Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə180/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   173   174   175   176   177   178   179   180   181

ZER-ŞİNAS f. Altın tanıyan, sarraf.

ZER-TAR f. Altın tel, sırma. * Güneş ışını.

ZERUF Seri, hızlı, aceleci.

ZERUR Göz otu.

ZERV Tutup götürmek. * Savurmak. * Kırıp götürmek.

ZER-VER f. Altın yaldızlı olan.

ZERYAC Zerde aşı.

ZERZERE Sığırcık kuşunun ötmesi.

ZE'T Boğmak.

ZETT Ziynet, süs.

ZEUM Yağlı mıdır değil midir bilinmeyen koyun.

ZEUR Korkak kimse.

ZEV' Ölüm sebebiyle gelen sıkıntı, keder.

ZE'V Sürmek ve sulamak.

ZEVABE (C.: Zevâib) Saç bölüğü. * Zülüf. * Kılıç tasması.

ZEVABİ' Musibetler. Büyük belâlar. (Bak: Devâhi)

ZEVACİR (Zâcire. C.) Yasak edenler, men'edenler, önleyenler.

ZEVAD Azıklar, yiyecekler.

ZEVADE Ziyadelik, çokluk.

ZEVAH Gitmek.

ZEVAHİF (Zâhife. C.) Yerde sürünerek yürüyen hayvanlar, sürüngenler.

ZEVAHİR (Bk: Zavahir)

ZEVAHİR Dolu, taşkın, coşkun denizler. * Mc: Yüksek şan ve şerefler.

ZEVAHİR (Zühre. C.) Çiçekler. * Parlak yıldızlar. * Ziynetli, parlak ve berrak olanlar.

ZEVAİB (Zâib. C.) Erimiş şeyler, eriyenler.

ZEVAİD (Zâide. C.) Fazlalıklar, fazla şeyler. Faydasız şeyler.

ZEVAİL (Zail. C.) Zeval bulanlar. Zail olan şeyler. * Mc: Yıldızlar.

ZEVAL Zâil olma, sona erme. * Gitmek. Yerinden ayrılıp gitmek. * Güneşin tam ortada gibi, baş ucunda bulunduğu zaman. * Güneşin nısf-ı nehar dairesinden batmaya doğru dönmesi. Seyrinin sonuna yaklaşması.(Gafletten kurtulan evvelki adam, o şedit şefkatin elemine karşı ulvi bir tiryak bulur ki; acıdığı bütün zihayatların mevt ve zevâlinde bir Zât-ı Bâki'nin bâki esmasının daimî cilvelerini temsil eden âyine-i ervahları bâki görür; şefkatı, bir sürura inkılâb eder. Hem zevâl ve fenâya mâruz bütün güzel mahlukatın arkasında bir cemâl-i münezzeh ve hüsn-ü mukaddes ihsas eden bir nakış ve tahsin ve san'at ve tezyin ve ihsan ve tenvir-i dâimîyi görür. O zevâl ve fenâyı, tezyid-i hüsün ve tecdid-i lezzet ve teşhir-i san'at için bir tazelendirmek şeklinde görüp lezzetini ve şevkini ve hayretini ziyadeleştirir. M.)

ZEVAL-İ ELEM Elemin sona ermesi.(Zeval-i elem lezzet olduğu gibi, zeval-i lezzet dahi elemdir. S.)

ZEVAL-İ LEZZET Lezzetin bitmesi, lezzetin sona ermesi.

ZEVALÎ Zevale mensub, zevale ait ve müteallik. * Çok yaşlı.

ZEVALNÂPEZİR f. Geçici ve muvakkat olmayan. Zeval bulmayan. Sona ermeyen.

ZEVALPEZİR f. Geçici olan. Muvakkat. Sona eren.

ZEVAMİL (Zâmile. C.) Küçük yükler. * Yük hayvanları.

ZEVANİ (Zâniye. C.) Zâniyeler. Zina yapan kadınlar.

ZEVARİ' Küçük tuluklar.

ZEVAT (Zât. C.) Zatlar, şahıslar, kimseler. * Üzüm, buğday gibi şeylerin kabuğu.

ZEVAT-I KİRAM Şerefli, temiz, büyük zatlar.

ZEVAT-I MA'DUDE Sayılı zevât. Sayılı kimseler.

ZEVATA İki zat. * İki sahib. * Çift.

ZEVAYA (Zâviye. C.) Zaviyeler. Açılar. Köşeler. Tekyeler.

ZEVB Erime.

ZEVC Çift. İki şeyden meydana gelen. * Sınıf, cins, nev'. * Karı ve kocanın herbiri. * Koca, eş.

ZEVCAT (Zevce. C.) Zevceler. Karılar. Kadın eşler.

ZEVCE Kadın eş. Nikâhlı kadın, eş.

ZEVCEYN Karı ile koca. Kadın ile erkek çift.

ZEVCİYYET Kocalık, karılık. Eşlik. Karı ve koca oluş.

ZEVD Ayırmak. * Uzaklaştırmka, ırak etmek. * Defetmek, menetmek.

ZEVD Koyunu su yerinden sürmek. * Sevk.

ZE'VE (C: Ze'vât) Zayıf koyun.

ZEVEBAN Erime.

ZEVEBAN ETMEK Fiz: Sıcaklığını artırarak bir cismin, katı hâlden sıvı hâline geçmesi. Erimiş olması.

ZEVEL Hafif, zeyrek, zarif kimse. (Müe: Zevle)

ZEVER Meyl, eğrilik.

ZEVF Adımını birbirine yakın atmak.

ZEVG Bir şeyi bir tarafa eğme, bir yana meyillendirme.

ZEVH şiddetle yürümek.

ZEVH Develeri dağıtıp toplamak.

ZEVİ (Zû. C.) Sahipler.

ZEVİ-L EHSAS Duygu sahibi olanlar, duyanlar, hissedenler.

ZEVİ-L ERHAM Yakın akraba.

ZEVİ-L ERVAH Ruh sahipleri. Hayatlılar, ruhlular. Can sahibi olanlar.

ZEVİ-L İDRAK İdrak sahipleri. Anlayış ve akıl ile kavrayışlı olan.

ZEVİ-L UKUL Akıl sahipleri. Aklı olanlar. * Tas: Halkı zâhiren, Hakkı bâtınen görenler.

ZEVK Lezzet alma, hoşa gitme, tatma. * Hoş, hoşa giden. Mânevi haz. * Boş vakit geçirmek. Eğlenmek. * Alay etmek. Güzeli çirkinden ayırma kabiliyeti.(Hayatın zevkini ve lezzetini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve ferâizle zinetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz... S.)

ZEVK-İ SELİM En temiz, nezih ve en yüksek derecedeki zevk. Selâmette olan zevk. Meşru dairedeki zevk. * Sezme kabiliyeti.

ZEVK-ÂLUD f. Zevkli, zevk karışık.

ZEVK-BAHŞ f. Zevk veren, eğlendiren, neşelendiren. * Meşhur bir cins lâle.

ZEVK-CÛ (C. : Zevkcuyân) f. Zevkine düşkün. Zevk arıyan.

ZEVKİYYAT Zevk ve eğlenceye dair hususlar.

ZEVKÎ Zevkle alâkalı. Zevke âit.

ZEVK-YÂB f. Lezzet alan, zevklenen.

ZEVL (C.: Ezvâl) Acib nesne. * Zâil olmak, geçici olmak.

ZEVLAK Taraf, cânib.

ZEVR Yalan, kizb. * Bâtıl mâbud. * Ziyaret etmek. * Göğüs üstü.

ZEVR Göğüs altı.

ZEVRA' Bağdat. * Dicle nehri. * Eğri ve eğilmiş nesne. Yay. * Derin kuyu. * Uzak yer.

ZEVRAK Kayık, sandal. * Mekke'de yapılan ve içine zemzem koymaya mahsus olan kap, ibrik.

ZEVRAKÇE f. Ufak kayık. Ufak sandal.

ZEVRAKSÜVÂR f. Kayığa binen. Sandala binmiş olan.

ZEVRE Uzaklık. * Ziyaret etmek.

ZEVREKA (C.: Zevrak-Zevârik) Ölçek. * Küçük gemi.

ZEVT Boğmak.

ZEVV Irak diyarında bir dağın adı. * Kadr, kıymet. * Miktar.

ZEVVAK Bir şeyi fazlasıyla deneyen. * Bir şeyi çok fazla tadan.

ZEVY (Zevey) Döndürmek. Cem etmek, dürülmek. Tutmak.

ZEVY Solmak. * Değişmek, mütegayyer olmak.

ZEVZAT Doğurmak. * Sür'atle gitmek. * Reddedip uzaklaştırmak.

ZEVZEK t. Geveze. Münasebetsiz, temkinsiz. Ağzı ve eli durmayan. Hoppa.

ZEY' (Zeyean) Duyulma. Meydana çıkıp yayılma.

ZEY' Güzelce pişip erimek.

ZEYB (Bak: Zîb)

ZEYBEK Hafif silâhlarla donanmış ve asâyişi muhafazaya memur olan eski bir sınıf asker.

ZEYD Eski fetva metinlerinde erkeği temsil etmek için kullanılan isimlerdendir. (Diğer isimler: Amr, Bekir, Beşir, Hâlid)

ZEYD (ZİYÂD) Men'etmek, reddedip gidermek.

ZEYD BİN SABİT (R.A.) Sahabe-i Güzinden ve Aşere-i Mübeşşeredendir. Henüz on bir yaşında iken isteği ile İslâmiyet'i kabul etmiştir. Kur'ân-ı Kerim'i kemiklerde yazılı ve hâfızların ezberinde iken bugünkü şeklinde ilk olarak yazan, bu hizmette en büyük hizmet kendisine nasib olandır. Resul-ü Ekrem'in (A.S.M.) kâtipliğini yapmıştır. Süryanice de öğrenmişti. Hz. Ebu Bekir-i Sıddık'ın (R.A.) hilâfeti mes'elesinde Ensar'ı tenvir etmiş, hakikatı izah etmiştir. Hz. Ömer ve Hz. Osman (R.A.) devirlerinde büyük hizmetler görmüş ve beyt-ül mâl te'sisinde ve tesbitinde büyük hizmetleri olmuştur. Hi: 45 tarihinde 56 yaşında irtihal etmiştir.

ZEYEK İki uyluk arasının geniş olup birbirine uzak olması.

ZEYF (C.: Ziyâf - Züyuf - Ezyâf) Kalp ve silik para veya akçe.

ZEYG Şübhe. Doğruluktan ayrılma. * Bir tarafa meyletme. * Yanılma. * Kamaşma.

ZEYH (Zeyhân) Zulüm etmek. Haktan uzaklaşmak.

ZEYH Mahvolmak. * Gitmek. * Uzak olmak.

ZEYHAN Zulüm etmek. Zâlimlik yapmak.

ZEYL Ayırma. Tefrik.

ZEYL Ek, ilâve, bir şeyin altı, devamı. * Etek.

ZEYLEN Ek olarak. İlâve ederek.

ZEYLİYÂT İlâve ve ek olarak yazılan şeyler.

ZEYN Zinet, süs. Süslemek.

ZEYN-ÜD DİN Dinin süsü, dinin zineti.

ZEYN-AB (Kürdçe) Su kaynağı, pınar.

ZEYNEB Eski fetva metinlerinde kadını temsil eden isimlerden biri. * Gül. (Bak: Hatice)

ZEYN-ÜL ABİDİN (Zeynel âbidîn) Lügat mânası: İbadet edenlerin zineti. * (Hi: 38-94) Oniki İmamın dördüncüsü olan zât (R.A.). Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın torunu olan Hazret-i Hüseyin'in ortanca oğlu. Asıl adı: Ali'dir. Tâbiînin büyüklerindendir. Medine-i Münevvere'de vefat etmiştir. (Rahmetullâhi Aleyh)

ZEYR Eksilmek.

ZEYT Zeytinyağı. Yağ.

ZEYTUN Zeytin.

ZEYTUNÎ Zeytin renginde olan.

ZEYY (Bak: Ziyy)

ZEYY Döndürmek. * Toplamak, cem'etmek.

ZEYYAL Kuyruklu. * Uzun etekli.

ZEYYAT Zeytin ağacı.

ZE'ZEE Cem'etmek, toplamak.

ZI Kur'an-ı Kerim alfabesinde onyedinci harftir. Ebcedî değeri: 900'dur.

ZIA İşlenir toprak. Tarla.

ZIAR Devenin ağzını bağlamak.

ZIBA' (Zabu. C.) Sırtlanlar.

ZIBAB (Zabb. C.) Kertenkeleler. Kelerler.

ZID Aksi, muhâlif, zıt. * Nefret edilen, kerih şey.

ZIDDÂN İki zıt.

ZIDDEYN Birbirinin aksi olan iki şey. İki zıt.

ZIDDİYET Birbirine muhâlif, zıt olma hâli. Zıtlık. Birbirinden nefret etme. Zıt fikir veya kanaat sahibi olanların durumu.

ZI'F İki kat. Bir şeyin miktarca iki katı.

ZIFR Tırnak. Çengel. Pençe.

ZIHAR İki şey arasında münasebet ve mutabakat meydana getirmek. İki şeyi birbirine mutabık eylemek. Arka arkaya, mukabil kılmak. * Karşılıklı yardımlaşmak. * Fık: Bir kocanın, karısını müebbeden mahremi olan birisinin bakması câiz olmayan bir yerine teşbih etmesi.Meselâ, bir adam karısına, "Sen bana anam gibisin" demesi gibi. Bu halde karısı da ona haram olurdu. İslâmiyetten evvel câhiliyet âdetleri olan ve bir nevi boşanma usulü sayılan bu çeşit hareketi İslâmiyet men'etmiştir ve zecr için zıhar eden kimseye keffaret vaz' olunmuştur. (O.L.)

ZIHARE Elbisenin dış yüzü, dış tarafı.

ZIHLİL Dayanacak ve kayacak dar mekân.

ZIHRIT Koyun ve deve burunlarından akan sümük.

ZIHRÎ (C.: Zıhârâ) Bir ihtiyaç için hazırlanıp saklanan nesne.

ZIKKÎ Deriden yapılmış su tulumu.

ZILAL (Zıll. C.) Gölgeler.

ZILALE Gölgelik.

ZILF Hayvanların çatal tırnağı.

ZILL Gölge. * Perde. * Mc: Sahip çıkma, koruma, himaye etme.

ZILL-I ZÂİL Geçen gölge.

ZILL-I ZALİL Koyu gölgeli yer.

ZILL-ÂLUD f. Gölgeli.

ZILLÎ Gölge ile alâkalı.

ZILLÎM Zulmü çok olan kimse. Zâlim insan.

ZILLİYET Zâhirî sahiplik. Himaye edici olma. * Gölgelik.

ZILLULLAH Cenab-ı Hakk'ın namına yeryüzünde tasarrufta bulunan insan, halife. İlâhî kanunu tatbike çalışan halife ve pâdişahın nâmı.

ZIMAD (C.: Zamâid) İlâç. * Merhemle yaraya sarılan sargı, bez.

ZIMAN Zarar ve ziyana karşılık verilen bedel.

ZIMAR Ele geçmesi mümkün olmayan kaybolmuş mal. Alacak veya yeri bilinmeyen mal. * Gizli kalmış hazine, iş veya şey.

ZIMAR Irz, namus.

ZIMN İç taraf. * Maksad, gaye. * Açıktan söylenmeyip dolayısıyle anlatılan.

ZIMNEN Açıktan olmayarak, dolayısıyla, ima yolu ile. İçinden olarak.

ZIMNÎ İçinde saklı, gizli olarak. * Kendiliğinden.

ZINDIK (Bak: Zendeka)

ZINNE Töhmet, kabahat.

ZINNET Cimrilik, pintilik.

ZI'R (C.: Zıâr-Zuur-Ezâr) Süt anası.

ZIRA' (Bak: Zirâ')

ZIRAR Karşılıklı zarar vermek.

ZIRBA' Maymuna benzer bir hayvan.

ZIRBAN (C.: Zerâbin) Kokarca denilen küçük, kediye benzer, çirkin kokulu bir hayvan.

ZIRGAM (C.: Zarâgım) Aslan, gazanfer.

ZIRH Cevşen. * Muharebe elbisesi, demirden örülmüş veya dökülmüş elbise.

ZIRHPUŞ (C.: Zırhpuşân) f. Zırh giyinmiş, zırh giyen.

ZIRR Gömlek ve kaftan düğmesi. * Tomurcuk.

ZIVANA f. İki ucu açık küçük boru. * Birbirine geçen şeylere açılan boru şeklinde delik.

ZIVANADAN ÇIKMAK Taşkınlık göstermek. Haddini aşmak, edepsizlik etmek.

ZIYA' Kayıp, yitim. Kaybolma. Mahvolma.

ZIYA (Bak: Ziyâ)

ZIYA' (Zay'a. C.) Küçük çiftlikler, tarlalar.

ZIYK (Dıyyık - Dıyk) Dar. Sıkıntılı.

ZIYYIK Pek dar.

Zİ Kılık, kıyafet. Elbise.

Zİ f. Türkçedeki "den, dan" mânasını ifade eder. Meselâ: Zi-mısır $ : Mısır'dan.

ZÎ Arapçada kelimenin yerine göre "Zâ, Zû, Zî" şeklinde okunan, "sâhib" mânasını ifade eden ve birleşik kelimeler yapılan bir edattır.

ZÎ-FİKİR Fikir sahibi, tefekkür eden.

ZİAB (Zi'b. C.) Kurtlar, canavarlar.

ZİAMET (Bak: Zeâmet)

ZÎB Zinet, süs. Düzgün, iyi elbise.

Zİ'B Kurt. Canavar.

Zİ'B-İ MÜTEGANNİM Koyun postuna girmiş kurt.

Zİ'B-İ YUSUF Kabahati ve suçu olmadığı halde suçlandırılan kimse.

ZİBA f. Güzel, süslü, yakışıklı.

ZİBAC Nedimelik etmek. * Sohbet etmek.

ZİBAK Cıva.

ZİBAL Karıncanın ağzıyla götürdüğü şey.

ZİBAR (Zebr. C.) Kitaplar. * Yazı yazmalar. * Kâğıt yaprakları.

ZÎBARÛ (Zibâ-ru) f. Güzel yüzlü. Dilber.

ZÎB-ÂVER f. Süsleyici, bezeyici.

ZÎBAYÎ f. Süslülük, güzellik, yakışıklılık.

ZİBBAH Ayak parmaklarının diplerinde olan yarıklar.

ZİBBAN (Zübâb. C.) Sinekler.

ZİBBİR Kuvvetli.

Zİ'BE Eyerin ve semerin iki yanlarının arası.

ZÎB-EFZA f. Güzelleştiren, süsü artıran, güzelliği çoğaltan.

ZİBENDE f. Süslü, zinetli, yakışıklı. Lâyık, güzel.

Zİ'BER Çok kaba dikişli bir Arap kaftanı.

ZİBE'RA Yaramaz huylu kimse. * Kaba sakallı, yüzü ve kaşı kıllı kimse. * Timsahın dişisi. * Boynuzuyla fili başında götüren canavar.

ZİBERKAN Ay, kamer. Ay ve güneş. * Arap reislerinden bir reisin adı.

ZİBH Boğazlanan davar.

ZİBHA (Zübha) Kuşpalazı, difteri.

Zİ'BIK Civa.

ZİBL Süprüntü. Gübre.

ZİBNİYE Zorla def'edici, zorla kovan.

ZİBR Mektup. Kitap.

ZİBRAK Sarartmak.

ZİCAC Karanfil.

ZİCAN Meyletmek, eğilmek.

ZİCC Yumuşaklıkla def'etmek. Tatlılıkla kovmak.

ZİDA(Y) Cilâlayıcı, temizleyip parlatıcı.

ZİDB (C.: Ezdâb) Nasip, kısmet.

ZİDE (Zidet) : f. "Çoğalsın, artsın" anlamlarına gelir ve duâ ve temennilerde bulunmak üzere kullanılır.

ZİDET FAZLUHU Bilgisi artsın, fazlı çok olsun!

Zİ-DER f. Kapıdan.

Zİ-DERGÂH f. Dergâhtan.

ZİDK Sıdk, doğruluk.

ZÎF Kenar, nâhiye, cânip, taraf.

ZİFAF Gerdeğe girmek. Gerdek.

ZİFAN (Zayf. C.) Misafirler.

ZİFAN Öldürücü zehir.

ZİFF Deve kuşunun yeleklerinin küçüğü.

ZİFİL Katran.

ZİFR (C: Azfâr) Kir, pas. * Yük. * Kırba. (Kırba götürenlere "Zevâfir" derler.)

ZİFRA (C.: Zifâri) Devenin kulağı ardında terleyen yer.

ZÎFÜNUN Çok şeyler bilen, mehâret sâhibi olan, fen sâhibi.

ZİH f. Kiriş. * Yay kirişi. * Kenar çizgisi. * Kaytan, şerit.

ZÎH (C.: Züyuh-Ezyâh) Çok kıllı erkek sırtlan. (Müe: Zeyhâ)

ZİHAF Çokluk. * Süstlük ve zayıflık ile yürümek. * Edb: İbarede uzun okunulması gereken bir sesli harfin, vezin zarureti ile kısa okunuşu. (Bunun zıddı: İmâle'dir)

ZİHAM Kalabalık, sıkışıklık.

ZÎHASSA Hassalı, özellik, hususiyyet sâhibi.

ZÎ-HASSA-İ MEŞHURE Meşhur hususiyet sâhibi.

ZÎ-HASSE Duygulu, duygu sâhibi, hisseden.

ZÎ-HAŞMET Haşmet sahibi, haşmetli.

ZÎ-HAYAT Hayatlı, hayata sâhip, canlı. (Bak: Hayat)

ZİHBE (C. Zihâb) Yağmur katresi.

ZİHİ "Şu, bu" mânasına gelen müennes işaret zamiri.

ZİHİ f. Ne güzel. Ne iyi. Aferin.

ZİHLAF Tehir etmek, sonraya bırakmak. * Uzaklaştırmak, ırak etmek.

ZİHİN (Zihn) Anlama, bilme, hatırlama kuvveti. Anlama kuvvet ve istidadı. Hıfz kabiliyeti. (Bak: Dimağ)

ZİHN-İ MAHDUD Dar zihin.

ZİHNEN Zihin ile, düşünerek, akıl ile.

ZİHNÎ (Zihniyye) Zihinle alâkalı. Zihne âit.

ZİHNİYYÂT Zihne ait hususlar. Zihinle ilgili meseleler.

ZİHNİYYET Düşünce. Düşünce yolu. * Anlayış. * Kafa.

ZÎK (Bak: Dıyk)

ZÎK Yaka kenarı.

ZİKÂR (Zeker. C.) Erkekler.

ZÎKARED GAZVESİ Zîkared, Gatafan diyarı civarında oniki mil mesafede bir kuyudur. Rivayete göre Medine ile Hayber arasında ve Şam yolu üzerindedir ve Medine'ye iki konak mesafededir. Bu Zîkared kuyusu yakınında yapılan gazaya Gabe Gazası da denilir, hicretin altıncı yılında rebiül-evvel ayında vuku bulduğu rivayet edilir.Hayberden üç gün önce bir takım Gatafan ve Fezare çapulcuları Resulullah'ın sağılan develerine yağmacılık etmeleri üzerine bu gaza vuku bulmuştur. İbn-i Sa'd, bu develerin yirmi tane olduğunu ve Gabe Korusu'nda yayılırken baskına uğradığını bildiriyor. (S.B.M.)

ZİKE Silâh.

ZÎ-KIYMET Kıymet sâhibi, kıymetli.

ZİKR (Zikir) Anmak, hatırlamak. Anılmak. * Allah'ı (C.C.) çok çok anıp azametini düşünmek ve esmâ-i hüsnâsını okuyup tefekkür etmek. * Kur'ân-ı Kerim'in bir ismi.(İ'lem eyyühel aziz! Tohum olacak bir habbenin kalbi yani içi delindiği zaman, elbette sünbüllenip neşvü nemâ bulamaz; ölür gider. Kezâlik, ene ile tâbir edilen enâniyetin kalbi, Allah Allah zikrinin şua ve hararetiyle yanıp delinse, büyüyüp gafletle firavunlaşamaz. Ve Hâlik-ı Semâvat ve Arz'a isyan edemez. O zikr-i İlâhî sâyesinde (ene) mahvolur...Zikreden adamın, feyz-i İlâhîyi celbeden muhtelif lâtifeleri vardır. Bir kısmı kalb ve aklın şuuruna bağlıdır. Bir kısmı da şuursuz, yâni şuurlara tâbi değildir. M.N.)

ZİKR-İ ALENÎ Aşikâr ve açıktan toplanıp Allah'ı zikretmek.

ZİKR-İ CEHRÎ Yüksek sesle yapılan zikir.

ZİKR-İ HAFÎ İçten ve kalbden yapılan gizlice olan zikir. Nakşilerin zikir şekli.

ZİKR-İ KALBÎ Kalb ile yapılan, sessiz zikir.

ZİKR-ÂREND f. Zikreden. Anan.

ZİKİR-HÂNE Allah'ın çok çok zikredildiği yer. Mescid, câmi. Ehl-i tarikatın toplanıp Allah'ı zikrettikleri yer. Tekke.

ZİKRA Anma, hatırlama. * Nasihat, öğüt. * İbret. Örnek.

ZİKZAK Fr. Bir sağa ve bir sola doğru gidiş yapma.

ZİLAL (Zelil. C.) Hor ve hakir olanlar. Zeliller.

Zİ'LEB(E) Deve kuşu. * Hızlı yürüyen dişi deve.

Zİ-L ECNİHA Çok cihetli, çok hususiyetli bulunan. * Kanatlar sahibi. * Çok taraflı.

ZİLHİCCE Hacca gitmenin içinde yapıldığı Arabi onikinci ay. Kurban bayramı, bu ayın onuncu gününe rastlar.

ZİLKA'DE Arabi ayların on birincisi.

ZİLL Yumuşaklık. * Kolaylık, âsanlık. * Davarın alışması.

ZİLLE Orak kuşu denilen bir böcektir, orak vaktinde öter.

ZİLLET Aşağılık, horluk, hakirlik, alçaklık.

ZİLLET-İ NEFS Nefis alçaklığı.

ZİLYE (C.: Zelâli) Büyük döşek.

Zİ-L YED Fık: Bir malı elinde bulunduran. Bu malın hakiki sahibi olsun veya olmasın halen istediği şekilde kullanmakta bulunan kimse.

ZİLZAL Zelzele, sarsıntı.

ZİLZAL SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 99. suresidir. "Zelzele, İzâzülzile" sureleri de denir.

ZİLZİL (C.: Zelâzil) Uzun etek.

Zİ'M Ayıp.

ZİMAL (Bak: Zemel)

ZİMAM Hayvan yuları. Yular.

ZİMAM-DÂR f. Elinde yular tutan. * İdare eden. İdareci. İleri gelen. Bir işi elinde tutan.

ZİMAM Ahd, söz, yemin, eman. * Hak. * Hürmet.

ZİMAR Deve kuşlarının sesi.

ZİMAR Irz, namus. Kişinin koruması kendi üzerine vâcib olan aile efradı.

ZİMEM (Zimmet. C.) Borçlar, zimmetler.

ZİMEMAT (Zimem. C.) Borçlar.

ZİMMAR Deve kuşu sesi. * "Bağırmak, savt ve sada etmek" mânâsına mastar.

ZİMMET Himayeyi te'min eden ittifak. * Borç. * Alâkalı. * Uhde. * Vicdan. * Mes'uliyet. * Üst. Üstte olan şey. * Koruma zorunda kalma.

ZİMMET-DÂR f. Hazine sâhibi. Vergiyi alan, toplayan. Alacaklı.

ZİMMÎ Anlaşma ile İslâm diyarında yaşaması kabul edilmiş, hayatı hıfzedilen gayr-ı müslim. Ehl-i zimmet.(Kâfir eğer zimmî olsa veya musalaha etse hakk-ı hayatı var diye usul-ü şeriatın bir düsturudur. Hem Mezheb-i Hanefiyede, ehl-i zimmeden olan bir kâfirin şehadeti makbuldür. Fakat fâsık, merdud-üş şehadettir, çünkü hâindir. L.)

ZİMMİT Ağır başlı, ciddi, vakarlı kimse.

ZİMR (C.: Ezmâr) Bahadır, kahraman, yiğit.

ZİMZİM İri gövdeli deve.

ZÎN f. Binek hayvanlarına vurulan eyer.

ZİNA Haram ve büyük günah olan ve nikâhsız olarak yapılan cinsi münasebet.

ZİNAB (Zeneb. C.) Kuyruklar.

ZİNABE Her şeyin ardı, arkası.

ZİNAK Çene altının derisi. * Altından veya gümüşten yapılan ve kadınların boyunlarına taktıkları boğmak.

ZİNAKÂR f. Zina eden, zâni.

ZİNBAR Hafif, zarif, hazırcevap kimse. * Yük götürebilen eşek. * Büyük fare. * Çınar ağacına benzer bir ağaç.

ZİNCAR Bir nevi balık.

ZİNDAN f. Karanlık, yeraltı hapishânesi. Sıkıntı ve karanlık yer.

ZİNDAN-I ATÂLET Atâlet zindanı. (Bak: Himmet)

ZİNDANÎ (C.: Zindaniyân) Zindanlık. Zindana kapatılmış suçlu. * Zindan muhafızı. Zindancı.

ZİNDE f. Dinç, diri, canlı. * Güçlü, kuvvetli.

ZİNDE-BÂD f. Yaşasın, çok yaşa, sağ ol.

ZİNDE-DÂR f. Gece uyumayan, uyanık kalan.

ZİNDE-DİL f. Kalbi diri olan, uyanık.

ZİNDE-GÎ f. Canlılık, zindelik, dirilik.

ZİNDIK (Zındık) Dinsiz, imansız. Müşrik. (Bak: Zendeka)

ZİNE Düzgün. * Libas, elbise.

ZİNET Süs. Bezek. Kadınlara mahsus kıymetli eşya.(Her bir çiçekte, her bir meyvede bir mizan ve o mizan bir intizam içinde ve o intizam, tazelenen bir tanzim ve tevzin içinde ve o tevzin ve tanzim bir zinet ve sanat içinde ve o zinet ve san'at, manidar kokular ve hikmetli tadlar içinde bulunduğundan; her bir çiçek o ağacın çiçekleri adedince Hakem-i Zülcelâl'e işaretler ediyor. L.)

ZİNFİLECE (Zinfelîce) Zenbile benzer bir nesne.ZİNHAR $ f. Sakın, aslâ, kat'iyyen, olmaya, aman. * Elbette.

ZİNHARHÂR f. Sözünde durmayan adam. * Aman dileyen.

ZİNKÎR Tırnak kesintisi.

Zİ-N NUR Nurlu, ışıklı. Parlak. * Bahtiyar.

Zİ-N NUREYN "İki nur sâhibi" meâlinde cihar-ı yar-ı güzinden Hz. Osman'ın (R.A.) lâkabı. (Hazret-i Resul-ü Ekrem (A.S.M.) ile iki kat akrabalığı dolayısiyle) (Bak: Osman R.A.)

ZİN-PUŞ Eyer örtüsü.

ZİR f. Alt, aşağı.

ZİR-İ ZEMİN Yeraltı.

ZİR (C.: Zire) İnce kiriş. * Kadınlar sohbetini seven kişi.

ZİRA f. Çünkü. Ondan ki, şundan, şu sebepten ki.

ZİRA' El, kol uzunluğu. Yirmidört parmak uzunluğu. Arşın. * Bir kolun dirseğinden orta parmak ucuna kadar uzunluk ölçüsü. (75-90 cm. kadar) * Gökte ayın menzillerinden birisi. * Tulum. İçine peynir veya su, yağ gibi şeyler konan deriden kap.

ZİRAAT Çiftçilik, ekincilik.

ZİRABE Keskinlik.

ZİRAÎ Çitfçiliğe ait. Ziraate dair, onunla alâkalı.

ZÎ-RAHM Nesebî akraba.

ZİRAYE Hışım etmek, hiddetlenmek, kızmak.

ZİR-BEND f. Kayış, kuşak, kemer.

ZİREK f. Anlayışlı, uyanık, zeyrek.

ZİREKÎ f. Uyanıklık, zeyreklik, anlayışlılık.

ZİRFİN (C.: Zerâfin) Kapı halkası.

ZİRİBA' Belâ, zahmet.

ZİRİN f. Alttaki, aşağıdaki.

ZİRNÎK Zırhım, fare otu.

ZİRR Düğme. * Tomurcuk.

ZÎ-RUH Ruhlu, canlı, hayattar. Zi-hayat. (Bak: Ruh)

ZİR Ü ZEBER Altüst, karmakarışık, darmadağın.

ZİRVE Bir şeyin, hususan dağın en yüksek noktası, tepesi.

ZİRVE-İ BÂLÂ f. Yüksek zirve. * Yüksek makam. * Yüce kat.

ZİRVE-İ CEBEL Dağ tepesi.

ZÎ-ŞAN Şanlı, meşhur ve şerefli olan.

ZÎ-ŞA'ŞAA Çok parlak. Şa'şaalı.

ZİŞT f. Çirkin. Kötü. Kabih.

ZİŞTÎ f. Çirkinlik.

ZÎ-ŞUUR şuurlu. şuur sâhibi.

ZÎT (Ziyât) Çağırmak. * Niza edişmek, çekişmek.

ZİVANA (Bak: Zıvana)

ZİVER Süs. Zinet.

ZİVER Şiddetle yürümek.

ZİYA' Kaybolma, mahvolma.

ZİYA Işık, aydınlık, nur. Ruşenlik. (Nur, ziya'dan daha umumidir. Çünkü ziyâ aydınlığın intişarı mülâhazası ile ve Nur, intişarı ve sebatı mülâhazaları ile ıtlak olunmuştur ve bazıları indinde bizzat olan aydınlığa ziya; ve vasıta ile olan aydınlığa nur ıtlâk olunur. L.R.)(Ziya ile; mevcudat görünür, hayat ile, mevcudatın varlığı bilinir; her birisi birer keşşaftır. M.)

ZİYA-YI KALB Kalbin ziyası, nuru, ışığı. Kalbin iman nuruyla ziyalanması, uyanması, gafletten halâs olması.

ZİYA-BÂR (Ziya-efşan - Ziyapâş) Işık saçan.

ZİYA-DÂR Ziyalı, ışıklı, parlak. * Aydın. Akıllı, münevver.

ZİYADE Artan, fazla kalan. Çok bol. Fazladan. * Artma, çoğalma.

ZİYA-EFŞAN f. Işık saçan, ziya saçan.

ZİYAF (Zeyf. C.) Kalp ve silik paralar. Karışık akçeler.

ZİYAFE Merdut olmak. * Tenbel. * Değişmek.

ZİYAFEŞAN f. Işık saçan, ziya saçan.

ZİYAFET Misafire yedirip içirme, ikram etme. Misafir kabul etme.(Görünüyor ki; bu âlemin sâhibi -yaptığı şu kadar fiillerin delâletiyle- hârika bir sahâvete sahib olduğu gibi nur ve ziya ile dolu güneşler ve meyve ve semereler ile hâmile eşcar ve ağaçlar misillü pek çok hazineleri vardır. Binaenaleyh bu ebedî sahâvet, tükenmez servet, ebedî bir ziyafetgâhı ister ve devam ile muhtaçların da devam-ı vücudunu iktiza eder... M.N.)


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   173   174   175   176   177   178   179   180   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin