EKSERİYETLE Daha ziydesiyle. Çoklukla.
EKSİBE (Kesib. C.) Büyük çöllerde ve sahralarda, rüzgârın biriktirdikleri kum yığınları.
EKSİYYE f. Boza.
EKSPER Fr. Uzun tecrübe neticesi bir sahada ihtisas kazanan, meleke sahibi olan kimse.
EKSPRES ing. Seyahatı esnasında ancak büyük duraklarda duran ve çok hızlı giden vasıta.
EKŞEF Açık nesne. * Savaşta kalkanı olmayan kimse.
EKŞEM Doğuştan kusurlu olan. Burnu, kulağı kesik veya noksan doğan (adam). * Pars denilen vahşi hayvan.
EKTAD Cemaatler, topluluklar, kalabalıklar, bölükler, takımlar. * Misaller, temsiller, örnekler.
EKTAF (Ketif. C.) Omuzlar. Omuz kemikleri, kürek kemikleri.
EKTAR (Keter. C.) Haysiyetler, onurlar, şerefler, şanlar, ünvanlar, soylar. Nesebler, dereceler, mertebeler.
EKTEM Çok sır saklayan, esrar gizleyen kimse. * Büyük karınlı ve şişman olan adam.
EKUL (Ekl. den) Çok fazla yiyen, obur, pisboğaz.
EKULÂNE f. Oburcasına.
EKULÎ Oburluk.
EKULÜ Ben derim, ben söylüyorum (meâlinde.)
EKULÜ KEMÂ KÂLE Onun söylediği gibi söylerim (meâlinde.)
EKVA Daha kuvvetli, en kuvvetli.
EKVA' Eli eğri olan.
EKVAB Küpler, kadehler. Sırçalar.
EKVAH (Kûh. C.) Kamıştan yapılan penceresiz ufak kulübeler.
EKVAN (Kevn. C.) Alemler. Mahluklar. Varlıklar. Oluşlar.
EKVAR (Küvâre. C.) Petek. Arı kovanları.
EKVAS (Kevs. C.) Yaşmaklar.
EKVATOR Fr. Hatt-ı istivâ. Dünyayı kuzey ve güney diye müsavi iki yarım küreye ayırarak, ikisinin arasından geçtiği farzedilen çember şeklindeki büyük çizgi. * Yer yuvarlağının tam ortasında farzedilen ve dünyayı iki müsavi kısma ayıran (ve kırk bin kilometre olan) çember.
EKVAZ (Kûz. C.) Kâseler, bardaklar, kadehller.
EKYAL (Keyl. C.) Keyller, kileler, hububat ölçüleri, ölçekler.
EKYAS (Kis. C.) Kisler, para keseleri. Torbalar. * (Keys. C.) Akıllı kimseler.
EKYES Pek kiyâsetli, zeki, zekâvetli kişi. Mâhir, maharetli, becerikli adam.
EKZEB Büyük iftira, büyük yalan, uydurma.
EKZEF (Kazf. den) Çok iftira eden. Başkası hakkında çok aleyhde yalan söyleyen.
ELÂ Arabçada söze başlarken kullanılır. İstiftah harfi tâbir edilir. Beş vecih üzere bulunur: 1 - Tevbih ve tenbih, 2 - İnkâr, 3 - İstifham-ı anin-nefiy, 4 - Arz, 5 - Teşvik ve rağbet ettirme, makamlarında.
ELA' Görünüşü güzel, tadı acı olan bir ağaç.
EL-ACEB Acayip, Şaşılacak şey. Tuhaf şey.
EL-AKS-ÜL MÜSTEVÎ Man: Mevzuu mahmul ve mahmulü de mevzu kılmak. "İnsan hayvandır" kaziyesinde her iki kelimenin yerlerini değiştirerek "Bazı hayvan insandır" dediğimiz şeklindeki kaziyenin adıdır.
EL-ÂLÂ Cenâb-ı Hakkın lütuf ve ihsanları. Ni'metler.
EL-AMAN Meded, aman, imdâd (mânasına olup yardım ve şikâyet edâtı olarak kullanılır).
EL-AN Şimdi. Hâlâ. Hâl-i hazırda.
ELASS Sık dişli. * Çenesi kulaklarına yakın olup boynu kısa olan.
EL'AS Gök dudaklı.
ELASTİK Fr. Esnek, toplanıp çekilir, uzayıp kısalan.
ELASTİKİYYET Fr. Esneklik. Elâstiklik.
ELB Sürmek. Reddetmek. * Cem'etmek, toplamak.
ELBAB (Lübb. C.) Akıllar.
EL-BAB-ÜL EVVEL Birinci kısım. İlk cüz. Birinci kapı.
ELBETTE (Te'kid edâtı) Kat'i veya kat'iye yakın hükümlerde kullanılır. Yazılı sözlerde daha çok "elbet" şeklinde geçer.
EL-BUĞZU FİLLAH Allah için buğzetmek. Bütün şiddet, adavet ve düşmanlık Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) rızası dairesindedir. İhlâsı kıracak, hissî hareketten sakınmaktır.(Cay-ı ibret bir hâdise: Bir vakit İmam-ı Ali (R.A.) bir kâfiri yere atmış. Kılıcını çekip keseceği zaman, o kâfir ona tükürmüş. O kâfiri bırakmış, kesmemiş. O kâfir ona demiş ki: - Neden beni kesmedin? Dedi:- Seni Allah için kesecektim. Fakat bana tükürdün, hiddete geldim, nefsimin hissesi karıştığı için ihlâsım zedelendi, onun için seni kesmedim. O kâfir ona dedi: "Beni çabuk kesmen için seni hiddete getirmekti. Madem dininiz bu derece safi ve hâlistir, o din haktır." dedi. M.)
ELBÜRZ f. Kafkas sıradağlarının en yükseği. * Hakkında türlü türlü hurafeler ve masallar anlatılan Kaf Dağı. * Uzun boylu ve yakışıklı kimse.
ELCEZİRE Mezopotamya. Dicle ve Fırat nehirleri arasında bulunan yerin adı. Bugün Irak'ın toprakları arasındadır.
ELCİME (Licâm. C.) Hayvanların ağızlarına takılan gemler.
EL-CÜZ'Î Man: Mânası, mefhumu başkalarına şâmil olmayan, yani tek mâlum ferde âid olan kelime.
ELEDD Sert çarpışan kimse. Metin. * Hakkı kabul etmeyen, inatçı adam.
ELEKTRİK-İ MUDİ (Elektrik-i muzi) Parlak ışık veren, parlayan lâmba.
ELEKTROLİZ Fiz: Birleşik bir cismi elektrik vasıtasıyla elemanlarına ayırma işi.
ELEKTRON yun. Atomda negatif yüklü zerrecik. (Bak: Delil-i inayet)
ELEM Ağrı. Acı. Keder. Sancı. Dert. Gam. Kaygı.(Ey arkadaş! Bütün lezzetler imanda olduğu gibi, bütün elemler de dalâlettedir. Bunun izahı ise; bir şahıs, kudret-i ezeliye tarafından adem zulümatından şu korkunç dünya sahrasına atılırken gözünü açar, bakar. Bir lütuf beklediği zaman, birdenbire düşmanlar gibi hastalıklar, elemler, belâlar hücum etmeye başlarlar. Bir meded bir yardım için müsterhimane tabiata ve anâsıra baktığı vakit, kasavet-i kalble, merhametsizlikle karşılaşır. Ecram-ı semaviyeden istimdat etmek üzere başını havaya kaldırır. O ecram, atom bombaları gibi dehşetli ve heybetli halleriyle gözüne görünür. Hemen gözünü yumar, başını eğer, düşünmeye başlar. Bakar ki, hayatî hâcetleri bağırıp çağırmaya başlarlar. Bütün bütün tevahhuş ederek hemen kulaklarını tıkar, vicdanına iltica eder; bakar ki: vicdanı binler âmâl (emeller) ve emanî ile dolu gürültülerinden cinnet getirecek bir hale gelir. Acaba, hiçbir cihetten hiçbir teselli çaresini bulamayan o zavallı şahıs, mebde ile meâdi, Sâni' ile haşri itikad etmezse, onun o vaziyetinden Cehennem daha serin olmaz mı?.. İ.İ.)
ELEM-İ DEMBEDEM Vakit vakit gelen elem. Ara sıra gelen acı.
ELEM-İ YE'S Ümidsizlik elemi, yeisten gelen sıkıntı.
ELEMAN (Lât: Element) Unsur. Bileşik bir şeyi meydana getiren basit şeylerden biri. Bir bütünün parçaları.
ELEM-NAK Elem verici.
ELEM-NÜMUD Elem gösteren, elemli.
ELEM-ZEDE f. Acılı. Kederli. Dertli.
ELEMZEDE-GÂN (Elemzede. C.) f. Elemliler, kederliler, dertliler.
ELENDES şiddetli savaş eden kimse.
ELENG f. Sur, duvar, siper. * Kale ve istihkâm askeri.
ELES Hâinlik yapmak. Hıyanet etmek. * Mecnun olmak.
EL-ESİRRE Taht. Bilinen bir makam sandalyesi. Kürsü.
ELEST $ Rabbiniz değil miyim? (meâlinde olan âyet-i kerimenin kısaltılmış işaretidir.) (Bak: Bezm-i elest, Kalubelâ)
ELET Noksanlaştırmak. Eksiltmek. * Hapsetmek. * Yemin vermek.
ELETT Dişi kökünden çıkıp düşmüş olan kişi.
EL-EVVEL İbtidası olmayıp, herşey üzerine sâbık olan.
EL-EYS Vücud. Varlık. Büyük cisim. (Bak: Leys, Eys)
ELEZZ (Leziz. den) Çok lezzetli, en leziz.
ELEZZ-İ ET'İME Yemeklerin en lezzetli olanı.
ELF 1000 Bin sayısının ismi. Bin adet şey vermek ve ünsiyet eylemek (mânâlarına gelir).
ELF-İ EVVEL Peygamberimizin hicretinden sonra geçen bin yıl.
ELF-İ SÂNİ İkinci bin.
ELFAF Lifler. Lif lif. Sarmaş dolaş. * Cemaatler, taifeler.
EL-FATİHA Kur'ân-ı Kerim'in birinci suresinin adı olup bu sureyi okumaya işâret için söylenir. (Bak: Fâtiha)
ELFAZ (Lafz. C.) Lafızlar. Sözler. Lügatlar.
ELFAZ-I CEMİLE Güzel sözler.
ELFİRAK Ayrılma, ayrılık sözü.
ELFİYE (ELFİYYE) Edb: Bin beyitli kaside.
ELFÜ-ELFİ Bin kere bin.
ELGA Dolaşık. * Boynuzluluk.
ELGAF Sık otlar ve ağaçlar.
ELGAZ (Lügaz. C.) Lügazlar. Bilmeceler, bulmacalar, yanıltmacalar.
ELGIBTA Gıpta olunur, gıpta ederim.
ELH İbadet.
ELHA Malâyâni ve boş konuşan. * Dizlerinden biri diğerinden büyük olan deve. * Karnı sarkık olan. (Müennesi: Lahva)
ELHAF Kirli, pis.
EL-HAK Hakkın ta kendisi. Tam doğrusu. Tam gerçekten. * Hakkı, hakkı ile izhar ve beyan eden. * Varlığı hiç değişmeyen, ibadete lâyık ve her hakkın sahibi, Allah (C.C.) Âdil-i Mutlak ve Vacib-i lizâtihi.
EL-HAKKU YA'LÛ Hak gâlib ve yüksektir, meâlindedir. Bu mâna, bir Hadis-i Şerife işaret eder.
ELHAL şimdi, hâlâ, henüz, şimdiki hâlde.
EL-HALİM Suçluların cezalarını derhal vermek iktidarında olduğu halde sonraya bırakan ve yumuşak muamele eden, çok halim. (Allah (C.C.)
ELHAMDÜ-LİLLAH Kısaca meali: Her ne kadar hamd ve şükür varsa, ezelden ebede ve kimden kime olursa olsun hepsi Allah'a mahsustur. İman, şükür, hamd, memnuniyet ifâde eden bir deyimdir. (Bak: Hamd, Sübhanallah)(Leziz taamlara, hoş meyvelere şâkirane muhabbet-i meşruanın uhrevi neticesi, Kur'anın nassiyle, Cennet'e lâyık bir tarzda leziz taamları, güzel meyveleridir. Ve o taamlara ve o meyvelere müştehiyane bir muhabbettir. Hattâ dünyada yediğin meyve üstünde söylediğin "Elhamdülillah" kelimesi, Cennet meyvesi olarak tecessüm ettirilip sana takdim edilir. Burada meyve yersin. Orada "Elhamdülillah" yersin. Ve ni'mette ve taam içinde in'âm-ı İlâhiyi ve iltifat-ı Rahmâni'yi gördüğünden o lezzetli şükr-ü mânevi, Cennet'te gayet leziz bir taam suretinde sana verileceği, hadisin nassiyle, Kur'an'ın işârâtiyle ve hikmet ve rahmetin iktizasiyle sabittir. S.)
ELHAN (Lahn. C.) Lâhnlar, nağmeler, besteler, ezgiler.
ELHAN-I ŞİTA Cenab Şahâbeddin'in şöhret bulmuş olan bir kış şiiri. Kış nağmeleri.
ELHASIL Hasılı, sözün özü, kelâmın lübbü, neticesi, kısası, kısacası. Hülasa-i kelâm, netice-i kelâm, filcümle.
EL-HAYY Diri ve devamlı hayat sâhibi. Zâtî hayat ile münferid, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten Allah (C.C.)
ELHAZ (Lahz. C.) Göz ucu ile bakışlar.
EL-HAZER Sakın! Sakınınız! (manasınadır)
ELHUBBU-LİLLAH Allah için sevmek. Muhabbet, dostluk, sevgi sırf Allah içindir. Hoş geçim, insanlara olan muhabbet Cenab-ı Hakk'ın rızası içindir. (Bak: Mana-yı harfî)
ELHÜKMÜ-Lİ-L EKSER Çokluğa, ekseriyete göre karar verilir. Hüküm ekseriyete göredir.
ELHÜKMÜ-LİLLAH Hüküm Allah'ındır.
ELİBAB Durdurmak. Lâzım olmak.
ELİBBA' (Lebib. C.) Akıllılar, kâmiller, kemalât sahipleri, olgun kimseler.
ELİF Birinci harf-i hecânın adı. (Bak: Ebced) * (Ülfet. den) : Bütün harflerle ülfet edebildiği için böyle isimlendirilmiştir. Ebcedî değeri de bire delâlet eder.
ELİF Munis, sahip, dost.
EL-İHSAN ALE-L İHSAN $ İhsan üzerine ihsan, lütuf üzerine lütuf.
ELİL İnlemek, enin.
ELİM (Elime) Acı veren, acıtan, ağrıtan. Çok şiddetli ağrı veren.
EL-İNSAF İnsaf edilsin, insaf edilmeli, insaf edelim.
ELİPS Fr. Odaklar adı verilen sabit iki noktasından uzaklıkları toplamı sabit olan noktaların gösterdiği kapalı eğridir. Eğri ve kapalı bir geometrik şekildir. Karşılıklı iki tarafından genişlemiş bir çemberi andırır.
EL-İYAZÜ-BİLLAH Allah'a sığınır, Allah'a iltica ederiz. Allah korusun, Allah saklasın (meâlinde duâ).
ELİYY Çok yemin eden adam.
ELİZ f. Sıçrama. * Çifte, tekme.
ELKAB (Lakab. C.) Lakablar, namlar. Rütbe ve makam sahiblerinin derecelerine göre söylenen ve çok zaman hürmet ifâde eden isimler.
EL-KARİA Kıyâmet.
EL-KÂSİBÜ HABİBULLAH Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) ma'rifetini ve rızâsını kazanan onun habibidir, sevgili kuludur. (Hadis meâli)
ELKEN Dilinde tutukluk olan, kekeme, peltek.
ELKISSA Sözün kısası, sözden anlaşıldığına göre, hülâsa.
ELL Hastanın inlemesi. * Harbe ile vurmak. * Sürmek. Sâfi. * Sür'at etmek, hız yapmak.
ELLEYS Mutlak hiçlik. Adem-i sırf.
ELLEZİ Mânası kendinden sonra gelen cümle ile tamamlanan bir kelimedir. (Bak: Mevsule)
ELMA Karamtıl dudaklı. * Çok koyu gölge.
ELMA' (Elmaî) Çok zeki, zekâveti kuvvetli, idrak derecesi üstün olan kimse.
EL-MACİD Allah (C.C.)
ELMAH(İ) Her gördüğü şeyi araştırmağa ve tedkik etmeğe meraklı olan kişi.
ELMAS Çok kıymetli, beyaz, şeffaf mâden. Cevher. Kıymetli taş. (En saf karbondur.)
ELMAS Küçük kaşlı olan.
ELMAS-PARE Elmas parçası. * Mc: Çok güzel.
ELMAS-RİZE Elmas kırıntısı, döküntüsü.
ELMAS-TIRAŞ Elmas gibi yontulmuş olan makbul bir cam, kristal.
ELMAZ Yalnız üst dudağı beyaz olup, burnu bile ak olmayan at.
EL-MECİD Esmâ-i İlâhiyedendir.
EL-MİNNETÜ LİLLAH Minnet ancak Allah'ındır. "Ancak Allah'a minnet edilir."
EL-MÜHEYMİN Her şeye dikkat edip koruyan ve emin eden (Allah C.C.)
ELSA' Sık dişli. * Sin telâffuz edecek yerde sâ telâffuz eden. Râ yerine yâ telâffuz eden (meselâ "er" diyecek yerde "ey" demek gibi.)
ELSEN Fasih ve düzgün konuşan.
ELSİNE (Lisan. C.) Diller. Lisanlar.
ELSİNE-İ ENAM Mahlukatın dilleri. Halkın dilleri.
ELSİNE-İ GARBİYYE Batı dilleri, garb lisanları.
ELSİNE-İ MUHTELİFE Çeşitli ve birbirinden farklı diller.
ELSİNE-İ SELÂSE Üç lisan. Türkçe, Arapça ve Farsça.
ELSİNE-İ ŞARKİYE Doğu dilleri.
ELSİNE-İ TERKİBİYE Birbirine eklenen kelimelerle konuşulan diller. Terkibli ifâdesi çok olan, Arabçaya uymayan lisanların hususiyeti. (Arabî Lisanına "Tasrifî" denilir. Çünkü aynı kökten kelimeler rahatlıkla yapılmaktadır. Arabçaya bu hususta yetişen başka bir lisan yoktur.)
ELT Noksanlaştırmak. Hapsetmek. * Yemin vermek.
ELTA' Boz dudaklı. Dişlerinin rengi değişmiş olan.
ELTAF (Lutf. C.) Lütuflar, iyi muameleler, iyilikler, iyilikseverlikler. Nezaketler, nazik davranmalar. Okşamalar.
ELTAF Daha lâtif. Daha hoş. Çok lâtif.
ELTİ t. İki kardeş zevcelerinin her birine nisbetle diğeri. Bir kadının kaynının zevcesi.
ELUF Ülfeti fazla, herkesle konuşup görüşmeye alışık olan kimse.
ELUH Kasem, and, yemin.
ELUK Sefir, büyük elçi.
ELUKE Risalet.
ELULE Semiz, besili koyun.
ELVAH (Levha. C.) Levhalar. Tablolar.
ELVAH-I ÂLEM Âlemin görünüşü, manzara ve levhaları.
ELVAH-I MAHFUZA (Bak: Hafiziyyet, Levh-i Mahfuz)
EL-VALİ Her şeye mâlik ve sâhib olan Allah (C.C.)
ELVAN (Levn. C.) Renkler. Muhtelif görünüşler.
ELVAN-I İBADET İbadet renkleri. * Mc: İbadet çeşitleri.(Nasılki insan, şu âlem-i kebirin bir misal-i musaggarıdır ve Fâtiha-i Şerife, şu Kur'an-ı Azîmüşşan'ın bir timsal-i münevveridir. Namaz dahi bütün ibadatın envâını şâmil bir fihriste-i nuraniyedir ve bütün esnaf-ı mahlukatın elvan-ı ibadetlerine işaret eden bir harita-i kudsiyedir. S.)
ELVAN-I SEB'A Yedi renk.
ELVE Yemin etmek, kasem.
ELVEDA Allah'a emânet olun. Allah'a ısmarladık (yerine söylenen bir ta'birdir).
EL-VEHHAB Allah (C.C.)
ELVES Zayıf kimse. * Ahmak kimse.
ELVİYE (Livâ. C.) Livâlar, sancaklar, bayraklar.
ELVİYE-İ MÜTEMEVVİCE Dalgalanan bayraklar.
ELYAF (Lif. C.) Lifler.
ELYAK Daha münâsib. Daha lâyık.
ELYASA (A.S.) Benî İsrail Peygamberlerindendir. Benî İsrail ise; günden güne Kitabullah'ı dinlemez olmuştu. Cenab-ı Hak Asuriye Devleti'ni onlara musallat eyledi. Sonra Yunus (A.S.) Asuriye içinde Ninova şehrinde Peygamber oldu.
ELYE (C.: Eleyât) Koyun kuyruğu. * Başparmağın ve dizin aşağı yanlarında olan kabaca etler.
ELYEL Çok karanlık gece.
ELYES Bahadır, yiğit.
ELYEVM Bugün. Hâlâ. (Bak: Yevm)
ELZEM Daha lâzım. Çok lâzım. Ziyade mucib. * Küçük parmaklı.
ELZEMİYYET Pek lüzumlu ve gerekli olan bir şeyin hâli. Son derecede lüzum, gereklilik.
EM Soru sorma mânasında atıf edatıdır. İstifham elifi mânasına da gelir. "Yahut, belki, yoksa" kelimeleriyle tercüme edilebilir.
EM'Â (Miâ. C.) Bağırsaklar.
EM'Â-İ GALİZA Kalın bağırsaklar.
EM'Â-İ RAKİKA İnce bağırsaklar.
EMACİD (Emced. C.) Emcedler, en şanlılar, en şerefliler, eşrefler, en fazla haysiyet ve onur sahibi olan kimseler.
EMAK Uzun, tavil.
EM'AK (Meak. C.) Göz pınarları.
EMÂKİN (Mekân. C.) Yerler. Mekânlar.
EMÂKİN-İ MUKADDESE Mukaddes yerler, kutsal mekânlar.
EMALE (Bak: İmâle)
EMALİC (Ümluc. C.) Fidanlar, yapraklar, uzun yapraklı otlar.
EMALİS (İmlis"e". C.) Otsuz ve susuz sahralar, çöller.
EMAM Bir şeyin ön tarafı.
EMAN Korkusuzluk. * Af ve yardım dileme. Eminlik. (Bak: Aman)
EMANAT (Emanet. C.) Emanetler.
EMANET Eminlik. İstikamet üzere bulunmak. * Birisine koruması için teslim edilen şey. Birisine bir şeyi koruması için teslim edilen şey. Birisine bir şeyi koruması için bırakma. Emniyet edilip inanılan şey. * Başkasının hukuku emniyet edilip, inanılabilen. * Osmanlılar Devrinde bazı devlet dairelerine verilen isim. Şehr emâneti, Rusumat emâneti gibi...(Dinimiz, emaneti ehline bırakmamızı emreder. İdare makamları da birer emanettir. Hz. Ömer (R.A.) halifelik makamına getirilince şöyle demiştir: "Ey insanlar! Ben Allah ve Peygamberimize itaat ettiğim sürece, siz de bana uyun ve itaat edin. Doğru yoldan saparsam, kılıçlarınızla beni doğrultun." Demek ki müslüman hata ve haksızlık karşısında pasif kalamaz.)
EMANETDAR f. Kendisine birşey emanet edilen kimse, emanetçi.
EMANETDARÎ f. Emanetçilik.
EMANETEN Emanet yoluyla, emanet olarak. * Bir resmî daire tarafından bizzat, ihale şeklinde ve iltizam suretiyle olmayarak.
EMAN-HAH f. Eman isteyen, eman diliyen, aman diyen.
EMANİ Emniyetler. Niyetler, gayeler, istekler. Arzular, dilekler. * f. Eminlik, korkusuzluk.
EMANİ-İ MAHSUSA Hususi arzular, özel maksatlar.
EMARAT Emareler, nişanlar, işaretler, ip uçları.
EMARAT-I HASENE İyi alâmetler.
EMARE Alâmet, işaret, nişan, iz, ip ucu, belirti.(Gizli olan umura Şeriat emarelere göre hükmeder. İ.İ.)
EMARET Emirlik. Bir emir veya bey veya prensin idaresinde olan memleket.
EMARİD (Emred. C.) Bıyıkları terlememiş gençler.
EMASİL (Emsel. C.) Benzerler, eşler, akranlar, müsaviler. * İtibarlı kimseler.
EM'AT Gövdesinde kılı olmayan kimse. * Tüyü dökülen kurda "zi'b-i em'at" derler.
EM'AZ (C.: Emâız) Sert, sağlam, taşlı yer.
EMAZİR (Mezir. C.) Kuvvetli ve azamet sahibi olanlar.
EMBEL Kılıcı ve silahı olmayan. * Eyer üstünde doğru oturamayan. * Boynu eğri olan.
