerine ilân, tablo, vs. asmaya yarayan levha.

PANZDE(H) f. Onbeş.

PANZEHİR Zehire karşı ilâç.

PAPA İtl. (Baba kelimesinden) Roma Katolik kilisesinin ruhâni reisi.

PAPAĞAN İtl. İnsan konuşmasını taklid edebilen bir kuş.

PAPEZ f. İnişi ve yokuşu olan yer.

PAPURE f. İki çift öküz koşulan ağır bir cins saban.

PA-PUŞ f. Ayak örten. Ayakkabı, pabuç.

PAR f. Geçen yıl, bıldır. * Para.

PARAFE Fr. Kısa imza, işâret.

PARAGRAF Yun. Düz yazıda bölümlerden herbiri.

PARALEL Yun. Müvazi. * Geo: Bütün noktaları birbirinden aynı uzaklıkta olan çizgi veya hat, düzlük, satıh.

PARANTEZ Yun. Cümle içinde geçen bir sözü, metin dışı tutmak için o sözün başına ve sonuna konulan işaret.

PARAV f. Kocakarı, acûze.

PARAVAN(A) İtl. Eskiden haremle selâmlığı ayıran ve şimdi de ilk bakışta görülmesi caiz olmıyan yerleri örten perdeler. * Daha ziyade kapıların dışına veya içine konan, katlanır, taşınır tenteneli perde. * Gizleme vasıtası.

PARAZİT Yun. Radyo gibi ses veya elektrik âletlerinin zırıltı ve gürültü çıkarması. * Başka bir hayvan veya nebatın üzerinde onun zararına yaşayan canlı. Asalak. Tufeylî.

PARÇE f. Ufak şey, küçük nesne, parça.

PARDUZ f. Eskici, yamacı.

PARE f. Cüz, parça. Kesinti. * Para. Kuruşun kırkta biri. * Kur'an-ı Kerim'in otuz kısmından bir kısmı, bir cüz'ü. * Sayı, bölük. * "Parça" mânâsına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Meh-pâre $ : Ay parçası. * Güzel. Yek-pâre $ : Tek parça, bir parça.

PARE-DUZ f. Eskici, yamacı.

PA-RENC f. Ayak teri. Ücret.

PARE-PARE f. Parça parça.

PARGÎ f. Mutfak ve banyo sularının toplandığı çukur. * Orospuluk.

PARİN (Pârine) f. Geçen yılki, geçen sene olan, bıldırki.

PARİR f. Dayak, destek, direk.

PARLAMENTO İng. Millet meclisi. Milletvekillerinden meydana gelen meclis ve senatonun tamamı.

PARS f. Dine bağlı kimse. * Nâmuslu, iffetli, temiz ve doğru insan. * Fars milleti, İran kavmi.

PARSAL f. Geçen yıl, bıldır.

PARSE f. Dilencilik.

PARSEL Fr. Bir maksatla ayrılarak sınırlandırılmış arazi parçası.

PARSENG f. Teraziyi denkleştirmek için kefesine konulan şey.

PARTİZAN Fr. Kendi partisine aşırı düşkün olup başkasına hak tanımak istemeyen kimse.

PARU (Pârub) f. Kocakarı, acûze.

PARULE f. Şakacı, lâtifeci. * Yonga. * Hayırsız ve işe yaramaz kişi.

PARYAB f. Irmak ve çay suyu ile sulanan ekin.

PAS f. Gecenin sekizde biri. * Gözetleme, bekleme. * Keder, hüzün, gam. * İç sıkıntısı.

PA-SAR f. Tekme. Tepme.

PASBAN (PÂSUBAN) f. Nöbetçi, gece bekçisi, bekçi.

PASBANÎ f. Bekçilik.

PASDAR f. Gece bekçisi.

PASDARÎ f. Bekçilik, gözcülük.

PA-SEBÜK f. İşine sarılmış, ayağına çabuk.

PASEK f. Esneme, esneyiş.

PA-SİTADE f. Ayakta duran. Kaim.

PASKAL (PASCAL) Fr. Hristiyanlıkta dindarlığı ile beraber fizik, edebiyat, hesap, hendese ve felsefede (Milâdi 17. asırda) büyük bir âlim olarak tanınmıştır.

PAS-PAR f. Tekme.

PASTORAL Yun. Kır hayatına, köy âlemine dair yazılan manzume.

