Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə157/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   153   154   155   156   157   158   159   160   ...   181

TÂKIYYE Takke.

TÂKIYYE-DUZ f. Takkeci, takke diken.

TAKİ Kendini koruyan, saklayan. * Takvalı kimse. Günahtan çekinen.

TA'KİB Gözlemek. * Yolunda gitmek. * Peşinden yürümek. * Suçlunun suçunu araştırmak. * Bir kimsenin aynı senede yine gazaya gitmesi. * Bir şeyi ciddiyetle istemek.

TA'KİBÂT Suç işleyene karşı harekete geçmek ve suçluluk derecesini araştırmak.

TA'KİBEN Takip ederek, takip suretiyle.

TA'KİD Edb: İbareyi veya cümleyi anlaşılmaz şekle koyma. * Düğümlenme, düğümleme.

TA'KİF Eğriltmek.

TA'KİL Devenin ayağına ip takıp bağlamak.

TA'KİM (Akm. dan) Kısırlaştırma. Neticesiz bırakma.

TA'KİR Suyu bulanık etmek.

TA'KİR Bir uzvu, organı yararak sinirleri kesme.

TAK'İR (Ka'r. dan) Çukurlaştırma, çukur yapma.

TAKLİ' (Kal'. den) Yarmak. * Mübalâğa ile koparmak. Kökünden söküp koparmak.

TAKLİB (C.: Taklibât) (Kalb. dan) Döndürme, çevirme. * Bir şeyin kalıp ve şeklini değiştirme.

TAKLİD Takma, asma, kuşatma. * Benzetmeğe ve benzemeğe çalışmak. Benzerini yapmak. Birine benzemeğe çalışarak alay etmek. Sahte. Bir şeyin sahtesini yapmak.(Kur'an baştan aşağıya kadar, nâzil olduğu hey'et üzerine bâkidir. Bu kadar Kur'anı taklid etmeğe müştak olan dostlar ve mütehacim düşmanlara rağmen, şimdiye kadar Kur'anın ne taklidi yapılmış ve ne de bir misâli gösterilmiştir. Evet, Kur'an milyonlarca Arabî kitablarla mukayese edilirse benzeri bulunamaz. O halde Kur'an ya hepsinin altındadır. Bu ise muhaldir; öyle ise; hepsinin fevkindedir. Öyle ise Allah'ın kelâmıdır. İ.İ.)(Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız. Ayâ, Avrupa'nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adavetten sonra hangi akıl ile onların sefahet ve bâtıl efkârlarına ittiba edip emniyet ediyorsunuz? Yok! Yok! Sefihane taklid edenler, ittiba değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşinizi idam ediyorsunuz. Âgâh olunuz ki; siz ahlâksızcasına ittiba ettikçe, hamiyet davasında yalancılık ediyorsunuz! Çünkü şu surette ittibaınız milliyetinize karşı bir istihfaftır. Ve millete bir istihzadır. M.N.)

TAKLİD-İ SEYF Kılıç kuşatma.

TAKLİD-İ TUFEYLÂNE Küçük çocuklara yakışır şekildeki taklid.

TAKLİDEN Taklid ederek, benzeterek.

TAKLİDGÂH f. Taklid yeri.

TAKLİDÎ Taklide ait. Sathî. * Delil ve sened istemeden kabul edilen.

TAKLİDÎ İMAN (Bak: İman-ı taklidî)

TAKLİH Dişin sarılığını gidermek.

TAKLİL Azaltma. Azaltılma. İndirme. Tenkis.

TAKLİL-İ MASÂRİF Masrafların azaltılması.

TAKLİM (Kamış, tırnak, kalem gibi şeyleri) yontma, kesme.

TAKLİS Büzme.

TAKLİS Def çalıp nağme söylemek.

TAKMİS (Kamis. den) Gömlek giydirme.

TAKMİŞ Cem'etmek, toplamak.

TAKNETU (Bak: Lâtaknetu)

TAKNİ' Başına örtü örttürmek.

TAKNİN (Kanun. dan) Kanun koyma.

TAKNİYE Çok kırmızı yapmak.

TAKRİ' (C.: Takriât) Tevbih. Azarlama. * Birini telâşa düşürme. * Te'nif. Başa kakma.

TAKRİÂT (Takri'. C.) Azarlamalar, paylamalar, başa kakmalar.

TAKRİB Yaklaştırma. Aşağı yukarı ve tahmin ile kat'i olmayan şey söyleme. Tahmin. * Yolunu bulma.

TAKRİBEN Tahminen. Yaklaşık olarak. Aşağı yukarı.

TAKRİBÎ İhtimale göre olan. Takribe ait.

TAKRİD Devenin gövdesinde olan keneyi yolup gidermek. * Hor ve zelil etmek.

TAKRİN (Karin. den) Birlikte bulundurma. Yaklaştırma.

TAKRİR İyi ifade etmek. Bildirmek. * Ağzından anlatmak. * Yerleştirmek. Kararlaştırmak. Yerini belirtmek. * Resmî olarak yazı ile bildirmek. * Tapuda, mülkünü başkasına sattığını bildirmek. * Siyasî nota.

TAKRİR-İ KELÂM Söylemek. İfadede bulunmak.

TAKRİRÂT (Takrir. C.) Ağızdan anlatılan şeyler.

TAKRİREN Ağızdan anlatarak.

TAKRİRÎ SÜNNET Hazret-i Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'ın, sahabelerinden birinin söylediğini veyahut işlediğini gördüğü halde, onu menetmiyerek sükût buyurmaları.

TAKRİS Soğutmak. * Dondurmak.

TAKRİS Parmak ucuyla veya tırnakla bir nesneyi ovup yıkamak.

TAKRİŞ Birbirine rağbet etmek.

TAKRİT Kulağına küpe takmak. * Davarın başına yular takmak.

TAKRİZ (Karz. dan) Ödünç vermek. * Bir şeyi veya bir eseri beğendiğini söylemek. Beğendiğini bildiren yazı yazmak. Bir eserin takdir ve tahsin edildiğini bildiren yazı yazmak.

TAKRİZ Hayatında bir kimseyi methetmek, övmek.

TAKSİB Kıvırcık yapmak.

TAKSİF Çok kırmak.

TAKSİM (Kısım. dan) Bölme. Parçalara ayırma.

TAKSİM-İ A'MÂL İş bölümü, iş taksimi.(Sani'i-i Zülcelâl'in hilkat-i âlemde câri ve taksim-ül-a'mâl kaidesinden akan kanun-u tekemmül ve terakkide mündemiç olan rıza ve işaretinin imtisali farz iken, itaat tamam edilmemiştir. Şöyle: Kaide-i taksim-ül-a'mâli muktazi olan hikmet-i İlâhiyenin dest-i inayetiyle beşerin mahiyetinde ekmiş olduğu istidadât ve muyulâtla şeriat-ı hilkatin farz-ül-kifayesi hükmünde olan fünun ve sanayiin edasına bir emr-i manevî vermişken su-i istimalimiz ile o istidaddan tevellüd eden meyle kuvvet ve meded verici olan şevki bu hırs-ı kâzib ve şu re's-i riya olan meylü't-tefevvuk ile zayi edip söndürdük. Elbette isyan eden cehenneme müstehak olur. Biz de bu hilkat denilen şeriat-ı fıtriyenin evamirine imtisal edemediğimizden cehennem-i cehl ile muazzeb olduk. Bu azabdan bizi kurtaracak taksim-ül-a'mal kanunuyla amel etmektir. Zira seleflerimiz taksim-ül-a'mâlin ameli ile cinan-ı ulûma dâhil olmuşlardır. R.N.)

TAKSİM-İ GURAMÂ Kârı veya zararı ortaklar arasında koydukları sermaye nisbetinde taksim etmek. * Fık: Bir borçlunun terekesini alacaklıların borç miktarları nisbetinde aralarında taksim etmek.

TAKSİMÂT Taksimler. Bölmeler. Cüz cüz ayırmalar.

TAKSİR (Kasr. dan) Kısaltma, kısma. * Kusur, hata, kabahat, suç. Günah. * Bir işi eksik yapma. * Bir şeyi yapabilir iken yapmama. * Zayıflatmak, süstlük etmek. * Geri kalmak.

TAKSİRAT (Taksir. C.) Kusurlar, suçlar, günahlar, kabahatlar.

TAKSİS Kireç ile bina yapmak. * Kireç ile sıvamak.

TAKSİT (Kıst. dan) Belli zamanlarda parça parça ödenecek para.

TAKŞİR (Kışr. dan) Kabuğunu soyma.

TAKTAKA (Tıktıka) Taşlardan çıkan ses. * Hayvanların ayak sesleri veya bunları anlatmak için söylenen kelime.

TAKTİ' Kesme. Kesilme. Parça parça etme. Parçalara bölme.

TAKTİB Kaş çatıp yüz ekşitme.

TAKTİK Fr. Asker kuvvetlerini harb meydanlarında düşmanı şaşırtarak kullanma. Bu işi tedkik eden ilim. * Mc: Bir işte muvaffakiyet için lüzum eden yolları kullanma.

TAKTİL (Katl. den) Çok öldürmek, çok katletmek. * Muti etmek, itaat ettirmek, boyun eğdirmek.

TAKTİN Filiz sürme.

TAKTİR Damla damla akıtmak. Damlatmak. İnbikten çekmek.

TAKTİRAT Damla damla akıtmalar.

TAKTİR Eksik etmek. * Güç olmak.

TAKUT Feryun adı verilen darı cinsi.

TAKVA Bütün günahlardan kendini korumak. Dinin yasak ettiğinden veya haram olduğunda şüphesi olan şeylerden çekinmek. (Bak: Amel-i-sâlih, İttika, Vicdan)(Takva, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek; ve amel-i salih emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def'-i şer, celb-i nef'a racih olmakla beraber; bu tahribat ve sefahet ve cazibedar hevesat zamanında bu takva olan, def-i mefasid ve terk-i kebair üss-ül esas olup, büyük bir rüçhaniyet kesbetmiş. R.N.)(Ey muhatab olan insanlar! Havf ve reca ortasında bulunmakla, takvayı recâ ederek Rabbinize ibadet ediniz. Bu itibarla insan, ibadetine itimad etmemelidir ve daima ibadetinin artmasına çalışmalıdır. Reca mânası, sâmi' ve müşahidlere göre olursa şöyle te'vil edilecektir:Ey müşahidler! Arslanın pençesini gören adam, o pençenin iktizası olan parçalamayı arslandan ümid ve reca ettiği gibi; siz de, insanları ibadet techizatiyle mücehhez olduklarını gördüğünüzden, onlardan takvayı reca ve intizar edebilirsiniz. Ve keza, ibadetin fıtrî bir iktiza neticesi olduğuna işarettir. Takva, tabakat-ı mezkurenin ibadetlerine terettüb ettiğinden, takvanın bütün kısımlarına, mertebelerine de şamildir. Meselâ: Şirkten takva; kebairden, masivaullahdan kalbini hıfzetmekle takva; ikabdan içtinab etmekle takva; gazabdan tahaffuz etmekle takva. Demek kelimesi bu gibi mertebeleri tazammun eder. Ve keza, ibadetin ancak ihlâs ile ibadet olduğuna ve ibadetin mahzan vesile olmayıp maksud-u bizzat olduğuna; ve ibadetin sevab ve ikab için yapılmaması lüzumuna işarettir. İ.İ.)

TAKVİB Bir şeyi yerinden çekip koparma. * Yeri kazma.

TAKVİD Çok uzun boyunlu olmak.

TAKVİL (C.: Takvilât) İftira. Yalan söyleşmek. * Haber vermek.

TAKVİM Düzeltme. Doğrultma. Kıvamına koyma. Eğriyi doğru tutma. * Ta'dil etme. * Bir şeye kıymet tâyin eylemek. * Her gün güneşin doğuşu, batışı, ay ahkâmı ve süresi kaydedilmiş olan defter. * Günlük olaylardan bahseden gazete.

TAKVİM-İ ARABÎ Hicretten 17 sene sonra görülen lüzum üzerine Hazret-i Ömer (R.A.) tarafından Kamer senesi esas ve hicret tarihi başlangıç sayılmak suretiyle tertiplenen takvim.

TAKVİMÇE f. Küçük takvim.

TAKVİR (TAKAVÜR) Bir cismi yuvarlak kesmek.

TAKVİS (Kavs. den) Kavislendirme. Yay şekline koyma.

TAKVİT Besleme. Tagaddi.

TAKVİYE Kuvvetlendirmek. * Kuvvetlendirilmek.

TAKVİZ Binayı yıkmak.

TAKYİD (Kayd. dan) Kayıt ve şarta bağlanma. Şart koşma. Bağlama. Deftere yazmak. * Harfe nokta ve hareke koyma.

TAKYİH (Yara) İrinlenmek.

TAKYİN Tezyin etmek, süslemek.

TAKYİR Zifte bulaştırmak.

TAKYİZ Kırılmak. * Takdir etmek. * Sövmek.

TAKZİB Kesmek.

TAKZİF Çok iftira atmak.

TAKZİYE (Kaza. dan) Eksiği yerine getirme. Kaza etme.

TAKZİYE Gözün çapağı dışarı itmesi.

TAL f. Bakır veya gümüş tepsi. * (Parmaklara takılan) zil.

TAL' Tomurcuk. * Miktar. Kadar. * Çiçeklerin üremelerine sebep olan sarı tozları.

TAL'A Görmek. (Bak: Tal'at)

TALA' (C.: Etlâ) Geyik buzağısı. * Çatal tırnaklı hayvanların yavrusu. * Buzağının ayağını bağladıkları ip. * Şahıs.

TALAC f. Bağırma, feryad, çığlık. * Ses, sada. * Kavga. * Meş'ale.

TALAH Salih olmayan. Bozuk.

TALAH Yorulmak, zayıflamak.

TALÂK Boşamak. Boşanmak. * Bağlı olan bir şeyi çözmek, ayırmak. * Nikâhlı karısını bırakmak.

TALÂK-I BÂYİN Yeniden evleniyorlarmış gibi kadının rızası ile tekrar nikâh edilmedikçe geri alınamayacağı talâk. Kadın istemiyorsa erkek zorla alamaz. İddet sırasında kadın, erkeğin evinde kalmaz. Erkek üçüncü defa verdiği bâin talaktan sonra, üzerinden hulle geçmeden karısını bir daha (kadın istese de) alamaz. (Bak: Hulle)

TALÂK SURESİ Medenîdir. Nisâ Suresi de denir. Kur'an-ı Kerim'in 4. Suresidir.

TALAK (At) sıçramak ve kalkmak.

TALAKAT Dil açıklığı. Selâset. Düzgün sözlülük. * Güler yüzlülük.

TALAK-NAME f. Boşama kâğıdı.

TALAM Esrar otunun tohumu.

TALAN f. Çapul, yağma. * Birisinin malının, herkes tarafından kapışılması.

TALANGER f. Yağmacı, talancı, çapulcu.

TALANGERÎ f. Çapulculuk, yağmacılık.

TALAR f. Dört direk üzerine yapılan ve geceleri yatılan yer. * Salon, büyük oda.

TALASİM (Tılsım. C.) Tılsımlar.

TAL'AT Vecih, yüz. Çehre. * Görünüş. Görüşmek. * Güzellik. * Görmek. * Bir şeye çok rağbet etmek.

TAL'AT-EFRUZ f. Parıldayan.

TALAVET Güzel, hüsün. Şirinlik, zariflik. * Ağızda çıkan bir nevi yara.

TALAZZİ (Lazâ. dan) Alev çıkarma. Alevlenme.

TALE (Tavl. dan) "Uzun olsun" mânâsındadır.

TALEB İsteme. İstenme. Dileme. İstek.

TALEB-İ RÜ'YET Görmeyi istemek. Hz. Musa'nın (A.S.) Cenab-ı Hakk'ı görmek istemesi.

TALEBDÂR f. Alacaklı.

TALEBE (Tâlib. C.) İstekliler. * Şakird. Tahsile çalışan. Öğrenen. Öğrenci.

TALEBE-İ ULÛM Yüksek dinî ilimleri okuyan talebe. (Bak: Âlem-i berzah)(İmam-ı Şâfiî (K.S.) gibi büyük zâtlar: "Talebe-i ulûmun hattâ uykusu dahi ibadet sayılır." diye ziyade ehemmiyet vermişler. Ş.)

TALEBKÂR f. İstekli, talebli, arzulu.

TALEF Fazl. Atâ, hediye, bahşiş, hibe. * Kanı heder olmak.

TALEL (C.: Tulul-Atlâl) Yıkılmış binada kalan duvar temeli.

TALH Muza benzer meyve. Akasya ağacı.

TALH Necis bulaşmak, pislik bulaşmak. * Havuz dibinde kalan tortu. * Kene böceği.

TALHA BİN UBEYDULLAH (R.A.) : Aşere-i mübeşşeredendir. Çok muharebelere iştirak etti, fedakârlığı büyüktü. Peygamberimiz (A.S.M.) ile muharebede iken kılıç darbesine karşı kolunu gerer ve onu muhafazaya çalışırdı, kendisinden ziyade Hz. Peygamber'i (A.S.M.) muhafazaya azmederdi. Kolu bu yüzden sakatlandı. Hz. Ali (R.A.) buyuruyor ki: "Resul-i Ekrem'den (A.S.M.) duydum. Dedi ki: Talha ile Zübeyir, Cennet'te benim komşularımdandır." Hicretin 36'ncı yılında Cemel Vak'asında şehid oldu.

TALİ ' Doğan. Tulu' eden. * Kısmet, kader, baht. * Nişangâhın arkasına düşen ok. * Yeni hilâl.

TALİ Tilavet eden, okuyan. * İkinci derecede. Sonradan gelen. * Man: Birbirine bağlı iki kaziyeden ikincisi. Meselâ: "Duman çıkıyorsa ateş vardır" sözünde "Ateş vardır" sözü tâli'dir.

TALİA Casus. * Nişancı. Asker önünden giden tabur. * Rehber, kılavuz; kafilenin önünde giden.

TALİA Doğan. Ufuktan görünen. Tulu' eden.

TALİB (C.: Tulleb-Tullâb-Talebe) İsteyen, istekli. * Talebe, öğrenci.

TALİBE (C.: Tâlibât) Kız talebe. Mektebli kız.

TALİD Bir kimsenin (köle, câriye, hayvan gibi) canlı eşyası.

TALİF Alınmış şey.

TALİH Faydasız, yaramaz iş. (Kısmet ve kader mânasında: Bak: Tâli')

TALİK Güleryüzlü adam. Mütebessim kimse. * Düzgün söz söyleyen kimse.

TA'LİK Asmak. * Geciktirmek. * Bağlanmak. * Bir cümlenin mazmununun husulünü diğer bir cümlenin mazmununun husulüne edat-ı şart ile rabt etmektir. Şu işi görürsen, şuna vâris olacaksın denilse, vâris olma, işin görülmesine bağlanmış olur. Buna ta'liki şart denir. * Muallak kalmak. Bir zamana bıraktırmak. * Kur'an yazısının bir çeşidi. * Tefsir.

TA'LİKAT Bir eseri açıklamak üzere kenarına yazılan veya ayrıca eser olarak hazırlanan notlar. * Bediüzzaman Hazretlerinin İlm-i Mantık üzerine te'lif ettiği bir eserinin ismi.

TALİK Azad olunan esir. Serbest bırakılan esir.

TA'LİL Sebep göstermek. * İllet. Bahane. * Müessirden esere yapılan istidlâl. (Bak: Bürhaân-ı limmî)

TA'LİL BA'D-EL-VUKU' Bir şeye sonradan uygun bir sebep uydurma.

TALİL Hasır.

TA'LİM Öğretmek. Yetiştirmek. Alıştırmak. Belli etmek. İdman.

TA'LİM-İ ESMÂ İsimleri öğretmek. * Cenab-ı Hak tarafından Hz. Âdem'e (A.S.) Esmâ-i hüsnânın öğretilmesi.(Hazret-i Âdem'in melâikelere karşı kabiliyyet-i hilâfet için bir mu'cizesi olan tâlim-i esmâdır ki, bir hâdise-i cüz'iyyedir. Şöyle bir düstur-u küllînin ucudur ki: Nev-i beşere câmiiyet-i istidat cihetiyle tâlim olunan hadsiz ulûm ve kâinatın envaına muhit pek çok fünun ve Hâlik'ın şuunat ve evsafına şamil kesretli maârifin talimidir ki; nev-i beşere, değil yalnız melâikelere, belki Semâvat ve Arz ve dağlara karşı Emanet-i Kübrayı haml dâvasında bir rüçhaniyet vermiş ve hey'et-i mecmuasiyle Arz'ın bir halife-i mânevisi olduğunu Kur'an ifham ettiği misillü "Melâikelerin Âdem'e secdesiyle beraber, Şeytan'ın secde etmemesi" olan hâdise-i cüz'iye-i gaybiyye, pek geniş bir düstur-u külliyye-i meşhudenin ucu olduğu gibi, pek büyük bir hakikatı ihsas ediyor. S.)

TA'LİMAT Bir iş hakkında hareket tarzını bildiren emirler.

TA'LİMAT-NAME f. Yönetmelik.

TA'LİMGÂH Tâlim ve öğrenme yeri.

TA'LİMHANE f. Öğrenme yeri. Ta'lim yeri.

TA'LİN Aşikâr etme. Meydana çıkarma. Açığa vurma.

TA'LİT Devenin yularını başından indirmek. * Deve boynuna nişan etmek.

TA'LİYE Yükseltme.

TA'LİYE-İ NAME Mektuba başlık koyma.

TALK Doğum ağrısı.

TALL Çiğ, kırağı. İnce yağan yağmur, çisinti. Şebnem. * Helâk etmek, iptal. * Güzel, lâtif şey. * Şiddet.

TALLASE Kendisiyle levha silinen paçavra.

TALS Su akmak.

TALS (C.: Atlâs) Mahvetmek.

TALTİF İltifat etmek. Bir iyilik yaparak gönül almak. Yumuşatmak.

TALTİFÂT (Taltif. C.) Taltifler, ihsanlar, lütuflar, bağışlar.

TALTİFEN Taltif suretiyle.

TALTİH Bulaştırma, bulaşık etme.

TALUT (Bak: Yuşa)

TALVE Vahşi canavarların yavrusu. * Keçi bağladıkları ip parçası.

TALY Karışmak.

TALZİYE (Lezâ. dan) Alevlendirme veya alevlendirilme.

TA'M Yeme. Tad. Lezzet. Zevk.

TAMA' Hırsla istemek. Doymazlık. Aç gözlülük. Çok isteme. * Askerî fertlerin maaşları. (Kamus)

TAMAEN Tama' ederek. Hırsla. Cimrilikle.

TAMAH (Tımah - Tumuh) Bir şeye göz dikip bakma.

TAMA'KÂR Aç gözlü. Cimri.

TAMAM Bitme, bitirme, son, nihayet. * Tam, eksiksiz, noksansız. * Ne eksik ne fazla. * Münasib, uygun.

TAMAM-I ITTIRAD-I AHVAL Bir kimsede var olan huy ve hasletlerin sekteye uğramadan biteviye devam etmesi, her zaman aynı durumu göstermesi.

TAMAMEN Büsbütün, eksiksiz ve tam olarak, mükemmel biçimde.

TAMAMİYET Bütünlük, tamamlık, tamlık.

TAM'AN Tama' suretiyle, tama' ederek.

TAMAR (TIMÂR) Yüksek mekan, yüce yer.

TAMAT f. Mânâsız ve uygunsuz söz.

TAMELE (TAMLE) Havuzun dibinde kalan balçık ve tortu.

TAMH (TIMÂH) Gözünü yukarı kaldırıp bakmak.

TA'MİD Vaftiz etmek.

TA'MİK (Umk. dan) Derinleştirmek. Derin kazmak. * İnceden inceye araştırmak. Esasına varacak şekilde araştırmak.

TA'MİKAT (Ta'mik. C.) Derinleştirmeler. İncelemeler, tedkik etmeler, araştırmalar.

TA'MİM Umumileştirme. Herkese bildirme.

TA'MİMEN Ta'mim suretiyle. Herkese bildirmek suretiyle.

TA'MİR Bozuk şeyi düzeltmek. Eski şeyi düzeltip yeni hâline getirmek.

TA'MİRÂT (Tamir. C.) Noksanları gidermek. Eksik ve bozukları düzeltmeler ve tamamlamalar. Ta'mirler.

TAMİR Sıçrayıcı, sıçrayan.

TAMİR BİN TAMİR Aslı bilinmeyen kimse. * Pire.

TAMİR Hurması olan kişi.

TAMİS Uzak.

TA'MİYE (Amâ. dan) Körletme. Kör etme. * Kapalı şekilde anlatmak. * Edb: Ebced hesabiyle düşürülen bir tarihin, hesabı doldurmak için çıkartılacak veya eklenecek sayılarını işaret etme.

TAMİYE Dudak kabarmak.

TAMLES (TAMELLES) Çörek.

TAMM Saçını kesmek. * Galebe etmek. Galib gelmek. * Yükselmek, yüce olmak. * Defnetmek, gömmek.

TAMMA' (Tama'. dan) Çok tama' eden.

TAMMAH Her şeye göz diken pek hırslı kimse.

TAMMAT Kıyamet.

TAMME (Tâmmât) Kıyamet vakti. * Belâ. Dâhiye. * Keskin çığlık.

TAMME Bütün, noksansız, eksiksiz, tam.

TAMN Sâkin olmak, sessiz olmak.

TAMS Yok etme, belirsiz kılma. * Eskimek. * Mahvolmak.

TAMS Kadının hayız görmesi, aybaşı olması. * Kir, vesah. * Cima etmek. * Yapışmak.

TAMŞ Halk, nâs, insanlar.

TAMTAME Pelteklik, kekemelik, tutukluk.

TAMU (Aslı: Tamuğdur) Cehennem.

TAMUR Kan. * Nefes.

TAMURE Kalb gılâfı. * Emzikli bardak. * İbrik.

TAMV Yüksek olmak. * Dolu olmak.

TA'N Hoş görmemek. Kötülemek. Birisinin ayıp ve kusurlarını beyan etmek. * Küfretmek. * Muhalifin iddialarını çürütmek. * Vurmak. * Duhul etmek, dâhil olmak, girmek.

TANA Susuzluktan ciğerin yapışması.

TANAGGUZ Taaccüb edip, şaşırıp, hayrette kalıp başını sallamak.

TANAZZUC Pişmek. * Olmak.

TANCİR (TANCERE) (C: Tanâcir) Tencere.

TANDIR Ufak fırın. * Elleri ve ayakları ısıtmak için üstü kapalı küçük mangal.

TA'NE Sövme, zemmetme, yerme, çekiştirme.

TANEF Kayış. * Dağ burnu. Dağ başı. * Kapı üstüne yapılan örtü. * Duvar üzerine yapılan saçak.

TA'NE-ZEN f. Söven, zemmeden, hicveden, yeren, çekiştiren.

TANFESE (C.: Tanâfis) Uzun saçaklı halı. * Hurma yaprağından yapılan ve eni bir zira' miktarı olan hasır.

TANGİM Avazlandırmak, seslendirmek.

TANGİS Dirliğini tatsız etmek.

TANGO Fr. Züppe giyinişli kadın. * Turuncuya çalar renk. * Bir dans çeşidi.

TANGÜB Ok yapımında kullanılan sağlam bir ağaç cinsi.

TANH Semiz olmak, besili ve şişman olmak. * Yemeğin hazmolmaması, sindirilmemesi.

TA'NİF Şiddetle azarlamak. * Darılmak. * Meşakkat vermek. Melâmet etmek.

TA'NİFÂT (Ta'nif. C.) Şiddetle azarlamalar, darılmalar.

TA'NİK (Unk. dan) Boğazını tutup sıkmak.

TAN'İM Nimet vermek, nimetlendirmek.

TANİN Sinek vızıltısı. * Kaz sesi. * Avaz ve gürültü. * Çınlamak. Tınlamak.

TANİN-ENDÂZ f. Çınlayan, tınlayan.

TA'NİS Büluğdan sonra kızın kendi evlerinde çok durması.

TA'NİYE İncitmek.

TANKER ing. Akaryakıt taşıyan gemi veya kamyon.

TANNAN Tınlayan, çınlayan.

TANNAZ Herkesle eğlenip alay eden. Müstehzi.

TANNE Balçığı çok olan yer.

TANSİB Yükseğe kaldırma.

TANSİF (Nısıf. dan) Yarı yarıya bölmek. Ayırmak.

TANSİR Hristiyanlaştırma.

TANSİS Tetkikten sonra karar vermek. * Bir mes'eleyi ve hükmü, şer'î delillere isnad etmek.

TANSİYON Fr. Tıb: Kanın damarlara içerden yaptığı tazyik, basınç.

TANTANA Çok lüks içinde olmak. Gösteriş. Gürültü patırtı.

TANTİF Kulağına küpe geçirmek.

TANTİK Bir kimsenin beline kuşak bağlamak.

TANTİL Hasta olan uzuv üstüne sıcak su ve yağ dökmek.

TANZ Herkesle eğlenme. Alay etmek.

TANZİC Çok pişirmek. * Yakmak.

TANZİD Bir yere toplayıp yığmak. İstif etme.

TANZİF (Nezafet. den) Temizlenmek. Temizlemek.

TANZİFÂT Temizlik işleri. Temizlemeler.

TANZİM (Nazım. dan) Sıraya koymak. Sıralamak. Dizmek. * Düzenlemek. Tertiblemek. * Islah etmek. * Manzum veya mensur olarak yazmak.

TANZİMAT-I HAYRİYE Osmanlı Devletinde Sultan Abdülmecid zamanında başlayan ve (1839-1876) tarihleri arasındaki devreye Tanzimat-ı Hayriye denir. Sözde ıslahat için çalışılan devirdir. Bu, Gülhane Hatt-ı Hümayunu namında padişah fermanı ile başlatıldı. Bu devirde her şey yeniden tanzim edilecekti, yeni müesseseler kurulacaktı. Avrupa-vâri terakki esasları her yerde öğretilecek, Osmanlı Devleti ve İslâm Alemi ilerliyecekti. Fakat ıslaha ferdlerden başlayacakken ve İslâmî çareler düşünülecekken, geniş daireden başlandı. Evvelki dairelerdeki iktisadî, içtimaî fikir hastalıklarımıza zâhirde çâre bulmak için doktor gibi içimize giren yabancılar ve ecnebi zihniyetin meyveleri gittikçe bünyemizi daha ziyade felce uğrattılar...

TANZİR Tazeleştirme, tazelendirme.

TANZİR Benzetme. Benzetilme. Nazire yapma. * Bir yazının şekil ve mâna bakımından benzerini yazma.

TANZİREN Nazire olarak. Benzetme suretiyle.

TÂR f. Karanlık. * Tel. Saç teli. * Tepe. * İplik.

TÂR-I ANKEBUT Örümcek ağı.

TÂR-I ZÜLF Saç teli.

TARA f. Yıldız.

TARAB Sevinçlik. Şenlik. Şâdlık.

TARAB-EFSÂ f. Neşe ve ferahlığı artıran.

TARAB-ENDUZ Ahenk kazanan.

TARAB-GÂH f. Coşkunluk ve sevinç yeri.

TARAB-NÂK f. Sevinçli, neşeli, coşkun.

TÂRÂC f. Yağma, talan, çapul. * Yağmalama, talan etme.

TÂRÂC-GER f. Yağmacı, çapulcu.

TÂRÂC-KERDE f. Yağmalanmış, talan edilmiş.

TARAF Yan, yön. * Yer, memleket, ülke. Kıt'a. * Taraftarlık, sahip çıkmak, korumak. * Aralarında anlaşmazlık bulunan iki kişiden veya iki topluluktan her biri.

TARAFDAR f. Birinin tarafını tutan, bir tarafı tutan, bir tarafı kayıran.

TARAFDARÎ f. Kayırıcılık, taraftarlık.

TARAFEYN İki taraf. İki nihayet. * Dâvada karşılıklı iki hasım. Her iki taraf.

TARAFGİR f. Taraf tutan. Taraflardan birine sahip çıkan.

TARAH Uzak mekân.

TARAH (C.: Etrâh) Tasa, keder, hüzün, melâlet.

TARAHHUM (Bak: Terahhum)

TARAİF (Tarife. C.) Az bulunur şeyler.

TARAİK (Tarikat. C.) Tarikatlar, meslekler.

TARAK Bulutların bir yere toplanması. * Aynı cinsten olan şeylerden bazısı bazısının üstünde olması.

TARAN f. Karanlık.

TARANCİBİN Kudret helvası.

TARARET Semizlik, besililik, şişmanlık.

TARAS İzdihamlık, çok kalabalık.

TARASRUS Katı olmak, şiddetlilik. * Sağlam olmak.

TARASSUD Bir şeyi çok dikkat ederek gözetleme. İntizar üzere olma. Gözetleme.

TARASSUDÂT (Tarassud. C.) Gözlemler, tarassutlar, gözetlemeler.

TARAT f. Çapul, yağma, talan.

TARATUN Fârisî dilince söyleşmek. Farsça konuşmak.

TARAVET Tazelik. Körpelik.

TARAVET-DÂR (Terâvettar) f. Tâzece, eskimemiş, tâze.

TARAYYUH Zayıflık, süstlük.

TARAZİ Hoşnutlaşmak.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   153   154   155   156   157   158   159   160   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin