Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə28/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   ...   181

CÜFUR Zayıf olmak.

CÜHAL Zehir.

CÜHD Kuvvet, tâkat.

CÜHELA (Câhil. C.) Cehele, cühhâl. Cahiller. Bilgisizler.

CÜHERA (Câhir. C.) Yüksek sesle açık olarak söylenenler.

CÜHHAL (Câhil. C.) Bilgisizler, câhiller.

CÜHUD Bilerek inkâr etmek. Bildiği hâlde yanlış söylemek. * Peygamberimiz Resul-i Ekremi (A.S.M.) bildikleri ve mukaddes kitablarında O'nun evsâfını okudukları hâlde inkâr eden Yahudiler. (Türkçedeki "cıfıt" kelimesi bundan gelir.) * Bir kimseyi bahil bulmak.

CÜLAB Gülsuyu, cüllâb. * İshal veren şerbet, müshil.

CÜLAHEK f. Örümcek, ankebut. * Küçük dokumacı.

CÜLAL (Celil) Ulu, büyük nesne, azim.

CÜLALE Büyük dişi deve.

CÜLAZÎ Kocaman ve kuvvetli. İriyarı. * Hâdim, hademe, hizmetkâr. * Kilise veya manastır uşağı. * Papaz veya keşiş.

CÜLB (CİLB) Su olmayan bulut.

CÜLBAN Burçak dedikleri hububat cinsi.

CÜLBE Yara iyi olduğunda üstünde olan ince deri.

CÜLCÜL (C.: Celâcil) Ufak çıngırak, küçük çan.

CÜLCÜLÂN Susam.

CÜLCÜLÂN-I HABEŞE Beyaz haşhaş.

CÜLESA (Celis. C.) Beraber oturanlar.

CÜLHAB Dere, vâdi.

CÜLHUB Dizleri büyük olan kadın.

CÜLL (C.: Cilâl-Ecille) Çul. * Gül. * Her nesnenin büyüğü ve muazzamı.

CÜLLA (C.: Cilel) Büyük emir.

CÜLLAB f. Cülâb, gülsuyu.

CÜLLAH Çok sel.

CÜLLAS (Câlis. C.) Cülus edenler, oturanlar.

CÜLLE Hurma koydukları kap. * Hurma yükü.

CÜLMUD Kaya.

CÜLMÜD Sesi çok çıkan ve kuvvetli olan kimse.

CÜLUBE Başka yerden satmaya getirilen şey.

CÜLUD (Cild. C.) Ciltler, hayvan derileri.

CÜLUL Kişinin, yerinden başka yere çıkması.

CÜLUS Oturuş. Oturma. * Padişahın taht'a oturması.

CÜLUS-U HÜMÂYUN Padişahın taht'a oturma merâsimi.

CÜLUSİYYE Taht'a çıkan hükümdarlar veya padişâhlar için yazılmış yazı veya söylenmiş şiir. * Hükümdarın tahta çıktığı ilk gün verdiği bahşiş.

CÜLÜBAN Sahtiyandan yapılan dağarcığa benzer bir kap.

CÜLÜNBAK Diş gıcırtısı. * Kapı gıcırtısı.

CÜLZA Sağlam deve.

CÜMA' Toplamak. Cem'etmek.

CÜMÂDE Arabi ayların beşinci ve altıncısının adı.

CÜMÂD-EL-ÂHİRE Arabi ayların altıncısının adı.

CÜMÂD-EL-ÛLÂ Arabi ayların beşincisi. Cemazi-yel-evvel.

CÜMAH Kibirlenmek.

CÜMALE (C.: Cümâlât) Gemi urganı.

CÜMAME (C.: Cümâm) Yuvarlak inci. Kıymetli taş. Gümüşlü boncuk. Büyük inci tanesi. Gümüşten yapılıp dizilen inci gibi toplar.

CÜMAN İri inci.

CÜMANE Tek inci.

CÜMASE Soğuk, berd.

CÜMAZ Gümüşlü boncuk.

CÜMBÜŞ (Bak: Cünbiş)

CÜMCÜME (C.: Cemâcim) Baş kemiği, kafatası. * Ağaç çanak. * Arabdan bir kabile.

CÜMD Taş.

CÜMD (C.: Cümâd-Ecmâd) Yüce, sağlam mekân.

CÜMEL (Cümle. C.) Cümleler. Birden fazla anlama gelen sözler. Mecmular. (Bak: Cümmel)

CÜMHURE İçi boş kemik.

CÜMLE Hep, bütün, tam. * Gr: Tam mânâyı ifade eden, kaideye uygun söz.

CÜMLE-İ ASABİYE Tıb: Sinir sistemi.

CÜMLE-İ CEZÂİYE Şart cümlesinin ikinci kısmı. Misâl: "Eğer lügatı rehber edinirsen, kelimelerin mânasını anlarsın" cümlesindeki "kelimelerin mânasını anlarsın" cümlesi, cümle-i cezâiyedir.

CÜMLE-İ FİİLİYE f. Fiil ile başlayan arabça cümle. Fiil cümlesi.

CÜMLE-İ İHBÂRİYE (Cümle-i haberiye de denir) Bir hâdiseyi, bir nesneyi bildiren cümle. Bunun zıddı: cümle-i inşâiyedir; emir ve nehiyleri bildirmek gibi.

CÜMLE-İ İSMİYE f. İsimle başlayan arabça cümle. İsim cümlesi.

CÜMLE-İ MU'TERİZE Cümlenin mânasını açıklamak için parantez içine yazılan cümle.

CÜMLE-İ MÜSTE'NEFE Kendinden önceki cümleden bağımsız, müstakil cümle.

CÜMLE-İ ŞARTİYE (Bak: şart)

CÜMLE-İ TEFSİRİYE (Cümle-i müfessire) "Yâni, meselâ" gibi sözlerle başlayıp önceki cümleyi açıklayan cümle.

CÜMLE-İ ÛLÂ Birinci cümle. Evvelki cümle.

CÜMLE KAPISI Sarayın büyük kapısı. * Dış kapı.

CÜMLE ŞİRÂN-I CİHÂN f. Cihânın bütün arslanları.

CÜMLETEN Bütün, hep, kâffeten, cemian, hep birden.

CÜMMA' Bir araya gelerek toplanmış şey, küme.

CÜMMAH Temrensiz, ucu yuvarlak ok. (Oğlancıklar onunla ok atmayı öğrenirlerdi)

CÜMMAR Hurma yağı denilen beyaz bir maddedir ve hurma ağacının başından çıkar ve araplar onu yerler.

CÜMMEL (Cümel) Harflerin, sayı kıymetine göre hesaplanması. Ebced. (Bak: Ebced) * Bir kaç urganın birleştirilmesinden meydana gelmiş olan çok kalın gemi halatı.

CÜMMET Suyun biriktiği yer. * Başta toplanan saç. * Omuzlara inen saç.

CÜMMEYZ İncire benzer bir yemişin adı.

CÜMRE Süvari alayı, bin atlı cemaat.

CÜMSE Hurma koruğu.

CÜMUD Donuk. Katı. Sert. * Mc: Gayretsiz. * Soğukluk.

CÜMUD-U AYN Göz donukluğu.

CÜMUDİYE Büyük buz dağ. Glâsiye. Buzul. Aysberg.

CÜMUM Suyu çok olan kuyu. * Su kuyuda çok olmak (mânâsına mastardır).

CÜMÛS Donmak.

CÜMZA Seri davar.

CÜMZAN Hurma nevilerinden bir hurma.

CÜMZE Toplanmış hurma.

CÜNABE f. İkiz çocuk.

CÜNAF Kuruluk.

CÜNAH Bir şeyi basıp meylettiren sıklet demek olup, harec, sıkıntı ve alel-ıtlak ism-i vebal mânasına da gelir ki, "günah" kelimesinin aslı budur. (E.T.) (Bak: Günah)

CÜNBÂN f. "kımıldanan, kımıldatan, sallanan, oynayan, oynatan, hareket eden" mânâlarına gelir ve sıfatlar yapar. Dünbâle-cünbân $ : Kuyruk sallayan.

CÜNBİDE f. Sallanmış, kımıldanmış, hareket etmiş.

CÜNBİŞ f. Kımıldanma, hareket. * Zevk, eğlence, cünbüş.

CÜNBİŞ-İ ZEMİN Deprem, zelzele, yer sarsıntısı.

CÜNBİŞ-GEH f. Cünbüş yeri, eğlence yeri.

CÜNBUH Kalın, uzun ve yüksek nesne. * Büyük bit.

CÜNBÜDE Kümbet, kubbe.

CÜNBÜŞ Zevk, eğlence. * Hareket, kımıldanma. * Uta benzer bir çalgı. (Doğrusu: Cünbiş'tir).

CÜNBÜZ Kemer, kubbe, kümbet.

CÜND Er, asker. Ordu. * Bir kimsenin yardımcıları. * Şehir.

CÜNDÎ Süvâri, sipâhi, ata iyi binen, binici.

