BİLAKİS Aksine. Tersine. Zıddına.
BİLAL Siyah ve beyaz, yâni kara ile ak olmak. (Bak: Belal)
BİLAL-İ HABEŞÎ Resûl-i Ekrem'in (A.S.M.) müezzini idi. Sesi çok güzeldi. Ezan okurken çokları ağlardı. Kölelikten Hz. Ebu Bekir-i Sıddîk (R.A.) satın alıp azâd etmişti. Her gazada hazır bulunmuştu. (Hi: 20) de dâr-ı bekaya göçtü. (R.A.)
BİLANÇO ing. Ticarî bir müessesenin muayyen bir devre sonunda alacak verecek durumunu göstermek üzere meydana getirdiği cetvel. * Mc: Herhangi bir işte belirli bir müddet sonundaki iyi ve kötü neticelerin karşılıklı durumu.
BİL'ASALE Bizzat. Kendisi. Eli ile. Başkasını vâsıta etmeden. Asâleti ile.
BİLÂ-SEBEB Sebepsiz.
BİLÂ-TEEMMÜL Düşünmeden. Düşünmeksizin. Dikkatli olmadan.
BİLÂ-TEVAKKUF Durmadan, tereddüt etmeden.
BİLÂ-UDUL Dönmeden, sapmadan. Udul etmeden.
BİLÂ-ÜCRET Parasız, ücretsiz.
BİLÂ-VASITA Vasıtasız. Araya biri girmeden, doğrudan doğruya.
BİL'AYAN Açık olarak. Meydanda olarak.
BİLAZ Kaçkın kimse. * Yemeği doyana kadar yiyen. * Kısa boylu adam.
BİLBEDAHE Açıktan. Aşikâr olarak. Meydanda olarak. Besbelli.(...Hem şu âlemin Sâni-i Zülcelal'i bütün güzel masnuatiyle kendini zişuur olanlara tanıttırması ve kıymetli nimetler ile kendini onlara sevdirmesi bizzarure onun mukabilinde, zişuur olanlara marziyatı ve arzu-yu İlâhiyelerini bir elçi vasıtasiyle bildirmesini istemesine mukabil; en âlâ ve ekmel bir surette, Kur'an vasıtasıyla o marziyat ve arzuları beyan eden ve getiren yine bilbedahe O Zât'tır. M.)
BİLCÜMLE Bütün, hepsi. Umumiyetle.
BİLDEM Göğüs önü. * Boğaz. * Akılsız kimse.
BİLEK f. Çatal temrenli bir nevi ok.
BİLFARZ Olduğunu kabul ederek. Farzolarak.
BİLFİİL Sırf kendisi. Kendi çalışması ile. Başkası karışmadan.
BİL-GUDUVV-İ VE-L-ÂSÂL Sabah ve akşam.
BİLHADS Hads ile. Son derece bir sür'at-i intikal ile. (Bak: Hads)
BİLHADSİSSÂDIK Doğru bir hads ile. (Bak: Hads)
BİL-HASSA Hususi olarak, mahsus, özellikle.
BİL-HAYR Uğurlu olarak, hayırla.
BİL-ITLAK Mutlak olarak. Hiçbir şeye bağlı olmaksızın. (Bak: Itlak)
BİL-İCMA İcma ile. (Bak: İcma')
BİL-İLTİZAM Bile bile. Bir şeyi doğru ve lüzumlu görüp taraftar olmakla.
BİL-İMTİSAL Uyarak, imtisal ederek.
BİLİNÇ t. Psk: İnsanın kendi varlığından ve kendine tesir eden çevresinde meydana gelen hadise ve değişikliklerin, bilgisine sahip olması hali. Şuurun dereceleri vardır. Meselâ: Düşünüyorum ve düşündüğümü biliyorum, yine düşündüğümü bildiğimi de biliyorum ve hakeza. Şuurlu olma ruhun bir vasfıdır. Maddede şuur yoktur. Ve şuurun maddi izahı şuursuzca bir izah olup batıldır. (Bak: Şuur)
BİLİNÇALTI t. Psk: Şuur altı. Geçmişte yaşadığımız ve etkisi altında kaldığımız hâdiselerden şimdi hatırlayamadıklarımız, şu anda da varlığımızda meydana gelen hadiselerden bilgisine sahip olmadıklarımızın hepsi. İnsan şuurlu hareket ettiği gibi şuuraltı etkilerle de hareket eder. İnsan şuuraltının etkisiyle hareket ettiği zaman bu hareketini şuuruyla izah ederken bahane sebepler bulur. Ama bu sebepler hareketin mahiyetini izahtan uzak kalır.