EMBRİYOLOJİ yun. Biy: Canlıların başlangıçtan itibaren gelişmesini inceliyen biyoloji ilminin bir bölümü. İkiye ayrılır: 1- Ontogonez: Yumurtadan yavruların meydana gelişini inceler. 2 - Flogenez: Canlıların ilk yaratılışı ile bugünkü şekli arasında meydana gelen değişmeleri inceler. Dünyada başlangıçtan bugüne kadar iklim, fizik ve kimyevi şartlar, beslenme şartlarında değişmeler olmuştur. Allah, yarattıklarına karşı çok merhametli ve lütufkâr olduğu için zor şartlarda canlıların yok olmaması için vücutlarında gerekli değişikliklerle donatmıştır. Meselâ: Kutup tilkisinin kışın karlı ortama uyması için tüyleri beyaz, baharda ve yazın ise boz olur. D.D.T. gibi kimyevi ilaçlarla böceklerin tamamen imhâ olmaması için bir müddet sonra böcekler bir muâfiyet "bağışıklık" kazanıyorlar. Bunun gibi, canlılar âleminde rahmet eseri sayısız hikmetli hâdiseler var. Bu, hâdiselere "İçgüdü" "Mütasyon", "evrim" gibi bir takım isimler takıp tesadüfle izah etmek imkânı yoktur.
EMCAD (Mecid. C.) şeref, onur ve haysiyet sahibleri.
EMCED (Mecid. den) Pek büyük, daha büyük, şerefi şânı çok olan.
EMCED-İ EMÂCİD şereflilerin şereflisi, en şerefli.
EMCER Karnı büyük kimse.
EMDEŞ Elinin sinirlerinde rahâvet olup eti az olan kimse.
EME (C.: İmâ-İmât) Câriye, kadın köle.
EME Unutmak, nisyân. * İkrar etmek.
EMED Son, nihayet. Gayet. Encam, intihâ.
EMEDD (Medd. den) Daha uzun, pek uzun, daha tavil.
EMEDD-İ A'MÂR Ömürlerin en uzun olanı.
EMEK-DAR f. Emeği geçmiş, kıdem ve mükafâta hak kazanmış memur, hizmetçi. Eski ve sadık hizmetçi.
EMEL Ricâ, ümid, şiddetli istek. Ummak. * Gaye. (İnsanları canlandıran emeldir, öldüren ye'istir. M.)
EMENE Emn, emniyet, eminlik.
EMERE (C.: İmer) Çöllerde taştan belirlemek için yapılan alâmetler.
EMERR Pek acı.
EMESS Çok fazla temâs eden, dokunan. En çok messeden.
EMEVİ DEVLETİ Dört halife devrinden sonra devlet idaresi Beni Ümeyye hanedanına geçmiştir. Buna nisbetle bu devlete "Emevi Devleti" adı verilmiştir. (Mi: 661-750) seneleri arası Emevi Devletinin saltanat devresidir. Muâviye bin Ebi Süfyan'dan başlamak üzere 14 halife gelip geçmiştir. Son halife Muhammed bin Mervan (2. Mervan) dır. Bu devirde kavmiyetçilik İslâmiyete çok zararlar vermiştir. Yine bu devirde Din-i Mübinin aktar-ı İslâmda yayıldığını unutmamak icab eder. Doğuda Türkistan ve Endonezya, kuzeyde Kafkasya, batıda Anadolunun yarısı, İspanya ve Kuzey Afrika Emevi topraklarına katıldı. Emevi hükümdarlarının Ehl-i Beyt'e ettikleri zulüm ve akıttıkları kan sebebiyle çıkan isyanlar devleti zayıflattı. Abbâsi taraftarları ile kavi bir ekseriyet Abbasi tarafına geçti. Horasan'lı Ebu Müslim, Emevi Devletini bir muharebede Abbasilere devretti. Böylece Emeviler tarihe karışmış oldu. (Bak: Endülüs, Muaviye)
EMGAZ Kırmızı, kızıl nesne, ahmer. * Aşkar at. * Koyunu sağdıklarında süt ile birlikte kan çıksa "emgazeti'ş şât" derler.
EMHAK Donuk beyaz.
EMHAL (Mehl. C.) Mehiller, mühletler, vâdeler, zamanlar, bir iş veya vazifenin yapılması için verilen fazla zamanlar.
EMHAR (Mehr. C.) Mehrler, nikâh bedelleri. Zevceynin ayrılmaları halinde kadına verilecek olan ve nikâhta kararlaştırılan para ve sair eşyalar. * (Mühür. C.) Taylar, at yavruları.
EMİHE Koyunlarda meydana gelen uyuzluk.
EMİME Bir cins ot. * Demirci çekici.
EMİN Kalbinde korku ve endişesi olmayıp rahatta olan. Korkusuz. * Kendisinden korkulmayan. * Kendine inanılan. İtimat edilen. * İnanan, güvenen. * Çok iyi bilen, şüphe etmeyen.
EMİR (Bak: Emr)
EMİR Emredici olan. Seyyid. Şerif. Bir memleketin, bir aşiretin veya kabilenin reisi. * Büyük ve meşhur bir soydan gelen. * Hz.Peygamber'in (A.S.M.) soyundan gelen. * Zengin.
EMİR-ÜL CEYŞ Serasker, serdar, başkumandan.
EMİR-ÜL MA' Amiral. Deniz kuvvetlerinde albaydan büyük rütbede bulunan subaylar.
EMİR-ÜL MÜ'MİNÎN Müminlerin, İslâmların işlerinde emir ve tedbir eden reis. Halife. İslâm Devlet Reisi.
EMİRANE f. Emredene yakışır bir surette. Emir gibi.
EMİRBER f. Subayların kıt'a ve daire dışında emirlerinde bulunan erler.
EMİRKULU Aldığı emri yapmağa mecbur olan, verilen emri yerine getirmekle görevli kimse.
EMİRNAME f. Âmirin emri yazılı olan kağıt. Üst makamdan verilen emir kağıdı.
EMKİNE (Mekân. C.) Mekânlar, hâneler, evler, mahaller, mevkiler, yerler.
EMKİNE-İ CEDİDE Yeni evler.
EMLA' (Mele'. C.) Topluluklar, mele'ler, cemaatler, cemiyetler, bölükler, kalabalıklar.
EMLAH (Melih. den) Pek melih, en melâhatli, çok güzel.
EMLAH (Milh. C.) Tuzlar.
EMLAK (Mülk. C.) Mülkler. İnsanın tasarrufunda bulunan yerler. * Melekler.
EMLED En genç, çok körpe ve nazik vücut veya dal (Müennesi: Meldâ)
EMLES Avuç içi gibi düz ve yumuşak olan.
EMLET Mülk etmek. Çiftlendirmek, tezvic.
EMM Kasdetmek.
EMMÂ (Şart edâtıdır) "Lâkin, ancak şu kadar var ki" meâlinde.
EMMÂ-BA'DÜ "Bundan sonra" manasına olup bir başlangıç hitabından sonra söylenir. Buna fasl-ı hitab denir.
EMMARE Emreden. Zorlayan. Cebreden.
EMN Eminlik. Korkusuzluk. Emniyet. Bir şeye itimad etmek. İnsanda doğruluk ve imandan ileri gelen yüksek bir meleke ve kabiliyet. Rahatlık.
EMN Ü ÂSÂYİŞ Eminlik ve rahatlık, korkusuzluk, tehlikesizlik, güvenlik.
EMN Ü EMÂN Korkusuzluk ve emniyet hâli.
EMN Ü EMÂNET Emniyet ve eminlik.
EMNİYET (Emniyyet) : Eminlik, emin olma hâli, korkusuzluk, tehlikesizlik. * İtimad, güvenme, inanma. * Polis ve zabıta teşkilâtı.
EMNİYET-İ TÂMME Tam bir emniyet ve korkusuzluk.
EMPERYALİZM Fr. Bir devletin, sınırlarını genişletme politikası. Sınırları genişletmekteki gaye, başka memleketlerin zenginlik kaynaklarını ele geçirme ve insanlarını kendi hesaplarına çalıştırmaktır. Bu maksat için çok defa silâhlı harp, hem masraflı, hem de hürriyet fikriyle bağdaşmadığından zamanımızda daha sinsi ve maskeli bir emperyalizm şekline başvurulmaktadır. Modern emperyalizm denilen bu şekil iktisadi ve kültür hayatı bakımından bir ülkeyi kendine bağlamak suretiyle menfaat (yarar) sağlamaktadır. Gelişmiş ülkeler, az gelişmiş ülkeleri bu yolla kendilerine bağımlı hâle getirmektedir. İnsanlarını kendi kültür ve ideolojileriyle yetiştirdikleri için felsefe, siyasi görüş ve yaşayış bakımından kendilerinden ayrılamaz hâle getirmek isterler.
Dostları ilə paylaş: |