CÜNDEB (Cündüb) Bir nevi çekirge. * Mc: Yağmacı.

CÜNDUH Büyük çekirge.

CÜNDÜB (C.: Cenâdib) Bir nevi çekirge.

CÜ'NE Hokka.

CÜNEYD Küçük asker. Askercik.

CÜNEYD-İ BAĞDADÎ (Hicri: 207-298) Şafii Hz.lerinin talebesinden ders almıştır. Zamanın kutbu sayılmıştır. 30 defa yaya olarak hacca gitmiştir. Büyük velilerdendir. (K.S.)

CÜNH Koruma, esirgeme, himâye ve muhafaza etme.

CÜNHA Suç, kabahat. Te'dib cezâsına müstahak olanın suçu.

CÜNNAB Bitişik olan iki yemiş.

CÜNNAR Çınar.

CÜNNET Örtü, kadın başörtüsü. * Yağan. * Kalkan.

CÜNU' Yüzü üstüne düşürmek.

CÜNUD (Cünd. C.) Askerler. Ordu.

CÜNUDULLAH Allah'ın ordu ve askerleri. (Zerrattan seyyarata kadar bütün mahlukat, Allah'ın emrine tabi birer ordu ve asker gibidir. Mukaddes Kur'an ve iman hizmetinde cansiperane ve ihlâs ve feragatla cehd ü gayret eden müslümanlar da Cünudullah ünvanına mazhardırlar.)

CÜNUH Yöneliş, meyil.

CÜNUN Delilik, cinnet. Delirmek. * Çok olmak. * Otun uzaması.

CÜNÜB Cenabetlik. Şer'an yıkanıp temizlenmeye mecburiyet hâli. * Irak, uzak, baid.

CÜR'A Bir yudumluk su. İçim, yudum.

CÜRADE Soyulmuş nesne.

CÜRAF Sel yolu. Selin aktığı mecrası.

CÜRAH Yara.

CÜRAHÜM İri gövdeli davar.

CÜR'A-RİZ f. Damla damla döken.* Bir çeşit ibrik.

CÜRAŞE Tuz döğülürken etrafına düşen iri parçalar.

CÜRAZ Keskin.

CÜRAZ Polat. Demir.

CÜRBÜZ İnsanlar arasında fesâdçılık yapan gaddâr kişi.

CÜRCANÎ (Abdülkahir) Hicri beşinci asrın ikinci yarısında yaşamış büyük âlimlerden ve Arapçanın dâhi mütehassıslarındandır. Dindarlığı ve takvası da çok ileri olduğu nakledilir... Asıl adı: Abdülkahir-el Cürcanî olan bu Zâtın ilk tahsilini memleketi Cürcan'da yaptığı biliniyor. Adı ve künyesi şu şekilde oluyor: Eş-Şeyh Ebu Bekir Abdulkahir bin Abdurrahman. Bütün cihetleri ile beğenilen bir zat olmuştur. Hakkında deniyor ki: Namazda iken evine bir hırsız girse, bulduğu bir takım şeyleri alır. Cürcanî hırsızı gördüğü halde namazına devam eder ve bozmaz... Vefat tarihi Hi.471 senesidir. (K.S.)

CÜRCANÎ (Seyyid Şerif Ali Bin Muhammed) : (Hi: 760-830) Astarabad (Cürcan) civarında Tacu'da doğmuştur. Mısır'a giderek orada çeşitli âlimlerden ders okumuştur. Şiraz'da müderrislik yapmıştır. Sa'duddin-i Taftazanî ile kapanan Mütekaddimîn devrinden sonra açılan Müteahhirîn-i Ulemâ devrinin birincisi bu Seyyid Şerif Cürcanî'dir. (K.S.)

CÜRCE (C.: Cürâc) Heybeye benzer bir kap.

CÜRCUR Deve başı.

CÜRD Tüysüz, kılsız. * Cilt hastası (deve). * Tüyleri kısa olan (at). * Bitki örtüsü olmayan (arazi). * Piyâdesiz (süvâri).

CÜRDAN At ve eşek zekeri.

CÜRDE Çorak bölge. * Çıplak vücut. * Atlı asker.

CÜRDE ASKERİ Eskiden hacca giden kafilelerin muhafızlığını yapan asker.

CÜR'ET Yiğitlik, cesaret. Korkmayarak ileri atılmak.

CÜR'ETKÂR f. Cesur, cesaretli, yiğit, delikanlı, atılgan, gözüpek.

CÜR'ET-YÂB f. Cesur, cesaretli, yiğit, delikanlı, atılgan, gözüpek, cür'etkâr.

CÜREZ (C: Cirzân) Tarla faresi.

CÜRF Dere kenarında selin, dibini yalayıp oymuş olduğu bıçık üzerinde kalan toprak veya çamur çıkıntısıdır ki, her an için yıkılıp çökmeğe hazır bir vaziyette bulunur. (E.T.) * Estiyan adı verilen bir ot.

CÜRFÜŞ Yanları etli olan şişman kimse.

CÜRH (C.: Cüruh) Yara.

CÜRHA Birtek yara. * şehadette yani şahidlikte bir tek hükümsüzlük sebebi.

CÜRHÜM Yemende bir kabile.

CÜRM (Cürüm) Kabahat, kusur. Hatâ. İsyan. Günah. Kanun hilâfına hareket.

CÜRM-Ü MEŞHUD Suç üzerinde suçluyu yakalamak. Görülen suç. (Suç üstü)

CÜRMANE f. Ceza, mücâzat.

CÜRM-NAK f. Suçlu, kabahatli.

CÜRMUK (C.: Cerâmik) Çizme.

CÜRMUZ Küçük havuz.

CÜRN (CERİN) (C: Cüren) Hurma kurutulan ve harman yapılan yer.

CÜRRE Cesur, cesaretli, cür'etkâr, cür'et-yâb, yiğit, delikanlı, gözüpek, atılgan. * Uçan her çeşit kuşun erkeği. * Bir zira' miktarı ağaç. (Ağacın başında bir küfe, ortasında bir ipi olup onunla geyik avlarlar.)

CÜRRE-BAZ f. Atmaca kuşu. * Erkek şahin veya akdoğan. * Hızla uçan ok.

CÜRSUM (C: Cerâsim) Her nesnenin aslı.

CÜRSUME (Cürsâm) Kök, asıl, temel. Bir tohumun özü. İlk hücrelik. * Gırtlak kapağı. * Karınca yuvası.

CÜRSUME-İ DIRAHT Ağacın kökü.

CÜRSUN Üzerine binâ yapmak için duvardan dışarı uzattıkları ağaç.

CÜRŞ Yemen diyarında bir yerin adı. * Başı tırnakla taramak.

CÜRŞU' Büyük karınlı deve.

CÜRUB Beddualar, bed ve kötü dualar, fenâ sözler.

CÜRUH (Cürh. C.) Yaralar.

CÜRUM Sıcak, çukur yer.

CÜRÛN Bezin eskimesi. * Yumuşak olmak. * Bir nesne aşınmak. * Alışkanlık, itiyat.

CÜRÜF Uçurum, yar.

CÜRÜZ Verimsiz çorak yer.

CÜRVAZ Karnı büyük olan kişi.

CÜRYAZ (C: Cerâyız) Karnı büyük olan.

CÜRZ (C: Cirzan) Köstebek.

CÜRZUM (C: Cürâzim) Çok yiyen kişi.

CÜSACİS Büyük deve. * Kılların veya otların sık ve çok olup birbirine karışması.

CÜSAD Karın ağrısı.

CÜSAL Tarla kuşu.

CÜSALE Sonbaharda dökülen yapraklar.

CÜSAM Büyük, geniş. Eni fazla olan.

CÜSAM Uykuda gelen ağırlık, kâbus.

CÜSES (Cüsse. C.) Cüsseler, gövdeler, bedenler, cisimler, kalıplar, cesetler.

CÜSEYM Cisimcik. Küçük cisim.

CÜSEYMAT (Cüseym. C.) Küçük cisimler, cisimcikler.

CÜSMAN Organlarla birlikte vücudun tamamı. * Her nesnenin cismi ve cesedi.

CÜSSE Gövde, kalıp, beden.

CÜSSE-DÂR f. İri yapılı, cüsseli kimse, irikıyım kişi.

CÜST f. Araştırma, arama.

CÜST Ü CU Arayıp sorma, araştırma, arama.

CÜSU Diz üstünde çökmek.

CÜSU' Tamahkârlık, pintilik, harislik, cimrilik.

CÜSUM (Cisim. C.) Cisimler. Ecsam.

CÜSUM Kuşun, uyuması vaktinde göğsünü yere koyup çömelmesi. Çömelip oturmak. * Uykuda gelen ağırlık. Kâbus. * Oturmak.

CÜSUR (Cisr. C.) Köprüler.

CÜSÜVV Kurumak, yebs. * Donmak, cümud.

CÜSVE Bir yere biriktirilmiş taş.

CÜSY Diz üstüne çökmek.

CÜŞA' Çok yemekten dolayı genirmek.

CÜŞEM Deve göğsü.

CÜŞRE Öksürük. * Göğüs sertliği.

CÜŞU' Durmak, kıyam. * Huruç etmek, çıkmak. * Hafif yay.

CÜŞUR Sabah yerinin ağarması.

CÜ'ŞUŞ Göğüs. Sadır.

CÜŞÜM Kısa boylu, tıknaz kimse.

CÜVAD Susamak.

CÜVAL f. Çuval.

CÜVALİK (C.: Cevâlik) Çuval.

CÜVAN (Bak: Civân)

CÜVAR (Civâr) Yakınlık. Komşuluk. * Himâyet, korumak. * Riâyet. * Süt emen deve yavrusu. * Karga sesi. * Öküz avazı.

CÜVEYRE Küçük câriye, câriyecik.

CÜVVET Kırba yaması. * Bir parça yer. * Siyaha yakın boz renk. * Demir pası.

CÜYUD (Cid. C.) Gerdanlar, boyunlar.

CÜYUŞ (Ceyş. C.) Ceyşler, askerler, neferler, erler. Ordular.

CÜZ Kısım, parça. Bir şeyin bir parçası. * Kitab forması. * Küllün mukabili. * Kur'ân-ı Kerim'in otuzda bir parçası. * Kanaat. İktifâ eylemek. * Düğümü sağlam yapmak. Bir şeyi pekiştirip muhkem kılmak. * Kız evlâdı.

CÜZ-İ ASGAR En küçük cüz. En ufak parça.

CÜZ-Ü FERD Bir varlıktan veya bir vücuddan bir parça. * Atom. (Bak: Cüz-i lâyetecezzâ).

CÜZ-İ İHTİYAR Dilediği gibi hareket edebilme. Yani: Herhangi bir şeyi yapmak veya yapmamak hususunda bir tarafı tercih etmek iktidar ve serbestliği. Bu serbestlik ile, Cenab-ı Hak insanları, iyiliği veya kötülüğü istemek cihetinde imtihan eder.(Halbuki; o cüz-i ihtiyarî denilen silâh-ı insanî hem âciz hem kısadır. Hem ayarı noksandır. İcad edemez. Kesbden başka hiçbir şey elinden gelmez. Îman o cüz-i ihtiyarîyi, Allah namına istimal ettirip herşeye karşı kâfi getirir. Bir askerin cüz'î kuvvetini devlet hesabına istimal ettiği vakit, binler kuvvetinden fazla işler görmesi gibi. S.)

CÜZ-İ İRADE İradeden bir cüz. Allah tarafından insana verilen irade. (Bak: İrâde)

CÜZ-İ LÂYETECEZZÂ Bir daha bölünmeyen en küçük parça. En küçük cisim parçası. Tecezzisi kabil olmayan. Atom. Yani parçalansa, maddîlikten çıkıp kanun-u İlâhî ile bir nevi kuvvete inkılâb eder.

CÜZ-Ü TAMM Bütün. Bir şeyin, temel vasıflarının tamamını toplayan parçası. Parçalandığı vakit ana vasfını ve asliyetini kaybeden şey.

CÜZAE Bıçak sapı.

CÜZAF Götürü pazar.

CÜZAM (Cüzzam) Hansel basilinin (mikrobunun) sebep olduğu bulaşıcı bir deri hastalığı.

CÜZAME Hasaddan sonra ekinden bâki kalan ekin.

CÜZARE Devenin etrafı (ayakları ve başı gibi.)

CÜZAZ Kesilmiş ve parçalanmış olan şey.

CÜZAZE (C.: Cüzâzât) Pâre pâre etmek, ayırmak, kesmek. Ağaçtan yemiş düşürmek.

CÜZAZE Bez kırpıntısı.

CÜZBEND Bir çeşit cüzzam hastalığı. * Ciltçi.

CÜ'ZER (C.: Câzer) Geyik buzağısı. * Yaban sığırının buzağısı.

CÜZEYR Kök dalı, ince kök.

CÜZEYRE Küçük ada, adacık. Etrafı su ile çevrili küçük kara parçası.

CÜZHAN f. Kur'ân-ı Kerim cüzlerini okuyan kimse.

CÜZ'İ Azdan olan. Parçaya âit olan. Biraz. Pek az. Kıymetsiz. Mühim olmayan. Esasa ait olmayan. Cüz'e âit olan. Külli olmayan.

CÜZ'İYYAT Cüz'î olan şeyler. Ufak tefek şeyler. Mânası düşünüldüğünde zihinde ortaklık kabul etmeyen şeyler. Mânası başka şeylere şâmil olmayanlar.

CÜZ'İYYET Azlık, cüz'î oluş.

CÜZVE (Cezve-Cizve) (C: Cezey-Cizey) Kalın ağaç parçası. * Ateş közü.

CÜZUR (Cezr. C.) Kökler.

CÜZZAM (Bak: Cüzam)

CÜZZET Kaftan.

Ç Osmanlı alfabesinin yedinci harfi olup, ebced hesabında "cim" harfi gibi üç sayısının karşılıdır.

ÇABA Cehd. Gayret, herhangi bir işi yapmak için harcanan güç.

ÇABÜK f. Çabuk, seri, aceleli, hızlı, tez, hafif.

ÇABÜK-HIRÂMÂN f. Sür'atli yürüyen. Çabuk yürüyen.

ÇABÜK-REV f. Çabukça giden.

ÇAÇARON İtl. Çok konuşan, çenesi düşük, geveze.

ÇAÇELE f. Postal, ayakkabı, çarık, pabuç.

ÇADER-İ KUHLÎ Sema, gök. * Karanlık gece.

ÇAĞ Zaman, vakit, esnâ, hengâm, mevsim. * Yaş. * Boy, kamet, tenâsüb, lüzumu derece semizlik.* Devir, tarih çağları. (İlkçağ, Ortaçağ, Yeniçağ, Yakınçağ.)

ÇAĞATAY Cengiz Han'ın oğlu Çağatay Han'ın ismine nisbetle Mâvera-ün Nehr taraflarında oturan Doğu Türklerine ve edebî lisan olarak kullandıkları Doğu Türkçesine verilen isimdir.

ÇAĞDAŞ (Bak: Asrî)

ÇAĞDIŞI Askerliğe alınma çağı dışında. * Çağın fikirlerine felsefesine uymayan. Bu mânada bazı kimselerin kelimeyi hakaret olarak kullanmaları dar görüşlülüğün ve cehaletin neticesidir. Çünkü çağın insanlık için zararlı öyle fikirleri ve felsefeleri vardır ki, gelecek devirler bunu anladıkları zaman şimdi bunu benimseyenlerin zavallılıkları da anlaşılmış olacaktır. Körükörüne çağın her düşüncesini benimsemek, müslümana yakışmaz. (Bak: Asrî)

ÇAĞLA (Çağala) Badem, erik, kayısı gibi yemişlerin yenebilen ham meyvesi.

ÇAĞLAR Kayalara veya setlere çarparak, yerden köpürerek düşen su. Şelâle, çağlayan.

ÇAĞRIŞIM Psk: Bir idrakla kazanılan bir fikrin başka bir idrak (algı) ile kazanılan fikir arasında bağıntı kurulması, birinin diğerini hatıra getirmesidir. Bu bağıntı zaman ve mekânda yakınlık, benzerlik ve zıdlık sebebiyle kurulur. Sevap deyince günahın; abdest deyince namazın; Cennet deyince Cehennem'in de aklı gelmesi gibi...

ÇAĞZ f. Kurbağa. * Korku, havf. * Kapandığı halde hâlâ içinde cerahat bulunan yara. * Ah ü fizar. İnilti.

ÇÂH (Çeh) f. Kuyu. Çukur.

ÇÂH-I BÜN Kuyu dibi.

ÇÂH-I YUSUF Hz. Yusufun (A.S.) kardeşleri tarafından atılmış olduğu kuyu.

ÇÂH-I ZEMZEM Zemzem kuyusu.

ÇAK f. İyi, güzel, sıhhatli, şişman.

ÇAK f. Yarık, çatlak, yırtmaç. * Kılıç, bıçak gibi şeylerin sesleri. * Sabah vakti beyazlığı. * Küçük pencere. * Hazır. Amâde.

ÇAKACAK f. Silahlı çatışmadan çıkan ses.

ÇAKALOZ Çakıltaşı atan bir nevi küçük top.

ÇAKÇAK Parça parça, yırtık pırtık. * Kılıç ve emsâli şeylerin sesleri.

ÇÂKER f. Kul, köle.

ÇÂKERÂNE f. Kölecesine, köle gibi.

ÇÂKERÎ f. Abd'e, köleye ait. * Kölelik. Kulluk, abdlik, esirlik, cariyelik.

ÇAKMAKLI Ağızdan dolan ve tetik yerinde bir cins çakmakla ateş alan eski tüfek çeşitlerinden biri.

ÇAKŞIR İnce kumaştan yapılan uzun bir çeşit şalvar. * Kuşların ayağındaki tüy.

ÇAKUÇ f. Çekiç.

ÇAL İsimlere önden eklenip, onun daima hareket edip oynamakta olduğuna işaret ve delâlet eder. Meselâ: Çal-at : Durduğu yerde de hareket eden at. * Bir şeyi şiddetle kapmaya delâlet eder. Meselâ: Çal-yaka: Yakasından kapmak, şiddetle yakalamak.

ÇALA İsimlerden önce kullanılarak, devam ve şiddetli ve pervasız kullanılmasını bildirir. Meselâ: Çalakalem: Çabuk ve gelişigüzel ve ilmi olmayan yazı yazmak.

ÇALAB t. İlâh. Mâbud. Cenâb-ı Hak, Rab.

ÇALAK f. Yerinde durmayan, çabuk, oynak. Dâima çalışan. Her bir hareketi çabuk olan. * Akıl ve ferâseti açık.

ÇALAKÎ f. Çeviklik, süratlilik, tezlik.

ÇAL-AT Hareketli, yerinde duramayıp şahlanan at.

ÇALBUS f. Dalkavuk, yaltakçı.

ÇALÇENE t. Durmayıp konuşan, geveze.

ÇALGI Müzik âleti. Müzik, çalgı. (İslâm âlimleri insanda maddi, hayvâni hisler ve hevesler uyandıran müziğin haram olduğunu bildirmişlerdir.)

ÇALIM Tavır, eda. * Kılıcın keskin tarafı, ağzı.

ÇÂLİK f. Çelik çomak oyunu.

ÇÂLİŞ f. Savaşta düşmana karşı gurur ve naz ile yürüme. * Mukabil, karşı durma. * Savaş, muharebe, harp, ceng, mücadele. * Birleşme.

ÇAM f. Eğrilme, bükülme. * Salınma.

ÇÂME f. şiir ve gazel. Manzume.

ÇÂME-GÛY f. Şair.

ÇAMULARİ Himalaya dağlarına bağlı bir dağ silsilesi.

ÇANE f. Çene.

ÇAP f. Basma, baskı, tab.

ÇAPAR Postacı.

ÇAPKUN Seri ve yorulmaz neviden iyi bir at cinsi.

ÇAPLUS f. Dalkavuk, yaltakçı.

ÇAPÛL f. Yağma, saldırı.

ÇAPÛLCU Düşman toprağına atla hücum edip yağma eden. Akıncı, yağmacı.

ÇAR (Slavca) Eski Rus İmaparatorlarının ünvanları. * Bulgar kralı.

ÇÂR f. Dört. Cihâr.

ÇÂR-BÂLİŞ(T) f. Evvelce padişahların ve makamca büyük olanların üzerlerine oturdukları dört katlı şilte. * Dört unsur.

ÇÂR-CİHET Dört cihet. Cihat-ı erbaa.

ÇÂR-ÇEŞM Dört göz.

ÇÂR-ÇİZ Dört şey.

ÇAR-DEH f. Ondört.

ÇÂRE f. Neticeye varmak üzere maniaları kaldırmak için tutulması icabeden çıkar yol. Kurtuluş yolu. Tedbir, yardım, yol. * Hile. * Bir def'a. * Ayrılık.

ÇARE-İ HALÂS Kurtuluş çaresi.

ÇÂRE-CU f. Çâre arıyan.

ÇÂRE-SÂZ f. Çâre bulan.

ÇAR-EBRU Dört kaş. * Bıyığı yeni gelmiş delikanlı.

ÇAR-ERKÂN-I CUVANÎ Padişahın özel hizmetlerinde bulunan ve Enderun'un azamlarından olan dört kişi hakkında kullanılan bir tabirdir.

ÇAR-GÂH f. Dört taraf ki, bunlar; şark, garb, şimal, cenub'dur. * Dünya, küre-i arz, cihan. * Türk musikisinde bir makam adıdır.

ÇAR-GUŞE f. Dört köşe. Dört taraf. Dört yön.

ÇARH Çark, tekerlek. * Felek, gök, sema. * Ok yayı. * Elbisede yaka. * Tef.* Devreden, dönen. * Çakır doğan. * Talih.

ÇARH-I AHDAR Gök kubbe.

ÇARHA f. Ordunun ilerisinde bulunan askerlerin yaptıkları tâlim. * Çıkrık gibi dönen yuvarlakça bir cins dolap.

ÇARIYAR (Bak: Çaryâr)

ÇARİÇE (Slavca) Rus İmparatoriçesinin nâmı.

ÇARK f. (Çarh-Çerh) Dönen pervaneli tekerlek. * Vapur, değirmen ve dolap çarkı. * Bir makinenin dönen tekerleği, çok zaman bu tekerlek makineyi çalıştırır. Her çeşit tekerlekli makine. * Dönerek işleyen âlet. * Koz: Birbiri içinde dönen feleklerden mürekkeb kâinat, felek, eflâk. * Baht. Talih. şans.

ÇARK-I FELEK Bir makine veya dolaba benzetilen gökyüzü. * Mc: Tâlih, baht. * Yakıldığı zaman dönerek ateşler püskürten bir çeşit donanma fişeği. * Bir nevi sarmaşıklı nebat çiçeği.

ÇARMIH f. (Çar: Dört; Mıh: Çivi) Salib. Suçluyu haça germek için kurulmuş, haç şeklinde darağacı. * Geminin direkleri başından aşağıya inen kalın ipler.

ÇAR NAÇAR f. İster istemez, mecburiyetle.

ÇARPA f. Eşek, deve, koyun v.s. gibi dört ayaklı hayvanlar.

ÇARSU f. Dört taraf. Dört tarafı olan şey. * Çarşı, pazar.

ÇARŞAF Yatağın üstüne serilen veya yorgana kaplanan bez örtü. * Kadınların kullandığı baştan örtülen, pelerinli eteklikli sokak elbisesi. Kadınların örtünmesi farzdır. Bu maksatla çarşaf ucuz, pratik, hafif olması ve zengin fakir herkesin kolayca sağlıyabilmesi bakımından yaygın olarak kulanılagelmiştir. Çeşitli renklerde olabilir. Çarşaf kadar ucuz ve pratik İslâma uygun başka bir giyecek yapılmadığı için, çarşaf giyenleri kınamak çok haksızlıktır. Çarşaf zengin ve fakir ayrımını kaldırır. İç giyimi örttüğü için ailelerin birbirine özenerek israfa düşmelerini, gösterişi, çekememezlikleri ve bundan doğan huzursuzlukları önler. Ferâce, car, cilbab denen örtüler de, bu tarz örtü çeşitlerindendir. (Bak: Tesettür)

ÇAR-ŞEB f. Cilbab, ferace, çarşaf.

ÇAR-ŞENBİH f. Haftanın dördüncü günü. Çarşamba günü.

ÇAR-TAK f. Çardak. * Dört köşe çadır.

ÇARTA(RE) f. Dünya, âlem, küre-i arz. * Dört unsur. * Dört teli olan kemençe.

ÇÂRUB f. Süpürge.

ÇÂRUB-ZEN f. Süpürücü.

ÇARUĞ f. Çarık.

ÇAR U YEK Dörtte bir.

ÇARÜM f. Dördüncü.

ÇAR-YAR Dört dost. (Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (R.A.) lerin nâmları.) Dört Halife, Hulefâ-i Erbaa veya Ashab-ı Güzin diye de ihtiramla anılırlar.

ÇAR-YARÎ f. Çar-yâra ait. Sünnîlik.

ÇAR-YEK f. Çeyrek, dörtte bir. * Saatin dörtte biri, onbeş dakika. * Mecidiye denilen gümüş sikkenin dörtte biri ki, beş kuruşluk bir gümüş sikkedir.

ÇAR-ZEBAN f. Geveze, çenesi düşük, lüzumsuz olarak konuşan.

ÇAŞ f. Tahıl yığını, hububat.

ÇAŞİT Casus.

ÇAŞNİ Çeşni, lezzet, tad. Yemeğin tadına bakmak için ağza alınan miktar, tadımlık.

ÇAŞT f. Kuşluk yemeği. * Kuşluk vakti.

ÇAVELE f. Güzel renkli bir cins gül. * Eğri büğrü, yamuk.

ÇAVUŞ Vaktiyle divanlarda hükümdarların hizmetinde bulunan yaver veya muhzır gibi subaylara denilirdi. Tanzimattan evvelki Osmanlı saray teşkilatında çavuşlar, padişahın yaverleri ve çavuşbaşı mabeyn müşiri idi. * Onbaşıdan üstte ve assubaydan alttaki derecede olan asker. * İşçilerin başları, şefleri.

ÇE f. Küçültme edatı olap bu mânâ ile Farsça isimlere eklenir.

BAĞ-ÇE Küçük bağ, bahçe.

ÇE (Bak: Çi)

ÇEÇ f. Hububat elenen kalbur. * Harman savurmakta kullanılan yaba.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin