Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə16/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   181

BAST-I DÂVÂ Dâvâ açma.

BAST-I MAKAL Söz açma.

BAST-I MUKADDEMAT Asıl maksada girmeden önce bir şeyler söyleme.

BAST-I ÖZÜR ETMEK Bir hata işleyerek başkalarına da nümune olmak, aynı hatayı işlemelerine zemin hazırlamak.

BAST-I YED Elini bir şeye uzatmak. * Mc: Tasallut ve istilâ manasındadır.

BAST-I ZAMAN Az zamanda çok uzun bir zaman yaşamış olmak.(Bu hakikata işareten Leyle-i Kadir gibi bir tek gece seksen küsur seneden ibaret olan bin ay hükmünde olduğunu nass-ı Kur'ân gösteriyor. Hem bu hakikata işaret eden ehl-i velâyet ve hakikat beyninde bir düstur-u muhakkak olan "bast-ı zaman" sırrı ile çok seneler hükmünde olan birkaç dakikalık zaman-ı mirac, bu hakikatın vücudunu isbat eder ve bilfiil vukuunu gösteriyor. Mirâcın birkaç saat müddeti, binler seneler hükmünde vüs'atı ve ihâtası ve uzunluğu vardır. Çünkü o mirac yolu ile, beka âlemine girdi, beka âleminin birkaç dakikası, şu dünyanın binler senesini tazammun etmiştir. Hem şu hakikata bina edilen beyn-el evliyâ kesretle vuku bulmuş olan bast-ı zaman hâdiseleridir. Bâzı evliya bir dakikada bir günlük işi görmüş. Bâzıları bir saatte bir sene vazifesini yapmış. Bazıları bir dakikada bir hatme-i Kur'âniyeyi okumuş olduklarını rivâyet edip ihbar ediyorlar. Böyle ehl-i hak ve sıdk, bilerek kizbe elbette tenezzül etmezler. Hem o derece hadsiz ve kesretli bir tevatürle bast-ı zaman hakikatını aynen müşâhede ettikleri medar-ı şüphe olamaz. Şu bast-ı zaman herkesçe musaddak bir nevi rüyada görünüyor. Bazan bir dakikada insanın gördüğü rüyayı, geçirdiği ahvali, konuştuğu sözleri, gördüğü lezzetleri veya çektiği elemleri görmek için yakaza âleminde bir gün, belki günler lâzımdır. L.)

BASTÂN f. Tarih. * Mazi, geçmiş zaman. * Eski.

BASTÂN-ŞİNÂS f. Geçmiş zaman, tarih.

BAST FÎ MAKAM-İL-KALB Nefis makamında ricâ mesabesindedir. Lütuf ve rahmeti, kurb ve ünsü kabule işarettir.

BA'S-Ü BA'D-EL MEVT Öldükten sonra tekrar dirilmek, diriltmek. (Bak: Ahiret)

BÂSÛR (C.: Bevâsir) Tıb: Mayasıl. Kalın bağırsakta ve makadın etrafındaki siyah kan damarlarının şişmesi ve bazen iltihablanması sebebiyle, makadın içinde ve dışında meydana gelen memeler yüzünden makaddan kan ve cerahat gelmesi hastalığı.

BAŞ t. Reis, birinci, evvel. Başlıca, en mühim.

BAŞALTI t. Gemilerin baş tarafında tayfa ve er koğuşları. * Yağlı güreşlerde baş'ın altındaki derece.

BAŞAM f. Perde, örtü.

BAŞAME f. Kadınların örtündükleri yaşmak. Tülbent, başörtüsü.

BAŞBUĞ t. Osmanlı devrinde başıbozuk veya akıncı kuvvetlerinin kumandanı. * Lider.

BAŞE f. Atmaca kuşu.

BÂŞE-İ FELEK Nesr-i Tâir ve Vâki adı verilen iki yıldız.

BAŞED f. Olur, ola...

BAŞENG f. Tohumluk olmak için saklanan sarı, iri hıyar, salatalık. * Asma üzerindeki üzüm salkımı.

BAŞGÛN f. Uğursuz. * Ters, başaşağı.

BAŞIBOZUK t. Bir harp çıktığında orduya süvari veya piyade olarak katılan gönüllü asker. Başıbozuk tâbiri, gelişigüzel ve intizamsız idare tarzına da alem olmuştur. Bir zamanlar bu tâbir, asker olmayan siviller için de kullanılmıştır.

BAŞİK (C.: Bevâşık) Atmaca denilen kuş.

BAŞİR Müjdeci, müjde veren. * Mutlu, mesut.

BAŞKENT t. Başşehir. Bir devletin idare merkezi olan şehir. Devlet merkezi. Payitaht.

BAŞKIRDİSTAN Rusya'da halkı Türk olan bir bölge.

BAŞMAK Eskiden kullanılan bir çeşit ayakkabı.

BAŞTİNA Osmanlı İmparatorluğu zamanında Balkanların bazı yerlerinde devlet arazisinden tapu ve miras suretiyle geçen tarla.

BÂŞÛRE (C.: Bevâşir) Yeni yetişmiş, turfanda olan nesne.

BATAET Tenbellik, yavaşlık. Ağırlık.

BATALESE Ptolemeos soyundan gelen hükümdarlar.

BATALET Avarelik. İşsizlik. * Boş şeyler söylemek. * Bahadırlık. Cesurluk. Cesâret.

BATANET Oburluk, çok yiyicilik. * Şişmanlık.

BATAR Çok kibirlenme, gururlanma. * Haksızlık etme. Başkasının hakkını çiğneme. * Çok sevinme.

BATARİKA (Batrik. C.) Patrikler.

BATARYA İtl. Elektrik elde etmek için hazırlanmış şişeler takımı. * Ask: Bir subayın emrine verilen belli sayıdaki ağır silâhlarla bunların hizmetinde bulunan insan, hayvan ve malzemenin hepsine birden verilen isim.

BATERE f. Tef.

BATH (C.: Bitah) İçinde kum ve çakıl taşları olan geniş su akıntısı.* Yüz üzeri düşme. * Serilip yatan adamın boyu. * Bırakma.

BATHA Çakıllı, taşlı büyük dere. * Dağ arasındaki dere. * Mekke-i Mükerreme'nin eski bir ismi. * Kamışlık ve sazlık yer.

BATIL Hakikatsız, hurafe. Hak ve doğru olmayan, yalan. Şartlarını yapmamakla kabul olmayan ibadet ve muâmele. Meselâ: Bir özür bulunmaksızın taharetsiz kılınan namaz gibi. (Bak: Fasid)(Bir bayram akşamı, gökte ay ve hilâli arıyanlar içinde, ihtiyar bir zat da bulunur. Bu zat, gökteki hilâli görmek için bütün kasıd ve dikkatiyle nazarını göğe tevcih edip, hilâli araştırmakla meşgul iken, gözünün kirpiklerinden uzanan ve gözünün hadakası üzerine eğilen beyaz bir kıl, nasılsa gözüne ilişir. O zat, derhâl : "Hilâli gördüm."der, "İşte bu gördüğüm aydır." diye hükmeder.İşte sathî ve dikkatsiz nazarlar bu gibi hatalara düştükleri gibi, yüksek bir cevhere ve mükerrem bir mahiyete mâlik olan insan, kasdı ve dikkati ile daima hak ve hakikatı ararken, bazan sathî ve dikkatsiz bir nazarla bâtıla bakar. O bâtıl da; ihtiyarsız, talebsiz, davetsiz fikrine gelir. Fikri de, çâr nâçâr alır saklar; yavaş yavaş kabul ve tasdikine mazhar olur. Fakat onun o bâtılı kabul ve tasdiki, bütün hikmetlerin mercii olan nizam-ı âlemden gaflet etmesinden ve madde ile hareketinin ezeliyete zıd olduğuna körlük gösterdiğinden ileri gelmiştir ki, şu garip nakışları ve acib san'at eserlerini esbab-ı câmideye isnad etmek mecburiyetiyle o dalâletlere düşmüşlerdir. İ.İ.)

BÂTIN İç, dâhilî. Gizli. İçyüz. Sır, esrar. Künh ve zâtı itibarı ile gizli. (Zıddı: Zâhir'dir) (Bak: Batn)

BÂTIN-I KALB Kalbin içi. Kalbdeki hisler.(Dünyayı ve ondaki mahlûkatı mâna-yı harfiyle sev. Mâna-yı ismiyle sevme. "Ne kadar güzel yapılmış" de. "Ne kadar güzeldir" deme. Ve kalbin bâtınına, başka muhabbetlerin girmesine meydan verme. Çünki: Bâtın-ı kalb, âyine-i Samed'dir ve O'na mahsustur. S.)

BÂTIN-I UMÛR İşlerin, hâdiselerin ve eşyanın içyüzü ve mahiyeti. Yani: Beş duygu ile bilinemiyen melekûtiyet ve kanuniyet cihetleri.

BÂTINEN İçinden olarak. Dâhilen, içyüzünde.

BATINÎ İçe ait olan. Dış görünüşe ve zâhire dâir olmayan. Bâtına mensub ve müteallik. Dâhili ve manevi meselelere âit. * Tas: Bâtiniyyeden olan.

BATINİYYE Kur'an-ı Kerim'deki âyetlerin ve hadis-i şeriflerin zâhir ve âşikâr mânalarından ayrılarak, usûlsüz ve yanlış te'viller ile âyet ve hadislerin gizli ve sırlı mânalarını bulmak iddiasında olan sapık bir tarikat ve buna bağlı olanlar.Esasen âyet ve hadislerin ince, derin ve küllî mânalarını tefsir ve te'vil ile keşfedip bulmak vardır. Fakat zâhir mânaları ve bunlardan çıkan kat'i hükümleri esas almak ve bunlara aykırı olmamak ve şeriattaki ve tefsir ilmindeki usûle uygun olmak gibi şartlara riâyet etmekle makbul olur.O.T.D. Sözlüğünde bu hususta şu malûmat verilmiştir: Bâtınîlere, muhtelif vesileler ile verilmiş olan isimler şunlardır : 1- Karamıta, 2- Saibiye, 3- İsmailiye, 4- Mübarekiye, 5- Bâbekiye.Bunlardan başka Bâtınîlere; hakikatın, yalnız Mâsum İmamın talimi ile öğrenilebileceği iddialarından dolayı Talimiye; dini mahremata riayet etmedikleri için İbahiye vs. isimleri de verilmiştir. Tohumu İbni Sebe tarafından atılmış olup Abbasilerden Mutasım zamanında yaşıyan Ehvaz'lı Meymun tarafından filizlendirilen Bâtıniye mezhebine en evvel, takiyyeyi terk ile alenen davet eden Muhammed Ali Berkaî'dir. (Hicri : 255)

BATÎ Ağır hareketli. Ağır. Yavaştan.

BATÎ-ÜL HAREKE Davranış ve hareketi ağır.

BATÎ-ÜL HAZM Sindirimi güç, hazmi zor.

BATİH Zengin. Gani. Mâldâr. * Geniş yer.

BATİHA (C.: Batâyih) Kamışlı ve sazlı dere.

BATİK Keskin.

BATİN Uzak yer. * Şişman.

BATİR Hayvanları nallayan kimse.

BATİR f. Turna kuşu.

BATİR(E) (C.: Bevâtir) Keskin kılıç.

BATİŞ (Batş. dan) Sertlikle, şiddetle hareket eden. Güçlü.

BATİYE Büyük çanak.

BATMAN Eski ağırlık ölçülerinden olup, iki okkadan sekiz okkaya kadar yeryer değişir. Ekseriya altı okkadır. Bu, hâlen kullanılan sekiz kilo kadardır.

BATN İç, karın, insanın içi. Mide. * Soy, nesil. * Birbirlerine hısımlığı pek yakın olmayan küçük kabile.

BATNEN BA'DE BATNİN Nesilden nesile, soydan soya.

BATŞ Şiddetle tutup kapma. Kuvvet. Şiddet. * Hastalık geçtikten sonraki zayıflık.

BATT Kaz. * Kaz şeklinde yapılmış olan sürahi, su kabı.

BATTAL Boş. Hükümsüz. * İşsiz. * Metrûk. Kullanılmaz. olan. * Bâtıl. Mensuh ve mefsuh. * Faydasız. * Pek büyük. Hantal.

BATTALİYE (Battal. dan) Eskiden, işi bitmiş olan resmi kağıtların konduğu torbaya denirdi.

BAÛDA (Baûza) Sivrisinek. Sinek.

BA-VEHİM Vehim ile, şüphe ile.

BA-VEKAR Ciddi, vakarlı, ağırbaşlı.

BAVER f. Sağlam. Pek doğru. * Tasdik, inanma. Razı olma.

BÂ-VÜCUD Kİ f. Bununla beraber, böyle iken.

BAY f. Bey. Mir. Emir. Zengin.

BAYESTE f. Lüzumlu, gerekli, zaruri.

BAYEZİD-İ BİSTAMÎ (Hi: 188-261) Ehl-i Sünnet ve Cemâatın büyük âlimlerinden ve büyük evliyadandır. İran'ın Bistam şehrinde doğmuştur. Künyesi, Ebu Yezid Tayfur bin İsa El-Bistamî'dir. Cafer-i Sâdık Radıyallahü Anhu'dan kırk sene sonra dünyaya gelmiş ve ondan üveysî olarak feyz almıştır. Mücerret bir hayat geçirmiştir. (K.Sırruhu)

BAYGAN f. Muhafız, koruyucu, bekçi.

BAYINDIR Mamur, şenlikli. * Bir Oğuz oymağının ve Akkoyunlu hanedânının ismi.

BAYIR Az inişli yer. Fazla yokuş olmayan yer.

BAYIZ (Beyzâ. dan) Yumurtlayıcı, yumurtlayan.

BAYİ' Satıcı. Mal satan.

BAYİCE (C.: Bevâyic) Belâ, mihnet, zahmet, âfet, dâhiye.

BÂYİİYYE Eskiden pazar kurulan yerlere gönderilen mevad ve eşyadan gümrük ihtisab vergisinin haricinde alınan ikinci vergi.

BÂYİKA (C.: Bevâyık) Belâ ve şer olan şey, dâhiye.

BAYİN (Beyn. den) Aralayıcı. Ayıran. Ayırıcı.

BAYİR Sürülmemiş, açılmamış, sert, ham toprak.

BÂYİSTE f. Zaruri, lâzım, gerekli.

BAYKAL Asya Türk ülkelerinde bulunan yaban kısrağı.

BAYKAR Çulha, bez ve kumaş dokuyan.

BAYKARA Helâk olma, mahvolma. * Böbürlene böbürlene sallanarak yürüme. * Malı çok olma. * Yırtıcı bir kuş.

BAYRAK Devletin belirli alâmetlerini hâvi ve belirli renklerde kare veya dikdörtgen şeklinde yapılmış olan bez. Sancak, alem.

BAYRAKDAR f. Alemdar, bayrak taşıyan asker. * Bir kabile veya cemaatın başı, reisi.

BAYRAM Bir dinde mübarek addolunan gün.

BAYRAMİYYE Hacı Bayram-ı Veli tarafından 14. yüzyılın sonlarında Ankara'da kurulan bir tarikattır.

BAYSUNGUR Şahin cinsinden olan yırtıcı bir kuş.

BAYTAR Hayvan tedavicisi, veteriner.

BAYTARA Hayvan hekimliği, baytarlık.

BAY U GEDA Zengin ve fakir.

BAYZAR Sövme, sövüp sayma. * Rahmin başlangıcındaki et parçası.

BÂZ f. Doğan. Yırtıcı kuş. Av kuşu. * Açık. * Ayırma. Temyiz etme. * İniş.

BÂZ-UL EŞHEB Akdoğan. * Abdulkadir-i Geylâni Hazretlerinin bir nâmı.

BAZ f. Yeniden, tekrar oynatan, oynayan, geri ve arka tarafa doğru... gibi manalara gelir. Kelimenin sonuna veya baş tarafına getirilerek kullanılan bir "ek" dir. Meselâ: Ateşbâz : Ateşle oynayan.

BA'Z Bir şeyin bir kısmı. Bir parça. Bâzısı. Biraz.

BAZAK Üzüm sıkıntısı. (Kaynatıp koyarlar ve köpüklenir.)

BAZAR f. Alış-veriş. Ahz ü itâ. * Alış-veriş yeri. Pazar. Üstü açık yer ki, hergün veya belirli günlerde herkes satacağını oraya çıkarıp pazarlıkla veya açık artırmayla satar. * Fiat kararlaştırılıp alış-verişte uyuşmak için yapılan konuşma veya çekişme, pazarlık.

BÂZ-BAN f. Kuşçu. Doğancı.

BÂZ-DÂR f. Kuşçu, avcı, doğancı.

BÂZEK f. Küçük doğan (kuş).

BAZENDE f. Oynıyan, oynayıcı.

BAZENDE-ZEBAN f. Boş boğaz, geveze, çok konuşan.

BÂZERGÂN f. Tüccar, alış veriş eden esnaf. * Bezirgan.* Ağa makamındaki yahudilere verilen isim.

BÂZERGANÎ f. Tüccarlık, tâcirlik.

BAZ-GEŞT f. Geri dönme. * Pişmanlık, pişman olma, nedamet. * Gerileme. Çöküş.

BAZGÛN(E) f. Uğursuz. * Ters, başaşağı.

BAZ-GÜŞA f. İnsandaki ayırdetme kuvveti.

BAZIA Tıb: Derisi kopmak üzere olan yara.

BAZIK Zeki. Anlayışlı. * Üzümün sıkılmış suyu.

BÂZİ f. Oyun. Eğlence.

BÂZİ Beğenmeyen, ehemmiyet vermeyen. * Küfürbaz.

BÂZİÇE f. Oyuncak, eğlence. Mel'abe.

BÂZİG Ortak, şerik.

BAZİGÂH f. Eğlence yeri, oyun yeri.

BAZİGEDE f. Oyun yeri, eğlence yeri.

BAZİGER f. Oynayan, rakseden, köçek.

BAZİGÛŞ f. Lâtifeci, şakacı, şen kimse.

BAZİH Büyük. Âli. Yüce.

BAZİHANE f. Oyun yeri, eğlence yeri.

BAZİL (C.: Büzül-Bevâzil) Sekiz dokuz yaşında olan deve. * Devenin, önce biten dişi. * Şey. * Kan akan baş yarığına "şecce-i bâzile" denir.

BAZİL (Bezil. den) Bol bol veren, dağıtan. Cömert.

BAZİLE Tıb: Göğüs veya karnın içinde husule gelen gaz veya su şişlerinin mahfazasını delmeye mahsus ve boru içinde mahfuz bir mil.

BAZİR Ekici, eken.* Dedikodu yapan, laf taşıyan. Geveze.

BAZİRGÂN Eskiden Musevi tüccarlar hakkında kullanılan bir tabirdi.

BA'ZİYET Bazılarına âit oluş. Herkese âit olmama. Herkesle alâkalı olmama. Bir şeyin bir kısmı ve bir miktarı.

BAZMANDE f. Kafasız, ahmak, kabiliyetsiz. * Durmuş, geri kalmış.

BAZOKA (Bazuka) Tanklara karşı kullanılan bir çeşit silâhtır. Soba borusuna benzer, omuza konarak nişan alınıp ateşlenir.

BAZPES f. Tekrar, yeniden. * Geri.

BÂZU f. Kolun omuz ile dirsek arasında kalan kısmı, pazu. Adud. * Mc: Güç, kuvvet ve istidat.

BÂZUBEND f. Pazvand. Kola bağlanan duâlı kağıt.

BÂZUDİRÂZ f. Kolu uzun olan. * Nüfuzlu, sözü geçer. * Müdahaleci. * Zâlim, zulmeden.

BE f. Kelime başına getirilerek, Türkçedeki: "de, da, den, dan, ile, için" mânalarında kullanılır.

BE-CÂ f. Yerinde. Yerine. Uygun. Münâsib.

BE-ZİYARET (Berâ-yı ziyâret) Ziyaret için. Ziyaret maksadı ile.

BEBAN Tarz, yol, üslup, metod.

BEBGA Papağan.

BEBR f. Kaplana benzer, ondan daha büyükçe ve pek yırtıcı bir canavar ki, Hindistanda ve Afrikada bulunur. Saldırdığı zaman derisindeki tüyleri kabarıp korkunç bir manzara arzeder. Arslanı bile korkutur bir hayvandır.

BECA' Geniş, bol.

BECÂ f. Yerinde, münasip, lâyık, uygun, şâyeste.

BECÂ NÂ-BECÂ f. Yerli yersiz.

BECAYİŞ f. Değişme. Trampa. Birini verip ötekini alma.

BECAYİŞ-İ MEKÂNÎ f. Yer değiştirme. Mekân değişikliği.

BECBAC Semiz, besili. * Zayıf kimse.

BECBECE Çocuk avutmak için yapılan tuhaf hareketler, gürültü.

BECC Yarmak. * Vurmak.

BECE Çıban, arpacık, sivilce.

BECEL Şaşma, tuhafına gitme. * Yalan, iftira.

BECER Göbeğin çıkıp şişmesi. * Suyu içip kanmayan koyun.

BECİDD f. Ciddi, gerçek, hakikat. * Cidden, gerçekten.

BECİL Büyük, itibarlı, muhterem, hatırı sayılan kimse. * Şişman.

BECİR Birçok.

BECRA' Yüksek yer, yüksek tepe. * Göbeği çıkmış kadın.

BECREC Sığır buzağısı.

BECREM (C.: Becârim) Belâ ve zahmet, dâhiye.

BEÇE (C.: Beçegân) f. İnsan veya hayvan yavrusu.

BEÇE-İ HUNİN Kanlı yavru. * Mc: Acı gözyaşları.

BEÇE-İ TAVUS-U ULVÎ Gökteki tavusun yavrusu. * Kamer, ay. * Güneş, şems. * Ateş, nar.* Gündüz.* Yâkut.

BEÇE-DAR f. Yavrusu olan, çocuğu olan. * Gebe, hâmile.

BEÇE-GÂN (Beçe. C.) f. Çocuklar, yavrular.

BEÇEK f. Bir nevi kesici alet. * Küçük silah.

BED' (C.: Ebdâ-Büdü') İslâm içinde kazılan kuyu. * Evvel, ibtidâ, başlangıç. * Hisse, nasip. * Başlama, başlayış, ilk.

BED f. Fenâ. Kötü. Çirkin. Yaramaz. şer. şeni'.

BEDA' Fikir, rey. * Çöle çıkmak.

BEDA (Bedâat) Hayret verici, yenilik ve iyiliklerde üstünlük. Acib ve garib olma. Yeni zuhur etme.

BEDÂD Gözükme, zahir olmak. * Sayış, sayma. * Fırka. * Savaşacak akran. * Nasib, hisse, pay.

BEDÂDÂN Eyerin iki yanı.

BED-AGAZ f. Başlangıcı fena, kötü. Kötü bir şekilde başlanmış.

BEDAH (C.: Büduh) Geniş yer.

BEDAHAT (Bedihî. C.) Delil ve isbata ihtiyacı olmayan şekilde âşikâr olan şeyler.

BED-AHD f. Ahdinde, sözünde durmayan, vefasız.

BEDAHET Açıklık. Zâhir delil. Belli, açık, aşikâr. * Birdenbire, hazırlıksız söz söyleme. * Atın yürümesi. * Her şeyin evveli, öncesi.

BEDAHETEN Birdenbire, aniden, ansızın. Düşünmeksizin. Açık ve zâhir olarak.

BED-AHLAK f. Ahlâkı ve huyu kötü olan kimse.

BED-ÂHÛ f. Karakteri bozuk, huyu kötü.

BEDAL Değişme, değiştirme, mübadele. Trampa.

BED-AMEL f. Hareketi ve işi fenâ olan.

BED-ÂMUZ f. Kötülük, fenalık öğrenmiş. * Fenalık, kötülük öğreten.

BEDAN (Bed. C.) Kötüler, fenalar. Yaramazlar. * Çirkinler.

BEDANET Yağlı, besili olma. Semizlik.

BEDARF Muayyen bir gayenin gerçekleşmesi için zaruri olan veyâ zaruri görülen muayyen kalitede bir mal veya meta miktarıdır.

BED-ASL f. Aslı kötü, soyu fena.

BEDAVA f. Parasız, meccanen, karşılıksız. * Mc: Çok ucuz. (Meselâ: Bunu bu fiata bedava almışsın, cümlesinde olduğu gibi.)

BEDAVE(T) Çölde oturmak, Bedevilik. (Bak: Bedeviyet)

BEDAYİ' (Bedi'-Bedia. C.) Yeni ihdâs olunmuş, görülmedik şeyler. Bedi'alar.

BEDAYİ' (Bidâa. C.) Sermayeler, anamallar.

BEDBAHT f. Bahtsız, talihsiz, bahtı kara.

BEDBİN f. Kötü görüşlü. Ümidsiz. Her şeyin fena cihetini görmek isteyen. Bed ve fena görüp, beğenmez, istihsan etmez olan. $ sırriyle $ kaidesinin sırriyle $ gayet kısacık bir meâli: "Sözleri dinleyip en güzeline tâbi olup fenasına bakmayanlar, hidâyet-i İlâhiyeye mazhar akıl sahibi onlardır" meâlinde. Bizler için şimdi herşey'in iyi tarafına ve güzel cihetine ve ferah verecek vechine bakmak lâzımdır ki mânasız, lüzumsuz, zararlı, sıkıntılı, çirkin, geçici hâller nazar-ı dikkatimizi celbedip kalbimizi meşgul etmesin. Sekizinci Söz'de, bir bahçeye iki adam, biri çıkar biri giriyor. Bahtiyarı bahçedeki çiçeklere, güzel şeylere bakar, safa ile istirahat eder. Diğer bedbaht, temizlemek elinden gelmediği hâlde çirkin, pis şeylere hasr-ı nazar eder, midesini bulandırır. İstirahata bedel sıkıntı çeker, çıkar gider. Şimdi hayat-ı içtimaiye-i beşeriyenin safhaları hususan Yusufiye Medresesi bir bahçe hükmündedir. Hem çirkin, hem güzel, hem kederli, hem ferahlı şeyler beraber bulunur. Âkıl odur ki; ferahlı ve güzel şeylerle meşgul olup çirkin, sıkıntılı şeylere ehemmiyet vermez, şekva ve merak yerinde şükreder, sevinir. ş.)

BEDBİNÂNE f. Kötümser şekilde. Ümitsizce, bedbincesine.

BEDBİNÎ f. Bedbinlik, kötümserlik, ümitsizlik, fenâ görürlük.

BED-BU f. Fena kokulu, pis kokan.

BED-BUK f. Hâin, korkak.

BED-CİNS f. Cinsi bozuk.

BED-CU f. Kötülük arayan. Kötülük düşünen.

BED-ÇEŞM f. Nazarı değen, haset kimse.

BEDDA' Gövdeli, şişman kadın.

BEDDAL Bakkal.

BEDDE Derman, takat, güç, kuvvet.

BED-DİL f. Korkak, yüreksiz.

BED-DUA (Bedduâ) f. Bir kimsenin kötülüğü için duâ. Kötü duâ.

BEDE' Başlayış. Başlama. Bir şeyi başkasından evvel işlemek.

BEDED İki uyluk arasının geniş olması.

BED-EDA f. Terbiyesiz, nezâketsiz ve kaba olan kimse.

BEDEL (C.: Bedelât) Elde ve ayakta olan zahmet ve ağrı. * Karşılık. Bir şeyin yerine verilen ve yerini tutan şey. İvaz. * Başkasının adına hacca giden. * Gr: Söz esnâsında bir şeyi sıfatı veya vasfı ile beraber söylersek ve fakat kasdımız o şeyin vasfı veya sıfatı değil de zâtı olursa, zikredilen sıfat veya vasfa " bedel" denir." Kardeşin Ahmedi gördüm" derken, kasdedilen kardeşin değil Ahmet'in kendisidir. İşte bu sözde "kardeşin" kelimesi "Ahmet"in" bedel'i olur.

BEDEL-İ FERAG Huk: Arazi-i emiriye ve icareteynli vakıf gayr-i menkullerinin tasarruf haklarının devredilmesi karşılığı alınan bedeldir.

BEDEL-İ İCAR Huk: Arazi hukukunda tasarruf hakkı mukabilinde verilen emsâline uygun peşin para.

BEDEL-İ MÜSEMMA Huk: Akidde belirlenen bedel.

BEDEL-İ NAKDÎ Eskiden fiili askerlik hizmeti yerine belli bir miktarda para verilmesi usülü idi.

BEDEL-İ NÜZÛL Tar: Osmanlı İmparatorluğu devrinde askerlerin bir yere konaklamasında yapılacak olan masraflar için alınan vergi.

BEDEL-İ ÖŞR Huk: Arazi-i emiriye üzerinde bina yaparak veya meyvesiz ağaç dikerek koru haline koyma sebebiyle öşre bedel alınan kira.

BEDEL-İ RAKABE Huk: Kölenin sahibi tarafından azad edilmesi için, şahsı yerine geçen kıymeti veya nefsi karşılığında vermeyi kabullendiği ıtk veya kitabet akçesi.

BEDELEN Mukabilinde, karşılığında, yerine.

BEDELEYN İvazlı akidlerde iki tarafın yüklendikleri karşılık.

BED'EN Başlangıçta. İlk önce, ilkin.

BEDEN (C.: Ebdân) Gövde, vücut, ten.* Vücudun kol, bacak ve baş gibi ayrıca kısımlarından başka diğer merkezi kısmı. * Ağacın dal ve budaktan başka olan kısmı, kütük. * Kale bedeni.

BED-ENDAM f. Endâmı bozuk, biçimsiz, çarpık.

BED-ENDİŞ f. Kötü fikir sahibi, fena düşünen.

BEDENE (C.: Büdün) Kurbanlık deve.

BEDENEN Vücutça. Beden ile.

BEDER f. Hariç. Dışarı. Taşra.

BEDERGAH f. Kapıya çıkma. * Tar: Çeşitli hizmetlerde kullanılmak üzere, acemi ocağına ve ocak dışına verilen acemilerin, Yeniçeri Ocağı'na kayıt edilmeleri.

BEDESTAN f. Değerli, kıymetli kumaşlar, silâhlar ve mücevherler vs. alış-verişine mahsus üstü örtülü ve mahfuz çarşı.

BED'ET Başlangıç.

BEDEVÎ Çölde yaşayan. Göçebe. Medeni olmayan ve şehir hayatı yaşamıyan. * Seyyid Ahmed-i Bedevî nâmındaki büyük bir zâtın tarikatı ve onun mensubu olan. (Bak: Ahmed-i Bedevî)

BEDEVİYANE f. Bedevilere uygun şekilde, çölde yaşayanlar gibi.

BEDEVİYET (Bedâvet) Göçer hayatı yaşayış. Göçebelik. Bedevilik.

BED-FERCAM f. Sonu kötü. Sonu korkulu ve lânetlenmiş olan. Akibeti fena.

BED-FİAL f. Yaptığı işleri kötü olan.

BEDG Bulaşmak.

BED-GÛ f. Fitnekâr, dedikoducu.

BEDH Vurmak, darp. * Âcizlik. * Aşikâre olmak, aleniyyet, açıklık.

BEDH Ansızdan olmak.

BED-HAH f. Fenalık isteyen. Herkesin kötülüğünü isteyen. Kötülük isteyen.

BED-HAL f. Kötü ahlâklı. Kötü huylu. Hâli düşkün. Fakir olan.

BED-HİSAL Hasletleri kötü, fena huylu.

BED-HU(Y) f. Huysuz. Bed huylu, kötü huylu. * Kötü huy.

BEDİ' (Bedia) Eşi, benzeri olmayan. Hayret verici güzellikte olan. * Garib. Acib. * Benzeri olmayan şeyleri vücuda getiren. Kimseye benzemeyen. İcad edici olan. * Hâlık ve Hallak-ı Cihan olan. * Beğenilen. * Yeni bulunmuş ve görülmedik tarzda olan. * Edb: Sözün garib ve güzel olması hâli.

BEDİ-İ PÜR-MAÂNÎ Çok mânâları bulunup bedi' olan. Çok mânaların bedi' ve güzel oluşu.

BEDİ-ÜL BEYAN İfadesi ve beyanı görülmedik güzellik ve gariplikte olan.

BEDİ-ÜZ ZAMAN (Bak: Bediüzzaman)

BEDİA Nâdide ve güzel, yeni icad edilmiş şey. Beğenilen ve takdir edilen çok yeni şey.

BEDİA-İ HAYALİYE İdeal, ülkü, gaye, mefkûre.

BEDİD Büyük sahra, geniş çöl.

BEDİD Su az az akmak.

BE-DİDAR f. Görünür olmak, kendini göstermek. Meşhur. Namdar.

BEDİH Şanı, şerefi yüce, yüksek ve büyük olan.

BEDİHE Birdenbire ve düşünmeden söylenilen güzel söz. Hazırcevaplık. * Başlangıç.

BEDİHE-GÛ f. Güzel ve hoş söz söyleyen. Tatlı söz söylemeye alışık olan kimse.

BEDİHÎ Aşikâr, belli ve açık olma. * Ansızın zuhur eden. * Delil ve isbata muhtaç olmayacak derecede açıklık.

BEDİHİYYAT (Bedihî. C.) Delil ve isbatına lüzum olmayan sarih ve açık şeyler.(Mister Karlayl yine diyor: "En evvel kulak verilecek sözlerin en lâyıkı Muhammedin (A.S.M.) sözüdür. Çünkü: Hakiki söz onun sözleridir." Hem yine diyor ki: "Eğer hakikat-ı İslâmiyede şüphe etsen, bedihiyat ve zaruriyat-ı kat'iyyede iştibah edersin. Çünki, en bedihî ve zarurî bir hakikat ise İslâmiyettir."İşte bu meşhur feylesof, İslâmiyet hakkında bu şehadetini eserinde müteferrik yerde yazmış. H.)

BEDİHİYYET Açıklık. Kolayca anlaşılır ve görülür olmak.

BEDİH-ÜL BUTLAN Bâtıl olduğu âşikar surette belli. Bâtıl, haksız bir hüküm veya görüş olduğu herkesçe bilinen.

BEDÎÎ Bedi' ve güzel olan. Ebedî ve güzel olan. İlahî ve güzel eserlere müteallik bulunan.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin