SANTİT Ulu, kerim kişi.
SANTRİFÜJ yun. Merkezden uzaklaşan kuvvet. Merkezkaç kuvvet. (Bak: Kuvve-i an-il merkeziye)
SANVAN (Sunvân) (C.: Esvane) Kaftan. * Giyecek eşyaların muhafaza edildiği dolap veya sandık.
SAR f. Yer, mekân bildiren, birleşik kelimeler yapılan bir ek'tir. Bir şeyin kesretle bulunduğunu gösterir. Meselâ: Kühsar $ : Çok dağlık yer.
SAR İntikam, öç.
SAR' Düşmek. * Yıkıp yere çalmak. * Edb: Şiirin beytini iki mısra' veya iki kafiyeli yapmak. * Tıb: Bir hastalık ki, teneffüs cihâzını his ve hareketten meneder.
SA'R Katil zehiri. * Kısa boylu adam. * Küçük hıyar. * Yaban soğanının kökü.
SA'R Ateşin alevlenmesi.
SARA f. Hâlis, saf, katıksız. *Hz. İbrahim'in (A.S.) birinci zevcesinin ismi.
SAR'A Tıb : Bir nevi baygınlık hastalığı.
SARA Rengi değişmiş olan su.
SARA' Sararmış hanzal otu.
SARAD Yer bağırsağı.
SARAH Her şeyin hâlis ve safisi.
SARAHAT Sarih olmak, zâhir olmak. Açıklık. * Kaymağı alınmış süt.
SARAHATEN Açık ve sarih olarak. Açıktan açığa.
SARAMET Yiğitlik, mertlik.
SA'RAN (SA'REVÂN) Koyunun memesinin etrafında olan ve memeye benzeyen sivilceler.
SARARÎ (C.: Sarariyyûn) Gemici.
SARASIR (Sarsar. C.) şiddetli ve gürültülü rüzgârlar.
SARASIRA Şam vilâyetinde yetişen bir otun adı.
SARAT Suyun çok durmaktan dolayı renginin ve kokusunun değişmesi.
SARAY (Seray) f. Büyük kimselerin veya padişahların oturduğu yüksek ve büyük bina. Büyük, muntazam ve tantanalı konak, ev.
SARB (SAREB) Sütü birbiri üstüne sağmak. * Bevlini hapsetmek. * Çok ekşimiş süt. * "Zamk-ı talh" denilen ağaç sakızı.
SARBAN f. Deve sürücüsü. Deveci.
SARD Nüfuz etmek, sözü geçer olmak. * Katıksız, saf, hâlis. * Soğuk.
SARDAH (SIRDÂH) Düz yer. * Sahrâ, çöl.
SARE (Sayr : Olmak. dan) Oldu (meâlinde fiil).
SARE Cemaat, topluluk.
SARE (C.: Savâr) Hâcet, ihtiyaç. * Susuzluk.
SARF (C.: Süruf) Harcama, masraf, gider. * Fazl. * Hile. * Men etme. Bir kimseyi yolundan ve işinden ayırıp başka tarafa yöneltme. * Farz. * Gr: Bir lisanı meydana getiren kelimelerin değişmesinden, birbirinden türemesinden bahseden ilim şubesi. Kelime bilgisi. Kelime şekli bilgisi. Morfoloji. Tasrif çeşitlerini, isim ve fiil nevilerini öğreten ilim. * Para bozma.
SARF-I MEHÂRET Maharet sarfetme.
SARF-I NAZAR Bir şeyden vazgeçme, cayma. * Nazar-ı itibare almama.
SARF-I ZİHN Akıl sarfetme, akıl harcama.
SARFE Boncuk. * Nurlu bir yıldız ismi.
SARFE MEZHEBİ Kur'an-ı Kerim'in mu'cize olduğuna dair ikinci mercuh bir mezheb ismi.(İ'caz-ı Kur'an'da iki mezheb var. Mezheb-i ekser ve râcih odur ki, Kur'an'daki letaif-i belâgat ve mezaya-yı meâni, kudret-i beşerin fevkindedir.İkinci mercuh mezheb odur ki:Kur'an'ın bir suresine muâraza, kudret-i beşer dâhilindedir. Fakat Cenab-ı Hak, mu'cize-i Ahmediye (A.S.M.) olarak men etmiş. Nasıl ki bir adam ayağa kalkabilir, fakat eser-i mu'cize olarak bir Nebi dese ki: "Sen kalkamıyacaksın." O da kalkamazsa, mu'cize olur. Şu mezheb-i mercuha, Sarfe Mezhebi denilir. Yâni Cenab-ı Hak cin ve insi men'etmiş ki; Kur'an'ın bir suresine mukabele edemesinler. Eğer men'etmeseydi, cin ve ins bir suresine mukabele ederdi. İşte bu mezhebe göre "Bir kelimesine de muâraza edilmez" diyen ulemânın sözleri hakikattır. Çünkü mâdem Cenab-ı Hak i'caz için onları men'etmiş, muârazaya ağızlarını açamazlar. Ağızlarını açsalar da, izn-i İlâhî olmazsa, kelimeyi çıkaramazlar. M.)
SARFÎ (Sarfiye) Masrafa, sarfa ait, gidere dair. * Gr: Sarf kaidesine dair, gramere ait, dilbilgisiyle ilgili.
SARFİYYAT Masraflar, giderler.
SARF U NAHİV Dilbilgisi. Gramer.
SARH (C.: Suruh) Büyük köşk, yüksek yapı.
SARHA Çağırmak, bağırmak, feryad etmek.
SÂRIK (Sârıka) Çalan, hırsızlık yapan. Hırsız.
SÂRIKANE f. Hırsız gibi, hırsızcasına.
SARİ (Sâriye) Sirayet eden, bulaşıcı, geçici olan. Genişleyip başkasına da geçmeğe, yayılmağa müstaid olan.
SARİ f. Süren, sürücü.
SARİ' Düşmüş. Yere düşmüş sar'alı kimse.
SAR'Î Sar'a hastalığı ile ilgili.
SARÎ (C.: Surrâ) Gemici.
SARİB Yol, tarik.
SARİF (Sarf. dan) Değiştiren. * Harcayan, sarf eden.
SARİF Kapı gıcırtısı. * Diş gıcırtısı. * Makara sesi.
SARİFE (C.: Savârif) Değişiklik. Değişme.
SARİH Kurtaran, maded veren. İmdad eden. * Çağırılan, kendisinden meded beklenen. * Meded isteyen.
SARİH Açık, belirli âşikâr. Sâf ve hâlis olan.
SARİHAN Açık ve belirli olarak. Açıkça. Meydanda ve âşikâr olarak.
SARİK (Bak: Sârık)
SARİM Kesen, kesici. * Şecaatlı.
SARİM Kesilmiş. * Biçilmiş ekin, döğülmemiş harman.
SARİME Ekini biçilmiş yer.
SARİR (Kapı, kalem vs. de) Cızırtı, gıcırtı.
SARİR-İ HÂME Kalem cızırtısı.
SARİYE (C.: Sevari) Direk. * Gece yağmur yağdıran bulut.
SARM (Surm) Bağ kesmek. Meyve toplamak. Bir şeyi kökünden ayırmak.
SARMA' Susuz sahra. Suyu olmayan çöl.
SARNIÇ (Bak: Sahrınç)
SARR Sevindiren, sürura sebeb olan.
SARR Kesenin ağzını bağlamak. * Hıfzetmek. * Cem'etmek, toplamak. * Yukarı kaldırmak. * Zammetmek, artırmak.
SARRAF Sarfeden. Para işleri ile uğraşan. * Cevherci, kuyumcu. Cevherin kıymetini san'atı ile azaltan veya çoğaltan.
SARRAFÂN (Sarraf. C.) Sarraflar.
SARRAM Ham deri satıcısı.
SARRAR Orak kuşu denilen ve yaz sıcaklarında öten bir hayvan.
SARRE Kapı, kalem ve semer cızıldaması. * Çağırıp söylemek. * Sayha, yüksek ses.
SARSAR Gürültü ile gelen pek soğuk rüzgâr, yel. Kasırga. * Ağustos böceği.
SARSARA Doğan sesi. * Horoz sesi.
SARSARANİ (C.: Sarsaraniyyât) Bir deve cinsi. * Bir cins balık.
SARUC Alçı. * Hamam otu.
SARY Kalem ve kapı cızıltısı.
SA'SA Dağılmış develer.
SA'SA İnci, sedef.
SA'SAA Keçiyi sağmak için çağırmak.
SA'SAA Perakende etmek, dağıtmak.
SA'SAE Köpek eniğinin gözü açılmadan gözünü depretip bakmak istemesi.
SASANİLER İran'da ikibin yıl önce devlet kuran bir sülâledirler. İlk meşhur hükümdarları Erdeşir'dir. Devleti kuvvetlendirdi ve Doğu Anadolu'yu Romalılardan aldı. Ünlü pâdişahlarından ve âdil ismi ile tanınan Nuşirevan İslâmiyetten önce yaşamıştır. Altıyüz seneden ziyade devletleri devam eden Sâsâniler, İslâmiyetin karşısında sarsılmışlar, nihayet 636'da Nihavend muharebesi ile ortadan kaldırılmışlardır.
SA'SEA Âciz olmak. * Sözünde kasır olmak.
SASİM Kara ağaç. * Abnus ağacı.
SAT' Yüksek olmak. Kesmek, kat'etmek.
SA'TER Güvey otu. * Kekik otu.
SA'TERÎ şen ve keyifli kimse. * Kekik otu ile alâkalı. * Soytarı.
SATH (Bak: Satıh)
SATH-I ARZ Yer yüzü. Ruy-i zemin.
SATH-I DERYA Denizin yüzü.
SATHEN Dış yüzden, dıştan.
SATHÎ Görünüşe göre, derinliğine dalmadan, üstünkörü olarak, satha dâir ve âit.
SATHİYÂT Sathi ve âdi şeyler.
SATHİYYEN Dıştan, dış yüzden. * Üstten. Derinleştirmeden.
SATI' (Sâtı'a) Yükselerek meydana çıkan. * Yükselerek görünen. Nur saçan. Parlak.
SATIH Düz. Bir şeyin dış yüzü, üstü. * Evin damı. * Yayıp döşemek. * Genişlik.
SATİ Adımlarını geniş atan at.
SATİH (Bak: Şıkk)
SATİM (C.: Sutem) Galiz, kaba.
SATİR Setreden, örten, kapatan. * Günahları, kusurları örten.
SATİT Ses. * Topluluk, cemaat.
SATL Kova, tas, küçük leğen.
SATR (C.: Sutur) Satır. Yazı sırası.
SATRANÇ 32 taşla, 64 haneli bir tahta üzerinde, iki kişi arasında muhakemeye dayanılarak oynanan ve meşru olmayan bir oyundur.
SATT Cemaat, topluluk. * Cesediyle tokuşmak. * Kovmak, def'etmek. * Zor bir işe giriftar etmek.
SATUR (C.: Sevâtir) Satır, büyük bıçak.
SATUR Satır.
SATV Yürürken sıçramak.
SATVET Ezici kuvvet. Hışım ve şiddetle kavrayıp almak. Birisinin üzerine şiddetle sıçramak ve hamle etmek. * Zorluluk.
SAUD İnişli ve yokuşlu yer.
SAUR Ocak. Fırın.
SAUT Enfiye gibi burna çekilen ilâçlar.
SAV Vatan. * Niyyet.
SAV' Perâkende etmek, dağıtmak, parça parça yapmak.
SA'V Duymak. İşitmek. * Zayıf adam. * Serçeden küçük bir kuş.
SAVAB Doğruluk. Yanlış olmayan. Doğru dürüst.
SAVABDİDE f. Doğru ve haklı görülmüş. Beğenilmiş.
SAVAB-ENDİŞ Düşünce ve görüşü doğru olan.
SAVAB-NÜMA f. Doğruyu gösteren.
SAVAFIK Havadis. * Yeni meydana gelen şeyler.
SAVAİK Saikalar, yıldırımlar.
SAVAİK-İ RAHMET Rahmet yağmur ve yıldırımları.
SAVALİC Cirit oynanan eğri sopalar.
SAVARIM (Sârım. C.) Keskin kılıçlar.
SAVARİF (Sârife. C.) Değişmeler. Değişiklikler.
SAVARİF-İ DEHR Dünya değişiklikleri.
SAVAT (Aslı: Sevâd'dır) Gümüş üstüne kurşunla yapılan kara kalem nakışlar. * Derede hayvanlara su içirilen yer.
SA'VAT (Sa've. C.) Kuyruk sallıyan kuşlar.
SAVB Taraf, cihet, yön. * Dökülmek, nüzul etmek. * Savab. Doğruluk, dürüstlük.
SAVB-I ÂLÎ Yüksek taraf.
SAVB-I HAK Hak ciheti.
SA'VE (C.: Sa'vât) Kuyruk sallıyan kuş.
SAVER Eğri boyunlu olmak.
SAVG Batmak, * Kuyumculuk yapmak.
SAVH Yarmak. * Ayırmak. * İşitmek, duymak.
SAVİ Kuru, yâbis.
SAVL Saldırma, atılma. Saldırış, atılış.
SAVLEC Misk. * Gümüş.
SAVLECAN (C.: Savâlic) Cirit oynanılan eğri sopa.
SAVLET Saldırma. Ani ve şiddetli atılış.
SAVM Oruç. İkinci fecirden başlıyarak güneşin batmasına kadar yemekten, içmekten ve cinsi mukarenetten nefsi men'etmek suretiyle yapılan ibâdet.
SAVM-I DAVUDÎ Bir gün oruç tutup bir gün iftar etmek.
SAVM-I DEHR Aralıksız, bir sene mütemadiyen nehyedilen bayram günlerinde dahi iftar edilmeksizin oruç tutmağa denir. Bu nevi oruç bayram günleri tutulmazsa câizdir.
SAVM-I VİSAL İki gün iftar etmeden oruç tutmak. (Bu, zaruret olmadan mekruhtur)
SAVMAA (Savmea) (C.: Savâmi') İbadet yeri, hususan Yahudilerin ibadet ettikleri yer. * Hücre.
SAVN Koruma, muhafaza, sıyanet.
SAVR (C.: Savâri) Hamle yapmak. * Parçalamak, pâre pâre etmek. * Bir yerde toplanmış küçük hurma ağaçları.
SAVRE Uyuza benzer bir hastalık.
SAVT Ses. Bağırmak.(Şeriatça bazı savtlar helâl, bazıları da haram kılınmıştır. Evet ulvi hüzünleri, Rabbani aşkları iras eden sesler helâldir. Yetimâne hüzünleri, nefsanî şehevâtı tahrik eden sesler, haramdır. Şeriatın tayin etmediği kısım ise, senin ruhuna, vicdanına yaptığı te'sire göre hüküm alır! İ.İ.)
SAVT-I BÜLEND Yüksek ses.
SAVT-I HAZİN Hüzünlü ses.
SAVT (C.: Siyât-Esvât) Kamçı, kırbaç. * Bir şeyi diğerine karıştırmak.
SAVT-I AZAB Daima elem verici azab.
SAVTAL Havuç cinsinden çöğender adı verilen bir bitki.
SAVVAG Kuyumcu.
SAVVANE (C.: Savân) Bir cins çakmak taşı.
SA'Y Çalışma, Çalışıp çabalama. Gayret sarfetme. Bir maksadın meydana gelmesi için elden geleni yapma. * Hızlı yürüme. * Cür'et etme. * Ziyaret etme. * Gammazlık yapma. * Ist: Hac veya Umre'de Safâ ile Merve arasında usulüne göre yedi defa gelip gitmektir. (Bak: Himmet)
SA'Y-İ BELİĞ Emek harcayarak gereği gibi çalışma.
SA'Y-İ DİMAĞÎ Kafa çalışması, fikrî çalışma.
SAY' Suyun akması.
SAYADİD Belâ. * Zahmet, meşakkat.
SAYAKILE (Saykal. C.) Cilâ yapanlar, cilâcılar. * Cilâ âletleri.
SAYARİF (Sayrefî. C.) Sarraflar. * Kurnaz ve işini bilir kimseler.
SAY'ARİYYE Boyunda olan işaret.
SAYASİ (Sisâ. C.) Dağın uçları. * Herhangi bir şeyin asılları. * Çulha tarakları. * Muhkem ve yüksek kaleler.
SAYB İnmek.
SAYD Av. Avlanmak, sayda gitmek, ava gitmek.
SAYD-I MAHÎ Balık avı.
SAYDA' Çömlek yapılan toprak. * Kaba ve galiz yer. * Belde ismi.
SAYDANİ Bir küçük canlı. * Tilki. * Mülk.
SAYDELAN (C.: Sayâdile) Boncuk ve hırdavat satan çerçi.
SAYDELANÎ Boncukçu, çerçi.
SAYDELE Eczahane.
SAYDELÎ Eczacı.
SAYDENANİ Bir küçük canlı.
SAYDGÂH f. Av yeri.
SAYDGER f. Avcı. Sayyad.
SAYE f. Gölge. * Mc: Himaye, sahip çıkma, koruma. * Muavenet, yardım.
SAYE-İ MEDİD Uzun gölge.
SAYE (C.: Sâyât) Koyun yatağı. Nişan için dikilen taş. Yolun tanınması için bir yere yığıp höyük yapılan taş.
SAYE-BAN Gölgelik. Büyük çadır. Şemsiye. * Mc: Koruyan, himaye eden.
SAYED Başını yukarı kaldırıp kibirlenmek ve sağına soluna iltifat etmemek.
SAYE-DAR f. Gölge eden, gölgesi olan, gölgeli. * Sâhip çıkan, koruyan, himâye eden.
SAYE-ENDAZ f. Gölge salan. * Mc: Koruyuculuk eden, himâyecilik yapan.
SAYE-FİKEN Gölge düşüren.
SAYE-GÂH f. Gölgeli yer. Gölgelik.
SAYE-GÜSTER f. Gölge eden. * Koruyan, muhafaza ve himaye eden.
SAYE-HAH Koruma ve himaye isteyen.
SAYEHAN Çağırmak.
SAYE-NİŞİN f. Gölgede oturan. * Bir şeyin gölgesine sığınan. Korunan, himaye gören.
SAYE-PUŞ Ağaçlık, gölgelik.
SAYE- ZAR f. Gölgelik.
SAYF Yaz, yaz mevsimi.
SAYFÎ Yaza ait. Yaz mevsimiyle alâkalı.
SAYFİYE Yazlık. Gezinecek ve yazın yaşanacak yer.
SAYFUFET Udûl etmek. Yoldan çıkmak, vazgeçmek.
SAYH(A) (C.: Siyâh) Çağırış. Çığlık. Feryad. Nâra. * Azab, eziyet.
SAYHA-İ GURÂB Karga bağırışı.
SAYHED Uzun.
SAYHUD Çok sıcak olan gün.
SAYİBE (C.: Siyeb) Adak için ayrılıp üstüne binilmeyen ve sütü içilmeyen dişi deve. * "Ümm-ül bahire" adı verilen ve peşpeşe üç dişi deve doğuran deve. Bu deveye de binilmez, sütü sağılmaz. Yabana salarlar, ölünceye kadar gezer.
SAYİDE f. Eskimiş, yıpranmış. * Ezilmiş, sürülmüş.
SAYİFE (C.: Sayifât) Ufak, yumuşak kum.
SAYİFET Rum gazası. (Çünki çok yağmurlu ve karlı yer olduğundan yaz günlerinde gaza yaparlardı.)
SAYİL Alında olan beyazlık. * Burun kamışı.
SAYİME (C.: Sevâyim) Yılın ekserinde yabanda yürüyen davar.
SAYİR Bakan, seyreden. Seyredici.
SAYİS (Siyaset. den) At uşağı, seyis. Koyun güdücü.
SAYİS-HANE f. Üzerine yük yüklenip yolcunun da bindiği hayvan.
SAYK (Bak: Sıyk)
SAYKAL Cilâ. Cilâ yapan âlet. Parlatan. * Kılıç bileyen.
SAYKAL VURMAK Cilâ vurmak, parlatmak.
SAYKALZEDE f. Cilâlı. Cilâlanmış.
SAYKALZEN f. Yaldızcı.
SAYLEM Zorluk, meşakkat.
SAYREF (C.: Seyârif) Sarraf. * İşini, çıkarını, hesabını bilir, kurnaz kimse.
SAYREFÎ (C.: Sayârife) Sarraf.
SAYREM Bir lokma yemek.
SAYRURET (Sayr. dan) Bir hâlden diğer hâle intikal etmek. Bir şeyin bir şeye dönmesi. * Olmak, edilmek. * Vücud, kevn.
SAYSA Ham hurma çekirdeği. * İçi boş olan hanzal tanesi.
SAYYAD Avcı, avcılık yapan.
SAYYAD-I BÎ-İNSAF f. İnsafsız avcı.
SAYYAG (Sıyâgat. dan) Kuyumcu.
SAYYERE (Sayruretin fiili) Oldu, olur (meâlinde).
SAYYİB Yağmur veren bulut.
SAYYİHANÎ Medine hurmalarından bir cins.
SAYYUR Bir işin âkibeti, sonu, neticesi, serencâmı. * Akıl, fikir.
SAZ f. (Sâhten: Yapmak mastarından emir köküdür) Eden, yapan, uyduran, düzen mânalarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Evham-saz $ : Evham veren.
SAZ f. Kamış. * Bir çalgı âleti. * Takım, silâh, edevat. * Ustalık. * At takımı. * Düzen, tertip, sıra. * Öğrenme. * Kuvvet, kudret. * Menfaat. * Benzer, misil, eş. * Hile.
SAZEC (C.: Sevâzic) Sâde, basit.
SAZENDE (C.: Sâzendegân) f. Çalgıcı. * Düzenleyici, yapıcı.
SAZÎ f. Düzenleyicilik, yapıcılık.
SAZKÂR f. Uygun, muvafık.
SAZKÂRÎ f. Uygunluk, muvafakat.
SE Kur'an alfabesinin dördüncü harfidir. Ebced hesabında 500 sayısının karşılığıdır.
SE f. Üç.
SEA Güç, iktidar.
SEAB (C.: Sâbân) Sel yolu. Su akıtmak mânasına mastar.
SEABİB Salya.
SEABİB (Su'bub. C.) Saf su akan yerler.
SEABİN (Su'bân. C.) Büyük yılanlar, ejderhalar.
SEAF Devenin ağzında olan bir hastalıktır ve burnunun ve gözlerinin kılları dökülür. O devenin erkeğine esaf, dişisine nâfâ denir. * Tırnağın çevresinin kopup ayrılması.
SEALİL (Sü'lul. C.) Memeler. * Vücudda meydana gelen siğiller.
SEAM Bir çeşit deve yürüyüşü.
SEARİR Bir ot cinsi. * Burun içinde olan yarık.
SEAT Kokmak.
SEB' (Seb'a) Yedi.(7)
SEB'A-İ SEYYARE Yedi seyyar yıldız.
SEB' İçmek için şarap satın almak. * Yakmak. * Bir kimseyi değnek veya kamçı ile dövmek.
SEB' Yırtmak. * Parçalamak. * Kahretmek. * Sökmek.
SE'B Tuluk. * Genişletmek. * Boğmak.
SEBAHAT (Bak: Sibâhat)
SEBAİK (Sebika. C.) Eritilip kalıplara dökülmüş mâdenler. Külçeler.
SEBAK (C.: Esbâk) Ders. * Yarış. * Koşu yapanların aralarında koydukları ödül.
SEBAK-ÂMUZ f. Ders arkadaşı.
SEBAK-DAŞ f. Ders arkadaşı.
SEBAK-GÂH f. Ders öğrenilen yer. Mekteb, medrese.
SEBAK-HÂN f. Ders okuyan, talebe.
SEB'A SEMAVAT Yedi kat gökler.(Üçüncü Mes'ele: kelimesi hakkındadır.Ey arkadaş! Semavatın dokuz tabakadan ibaret olduğu, eski hikmetin hurafelerinden biridir. Onların o hurafe-vâri fikirleri, efkâr-ı âmmeyi istilâ etmişti. Hattâ bazı müfessirler, bazı âyetlerin zâhirini onların mezheblerine meylettirmişlerdir. Hikmet-i cedide ise, feza denilen şu boşlukta yalnız yıldızların muallâk bir vaziyette durmakta olduklarına kaildir. Bunların mezhebinden semavatın inkârı çıkıyor. Ve bu iki hikmetin birisi ifrata varmışsa da, ötekisi tefritte kalmıştır. Şeriat ise, Cenab-ı Hakk'ın yedi tabakadan ibaret semavatı halketmiş olduğuna hâkimdir ve yıldızların da balık gibi o semalar denizlerinde yüzmekte olduklarına kaildir. Hadis ise, semanın $ den ibaret bulunduğunu emrediyor. Şu hak olan mezhebin, "Altı Mukaddeme" ile tahkikatını yapacağız.Birinci mukaddeme: Şu geniş boşluğun Esir ile dolu olduğu, fennen ve hikmeten sâbittir.İkinci Mukaddeme : Ecram-ı ulviyenin kanunlarını rabteden ve ziya ve hararetin emsalini neşr ve nakleden fezayı doldurmuş bir madde mevcuddur.Üçüncü Mukaddeme: Madde-i Esiriyenin, yine Esir olarak kalmak şartiyle, sâir maddeler gibi muhtelif teşekkülâtı ve ayrı ayrı nevi'leri vardır. Buhar ile su ve buzun teşekkülâtları gibi.Dördüncü Mukaddeme: Ecram-ı ulviyeye dikkat edilirse, tabakaları arasında muhalefet görünür. Evet, yeni teşekküle ve in'ikada başlamış milyarlarca yıldızlardan ibaret Kehkeşan ile anılan tabaka-i Esiriye, sabit yıldızların tabakasına muhaliftir. Bu da, manzume-i şemsiyenin tabakasına ve hâkeza yedi tabakaya kadar birbirine muhalif tabakalar vardır.Beşinci Mukaddeme: Araştırmalar neticesinde sâbit olmuştur ki: Bir maddede teşkil, tanzim, tesviyeler vâki olursa, birbirine muhalif tabakalar husule gelir. Bir mâdenden kül, kömür, elmas meydana gelir; ateşden alev, duman husule gelir. Müvellidülmâ' ile Müvellidülhumuzanın imtizacından su, buz, buhar tevellüd eder.Altıncı Mukaddeme: Şu müteaddid emarelerden anlaşıldı ki; semavat müteaddittir; şeriat sahibi de, yedidir demiştir; öyle ise yedidir. Maahaza yedi, yetmiş, yediyüz sayıları arab üslublarında kesret için kullanılır.Arkadaş! Pek geniş bulunan Kur'an-ı Kerimin hitablarına, mânalarına, işaretlerine dikkat edilmekle bir âmiden tut bir veliye kadar bütün tabakat-ı nâsa ve umum efkâr-ı âmmeye olan müraatları, okşamaları fevkalâde hayrete, taaccübe mucibdir.Meselâ: $ kelimesinden bazı insanlar havâ-i nesimiyyenin tabakalarını fehmetmiştir; öbür bazı da, arzımız ile arkadaşları olan hayattar küreleri ihata eden nesimî küreleri fehmetmiştir; bir kısım da seyyarât-ı seb'ayı fehmetmiştir; bir kısmı da, manzume-i şemsiye içinde Esirin yedi tabakasını fehmetmiştir; bir kısım da, şu bildiğimiz manzume-i şemsiye ile beraber altı tane daha manzume-i şemsiyeyi fehmetmiştir; bir kısım da Esirin teşekkülâtı yedi tabakaya inkısam ettiğini fehmetmiştir.Hülâsa : Herbir kısım insanlar, istidatlarına göre feyz-i Kur'an'dan hisselerini almışlardır. Evet Kur'an-ı Kerim, bütün şu mefhumlara şâmildir diyebiliriz. İ.İ.)
SEBAT Yerinden oynamamak, dayanmak. Kararlı olmak. * Sözde durmak, ahde vefâ etmek. İman ve İslâmiyete hizmette, Allah'a ibadet ve taatta sâbit ve berkarar olmak. * Bir meslekte, meşru bir kanaatte veya bir fikirde kararlı bulunmak, sağlamlık göstermek.
SEBATA Saçın kıvırcık olmayıp sarkık olması.
SEBATÎ Sebatlılık. Sözünde ve kararında durma.
SEBATKÂR f. Sağlam, yerinden oynamaz. * Ahdine, vefakârlığına sâdık ve sağlam olan.
SEBAYA (Sebbî. C.) Harbde esir düşenler.
SEBB Küfür, küfran. Sövüp saymak.
SEBBAB (Sebb. den) Çok küfür eden. Küfürbaz.
SEBBABE Şehâdet parmağı. Sağ elin baştan ikinci parmağı.
SEBBABEGEZÂ f. Şaşarak parmağını ısıran.
SEBBAH (Sibahat. dan) Suda yüzen, yüzücü. * Yüzgeç.
SEBBAHE Yüzücü kuşlar sınıfı.
SEBBAK Eritip kalıba döken, eritici.
SEBBETMEK Söğmek, sövüp saymak.
SEBC (C.: Esbâc) Orta vasat.
SEBCA' (C.: Sübuc) Karnı büyük olan kadın. (Müz: Esbec)
SEBE' (Sebâ) Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm'ın mucizesi sonunda imana gelen ve onunla evlenen Belkıs'ın Yemen'de hükmü altında bulundurduğu mâmur şehrinin ismi. * Bir Arab kavminin adı. * Bir devlet ismi. * Bir şahıs adı.
SEBE' SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 34. Suresi olup Mekkîdir.
SEBE Yaşlılıktan dolayı bunamak.
SEBEB Vâsıta. Âlet. * Alâka. * Bahane. * Edb: Harekeli bir harf ile sâkin bir harften veya iki harekeli harften meydana gelen parça. (Bak: Esbab, Esbabperest)
SEBEB-İ HİLKAT Yaratılışa sebeb ve gaye, yaratılışa vâsıta ve âlet olan.(... Nasıl ki O Zât, hidayetiyle saadet-i ebediyenin sebeb-i husulü ve vesile-i vüsulüdür. Öyle de duasıyla, niyazıyla o saadetin sebeb-i vücudu ve vesile-i icadıdır. S.)
SEBEB-İ VÜCUD Varlık sebebi. Var olmanın sebebi ve gayesi.
SEBEBİYET İcab ettirme, sebep olma.
SEBED Sepet. * Az saç, kıl. Başta az tüy olması.
SEBEHLEL Bâtıl, boş, abes.
SEBEL Tıb: Bulanık görme hastalığı. * Göze inen perde. * Buluttan çıkıp da henüz yere ulaşmamış yağmur. * Buğday başı.
SEBELE Bıyık.
SEBENTA Çeri, öncü. * Ayı.
SEBET Kıvırcık olmayan saç.
SEBET Hüccet, delil.
SEBETE (C.: Sebât) Ot, nebat, bitki. * Otu çok olan yer.
SEBG (SÜBUG) Nimet bolluğu. * Olgunlaşmak, kemâle yetişmek. Tamam olmak.
SEBH Genişlik. * Hafiflik.
SEBH Atın seğirtmesi. * Sür'atle gitmek. * Maaşında tasarruf etmek. * Suda yüzme.
SEBHA Ot yetişmeyen yer. * Şap taşının çıktığı yer. * Tuzla
SEBHALE " Sübhânallah" demek.
SEBİ (C.: Sebâyâ) Savaşta esir düşen kimse.
SEBİBE (C.: Sebâib) Atın alın kılı, yele ve kuyruğu. * İnce keten bezi parçası.
SEBİC(E) Yatık veya sekik adı verilen, ağzı dar şarap testisi. * Gecelik.
SEBİD Başa yağ sürmeyi terketmek.
SEBİH Kuş yeleğinin kopup düşeni. * Pamuk ve yün atıldıktan sonra dürüp eğirmek için koydukları bez parçası.
SEBİHA Gecelik. Geceleyin giyilen elbise.
SEBİKE Eritilerek kalıba dökülmüş şey, külçe. Kalıba dökülmüş altın veya gümüş. * Hafif, küçük.
SEBİKE-İ HAK Hak külçesi. * Mc: İşlenmemiş külçe halindeki altın kıymetinin zâhiren görünmemesi gibi; hakkın bâtıl ile mücadelesinin olmadığı zamanda, hakkın kıymet ve lüzumu derecesinin bir cihette bilinememesi.
SEBİKE-İ ZEHEBİYE Altun külçesi.
SEBİL Açık ve büyük yol. Büyük cadde. * Allah rızası için su dağıtılan yer.
SEBİLHANE f. Sebil olarak su dağıtılan yer.
SEBİLULLAH Allah (C.C.) yolu. Karşılıksız. Allah rızası.
SEB'ÎN Yetmiş.
SEB'ÎNE MERRE Yetmiş defa.
SEBİN Bir dağın adı.
SEBİR Mekke civarında bir dağın adıdır.(Resul-i Ekrem (A.S.M.), Mekke'den hicret ettiği ve küffarlar takibe çıktıkları vakit, Sebir namındaki dağa çıktılar. Sebir dedi: "Yâ Resulallah, benden ininiz! Korkarım, benim üstümde sizi vururlarsa Allah beni tâzib eder. Onun için korkarım." Cebel-i Hira çağırdı: "Yâ Resulallah ileyye: Bana gel". Bu sır içindir ki ehl-i kalb Sebir'de havf ve Hira'da da emniyeti hissederler. Bu misalden anlaşılır ki: O koca dağlar birer müstakil abddir, müsebbihdir ve vazifedardırlar. Peygambe'ri (A.S.M.) tanır ve severler, başıboş değillerdir. M.)
SEBİR Suret. * Renk. * Asıl. * Heyet.
SEBİT Aklın sabit olması, aklın durması.
SEBK İleri geçme, ilerleme. Öne göçme. * Vâki olma. * Koşuda kazanan hayvan.
Dostları ilə paylaş: |