BİLİNEMEZCİLİK (Bak: Lâedriye)
BİLİRKİŞİ (Bak: Ehl-i vukuf)
Bİ-LİSAN-İL-ARZ Arzın diliyle. Yeryüzünün lisân-ı hâliyle.
BİLİSTİHKAK Lâyıkıyla, liyakatı olarak. Hakkıyla. Haklı olarak.
BİL-İSTİKLAL Başlıbaşına, istiklâl üzere.
BİL-İŞTİRAK Birleşerek, ortaklaşa.
BİLİTTİFAK İttifak ile. Beraberce, birlikte, elbirliğiyle.
BİLKASD Kasd ile, düşünerek. Bilerek.
BİLKUVVE Fiil mertebesine varmadan. Tasavvurda, tasavvurî olarak. Düşünce halinde. Kabiliyet ve istidat ile.
BİLKÜLLİYE Tamamı ile. Büsbütün. Bütün ile. Tamamen.
BİLL Mübah olan şey.
BİLLAHİ Allah'a, Allah'tan. * (Yemin) maksadı ile söylenir.
BİLLE Yaşlık, ıslaklık. Çiy dedikleri rutubet ki sabah vakitlerinde olur.
BİLLİT Akıllı, hâzık ve mâhir kimse.
BİLLİZ Kısa boylu adam. * Şişman kadın.
BİLLUR Şeffaf, parlak taş, elmas gibi kıymetli. Cam gibi parlayan.
BİLMUKABELE Karşılıklı. Karşılık olarak. Mukabil olarak.
BİL-MÜNAVEBE Değişerek, nöbetleşe.
BİLMÜŞAHEDE Görmek suretiyle, görerek.(Hem Sâni-i Âlem'in nihayet cemalde olan kemal-i san'atı üzerine enzar-ı dikkati celb etmek, teşhir etmek istemesine mukabil, en yüksek bir sada ile dellallık eden; yine bilmüşâhede O Zat'tır... M.)
BİLSAM f. Zâtülcenb, akciğer zarı iltihabı.
BİL-UMUM Bütün, tamamı, hep.
BİLV Belâ. * Zahmet. * Tecrübe, imtihan.
BİLVASITA Vâsıta ile. Birisinin vâsıta olması, aracılığı ile. * Edb: Terci' ve terkib-i bentleri teşkil eden parçaları birbirine bağlayan beyit.(Bak: Musarra')
BİLYAKÎN Bir şeyi şeksiz ve şüphesiz olarak itikad-ı kavi ve sahih ile bilmek, derk etmek. (Bak: Yakin)
BİLYE (C.: Belâya) Belâ, * Zahmet. * Tecrübe, imtihan.
BİM f. Korku, havf. * Tehlike.
BİM-İ CÂN Can korkusu, ölüm korkusu.
BİM Ü ÜMİD Korku ve ümid.
BİMANEND Eşsiz, nazirsiz.
BİMAR (C.: Bimârân) f. Mariz, hasta, alil.
BİMARE f. Hasta, alil. * Muharebeler veya akınlar esnasında ele geçirilen kadın esirlerin ayrıldıkları sınıflardan birinin adı.
BİMARHANE Tımarhane. Akıl hastahanesi.
BİMARİSTAN f. Tımarhane. * Hastahane.
BÎ-MEAL f. Hükümsüz, mânasız, saçmasapan söz.
BÎ-MECAL f. Mecalsiz, halsiz, dermansız, zayıf.
BÎ-MEKÂN f. Mekânsız, yersiz, yurtsuz. * Serseri.
BÎ-MER f. Sayısız, hesapsız.
BÎ-MİHR f. Sevgisiz, şefkatsiz.
BİM-NAK f. Korkmuş.
BÎ-MÜDAM Devamsız.
BÎ-MÜDANÎ Eşsiz. Denksiz.
BÎN f. Kelime sonuna ilâve ile "gören, görücü" mânalarına gelir. Meselâ:
DÜRBÎN Uzaktan gören, dürbün.
BİNA f. Gören, görücü. * Göz.
BİNA' (C.: Ebniye) Yapı, ev. Yapma, kurma. * Gr: Müteaddi, lâzım, meçhul, mütavaat gibi fiillerin esasını mevzu yapan kitab.
BİNABERİN f. Bunun üzerine, bu sebebe binâen, bundan dolayı.
BİNA-DİL f. Basiretli. Kalbi hakikatı kavrayan.
BİNA EMİNİ İnşaatı kontrol eden.
BİNÂEN ...den dolayı, bu sebepten. Mebni ve müstenid olarak. Dayanarak.
BİNÂENALÂHAZA Bundan dolayı. Buna binaen.
BİNÂENALEYH Bunun üzerine, ondan dolayı.
BİNAGUŞ f. Kulak tozu. * Kulak memesi.
BÎ-NAM f. İsimsiz, nâmsız.
BÎ-NAMAZ f. Namaz kılmayan, namazı terkeden, namazsız. Beynamaz. (Bak: Târik-üs salât) Namaz, İslâmın temel şartlarından biridir. Peygamberimiz (A.S.M.), namaz dinin direğidir demiştir. Namazını terkeden dininin direğini yıkmış olur. Beş vakit namaz için bir saat yetmektedir. İnsan bir günün 24 saatinden bir saatini Allah'ın huzuruna çıkmak demek olan namaza ayırmazsa büyük ziyana uğramış olur. Namaz kılan insan kötülükten korunur. Yaptığı işler de güzel bir niyetle ibadet hükmüne geçebilir.
BÎ-NASİB f. Nasibsiz, tâlihsiz.
BİNAVEND f. Mâni, engel.
BİNA-YI MECHUL Fiilde fâilin, öznenin meçhul olması hâli. Meselâ: "Yazmak" fiilinin binâ-yı meçhulü olan "yazıldı" kelimesinde olduğu gibi. Fiilde fâilin belli olması hâlinde de "binâ-yı malûm" denir. "Nuri yazdı" gibi.
BÎ-NAZ f. Naz etmeden Nazsız.
BÎ-NAZİR f. Benzeri olmayan. Nasirsiz.
BİNBAŞI Ask: Bin kişiye yakın olan bir tabur askere kumanda eden subay; yarbayın bir alt, yüzbaşının bir üst derecesidir.
BİNC Her nesnenin aslı ve kökü.
BİNCİŞK f. Şerçe kuşu.
BİNEFSİHİ Bizzat, kendisi, kendisi ile.
BİNEK f. Gözbebeği, hadeka.
BÎ-NEMEK f. Lezzetsiz, tatsız, tuzsuz.
BİNENDE f. Görücü, gören. * Tedbirli, ilerisini düşünen, akıllı.
BÎ-NENG f. Rezil, namussuz.
BÎ-NEVA f. Zavallı, nasibsiz, muhtaç, çaresiz.
BİNEVEND f. Mâni, engel.
BİNÎ f. Burun. (İnsan ve deniz için kullanılır.) * Dağ tepesi. * Zirve, uç nokta. * Yayın ele alınan kısmının ucu. * Görürlük, görmeklik.
BÎ-NİHAYE f. Sonsuz, nihayetsiz, ebedi, bâki, tükenmez.
BİNİŞ f. Basiret, görüş, görme kabiliyeti. * Mülâkat.
BÎ-NİYAZÎ f. Zenginlik.
Bİ-N-NEFS Kendi kendisi.
BİNNETİCE Neticede, netice olarak.
BİNNİHAYE Sonuna kadar. Sonsuz.
Bİ-N-NİSBE Nisbetle, bir dereceye kadar.
BİNNİYET Kastederek. Niyetle.
BİNSAR (Binsır) Serçe parmakla orta parmak arasındaki parmak. Yüzük parmağı.
BİNT Kız. Kızı. "Fâtıma bint-i Resûl-i Ekrem (A.S.M.): Resûl-i Ekrem'in (A.S.M.) kızı Fâtıma (R.A.)"
BİNT-ÜL-FİKİR Düşünce mahsulü.
BİNT-ÜL KEREM şarap, hamr.
BİNT-İ LEBUN Üç yaşına girmiş dişi deve.
BİNT-İ MEHAD İki yaşına girmiş olan dişi deve.
BİNT-ÜL MENİYYE Ölüm, vefat, mevt.
BÎ-NUKAT f. Ebced hesabında noktasız harfler. (Bak: Mühmel)
BÎ-PAYAN f. Sonsuz. Payansız.
BÎ-PERVA f. Korkusuz. Pervasız.
Bİ'R Kuyu.
Bİ'R-İ MUATTAL Suyu kesilmiş kuyu. Susuz kuyu.
Bİ'R-İ ZEMZEM f. Zemzem kuyusu.
BİRA (Felemenkçe) İçinde alkol bulunan ve bu sebeple haram olan bir cins içki.
BİRABBİ Rabbimle, Rabbime.
BİRAD f. İhtiyar, pir. Dermansız, güçsüz kimse.
BİRADER (Berâder) f. Kardeş.
BİRADER-İ MANEVÎ Din veya âhiret kardeşi.
BİRADER-İ RIDAÎ Süt kardeşi.
BİRADERANE f. Dostça, kardeşçe.
BİRADERÎ f. Kardeşle ilgili. Kardeşlik.
BİRADERZADE f. Kardeş oğlu. (Yeğen: Kızkardeşin oğludur.)
BÎ-RÂHE f. Çıkmaz sokak. Sapa yer, yolu bulunmayan yer.
BİRAK Cennet merkeplerinden bir bineğin adı.
BİRAN(E) f. Viran, harab, yıkık, dökük, eski.
BİRASTE f. Budanmış ağaç. Fazla dalları kesilmiş ağaç.
BÎ-RAYB (Bî-reyb) şüphesiz. şeksiz.
BİRAZ Karşı karşıya kavga etme. Savaşa atılma.
BİRBAS Derin kuyu.
BİRCİS Sütlü Deve. Müşteri yıldızı.
BÎ-RENG f.Renksiz . Taslak halinde resim.
BİRE'SİHİ Kendi başına, bizzat.
BÎ-REYB f. şüphesiz, şeksiz.
BİR GÛNA Hiçbir suretle. Bir suretle. Bir türlü.
BİRİG f. Üzüm salkımı.
BİRİNC f. Bir hububat cinsi olan pirinç. * Pilav. * Pirinç madeni.
BİR'İS Sütlü deve.
BİRİŞTE f. Kızartılmış.
BİRKAŞ (C.: Berâkış) Serçeye benzer bir küçük kuşun adı.
BİRKÎL Tüfek. * Zemberek adı verilen bir savaş aleti.
BİRLEME (Bak: Tevhid)
BİRNAS Derin kuyu.
BİRNİS f. At kestanesi.
BİRR Temizlik. * Günahtan çekinmek. * Takvâ. * İn'âm ve ihsan etme. * Amel-i sâlih, iyi amel. * Koyunu sevketmek. * Gönül, kalb. * Tilki yavrusu. * Fâre.
BİRS Pamuk.
BİRSA' Uzun boylu, semiz.
BİRSAM (Hallüsinasyon) Akıl hastalarının, gerçekten var olmayan bir şeyi varmış gibi yanlış idrak etmeleri halidir. Meselâ karınlarında veya başlarının içinde yılan bulunduğunu söylemeleri yahut bir canavarın ağzını açıp kendilerine baktığını söylemeleri birsam hâlini gösterir.
BİRŞAM Hiddetli nazar, kızgın bakış.
BİRUN f. Dışarı, hârici, dış. * Fazla.
BİRUNANE Haddini aşarak. Haddini tecavüz ederek.
BÎ-RUYÎ f. Yüzsüzlük, edebsizlik, hayâsızlık.
BİRUZ f. Değersiz, zümrüte benzer yeşil renkte bir taş.
BİRYAN f. Kebabın bir nev'i. Piran. Pürân.
BİRZEVN (C.: Berâzin) Semer vurdukları at. (Farisîde "esb-i palanî" derler)
BİRZİN Ağaç maşrapa.
BÎ-SÂMAN f. Sermayesiz, parasız.
BİSAT (C.: Büsüt) Döşek. * Döşeme, kilim, minder.
BİSAT-I ARZ Yeşillik, çimen.
Bİ'SE Ne fena, ne kötü, ne çirkin mânâlarına gelir. Ve birleşik kelimeler yapılır.
BÎ-SEBEB f. Sebepsiz, boşuna, yok yere.
BİSELAMET-İL-EMR İşin kolaylıkla ve zahmetsiz yapılması.
BİSER(E) f. Atmaca cinsinden, zaganos denilen bir nevi avcı kuşu.
BÎ-SER f. Başsız.
BÎ-SER Ü PÂ Sefil ve perişan.
Bİ'SET Gönderilme. İnsanları hak ve doğru yola sevk için gönderilen Cenab-ı Peygamberimiz Resül-i Ekrem'in (A.S.M.) nübüvvetinin başlangıç zamanı, nübüvvetinin bidayeti.(Nasârâ ulemâ-yı benâmından İbn-ül Alâ, bi'setten ve Peygamber'i görmeden evvel haber vermiş. Sonra gelmiş. Hz. Peygamber'i (A.S.M.) görmüş, demiş: $ Yani: "Ben senin sıfatını İncil'de gördüm. İman ettim. İbn-i Meryem, İncil'de senin geleceğini müjde etmiş." M.)
Bİ'SET-İ NEBEVİYE Allah tarafından Peygamberin gönderilmesi.
BİSİNOZ yun. Pamuk işçilerinde görünen, pamuk tozlarının sebebiyet verdiği bir akciğer hastalığı.
BİSMARK (Bak: Prens Bismark)
BİSMİHİ Onun adı ile, onun namına. * Allah'ın adıyla.
BİSMİL f. Boğazlanmış, kesilmiş.
BİSMİL-GÂH f. Hayvan kesilen yer, salhâne.
BİSMİLLAH Allah namına, Allah için, Allah'ın adı ve izni ile.(Esbab-ı zâhiriye eliyle gelen nimetleri, o esbab hesabına almamak gerektir. Eğer o sebep ihtiyar sahibi değilse -meselâ hayvan ve ağaç gibi- doğrudan doğruya Cenab-ı Hak hesabına verir. Mâdem o, lisan-ı hâl ile Bismillâh der, sana verir. Sen de Allah hesabına olarak Bismillâh de, al. Eğer o sebep ihtiyar sâhibi ise; o Bismillâh demeli, sonra ondan al, yoksa alma. Çünkü $ âyetinin mânâ-yı sarihinden başka bir mânâ-yı işârisi şudur ki: "Mün'im-i Hakiki'yi hatıra getirmiyen ve onun nâmıyla verilmiyen nimeti yemeyiniz" demektir. O hâlde hem veren Bismillâh demeli, hem alan Bismillâh demeli. Eğer o bismillâh demiyor, fakat sen de almağa muhtaç isen sen bismillâh de, onun başı üstünde rahmet-i ilâhiyenin elini gör, şükür ile öp, ondan al. Yâni: Nimetten in'âma bak, in'âmdan Mün'im-i Hakiki'yi düşün. Bu düşünmek bir şükürdür. Sonra o zâhirî vasıtaya istersen dua et. Çünki o nimet onun eliyle size gönderildi. L.)(Kur'an-ı Kerim nimetleri, âyetleri, delilleri tâdad ederken $ âyet-i celilesi tekrar ile zikredilmekte olduğundan şöyle bir delâlet vardır ki: Cin ve insin en çok isyanlarını, en şedit tuğyanlarını, en azîm küfranlarını tevlid eden şöyle bir vaziyetleridir ki, nimet içinde in'âmı görmüyorlar. İn'âmı görmediklerinden Mün'im-i Hakiki'den gaflet ederler. Mün'imden gafletleri saikasıyla, o ni'metleri, esbaba veya tesadüfe isnad ederek, Allah'tan o nimetlerin geldiğini tekzib ediyorlar. Binaenaleyh, herbir nimetin bidâyetinde, mü'min olan kimse Besmele'yi okusun. Ve o nimetin Allah'tan olduğunu kasdetmekle, kendisi ancak Allah'ın ismiyle, Allah'ın hesabına aldığını bilerek, Allah'a minnet ve şükranla mukabelede bulunsun. M.N.)
BİSMİL-ŞÜDE f. Boğazlanmış, kesilmiş.
BİSR Vücudu sivilceli olan kişi.
BİSRE Sivilce, siğil.
BİSSÜYÛF Kılıçlarla ve kuvvet ile.
BİST (C.: Ebsât-Büsât) Yavrusu yanında olan dişi deve. * Salıverilmiş, bırakılmış olan şey.
BİST f. Yirmi. (20)
BİSTAH f. Küstah, hayâsız, edepsiz, arsız, utanmaz adam.
BİSTAM f. Kıymetli bir cins taş olan mercan.
BİSTAR f. Çarpık, eğri. Gevşek.
BİSTER f. Yatak, döşek.
BİSTUH f. Beceriksiz, âciz. zayıf, cılız kimse.
BİSTÜM Yirminci.
BÎ-SUD f. Faydasız, boş, neticesiz.
BÎ-SÜKÛN f. Sükûn bulmaz, durmaz, hareketli.
BİSYAR f. Ziyade, çok , fazla.
BİSYARÎ f. Çokluk.
BİŞ f. Artık, ziyade. Bıldırcın otu denilen zehirli bir ot.
BİŞAR f. Esir, kul, köle. Harpte teslim alınan kimse. * Altın, gümüş kakmalı işlemeler. * Takatsiz, dermansız, halsiz.
BİŞARET (Bak: Beşâret)
BİŞ-BAHA f. Pahalı, fiatı yüksek, değerli, kıymetli.
BİŞE f. Orman, meşelik.
Bİ-ŞEK f. Şüphesiz, şeksiz.
Bİ-ŞERM f. Utanmaz.
BİŞÎ f. Fazlalık.
BİŞİNG f. Balyoz. Kazma. Küskü. Burgu.
BİŞİR Talâkat, güzel yüzlülük.
BİŞKEL f. Elem, keder, gam, tasa, kasavet. * Orak şeklinde ağaç anahtar. * Kıvırcık saç.
BİŞKUFE f. Kusma, istifra. * Çiçek.
BİŞKUH f. İktidarlı. Kuvvet sahibi. Muhterem ve saygıdeğer kimse.
BİŞKUL f. Becerikli, çevik. * İhtiyatlı, tedbirli. * Akıllı. * Kuvvet sahibi.
BİŞPUL f. Pejmurde, perişan, dağınık.
BİŞR Sevinç eseri.
BİŞTAM f. Sığıntı, parazit, asalak.
BİŞ-TER f. Daha çok, daha fazla.
Bİ-ŞUMAR f. Sayısız, pek çok.
BÎT Kut. Gıda.
BİTA' Bal şerbeti.
BÎ-TAB Yorgun, takatsiz, güçsüz.
BÎ-TABÎ f. Halsizlik, tâkatsizlik, bîtablık.
BÎ-TAİL f. Menfaatsiz, faydasız. İşe yaramaz, boşuna.
BİTAİN Astar. (Bak: Betâin)
BİTAKA Küçük parça. (Üzerinde kumaşın fiatını yazıp kumaş içine koyarlar.)
BİTAN Deve kolanı. Karnı tok kimse.
BİTANE (C.: Betâyin) Çarşaf. * Kaftan astarı. * Dostluk. * Hâlis olmak. * Kuvvetli olmak.
BÎ-TARAF Tarafsız. Hiç bir tarafı tutmayan.(Ehl-i ilhad ile ve bilhassa Avrupa mukallitleriyle münâzara ile iştigal edenler büyük bir tehlikeye mâruzdurlar. Çünki, nefisleri tezkiyesiz ve emniyetsiz olması ihtimaliyle tedricen hasımlarına mağlup olur ki, bîtarafane muhakeme denilen münsifane münazarada nefs-i emmareye emniyet edilemez. Çünki, insaflı bir münazır, hayalî bir münazara sahasında, arasıra hasmının libasını giyer, ona bir dâva vekili olarak onun lehinde müdafaada bulunur. Bu vaziyetin tekrariyle dimağında bir tenkit lekesinin husule geleceğinden, zarar verir. Lâkin niyeti hâlis olur ve kuvvetine güvenirse, zararı yoktur! Böyle vaziyete düşen bir adamın çare-i necatı, tazarru ve istiğfardır. Bu suretle o lekeyi izale edebilir. M.N.)
BİT(E) Bir gece yiyecek yemek.
BİTE(T) Geceleme, gece kalma.
BİTEVÎ (Biteviye) t. Sürekli, durmadan. * Bütün yekpare.
BİTKE Kesinti. * Kesilen bir nesnenin ufak parçaları, cüz'leri.
BİTLAB f. Hurma çiçeğinin tomurcuğu.
Bİ-T-TAFSİL Tafsilâtiyle, etrafiyle, uzun uzadıya.
BİTTAHRİK Hareket ettirerek, oynatarak. * Kışkırtarak, teşvik ederek.
BİT-TARİK-İL ULA Birinci usul veya yol ile. Elbetteki. Evleviyetle.
BİTTASAVVUR Tasavvur ile, niyet ederek, düşünerek. (Bak: Tasavvur)
Bİ-T-TAV' İstek ile, isteyerek.
BİTTEDRİC Yavaş yavaş.
Bİ-TEŞVİK Kışkırtarak, teşvik ederek.
BİTÜM Yerin altında bulunup sıvı ve sarımtırak veyahut katı ve kara bir durum ve renkte olan maddedir ki, asfalt yol yapılırken kullanılır.
BİTYAR(E) f. Elem, keder, tasa, sıkıntı.
BİÛZA Sivrisinek.
BİV f. Güve.
BİVAN Çadır direği.
BİVAR f. "Onbin" sayısı.
BÎ-VARE f. Âciz, fakir, miskin, zavallı, kimsesiz, garib.
BÎ-VAYE f. Mahrum, nasipsiz.
BİVAZ f. Yarasa kuşu. Muvâfakat, kabul.
BİVE f. Dul kadın, kocasız kadın.
BÎ-VEFA f. Vefasız, dönek.
BİVEGÎ f. Dulluk. Kocasız kadının hâli.
BÎ-VUKUF Vukufsuz, bîhaber, malûmatsız, habersiz.
BİYA' (Bia. C.) Kiliseler.
BİYAET (C.: Biyâât) Satılık mal.
BİYAH (C.: Büyâh) Ufak balık.
BİYAN Gece. Gece ile gelen belâ.
BİYOCOĞRAFYA yun. Nebat ve hayvanların yer yüzünde dağılışını ve sebebelerini tetkik eden ilim kolu. Hayatî Coğrafya. Biyojeografi.
BİYOELEKTRİK Canlı varlıkların vücutlarında yaratılmış olan elektrik. (Bu elektriğin varlığı, hususi âletlerle anlaşılır)
BİYOFİZİK Canlıların bünyelerindeki hâdiselerin fizikî cephesini inceleyen ilim kolu.
BİYOĞRAFİ Şahısların hayatlarını mevzu edinen yazı çeşitlerine verilen isim.
BİYOKİMYA Canlıların kimya ile ilgili yapılarını, tepkilerini, belirtilerini inceleyen bilim dalıdır. 19. Asırda başlatılan bu çalışmalarla proteinler, vitaminler, hormonlar anlaşılır duruma gelindi.
BİYOLOG Biyoloji ilmiyle uğraşan âlim.
BİYOLOJİ yun. Canlı varlıkları inceliyen ilim. Hayvanları inceleyen bölümüne zooloji; bitkileri inceleyen bölümüne botanik denir. Biyoloji, incelediği konulara göre çeşitli isimler alır. Canlının dış yapısını inceleyen: Morfoloji; dokuları inceleyen; histoloji canlıların büyüyüp gelişmelerini: embriyoloji; hayatî faaliyetleri inceleyen: fizyoloji; iç salgı bezlerin faaliyetlerini inceleyen: endrokrinoloji; hastalık hallerini inceleyen: patoloji; canlıların sınıflandırılmasını yapan: sistematik; bitki veya hayvan neslinin ıslahı ile uğraşan: zootekni; mikroskobik canlıları inceleyen: mikrobiyoloji'dir. İç yapısını inceleyen: anatomi; hücreleri inceleyen; sitolojidir.
BİYONİK Canlıların, yaşadıkları muhit içinde değişen şartlara uygun nasıl hareket ettiklerini inceleyerek canlıları model almak suretiyle benzer hareketleri yapabilecek makinelerin yapılması işiyle uğraşan ilim ve fen.
BİYOTERAPİ Tıb: Bazı hastalıkların tedavisinde canlı varlıklardan faydalanma usûlü.
BİYT Kuvvet.
BİYZ (Bîd) Parlak ve beyaz.
BİZA' Birisine kaba muamelede bulunma. * Faydasız, boş yaramaz söz.
BÎ-ZAR f. Bıkmış, usanmış, fütur getirmiş.* Bezginlik.
BİZARE f. Desise, hile, tuzak.
BİZÂTİHİ Kendi kendine, aslında, kendiliğinden, esasında, kendisi, yalnızca zâtından, aslından.
BİZAZ (Bak: Bezazet)
BÎ-ZER f. Altınsız.* Cimri, hasis, pinti.
BÎ-ZEVAL f. Zevâlsiz, sona ermez, bitmez, tükenmez.
BİZİŞK f. Tabib, hekim, doktor.
BİZİŞKÎ f. Doktorluk, hekimlik, cerrahlık.
BİZLAH Geveze, boşboğaz, çenesi düşük.
BİZLE Gündelik elbise.
BİZLE f. Lâtife, şaka.
BİZR Heder olmak.
BİZR (C.: Büzûr) Sebzevât. * Kuru ot tohumu.
BİZZ Açmak, feth.
Bİ-Z-ZARURE Zarûri olarak, ister istemez.
Bİ-Z-ZAT Kendisi, aslında. Kendi zatı ile. Binefsihi.
BLOK Fr. Birbirine bitişik yapılar. * Büyük ve ağır yığın. * Resim kağıtları saklanan karton kap.
BLÖF ing. Karşısındakini yanıltmak veya yıldırmak için aslı olmayan şeyleri gerçekmiş gibi göstermek.
BOBİN Fr. Tel veya iplik sarılmaya mahsus silindir şeklinde makara.
BODUR Enine göre boyu kısa ve tıknaz olan.
BOLŞEVİKLİK (Bolşevizm) Rusya'da kanlı komünizm ihtilalini yapan ve bütün hür dünya milletlerinin de aynı ihtilal metotlarıyla komünizmin hâkimiyeti altına gireceğini savunan Marksist Leninist siyasî görüş. Bu görüşün temsilcileri önce Rus halkını aldattılar, onlara en çok özledikleri şeyleri va'dederek onları aldatıp kendilerine bağladılar ve cinayetlerine ortak ettiler. Sonra da va'dettiklerinin tam tersini uygulıyarak halkı köleleştirdiler. Daha sonra gerçeklerden habersiz başka milletlerin gençlerini ve işçilerini aldatarak memleketlerini komünizmin esaretine soktular. Bugün memleketimizde ve başka ülkelerde anarşizmin kaynağı bolşevizm (Komünizm)dir. Allah'ı, peygamberi, âhireti inkâr eden,vatan millet tanımayan, inançsız ve acımasız, insanları âlet olarak kullanarak milletleri içten yıkmak ve sonra hâkim olarak onları sömürmek isteyen bolşevizme ve komünizme karşı en büyük silâh Allah'a iman ve İslâmiyet'tir. Bolşevizm ve komünizm gibi üvey kardeşleri olan kapitalizm ve faşizm de insanlığa kan ve acıdan başka birşey vermemişlerdir. Gafletten uyanan insanlar, İslâmiyet'in yegâne kurtarıcı olduğunu anlamaya başlamışlardır. İstikbal İslâmındır ve İslâm'ın olacaktır. (Bak: Komünizm)
BOMBARDIMAN Fr. Bomba, top gibi ağır silahlarla yapılan hücum.
BONKÖR Fr. Hulus-i kalb. Kalb temizliği. İyilik.
BONO İtl. Ticaret senedi. Muayyen bir va'denin sonunda belirli bir paranın belli bir kimseye ödeneceğini bildiren senet.
BORA yun. Birdenbire çıkan fırtına. Pek şiddetli rüzgâr.
BORÇ Geri verilmek niyetiyle ihtiyaç sahiplerine verilen para. Müslümanlıkta faizle borç vermek haramdır, günahtır. Borcunu ödiyemiyecek durumda onların borçlarını bağışlamak veya sonraya bırakmak sevaptır. Borcunu ödeyebilecek durumda olanlar da borçlarını zamanında ödemelidirler. Ödeyemiyecek olanlar da zamanından önce alacaklıya durumlarını bildirmelidir ki, o da işlerini ona göre ayarlasın. İslâm'da devletin vazifelerinden biri de borçlulara yardımcı olmaktır.
BORNUZ Başlıklı ve kollu hamam havlusu.
BORSA (Ticarette) Vasıfları belli ölçülere uyan yani standartlaştırılabilen malların örnekleri üzerinden alım satımının yapıldığı devlet kontrolü altında teşkilâtlanmış pazar yeri.
BOSTAN (Bustan) f. Ağacı, çiçeği, yeşilliği çok olan yer, kokulu yer. Sebze bahçesi. * Kavun, karpuz.
BOSTAN-I HUDÂ f. Huda'nın, Allah'ın bostanı meâlinde olup, İlâhî güzellikleri ve tecelli-i İlâhînin aksettiği yer mânâsında kullanılır. "Vahidiyet mertebesi" diye de söylenmiştir.
BOŞANMAK t. Eşi ile olan nikâh bağını bozmak. Eşinden ayrılmak.(Medeni kanun, boşama yetkisini mahkemeye bırakmıştır. İslâm dini evlenmeyi Allah'ın emirleri dahilinde karşılıklı rızaya bağlı hür bir sözleşme olarak gördüğünden kadınla erkek boşanma yetkisinin kimde olacağını da kararlaştırabilirler. İsterlerse mahkemeyi, isterlerse velilerini, isterlerse eşlerden birini yetkili kılabilirler. Görülüyor ki, İslâm dini insanlara medeni kanundan daha çok hak ve hürriyet tanımıştır. İslâmiyet evleneceklerde denkliği, (küfüv) (din ve ahlâkta denklik) şart koşar. Evlendikten sonra bazı bakımlardan anlaşamamazlıklar çıkarsa karşılıklı birbirine katlanmalarını ve sabırlı olmalarını tavsiye eder. Boşanma son çaredir. Eğer istek erkek tarafından geliyorsa mehir denilen tazminatı kadına ödemek zorundadır. Görülüyor ki, İslâmiyet, kadın haklarının korunmasını istemektedir.) (Bak: Aile)
Dostları ilə paylaş: |