PASUH f. Karşılık, cevap.

PASUHGÜZAR f. Cevap veren, karşılık veren.

PASUHŞİNEV f. Cevabı dinleyen.

PA-SÜVAR f. Yaya olan, yaya, piyade.

PASVAN f. Gece bekçisi.

PAŞ f. "Serpen, saçan, dağıtan" mânâsında birleşik kelimeler yapılır.

PAŞA Sivillerle askerlerin ileri gelenlerinin bir kısmına verilen resmi ünvandı. Osmanlıların ilk devirlerinde bu ünvan, hânedân mensublarıyla yalnız bir kısım idare adamlarına verilirken sonradan askeriden "mir-i liva" ve daha yüksek rütbede olanlarla; mülkiyeden vezir, beylerbeyi, mir-i miran ve mir-ül ümera rütbelerine tahsis edilmiştir. Damat Paşa, Ağa Paşa, Vali Paşa o cümledendir.Paşa kelimesinin aslı hakkında pek çok ihtilâf vardır. Lügat erbabının bazıları, Farsça "Pây-i şah" lâfzından değiştirilmiş olduğunu; bâzıları da Türkçede büyük birâder mânasına gelen "Beşe" kelimesinin telâffuzunun zamanla "paşa"ya değiştiğini; bir kısmı da evin, ailenin büyüğü, reisi anlamına gelen "Baş ağa" dan tahrif edildiğini yazarlar. Ayrıca Türklerde büyük evlâda da paşa derler. Paşa tâbiri, hürmet ifadesi olarak, ulema ve meşâyihten bazılarına da verilmiştir. Bugün dilimizde generâl anlamına kullanılır. (O.T.D.S.)

PAŞALI Paşa ünvanını alan vezir ve beylerbeyi gibi büyük devlet adamlarının hizmetinde bulunan gedikli ağalar.

PAŞAN f. Saçan, saçıcı.

PAŞAZÂDE Paşa oğlu.

PAŞENDE f. Saçan, dağıtan, saçıcı.

PAŞİB f. Basamak, merdiven.

PAŞİDE f. Saçılmış, serpilmiş, dağılmış.

PAŞNA f. Topuk, ökçe.

PAŞNİN f. Ağaç ve tahta parçaları.

PAŞ PAŞ f. Parça parça, ufak ufak. * Dağınık.

PATİLE f. Tencere.

PATİNÎ f. Harman yabası.

PATRİK Yun. Rum ve Ermeni kiliselerinin ruhâni reislerine verilen isim.

PATRİKHANE Patrik adı verilen Rum başpapazının oturduğu yer.

PATRİKLİK Osmanlı saltanatı zamanında muhtelif gayr-i müslimlerin dinî ve medenî bazı işlerini idare eden makamlar.

PAYÛE (Bak: Pâ)

PA-YAB f. Kuvvet, kudret, tâkat. * Su birikintisi. * Havuzun dibi. * Kuyu basamağı. * Son, nihayet.

PAYAN f. Kenar, son nihayet, uç. * Tas: Ehl-i tarikatın ulaşacağı birlik âlemi. * Akıbet.

PAYBAF f. Çulha.

PAYBEND f. Ayakbağı. * Mani, engel. * Köstek.

PAYBESTE f. Hareketsiz. Ayağı bağlı.

PAYDAR (Pâyidar) f. İyice yerleşmiş. Devamlı, kadim. * Sağlam. Muhkem. * Sermedî. * Bedi. '* Sâbit.

PAYDARÎ f. Devamlılık, süreklilik.

PAY-DER-GİL f. Ayağı çamurda. * Sıkıntıda, dertte. * Mc: Davranamaz.

PAY-DER-HAVA f. Ayağı havada. * Mc: Temelsiz, çürük.

PAYDOS f. Tatil, teneffüs, serbestlik.

PAYE f. Rütbe, derece. * Merdiven ayağı. * İlim sahibi olanların bir derecesi.

PAYEDÂR f. Rütbeli, pâyeli, itibarlı.

PAYEDÂRÎ f. İtibarlılık, rütbelilik, pâyedarlık.

PAY-EFZAR f. Ayakkabı.

PAY-ENDAZ f. Ayak atan, ayak atmış. * Büyük kişilerin geçecek olduğu yerlere serilen halı gibi şeyler. * Duvar ve möbleleri kaplamada kullanılan bir cins kumaş.

PAYENDE (C.: Payendegân) f. Payanda, destek, dayak. * Duran, sürekli.

PAYENDEGÎ f. Devamlılık, süreklilik.

PAY-FERSUD f. Ayağı incinmiş, aşınmış.

PAYGÂH f. Derece, mertebe, rütbe.

PAYİN f. Aşağı. Aşağı taraf. * Merdivenin ilk basamağı.

PAYİTAHT (Bak: Pâytaht)

PAYİZ f. Güz, sonbahar. * Yaşlılık, ihtiyarlık. * Eski, köhne, yıpranmış.

PAYKUB f. Ayak vuran. * Mc: Rakseden, köçek.

PAYMAL (Pâyimal) f. Ayak altında kalmış, mahvolmuş, telef olmuş, sürünmüş.

PAYMÜZD f. Bahşiş, ayak teri.

PAYTAHT (Pâyitaht) f. Merkez-i hükümet, başşehir, başkent.

PAYZAR f. Ayakkabı, pabuç.

PAYZEDE f. Çiğnenmiş, ayak altında kalmış.

PAYZEN .f Ayağına pranga vurulmuş. Forsa, deniz esiri. * Suçlu. * Esir. * Hizmetçi, uşak.

PAZAC f. Ebe kadın. * Dadı, sütnine.

PA-ZEDE (Bak: Pâyzede)

PAZEN f. Pezevenk.

PAZİN f. Gecenin bir kısmı.

PAZİR Destek, payanda, dayak.

PAZUBEND (Bak: Bâzubend)

PEÇE (C.: Peçegân) İnsan veya hayvan yavrusu. * Oğlan, çocuk. * Sarmaşık bitkisi.

PEÇE Kadınların tesettür için yüzlerine örttükleri tüle benzer örtü. (Bak: Tesettür)

PEÇEGÂN (Peçe. C.) f. İnsan veya hayvan yavruları.

PEÇEL f. Üstü başı pislik içinde ve iğrenç olan adam.

PEDAGOG Yun. Çocuk terbiyecisi, mürebbi.

PEDE f. Çakmak, kav. * Kavak ağacı.

PEDENDER f. Üvey baba. Babalık.

PEDER f. Baba.

PEDERÂNE f. Babaya yakışır tarzda, pedercesine.

PEDERÎ f. Babalık, pederlik.

PEDERZE f. Çıkın, bohça.

PEDİD f. Aşikâr, görünür, açık, belli.

PEDME f. Nasib, kısmet. Pay, hisse.

PEDRUD f. Vedâlaşma.

PEHİN f. Çok enli.

PEHLE f. Mezar sandukalarının yan taşlarına verilen ad.

PEHLEV f. Şehir, belde. * Yiğit, kahraman.

PEHLEVAN f. Pehlivan. Yiğit. Kahraman. Güreşçi.

PEHLEVANÎ f. Pehlivanlık, güreşçilik, yiğitlik, kahramanlık.

PEHLU f. Vücudun iki yanından biri, yan.

PEHN f. Enli, geniş, yassı. * Genişlik, enlilik.

PEHNA f. Genişlik, enlilik. * Enli, geniş, yaygın.

PEHNANE f. Beyaz pide. * Bir cins maymun.

PEHNAVER f. Pek geniş. Pek açık. * Soluk, solmuş.

PEHNAVERÎ f. Enlilik, genişlik. Vüs'at.

PEJGALE f. Pay, hisse. * Yırtık, yama.

PEJM f. Sis, duman.

PEJMAN f. Pişman, nâdim. * Kederli, hüzünlü.

PEJMÜRDE f. Dağınık. * Eski, yırtık. * Perişan. * Buruşuk, buruşmuş.

PEJMÜRDE-HAL f. Kılığı kıyafeti pejmürde olan, üstü başı pis bir halde bulunan.

PEJUH f. Araştırma, soruşturma.

PEJUHENDE f. Gizli şeyleri araştıran. Mütecessis.

PEJUHİDE f. Çok akıllı, olgun, bilgili.

PEJULİDE f. Solmuş, bozulmuş, dağılmış, karışmış.

PEJVİN f. Kirli, pis. Çirkin.

PELADE f. Fesatçı. Müfsid.

PELAS f. Çul, aba. * Eski kilim, keçe vs.

PELE f. Terazi kefesi.

PELİD f. Pis, murdar. * Rezil ve alçak kimse.

PELİTE f. Lâmba veya kandil fitili. Fitil. * Yaralarda kullanılan fitil.

PELLE f. Derece. * Merdiven.

PELME f. Yazı tahtası.

PELUS f. Hilekâr. Hile yapan.

PELVAS f. Yaltaklanma.

PENAGÂH f. Sığınacak yer. Sığınak. Melce'.

PENAH f. Sığınma. Sığınacak yer. Dayandığı nokta.

PENAH-ÂVERDE f. Sığınmış, iltica etmiş. Mülteci.

PENAHENDE f. Sığınan, iltica eden.

PENAHGÂH f. Sığınacak yer, melce.

PENAHÎ f. Sığınma.

PENAHİDE f. Sığınmış, iltica etmiş.

PENAM f. Gizli, saklı. Örtülü.

PENBE f. Pamuk. * Açık kırmızı renk.

PENBEZÂR f. Pamuk tarlası.

PENBEZEN f. Hallaç. Pamuk atıcı.

PENC f. Beş.

PENCAH f. Elli. (50)

PENCAHSÂLE f. Elli yaşında.

PENCGANE f. Beşli, beşten ibâret, beş tâneli.

PENCİŞ f. İncinme.

PENCKUŞE f. Beş köşeli. Muhammes.

PENCPAY f. Beş ayaklı. Yengeç.

PENCRUZE f. Beş günlük. * Süreksiz, pek az.

PENCSALE f. Beş yaşında.

PENCŞENBİH f. Beşinci gün. Perşembe.

PENCÜM f. Beşinci.

PENCÜMİN f. Beşinci.

PENÇE f. El ayası ile beş parmağın tamamı. * Hayvanların ön ayaklarının parmaklarıyla tırnakları. * Eskiden Şark hükümdarlarının imza yerine ellerini kırmızı boyaya sürüp, kâğıdın üstüne basmalarıyla olan şekil, tuğra. * Mc: Kuvvet. Savlet, satvet.

PENÇE-İ KAHR Kahir pençesi. Mahveden el.

PENÇEZEN f. Pençe vuran, düşman.

PEND f. Nasihat, vaaz, öğüt.

PENDİMİ GUŞ ETTİ Nasihatımı dinledi.

PENDKÂR (C.: Pendkârân) f. Nasihat eden, nâsih. Öğüt veren.

PENDNÂME f. Öğüt kitabı.

PENDUZ f. Çuvaldız.

PENİR f. Peynir.

PER f. Kanat.

PERAKENDE f. Dağınık. Dağıtma. * Azar azar yayılan veya satılan.

PERAKENDEGÛ f. Saçma sapan konuşan. Saçmalayan.

PERANDAH f. Sepilenmiş deri sahtiyan.

PER-AVER f. Kanat açan, kanat açıcı. Keskin uçan.

PERÇEM f. Kâkül. * Tepede bırakılan saç. * Mızrak ve bayrak gibi şeylerin başlarına konulan püskülümsü şeyler.

PERD f. Kıvrım, büklüm, kat.

PERDA f. Yarın.

PERDAHT f. Cilâ. Parlaklık, parlama. * Düzleme, temizleme.

PERDAHTE f. Cilâlanmış, parlatılmış. * Temizlenmiş, düzenlenmiş, tertib edilmiş.

PERDAR f. (Bak: Berdâr)

PERDAZ f. Tertib eden, düzenleyen, düzeltici.

PERDE f. Kapı, pencere gibi yerlere asılan veya iki yeri birbirinden ayıran, görünmeğe mâni olan şey. * Mc: Irz, namus, iffet.* Bir müzik parçasını meydana getiren seslerden herbirinin kalınlık veya incelik derecesi. * Bir sahne eserinin büyük bölümlerinden her biri. * Ekran, sinema perdesi. * Tıb: Aksu. * Mc: Gaflet. Basiretsizlik. (Bak: Esbabperest.)

PERDE-İ CÜMUD Donmuş, katı perde. * Mc: Alem, tabiat. * Akıl ve hissiyatı kendisi ile meşgul edip, dini ve ulvi hakikatlardan ayıran, gaflet veren perde.

PERDE-İ NİLGÜN Gökyüzü, sema.

PERDE-İ TÜRABİYE Toprak perdesi, yer yüzü.

PERDEBERDAR f. Perde kaldırıcı. Perde açıcı.

PERDEBER-ENDAZ f. Perdeyi kaldırıp atan. * Utanmayı bırakan, sıkılmayan, utanmayan, hayâsız.

PERDEBİRUN f. Utanmaz, açıksaçık konuşan.

PERDEBİRUNÂNE f. Sıkılmadan, utanmazcasına. Perdeyi kaldırırcasına. Edebsizce.

PERDEDÂR f. Perdeci, kapıcı, odacı. Bir şeyin görünmesine ve bilinmesine mâni ve perde olan.

PERDEDÂR-I FELEK Ay, kamer.

PERDEDER f. Perde yırtan. Utanmaz, hayâsız.

PERDEGÎ (C.: Perdegiyân) f. İyi örtünmüş ve namuslu kadın.

PERDEKÂR f. Perdeli. Perde ile örtülü yer.

PERDEKEŞ f. Perde çekici, örtücü. Engel, mâni.

PERDENİŞİN f. Perde arkasında oturan. * Mc: Namuslu, temiz.

PERDEPUŞ f. Örten, örtücü.

PERDESERÂ f. Şarkı söyleyen, şarkıcı. * Saz çalan, çalgıcı. * Küçük çadır.

PERDESERÂY f. Küçük çadır. * Şarkı söyleyen, şarkıcı, hânende. Çalgıcı, saz çalan.

PERDEŞİNÂS f. Şarkı söyleyen, şarkıcı.

PERDE YIRTILMAK Hayasızlık etmek, utanmazlık.

PERE f. Uç, kenar.

PERE-İ BİNÎ Burun ucu.

PERE-İ KÛH Dağ eteği.

PEREND-AVER f. Çok keskin kılınç, pala veya hançer.

PERENDE f. Uçan, uçucu. * Av kuşu. * Çark gibi dönerek atılan takla.

PERENDEBÂZ f. Takla atan kimse. Cambaz.

PERENDEK f. Küçük tepe.

PERENDİN f. İpek elbise, ipek kumaş veya ipek mendil.

PERENDUN f. Evvelki gece.

PERENDUŞ f. Dün gece.

PERENDUŞİNE f. Dün geceki şey.

PERENDVAR f. Evvelki gece.

PERENG f. Suyu iyi verilmiş kılınç.

PEREST (C.: Perestân) f. Tapan, tapınan, taparcasına seven.

PERESTAN (Perest. C.) f. Tapanlar, tapınanlar, taparcasına sevenler.

PERESTAN f. Ocak, fırın.

PERESTAR (C.: Perestarân) f. Hizmetçi. * Kul. * Tapan, tapıcı. * Dalkavuk.

PERESTAR-I HAYÂL Şâir, ozan.

PERESTARÂN (Perestar. C.) f. Kullar, köleler. * Hizmetçiler. * Dalkavuklar, yaltakçılık yapanlar. * Tapanlar, tapıcılar.

PERESTARÎ f. Hizmetçilik. * Kulluk. * Tapıcılık. * Dalkavukluk.

PERESTİDE f. Sevgili, mahbub, sevilen.

PERESTİŞ f. Pek çok sevmek. Bendelik etmek. İbâdet etmek.

PERESTİŞKÂR İbâdet edercesine seven, çok ileri sevgi ve hürmet besleyen.

PERGÂL f. Pergel.

PERGÂLE f. Kaba iplikten yapılan bir cins dokuma. * Parça.

PERGÂR f. Pergel. Dâire çizmeğe mahsus âlet.

PERGÂRVÂR f. Pergel gibi.

PERGAZE f. Kuş kanadının vücuda yapışık olan kısmı.

PERGÂM f. Döl yatağı. Rahim.

PERGEM f. İşsiz güçsüz, boşta dolaşan adam.

PERGUL f. Bulgur. * Bulgur pilavı. * Un helvası.

PERGUNE f. Yakışıksız, çirkin.

PER-GÜŞA f. Kanat açıcı, uçucu. * Keskin uçucu.

PERH f. Hisse, pay. * Değersiz mal.

PERHAŞ f. Savaş, harb, muharebe, cidâl, ceng. Kavga.

PERHAŞCU(Y) f. Muharib, savaşçı. Kavgacı.

PERHİDE f. İşaret olunmuş.

PERHİZ f. Sakınmak, çekinmek. * Vücuda zararlı ve tıbben muzır; ve dinen, zevk veren şeylerden sakınmak. * Hastalıkta bazı yiyecek ve içeceklerden sakınmak.

PERHİZKÂR Perhiz eden, nefsini tutan. Zararlı şeylerden, günahlardan sakınan.

PERHUN f. Pergelle çizilmiş çember, dâire, halka.

PERHÜDE f. Saçmasapan söz, hezeyan. * Ateşten dolayı sararmış eşyâ.

PERİ f. Cisimleri çok lâtif ve görünmez olan hoş mahluk. * İnsana muhabbet eden, muvahhid ve müslim lâtif mahluk. *Mc: Güzel insan. Güzel kimse.

PERİ-İ MELÂHAT Güzellik perisi.

PERİ-ÇİHRE f. Peri yüzlü, güzel yüzlü.

PERİDE f. Uçmuş. *Solmuş, soluk.

PERİDERENG f. Rengi uçmuş, solmuş.

PERİ PEYKER Peri yüzlü güzel.

PERİR f. Evvelki gün.

PERİ-RU f. Peri gibi güzel yüzlü.

PERİŞAN f. Dağınık, karışık. * Bozuk, tertibsiz, düzensiz. * Kederli, hüzünlü, kaygılı.

PERİŞANHÂTIR f. Dalgın, düşünceli.

PERİŞANÎ f. Perişanlık, dağınıklık. * Düzensizlik, bozgunluk. * Yoksulluk, fakirlik.

PERİZ f. Haykırma, bağırma. Feryâd. * Su kenarlarında yetişen yeşil saz, ot.

PERİZE f. Ateşte pişirilen ekmek. * Kırmızı altun.

PERMER f. Ümid etme, umma, bekleme. İntizar.

PERMUN f. Süs, bezek.

PERNİH f. İnce düz taş.

PERNİYAN f. Nakışlı atlas. İpekten dokunmuş, bir cins işlemeli kumaş.

PERNUN f. İnce ve zarif dokunmuş ipek kumaş.

PERRAN f. Uçan, uçucu.

PERSONEL Fr. Şahsa dâir. Şahsî. * Bir işte çalışanların hepsi.

PERTAB f. Atılma, sıçrama. * Hız almak için geriden koşarak atılma. * Uzağa düşen ok veya başka bir şey.

PERTEV (Pertav) f. Ziya, ışık. * Atılma, sıçrama, hız.

PERTEV-İ MİHR Güneş ışığı. Güneşin parlaklığı.

PERTEV-FEŞAN Işık saçan, ziya saçan.

PERTEV-ENDÂZ Işıklandıran, ziyâ veren, nurlandıran.

PERTEV-SUZ Yakan ışık. Güneşe karşı tutulduğu zaman, ışıkları bir noktaya toplayan ve bu suretle ışığın değdiği yeri yakan mercek.

PERUŞ f. Küçük çıban, sivilce.

PERVA f. Korku, çekinmek. * Alâka, ilgi, bağ. * Takat. * Durup dinlenmek. * Bilmek. * Vesvese. * Kayd. * Iztırab. * Terk, feragat. * Hayran, şaşmış. * Meyl, teveccüh, iltifat, kayırmak. * Gussalanmak. (L.R.)

PERVANE f. Fırıldak çark. * Geceleri ışığın etrafında dönen küçük kelebek. * Haberci, kılavuz.

PERVANEGÂN (Pervane. C.) Gece kelebekleri.

PERVANEK f. Karakulak adı verilen bir hayvan. * Ask: Öncü, pişdâr.

PERVAR f. Besili, beslenmiş.

PERVAS f. El ile dokunup temas etme, eli ile yoklama.

PERVAZ f. Kanat açmak, uçmak. Uçan, uçucu. * Nur. * Karargâh. * Saçmak. * Hücre. * Saçak. * Ayna. Dolap. * İnce, uzun tahta. * Uçan, uçucu gibi mânâlara gelerek birleşik kelimeler yapılır.

PERVAZ-I BERDÂR Yükselip uçan. Uçarak dolaşan.

PERVAZE f. Kır gezisi için hazırlanan yemek. * Altun ve gümüş yaprakların kırıntısı.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   128   129   130   131   132   133   134   135   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin