Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə158/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   154   155   156   157   158   159   160   161   ...   181

TARAZRUZ (Taş) Parça parça olmak.

TARAZÜM Üzümü ekmekle yemek.

TARD Sürme, kovma, uzaklaştırma. * Mektebden veya vazifeden uzaklaştırma. Hizmetten çıkarma.

TARDETMEK Kovmak, def etmek, uzaklaştırmak.

TARDİN Kaftana yen etmek.

TARDİYE Allah râzı olsun demek. (Bak: Tarziye)

TARDİYE Red olundurmak.

TARE Defa, kerre.

TARED Irak etmek, uzaklaştırmak. * Sürüp reddetmek.

TAREK f. Tepe. Başın tepesi.

TAREM Dam, kubbe, künbet. Sakf. Satıh.

TAREŞ Sağırlık.

TARETEN Bir kere veya bazı defa.

TÂRETEN UHRÂ Bir kere daha, başka bir kere daha.

TAREYAN Oluverme, geliverme, birdenbire çıkma.

TARF Göz, bakış, nazar. Göz ucu. * Soyu temiz kimse. * Her şeyin nihayeti, sonu. * Göz kapaklarını yummak veya oynatmak. * Göze bir şey dokundurmakla yaşartmak. * Koz: Menazil-i Kamer'den bir menzil adı. (Kamer menzillerinden birisinde aslanın alnını teşkil eden dört yıldızdan ikisi aslan gözüne benzetildiğinden bu menzile de "Tarf" denilmiştir. Bu iki yıldız daha evvel doğarlar.)

TARFA Ilgın ağacı.

TARFE Göz kapağının bir defa kapanıp açılması. * Göz kırpmak. * Bir yıldız ismi. * Ayın bir menzili.

TARFET-ÜL AYN Göz kapağının bir kere açılıp kapanması kadar geçen kısa ân.

TARFES Kum yığını.

TARH Uzaklaştırmak. * Vaz' etmek. * İndirmek. * Bırakmak, elinden atmak. * Yerleştirmek. * Temel bırakmak. * Mat: Çıkarma.

TARH-I ESAS Temel atmak.

TARH-EFGEN f. Düzenleyen, kuran, tertib eden. * Temel kuran, bina yapan.

TARH-ENDAZ f. Temel atan. Düzenleyen, tertib eden.

TARHİB "Merhaba" demek.

TARHUN (C.: Tarâhin) Tarhun otu.

TÂRIK Gece gelen kimse. * Zulmette hâsıl olan belâ ve musibetler. * Parlak yıldız. * Sabah yıldızı. (Zühre)

TÂRIK SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 86. Suresinin ismidir. Mekkîdir.

TARIM (TARİME) (C.: Tıram) Kara çadır.

TARÎ (Taravet. den) Taze, taravetli.

TARÎ Karanlık, meçhul.

TARÎ (Tarâ. dan) Birdenbire çıkan, ansızın görünen.

TA'RİB Bir kimseden söz nakletmek. * Çirkin etmek. * Arabî olmayan kelimeyi arabi lügatına nakletmek.

TA'RİC Meyletmek, eğilmek. * Bir nesne üzerinde durmak. * Çıkıntı. Tümsek peyda etme.

TARİD (Tard. dan) Kovan, çıkartan, süren, tardeden.

TA'RİD Kaçmak. * Gitmek.

TARİD Kovulmuş, uzaklaştırılmış, sürülmüş, çıkarılmış. * Bir kimsenin birinci çocuğundan sonra doğan ikinci çocuğu.

TARİDE Arap çocuklarına mahsus bir oyun. * Okları cilâ edip parlattıkları ağaç.

TA'RİF (İrfan. dan) Bir şeyi belli noktalar ve işaretlerle inceden inceye anlatıp bildirmek, tanıtmak. Kavl-i şârih. * Bir maddeyi bütünüyle bir ibare halinde anlatmak. * Gr: Bir ismi marife etmek. * Arafat'ta vakfe yapmak.

TA'RİFE Bir şeyi lâzım olduğu şekilde anlatıp bildiren yazı.

TARİH Hâdiseye vakit tayin etmek. * Vak'anın vukuuna tayin olunan vakit. Zaman tesbiti. * Geçen hâdiseleri kaydetmekten hâsıl olan ilim. * Vak'anın vukuuna vakit tayin eden söz ve makam. * Memlekette vâki olan hâdiseleri zamana nazaran tertip ve sırasıyla zikir ve beyan eden kitap.

TARİH-İ KADÎM Eski zaman tarihi.

TARİH-İ MU'CEM Bir mısra, beyit veya cümledeki noktalı harflerin ebced hesabı ile yekûnunun delâlet ettiği tarih. * Edb: Ebced hesabında noktalı harflerin hesap edilerek düşürülen tarih. Bir ilmi, müfredâtı ile belirten eser.

TARİH-İ UMUMÎ Umumî tarih.

TARİH İşe yaramaz diye bir kenara atılmış nesne.

TARİHNÜVİS (C.: Tarihnüvisân) f. Tarih yazan. Müverrih.

TÂRİK Terkeden, vazgeçen, bırakan.



TÂRİK-İ DÜNYA Hevâ ve hevesi terkeden. Dünyanın fâni olan cihetini terkedip Allah rızası yolunda olan.

TÂRİK-ÜS SALÂT Namaz kılmayı terketmiş olan kimse.(Çok tembellerden ve târik-üs salâtlardan işitiyoruz; diyorlar ki: Cenab-ı Hakk'ın bizim ibadetimize ne ihtiyacı var ki, Kur'ân'da çok şiddet ve ısrar ile ibâdeti terkedeni zecredip Cehennem gibi dehşetli bir ceza ile tehdit ediyor. İtidalli ve istikametli ve adaletli olan ifade-i Kur'âniyeye nasıl yakışıyor ki, ehemmiyetsiz bir cüz'î hataya karşı, nihayet şiddeti gösteriyor?Elcevab: Evet, Cenab-ı Hak, senin ibadetine, belki hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen, ibadete muhtaçsın; mânen hastasın. İbadet ise, mânevi yaralarına tiryaklar hükmünde olduğunu çok risalelerde isbat etmişiz. Acaba bir hasta, o hastalık hakkında, şefkatli bir hekimin ona nâfi' ilaçları içirmek hususunda ettiği ısrara mukabil, hekime dese: Senin ne ihtiyacın var, bana böyle ısrar ediyorsun?.. Ne kadar mânâsız olduğunu anlarsın.Amma Kur'ânın, terk-i ibadet hakkında şiddetli tehdidatı ve dehşetli cezaları ise; nasılki bir Padişah, raiyetinin hukukunu muhafaza etmek için; âdi bir adamın, raiyetinin hukukuna zarar veren bir hatasına göre, şiddetli cezaya çarpar. Öyle de; ibadeti ve namazı terk eden adam, Sultan-ı Ezel ve Ebedin raiyeti hükmünde olan mevcudatın hukukuna ehemmiyetli bir tecavüz ve mânevi bir zulüm eder. Çünkü; mevcudatın kemalleri, Sânia müteveccih yüzlerinde tesbih ve ibadet ile tezahür eder. İbadeti terkeden, mevcudatın ibadetini görmez ve göremez. Belki de inkâr eder. O vakit ibadet ve tesbih noktasında yüksek makamda bulunan ve herbiri birer mektub-u Samedani ve birer âyine-i Esmâ-i Rabbaniye olan mevcudatı âlî makamlarından tenzil ettiğinden ve ehemmiyetsiz, vazifesiz, câmid, perişan bir vaziyette telâkki ettiğinden, mevcudatı tahkir eder; kemalâtını inkâr ve tecavüz eder. Evet herkes; kâinatı kendi âyinesiyle görür. Cenab-ı Hak, insanı, kâinat için bir mikyas, bir mizan suretinde yaratmıştır. Her insan için, bu âlemden hususi bir âlem vermiş. O âlemin rengini, o insanın i'tikad-ı kalbîsine göre gösteriyor. Meselâ; gayet me'yus ve matemli olarak ağlayan bir insan, mevcudatı ağlar ve me'yus suretinde görür... gayet sürurlu ve neş'eli, müjdeli ve kemal-i neş'esinden gülen bir adam; kâinatı neş'eli, güler gördüğü gibi, mütefekkirâne ve ciddi bir surette ibâdet ve tesbih eden adam; mevcudatın hakikaten mevcud ve muhakkak olan ibadet ve tesbihatlarını bir derece keşfeder ve görür.. gafletle veya inkârla ibadeti terkeden adam; mevcudatı, hakikat-ı kemalâtına tamamiyle zıd ve muhalif ve hatâ bir surette tevehhüm eder ve mânen onların hukukuna tecavüz eder. Hem o târik-üs-salât, kendi kendine mâlik olmadığı için, kendi mâlikinin bir abdi olan kendi nefsine zulmeder. Onun mâliki, o abdinin hakkını onun nefs-i emmâresinden almak için, dehşetli tehdit eder. Hem netice-i hilkatı ve gaye-i fıtratı olan ibadeti terk ettiğinden, hikmet-i İlâhiyeye ve meşiet-i Rabbaniyeye karşı bir tecavüz hükmüne geçer. Onun için cezaya çarpılır.Elhasıl: İbadeti terkeden, hem kendi nefsine zulmeder; -nefs ise, Cenab-ı Hakk'ın abdi ve memlüküdür- hem kâinatın hukuk-u kemalâtına karşı bir tecavüz, bir zulümdür. Evet, nasılki küfür mevcudata karşı bir tahkirdir; terk-i ibadet dahi, kâinatın kemalâtını bir inkârdır. Hem hikmet-i İlâhiyyeye karşı bir tecavüz olduğundan, dehşetli tehdide, şiddetli cezaya müstahak olur.İşte bu istihkakı ve mezkur hakikatı ifade etmek için, Kur'ân-ı Mu'ciz-ül-Beyan; mu'cizane bir surette o şiddetli tarz-ı ifadeyi ihtiyar ederek, tam tamına hakikat-ı belâgat olan mutabık-ı muktezâ-yı hale mutabakat ediyor. L.)

TARİK f. Karanlık.

TARÎK Yol. Tarz, usûl. * Vâsıta. Meslek. * Bir maksada nâil olmak için icrâsı lâzım olan husus veya bu hususların hey'et-i mecmuası.

TARÎK-İ ÂMM Herkesin geçmesine mahsus yol.

TARÎK-İ BERZAHİYE Berzaha giden ve ona ait yol.

TARÎK-İ CEHRÎ Açık olarak ve yüksek sesle zikir yapan tarikat. (Kadirî gibi)

TARÎK-İ NAKŞÎ Şeyh Bahaüddin Nakşbendî Hazretlerinin kurduğu tasavvuf yolu. (Bak: Nakş-bendî)(Tarîk-i Nakşî'de dört şeyi bırakmak lâzım: Hem dünyayı, hem nefis hesabına âhireti dahi maksud-u hakiki yapmamak; hem vücudunu unutmak; hem ucbe, fahre girmemek için bu terkleri düşünmemektir. S.)

TA'RİK Şaraba biraz su katmak. * Kovayı doldurmak. * Terletmek. * Hastalık veya perhizden dolayı zayıflamak.

TA'RİK Ovmak.

TARİKAT Yol, manevî yol. * Usûl, tarz. Hal ü şan. (Bak: Müteşeyyih, Seyr-i âfâkî, Tasavvuf)

TARİK-BAHT f. Bahtı kara, şanssız, tâlihsiz.

TARİM Kalın bulut. * Elleri ve ayakları kaba olan kimse.

TA'RİR Yere dökmek.

TA'RİS Düğün yapma. Bir kızı gelin etme.

TA'RİS Et kurutmak.

TARİS Kavi, kuvvetli.

TA'RİŞ Üzüm çubuğuna çardak yapmak. * Temel yapmak.

TA'RİYE Soyma. Çıplaklaştırma.

TARİYE Ansızın gelen belâ, dâhiye.

TARİZ Cansız, kuru nesne. * Meyyit, ölü.

TA'RİZ Gizleme, saklama. * Sağlamlaştırma. * Alıp götürme.

TA'RİZ Dokunaklı söz söylemek. Kapalıca yapılan sitem. Kinâye ile söylemek.

TA'RİZÂT (Ta'riz. C.) Dokunaklı konuşmalar, sözle dokundurmalar, taş atmalar.

TARK Vurmak. * Dövmek. * Yünü ve pamuğu ağaçla vurmak. * Bulanık su. * İçine deve bevlettiğinden dolayı pislenmiş olan yağmur suyu. * Vücuttaki gevşeklik.

TAR-MAR (Bak: Tar ü mar)

TARMESE Münkabız olmak.

TARR Kesmek. * Keskinletmek. * Yapmak. * (Bıyık) gelmek. * Çolak olmak. * Düşmek.

TARRAKA Gümbürtü.

TARRAR Yankesici, hilekâr.

TARRİYAN Sepet. * Büyük tabak.

TARSİ' (Göz) yaramaz olmak.

TARSİ' Bezemek, süslemek. * Sevinç, neşât.

TARSİF Birbirine bitiştirip kuvvetlendirme, sağlamlaştırma.

TARSİG Vüs'at vermek, genişlik vermek.

TARSİN Sağlamlaştırmak. Bir şeyi tahkik etmek. * Bilmek. * Metanet ve cesaret vermek.

TARSİNÂT (Tarsin. C.) Sağlamlaştırmalar.

TARSİS (Rasas. dan) Kurşunla perçinleme, kurşunlaştırma, sağlamlaştırma. * Kadının sadece gözleri görünecek şekilde örtünmesi.

TARTABE Keçiyi sağmak için çağırmak.

TAR TAR Tel tel. İplik iplik.

TARTİB Islatma, rutubetlendirme. Islatılma. * Tâzelik verme. * Hoşlandırılma. * Hurmanın rutubetli olması.

TARTİB-İ LİSAN Güzel bir söz söyleyerek dili mânen tatlılaştırma.

TARTİL Saçı yağlamak.

TAR Ü MAR f. Dağınık, karmakarışık, perişan.

TARY Taptaze. Çok taze.

TARZ Usul, şekil, üslub. * Yol. Hey'et.

TARZE şekil, suret.

TARZİM Bir çok şeyi bir yere getirip, toplayıp bir yük yapmak.

TARZİYE Pişmanlık duyduğunu anlatarak özür dilemek. * Râzı etmek. * "Radıyallahü-anh" diyerek duâ etmek.

TARZİYE Cübbe veya zırh giymek.

TAS (C.: Atvâs) Meşhur bir kabın adı. Tas.

TASABBİ (Saby. dan) Çocuk tavrı takınma. Çocuklaşma.

TASABBU' Parmak parmak ayırma.

TASABBUH Sabahleyin uyumak. * Sabah kahvaltı yapmadan yemek yemek.

TASABBUN Sabunlaşma. * Sabun gibi köpürme.

TASABBUR (Sabr. dan) Sabırlanma. Sabretme.

TASABBÜB Dökülmek. * Bahadır olmak, kahraman olmak. * Sıcaklığın artması.

TASABİ Aşkını izhar etmek, muhabbetini açığa vurmak.

TASADDİ Bir işe başlamak. * Taarruz etmek. * Yüz döndürmek. * Tesadüf etmek. * Vuku bulmak.

TASADDU' Yarılıp çatlama. * Dağılma.

TASADDU' (Demir) Paslanmak ve küflenmek.

TASADDUK Sadaka vermek. Allah rızası için fakirlere ve ihtiyacı olanlara, para veyahut ihtiyaca göre herhangi bir şey vermek. * Sadık ve gerçek olduğu tahakkuk etmek, meydana çıkmak.(İlmi olan kimse ilminden, malı olan kimse malından tasadduk etsin.) (Hadis meâli)

TASADDUKAT (Tasadduk. C.) Sadakalar.

TASADDUR (Sadr. dan) En başta oturma. Başa geçme. * Öğretmek. * Yücelik talep etmek, yükseklik ve ululuk istemek.

TASADUK Birbirine inanmak.

TASADÜM Tokuşmak.

TASAFFİ Saflaşmak. Durulmak. Temizlenmek.

TASAFFUH Yaprak yaprak olma. * Levha biçiminde olma, levha hâline konulma.

TASAFFÜR Sararmak.

TASAFÜH Musafaha edişmek.

TASAFÜN Suyun az olduğu zamanlarda herkese eşit miktar su vermek.

TASALLİ Ateşte yanmak.

TASALLUB Sertleşmek. Katılaşmak. * Sağlamlaşmak. * Gayret etmek.

TASALLUT Musallat olmak. Birini rahatsız etmek. Tebelleş olmak. Tahakkümane hareket etmek.

TASALLUTEN Musallat olarak, tasallut ederek, sataşarak.

TASALLÜF Kibirlenmek, övünmek, söz atmak.

TASALLÜFÂT (Tasallüf. C.) Gösteriş olarak yapılan nezaketler.

TASALSUL Demir ve ona benzer madenlerin birbirine değmelerinde ses çıkarmaları.

TASA'LÜK Fakirlik göstermek.

TASAMM Kendini sağır etmek.

TASAMÜM Sağırlığa vurmak.

TASANNU' Yapmacık hareket. Zorla bir şeyi daha iyi göstermeğe çalışmak. Suni hareket.

TASANNUF Zorla yapılan sınıflandırma veya te'lif.

TASARRUF İdare ile kullanmak. Sarfetmek. Tutum. Sâhib olmak. İdare etmek. Sâhiblik. Kullanma hakkı. * (Para veya mal) artırma. * Bir şeye karışıp müdahale etme.

TASARRUFAN Tasarruf ve tutum gayesiyle. İktisad maksadıyla.

TASARRUFÂT (Tasarruf. C.) Tasarruflar.

TASARRUH Şiddetle çağırmak.

TASARRUM Cesaretlenme, yiğitlenme. * Kesilmek.

TASARU' Birbiriyle güreşmek.

TASARUM Birbirini kesmek.

TASA'SU' Deprenmek, hareket etmek. * Perakende olmak, dağılmak.

TASA'UB Güçleşme. Güç olma.

TASA'UD (Suud. dan) Yukarı çıkma. * (Gaz veya buhar) yükselme.

TASAVİR (Tasvir. C.) Tasvirler, resimler.

TASAVÜL Karşılıklı hamle etmek.

TASAVÜN Hıfzetmek, korumak.

TASAVVU' Ayrılmak, perâkende olmak.

TASAVVUF Kalbi dünyanın fâni işlerinden ayırıp Allah (C.C.) sevgisi ile bağlamak. Tarikat ehli olmak. (Bak: Tarikat)(İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî gibi muhakkıkin-i ehl-i tarikat derler ki: "Birtek Sünnet-i Seniyyeye ittiba' noktasında hâsıl olan makbuliyet, yüz âdâb ve nevâfil-i hususiyeden gelemez! Bir farz, bin sünnete müreccah olduğu gibi; bir Sünnet-i Seniyye dahi, bin âdâb-ı tasavvufa müreccahtır!" demişler. M.)

TASAVVUFÎ Tasavvufla alâkalı. Tasavvufa ait.

TASAVVUH Yaş otun üstü sıcaktan kurumak.

TASAVVUR Bir şeyi zihinde şekillendirmek. Tasarlamak. * Düşünce, tasarı. Arzu. (Bak: Dimağ)

TASAVVUR-U ŞAHSÎ şahsî düşünce. şahsa ait tasavvur. (Bak: Himmet)

TASAVVURÎ Tasavvurla alâkalı. Tasavvura ait.

TASAVVURAT (Tasavvur. C.) Tasavvurlar.

TASAVVÜN Kendini sakınmak.

TASAYKUL Pürüzsüzlük.

TASAYUH Birbirine çağırmak.

TASAYYUD (Sayd. dan) Ava gitme. Avlanma. Ava çıkma.

TASAYYUF (Sayf. dan) Yazlıkta oturma, yazlama, bir yerde yaz mevsimini geçirme.

TASBİH Rüzgârdan dolayı otun kuruması. * Sütü su ile karıştırıp içirmek.

TASDİ' Rahatsız etmek. Sıkmak. Baş ağrıtmak. * Yarmak. * Perâkende etmek, dağıtmak.

TASDİK Doğruluğunu kabul etmek. Bir kararın nizama, şeriata, kanuna uygun olduğunu kabul edip imzalamak. (Bak: Dimağ)

TASDİKAN Tasdik için. Tasdik suretiyle.

TASDİKAT (Tasdik. C.) (Ka, uzun okunur) Tasdikler, onaylamalar, doğrulamalar.

TASDİKGERDE Kabul edilmiş, tasdik edilmiş. Doğru olduğu bilinmiş.

TASDİM Tokuşmak.

TASDİR İcra etme. Vaz' etme. * Başlama. * Başlangıç yazma. * Örtme. * Başa geçirme, başa koyma. * Yazma. * Çıkarma, çıkartma.

TASDİYE Alkış. El çırpma. (Sadadan veya saddan me'huz olarak ses çıkartmak veya vazgeçirtmek demektir ki, bu iki itibar ile birini çağırmak veya eğlenip oynamak gibi herhangi bir maksadla el vurmaktır.) (E.T.)

TASE f. Tasa, keder, kaygı.

TASEL Serabın uzaktan su gibi görünmesi.

TA'SENE Ahlâkı yaramaz kadın. * Çok, kesir.

TASFİD Muhkem ve sağlam bağlamak.

TASFİF (C.: Tasfifât) (Saff. dan) Sıralama, saf saf dizme. * Sağ elinin ayasını sol elinin arkasına vurmak.

TASFİH (Safh. dan) (C.: Tasfihât) Alkışlama, el çırpma. * Yaprak yapma. * Tağyir etme, değiştirme.

TASFİK (C.: Tasfikat) Kanat çırpma.

TASFİK-İ ESNAN Soğuktan dişlerin birbirine çarpması.

TASFİR (C.: Tasfirât) (Safir. den) Sarartma, sarıya boyama. * Islık çalma.

TASFİYE Saflaştırmak. Olduğundan daha temiz bir hâle getirmek. Temizlemek. * Hesabı kapatmak.

TASFİYE-İ KALB Kalbini temizleme, yüreğini temizleme.

TASGİR Küçültmek. Cirm ve kadrini eksiltmek. Hakir eylemek.

TASGİRÂT (Tasgir. C.) Küçültmeler.

TASHİF (C.: Tashifât) Yanılarak yanlış kelime yazma. Yazı yazarken kelimeyi yanlış yazma. * Hatâ yapma. * Tağyir etme, değiştirme.

TASHİH Daha iyi ve daha doğru hale getirmek. Düzeltmek. * Hastanın ağrı ve acısını ilâçla gidermek.

TASHİHÂT (Tashih. C.) Düzeltmeler, tashihler.

TASHİN (Sahn. den) Sahneye koyma.

TASİ' (TÂSİA) Dokuzuncu.

TASİAN Dokuzuncu olarak.

TAS'İB Güçleştirmek.

TAS'İBAT (Tas'ib. C.) Zorlaştırmalar, güçleştirmeler.

TA'SİB İhata edip kaplamak, içine almak. * Bir kimsenin başına taç koymak. * Açlıktan dolayı karnını bağlamak.

TAS'İD Eritme. * Yukarı çıkma ve çıkarılma. * Buharlaştırarak temizleme. İnbikten geçirip buhar haline getirme.

TASİG Gayretsiz kişi.

TA'SİL (Asel. den) Bal katma, ballandırma.

TA'SİL-İ KELÂM Sözü ballandırma. Kelâmı tatlılaştırma.

TA'SİR (C.: Ta'sirât) (Usr. dan) Güçleştirme.

TAS'İR Kibirlenmekten dolayı karşısındakinin yüzüne bakmayıp, yüzünü çevirmek.

TA'SİR (C.: Ta'sirât) (Asr. dan) Sıkıp suyunu çıkarma.

TASİR Galiz süt.

TASKİL Cilâlandırmak. Saykal, cilâ vurmak, cilâ verilmek.

TASKİLÂT (Taskil. C.) Cilâlamalar. Cilâ yapmalar.

TASLİB (Salb. dan) Haça germek. Haç çıkarmak. * (Sulb. dan) Sertleştirmek. Katılaştırmak, katılaştırılmak.

TASLİM Kulağı dibinden kesmek.

TASLİT Musallat etmek. Birini başka birine belâ etmek. Sataştırmak.

TASLİYE "Sallâllahü Aleyhi Vesellem" diyerek dua etmek. * Bir şeyi yakmak için ateşe atmak. (Bak: Sallâllahü Teâlâ)

TASM Âd taifesinden bir kabile. * Mahvetmek veya mahvolmak.

TASME f. Kayış halka. Tasma.

TASMİD Hükmetmek. İçini doldurmak.

TASMİM Bir şeyi önceden iyice kararlaştırmak. Azimet-i sadıka ile kastetmek. * Muhkem kılmak. * İnkâr etmek. * Endişe edip kaçınmamak.

TASMİT Susturma.

TASNİ' Düzme. Uydurma. Yakıştırma. * Bir san'atla meşgul kılma. * Güzel terbiye etme.

TASNİÂT (Tasni'. C.) Hakiki olmayan yapmacık hareketler.

TASNİF Sınıflara ayırmak. Sınıflandırmak. * Kitap yazmak. Kitap tertib etmek.

TASNİFÂT (Tasnif. C.) Tasnif edilmiş eserler.

TASRAH Karınca. * Bit.

TASRE (Süt) koyu olmak. * Su dibinde olan balçık. * Balçıklı su. * Dirlik, iyi olmak.

TASRİ' Bir beytin iki mısraını da kafiyeli yapma. * Bütün mısraları kafiyeli manzume yazma. * Yere vurmak. * İki parça etmek.

TASRİD Azaltmak.

TASRİF İstediği şekilde idare etmek. Maslahatta tasarrufa izin vererek mutasarrıf kılmak. * Bir şeyi bozup değiştirerek türlü şekillere koymak, evirip çevirmek. * Gr: Bir kelimenin veya fiilin çeşitli zamanlara göre sıra ile söylenişi. Sarf kaidesi üzere kelimenin şeklini başka kelimelere tebdil eylemek. Meselâ: Türkçe'de bir fiilin tasrifi: Hal sigasına göre: Gelmek fiilinin şekli: Geliyorum, geliyorsun, geliyor, geliyoruz, geliyorsunuz, geliyorlar gibi.

TASRİH Belirtmek. Açık açık anlatmak. Zâhir ve ayân kılmak.

TASRİHAT (Tasrih. C.) Açık açık anlatmalar. İzah etmeler.

TASRİHEN Açık olarak, açıktan bildirerek.

TASRİYE Koyunun sütü çoğalsın diye birkaç gün sağmayıp bırakmak.

TASS (TASSE) (C.: Tâs-Tusûs-Tassât) Tas, çukurca kap.

TASS (Tasse) Oğlancıklar oyunundan bir oyun.

TASSUC (C: Tasâsic) Cânip. Nâhiye. İki tane.

TAST (C.: Tısâs-Tısât) Büyük tas.

TASTİM Tamamlamak. Tekmil etmek. * Muhkem etmek, sağlamlaştırmak.

TASTİR (Satr. dan) Yazı yazma. Satırlar meydana getirme.

TASVİB Münasib görmek. Uygun ve doğru bulmak. * Aşağı indirmek.

TASVİBÂT (Tasvib. C.) Tasvib edilip uygun görülen şeyler.

TASVİBEN Doğru bularak, tasvib ederek, münâsib görerek.

TASVİBKERDE f. Doğru bulunmuş, tasvib edilmiş, münasib görülmüş.

TASVİG (C.: Tasvigat) (Siga. dan) Kalıp şekline koymak. Eritip kalıba dökme. * Batırmak. * Kuyumculuk yapmak.

TASVİR Hiss ve mahsusata münhasır olan ifâde. * Bir şeyi söz veya yazı ile anlatmak. Resim yapmak. * Bir şeye şekil ve suret vermek. Resim. * Edb: Görebildiğimiz ve hissedebildiğimiz şeyleri bize gösterebilecek veya hariçte vücudu olmayan fakat hissedilen şeyleri duyurabilecek meleke.

TASVİRAT (Tasvir. C.) Tasvirler.

TASVİRÎ Tasvire dair, tasvirle ilgili.

TASVİT (Savt. dan) Seslendirme, seslenme, ses çıkarma.

TASY Sütü ve suyu çok içmekten dolayı vücudun ağırlaşması. * Süst olmak, zayıflamak.

TASYİR Bir surete koyma. Bir şekle vardırma.

TAŞAŞ Nezleye benzer bir hastalık.

TA'ŞİR (C.: Ta'şirât) (Öşr. den) Öşürünü alma. Onda birini alma. * Ona bölme.

TA'ŞİŞ Hurmanın yaprağının az olması. * Kuşun yuva yapması.

TA'ŞİYE Akşam yemeğini yemek.

TAŞR Zayıf yağan yağmur.

TAŞRA Hariç ve dış taraf. * İstanbul harici olan memleket. * Merkez-i hükümet hâricinde olan yerler.

TAŞRAH Hurma ağacı.

TAŞŞ (TAŞİŞ) Yağmur çisintisi.

TAŞT Lâkin, fakat, amma.

TAŞT Büyük leğen.

TAŞT-GEN f. Leğenci. * Leğen yapan.

TATABUK Muvafık ve müttefik olmak. Uygun olmak.

TATAHHUR Temizlenmek. Pâklanmak. * Günah işlemekten teberri ve imtina eylemek.

TATAL Görmek için yüksek bir yere çıkmak.

TATALLU' Nazar etmek, bakmak. * Beklemek, gözlemek, muntazır olmak.

TATALLUK Açılmak.

TATALLÜB Bir defa daha istemek.

TATALU' Birbirine bakmak. Gözlemek.

TATAMÜN Aşağı düşmek. * Meyelân etmek, eğilmek.

TATAR (Tetar) (Arapçada: Teter) Bu isim, asıl itibariyle Moğol milletlerinden bir kavmin adıdır. Bu kavmin efrâdı, Cengiz Han askerlerinin pişdarları hükmünde olduğundan eski zamanlarda Moğollar mânasında kullanılmıştır.Arap ve Fars tarihlerinde de yukardaki mânada kullanılmıştır. Sonra bu isim bütün Turanî milletlerine verilerek "Akvam-ı Tatariye" diye adlandırılmıştır. Ve bütün bu milletlerin meskenine Tataristan ismi verilmişse de, bu tabirin yersiz olduğu sonra anlaşılmış ve bu mânada kullanılışı terkedilmiştir. Tatar milleti dil, ahlâk ve âdetler bakımından Moğollardan fazla Türklere yakındırlar. * Eskiden, mektup taşıyan postacı.

TATARRUB şevke gelme, coşma, neşelenme, keyiflenme.

TATARRUF (Taraf. dan) Bir yana veya bir tarafa çekilme.

TATARRUK Yol bulma. Yol bulup girme.

TATA'TU' Başını aşağı eğmek.

TATAVÜL Uzun olmak. * Büyüklenmek, kibirlenmek. * Birbirine muhalefet etmek, karşı gelmek.

TATAVVU' Müstehab ve mendub olan namazlar. * İbadeti sırf kendi isteğiyle yapmak. * Nafile namaz kılmak. * Üzerine lâzım olmayan işler yapmak.

TATAVVÜF Ziyaret etmek. * Dönmek.

TATAVVÜL Büyüklenmek, kibirlenmek.

TATAYYUB Güzel koku sürünme.

TATAYYUR Teşe'üm addetmek. Uğursuzluk. * Uçmak.

TATBİ' Doldurmak.

TATBİB Kırbayı ev direğine asmak. * Tabiblenmek, doktor olmak.

TATBİK Yakıştırmak. Yerine getirmek. * Karşılaştırmak. * Bir kaide, kanun veya emri yerine getirmek. Kıyas ve tahmin etmek. * Benzetme, uydurma.

TATBİKAN Tatbik ederek, uygun yaparak. Fiilen işleyerek.

TATBİKÎ Tatbike ait. Pratik ile alâkalı. Fiilen işlemek suretiyle.

TATBİL Davul çalma.

TATBİN Bir şeye çamur sürme.

TA'TE Cinli olmak. Delirmek.

TATFİF Alırken dolgun, verirken eksik ölçmek.

TATFİF SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 83. suresidir. Mekkîdir.

TATFİH Doldurmak.

TATFİL Uyuntuluk etmek. * Güneşin batı tarafa doğru hareket etmesi.

TATHİM Gökçek etmek, güzelleştirmek, tahsin.

TATHİN (C.: Tathinât) (Tahn. dan) Öğütme. Un haline getirme.

TATHİR Temizlemek. Yıkayıp pâk etmek. Tâhir kılmak.

TATHİRÂT (Tathir. C.) Temizlikler.

TA'TİF Şefkat uyandırmak. Acındırmak.

TA'TİK Eskitmek.

TA'TİL Çalışmağa ara vermek. Çalışmayı durdurmak. İzine başlamak. * Kesmek. * Muattal bırakmak. * Ziynetsiz etmek, süssüz yapmak. * Allah'ın sıfatlarını inkâr eden felsefecilerin mesleği.(İ'lem eyyühel aziz! Enaniyetten neş'et eden şirk-i hafi katılaştığı zaman esbab şirkine inkılâb eder. Bu da devam ederse küfre tahavvül eder. Bu dahi devam ederse, ta'tile, yâni Hâliksızlığa incirar eder. El-iyâzü billah. M.N.)

TA'TİR Dizmek.

TAT'İR Sütü yoğurt yapmak.

TA'TİR (Itr. dan) Güzel koku ile kokulandırma.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   154   155   156   157   158   159   160   161   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin