Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə41/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   181

ENES İBN-İ MALİK Ensardan ve Ashâb-ı Kiram'ın fakihlerindendir. Hicretin ibtidasından itibaren on sene Resul-i Ekrem Efendimizin (A.S.M.) hizmetinde bulunmakla şeref kazanmıştır.Resul-i Ekrem'den (A.S.M.) 2630 Hadis-i Şerif rivâyet etmiştir. 100 yaşına kadar yaşamış, hicri 92 veya 94 senelerinde Basra'da ebedî hayata kavuşmuştur. En son vefat eden sahabe, Hazret-i Enes'tir. (R.A.)

ENF Burun. Koku ve teneffüse mahsus âzâ. * Bir şeyin ucu veya evveli veya en şiddetlisi. * Bir şeyin sivri yeri. * Bir şeyin en şerefli olan yeri.

ENFA' Daha nâfi. Daha menfaatli. Pek faydalı.

ENFAL Ganimetler. Düşmandan alınan mallar.

ENFAL SURESİ Kur'ân-ı Kerim'in 8. suresidir.

ENFAR (Nefir. C.) Cemaatler, topluluklar, cemiyetler. Halk, ahali, kalabalıklar, izdihamlar.

ENFAS (Nefes. C.) Nefesler. Soluklar. * Ruhlar. Canlar. * Cevherler. * Duâlar.

ENFAS-I HAYRİYYE Hayırlı nefesler.

ENFAS-I MA'DUDE Sayılı nefesler. İnsan hayatı. Miktarı muayyen olan ömür dakikaları.

ENFES Daha hoş. Çok hoş. Daha iyi. Pek nefis.

ENFES-İ ÂSÂR Eserlerin en nefisi, eserler içinde en değerli olanı.

ENFEZ En nüfuzlu, daha tesirli.

ENFÎ Burunla ilgili.

ENFİYE Buruna çekilen çürütülmüş tütün tozu.

ENFLASYON Fr. Piyasaya gerektiğinden fazla kâğıt para çıkartmaktan dolayı paranın değeri düşüp fiyatların yükselmesi.

ENFÜS (Nefs. C.) Nefsler, ruhlar, canlar. Yaşayanlar.

ENFÜSÎ Bir kimseye mahsus görüş ve düşünüş. Nefse, kendi hayatına aid, dâhile aid. (Subjektif) (Objektifin zıddı)(İ'lem eyyüh-el-aziz! Afaki mâlumat, yâni; hâriçten, uzaklardan alınan mâlumat, evham ve vesveselerden hâli olamıyor. Amma bizzat vicdâni bir şuura mahal olan enfüsi ve dâhili mâlümat ise evham ve ihtimallerden temizdir. Binaenaleyh merkezden muhite, dâhilden hârice bakmak lâzımdır. M.N.)

ENGAM f. Vakit, zaman, an. Mevsim. (Aslı: Encam'dır.)

ENGAME f. Topluluk, cemaat, kalabalık, izdiham. Toplanma yeri, meclis. * Muharebe yeri, ceng meydanı. * Oyuncular derneği.

ENGAR f. Sanma, zan, tasavvur. şüphelenme. * Tamamlanmayan, eksik kalan iş.

ENGARE f. Tamamlanmayan, eksik kalan iş, nakış veya taslak. * Hikâye, efsâne, roman, kıssa. * Başdan geçen bir olayı tekrarlama. * Hesap defteri. * Utanarak geri geri çekilme.

ENGAZ f. San'atkârların kullandıkları san'at âletleri.

ENGEL f. İlik, düğme. * Sözü sohbeti çekilmeyen kaba kimse.

ENGEL t. (Bak: Mâni')

ENGİHTE f. Yükseltilmiş, karıştırılmış, oynatılmış, koparılmış.

ENGİŞT f. Kömür.

ENGİŞTAL f. Hasta ve zayıf kimse. Dermansız, bî-derman kişi.

ENGİZ f. Koparan, karıştıran, tahrib eden.

ENGİZİSYON Fr. XVI. ve XVII. asırlarda Hristiyan Katolik Mezhebine âit kiliselerden alâkayı kesen veya Papa'ya karşı gelenlere yapılan -insanları arslanlara parçalatmak, fırında yakmak gibi- dehşetli işkenceler veya onları bu azaba mahkûm eden mahkemelere verilen isim. * Çok ağır ve çok zâlimce cezâya hükmeden mahkeme. * Çok ağır işkence.

ENGÛR f. Üzüm.

ENGÛREK f. Gözbebeği.

ENGÜBİN f. Bal.

ENGÜJ f. Filcilerin fili idare etmekte kullandıkları ucu eğriltilmiş demir karga burnu.

ENGÜRUS Macar. * Macaristan.

ENGÜŞT f. Parmak.

ENGÜŞT-İ KİHİN Serçe parmak.

ENGÜŞT-İ MUHANNÂ Kınalı parmak.

ENGÜŞT-İ NİL Fakirlik, fukaralık.

ENGÜŞT-İ SÜTÜRG Baş parmak.

ENGÜŞTANE f. Dikiş yüksüğü.

ENGÜŞTE f. Ekincilerin harman savurdukları âlet, yaba.

ENGÜŞT HAİDEN f. Yok farzetmek, bir an için olmadığını kabul etmek. * Mahvetmek. * Parmakla göstermek.

ENHA (Nahv. C.) Nahvlar, taraflar, canibler, cihetler, yanlar. * Yollar, tarikler.

ENHAR (Nehr. C.) Nehirler, çaylar, ırmaklar. (Bak: Enhür)

ENHAR-I AMÎKA Derin olan nehirler.

ENHAS En uğursuz, pek uğursuz. Eş'em.

ENHÜR (Nehr. C.) Nehirler, ırmaklar, çaylar, akarsular. (Bak: Enhar)

ENİD Ham. * Henüz olmamış çığ nesne. * Değişik olmak.

ENİK(A) Güzel, ince. Latif şey. Ahsen.

ENİN Acı ve sızıdan inleyiş.

ENİNDÂR f. İnleyen, enin eden.

ENİR Çirkin huy, fena tabiat, kötü mizac.

ENİS(E) (Üns. den) Dost, arkadaş, ünsiyet edilmiş olan. Alışılmış, kendisi ile ülfet edilmiş olan. Sevgili. * Sulu ve ağaçlı yerlerde bulunan ve sesi gayet hoş bir kuş. Çeşitli nağmelerde öter, kâh deve gibi kükrer ve at gibi kişner; insana alışır. * Yaban horozu.

ENİS-İ DİL Gönül dostu.

ENİSAN f. Boş ve mânasız yalan söz.

ENİSE Ateş, nar, od.

ENİSE f. Donmuş, pekişmiş şey.

ENİSUN Türkçede hafifleterek "anason" derler.

ENİŞE f. Hafiye, gizli polis. * Casus. Gizli haberler öğrenerek veya sırları çözerek düşmanlara haber veren kimse. * Dalkavuk, yaltakçı.

ENİT Hased etmek.

ENKA Daha temiz, en pâk.

ENKAD Bir alaca kuşun adı.

ENKAL İşkence âletleri. Bukağılar, kayıt ve kelepçeler. * Nefsin cismani alâkalara ve bedeni lezzetlere bağlanıp kalması.

ENKAS En noksan, çok noksan, pek eksik.

ENKAZ Yıkıntı, yıkılmış şeyin artıkları. Harabenin parçaları.

ENKAZ-I REMİME Kazaya uğramış ve esaslı tarafları tahrib olmuş gemi veya tekne enkazı.

ENKAZ-I ÜMMİD Ümit yıkıntısı, ye'se düşme.

ENKEB Omuzunda yük olduğu için eğilip yürüyen. * Yanında oku ve yayı olmayan kişi.

ENKER (Neker. den) Çok kötü, çok nefret edilen. Menfur. Müstekreh.

ENLEM (Arz dairesi) t. Yer yüzünde herhangi bir noktanın ekvatora olan uzaklığının açı cinsinden değeri. Dünyanın büyüklüğü X. yy. başlarında Sincar sahrasında ve Kûfe civarında bir meridyenin uzunluğunu ölçmek suretiyle bulan Musa Oğulları nâmıyla tanınan Muhammed, Ahmed ve Hasan isimlerindeki üç kardeş İslâm âlimidir. Avrupa'da bu ölçme, 800 yıl sonra 1736 yılında yapılmıştır.

ENMA (Nümuv. den) En çok, en ziyade bereketli ve büyümüş olmak.

ENMAR (Nimr. C.) Nimrler, kaplanlar.

ENMAS Kaşının kılları az olan kişi.

ENMELE (C.: Enâmil) Parmak ucu.

ENMUZEC Nümune, misâl, örnek.

ENNANE Çok inleyen ve çok şikâyetçi olan kadın.

ENNE Çok inleyen.

ENNE Gr: Kat'iyyet bildirir ve kelimenin başına getirilir. (Bak: İnne)

EN-NUR Cenab-ı Hakk'ın her çeşit nurun Halik'ı olması ve onlara nur vermesi dolayısıyla bir ismi.

ENSA (Nesy. C.) Unutmalar, nesyler.

ENSAB (Neseb. C.) Soylar, nesebler. Baba tarafından hısımlar.

ENSAB (Nasb. C.) Dikili taşlar. Müşriklerin, yanında kurban kestikleri putlar.

ENSAB Doğru boynuzlu.

ENSAC (Nesc. C.) Nesicler. (Bak: Nesc)

ENSAF (İnsaf. dan) Daha insaflı, çok acıyan, en merhametli.

ENSAF (Nısf. C.) Nısıflar, yarımlar.

ENSAL (Nesl. C.) Nesiller. Soylar. Zürriyetler. Sülâleler.

ENSAR (Nâsır. C.) Yardımcılar. Müdâfiler. * Peygamberimiz Resul-ü Ekrem (A.S.M.) Mekke'den Medine'ye hicretinde Onun mücadelesine iştirak edip ona yardımcı, müdâfi, muhafız vaziyetini alan ve Cenâb-ı Hak'tan ve Hz. Peygamber'den (A.S.M.) yardım ve nusret dileyen Sahabe-i Kiram hazeratı. Bu Zevat-ı Kirâm Medine'deki "Evs ve Hazreç" kabilesindendirler. (R.Anhüm) Ensârullah da denir. (Bak: Ashab)

ENSEB En lâyık, çok münasib, tam yerinde.

ENŞAT Kovası, bir defa çekmekte çıkan, dibi yakın kuyu.

ENTAK (Nutk. dan) Çok güzel söz söyliyen, çok iyi nutuk veren.

ENTE Sen. (Bak: Şahıs zamiri)

ENTELLEKTÜEL Fr. (Bak: Münevver) Aydın. Akıl ve zihinle ilgili.

ENTERESAN Fr. Alâka çekici, dikkate lâyık, nazarı celbedici. Câlib-i dikkat.

ENTERNE Fr. Belirli bir yerde oturmağa mecbur edilen yahut gözaltına alınan kimse.

ENTİMEM yun. Man: Mantıkta kısaltılmış kıyas şekli. Öncül veya had denilen ve bilinen kaziyelerden biri söylenmeden sonuca varmak. Örnek: (Orucu bozdu, o halde 61 gün keffareten oruç tutması gerekir.) Burada hadlerden biri (Orucu bozan, 61 gün keffareten oruç tutar), kaziyesi biliniyor kabul edilerek söylenmiştir ve yalnız (Orucu bozdu) kaziyesinden hareket edilerek sonuç çıkarılmıştır.

ENTRİKA İtl. Hile, gizli tedbir ve dolap.

ENUK Kartal kuşu.

ENUŞA f. Mecusi mezhebi. * Sevinç, sürur, neş'e. * Adalet, âdillik, doğruluk, hakdan ayrılmamaklık.

ENUŞE f. Hoş, mes'ut, saadetli. * Genç padişah. * şarab, içki.

ENÜK Kurşun.

EN'ÜM (Ni'met. C.) Nimetler, iyilikler, lütuflar, ihsanlar. * Medine-i Münevverede bir mevki ismi.

ENVA' (Nev'. C.) Neviler, çeşitler, türler.

ENVA'-I KESİRE Çok çeşitler, çok neviler.

ENVAH (Nevh. C.) Nevhler, ölmüş olan bir kişinin arkasından ağlayan kadınlar, matem tutan hanımlar, ağıt yakanlar.

ENVAR (Nur. C.) Nurlar, ışıklar, aydınlıklar. Maddi veya mânevi karanlıktan kurtarmaya vâsıta olanlar.

ENVEK (C.: Nevkâ) Ahmak.

ENVER En nurlu, daha nurlu, çok parlak.

ENYAB Çenenin yan tarafındaki kesici veya azı dişleri.

ENZA' Kılsız, tüysüz kimse.

ENZAD (Nazad. C.) Şanlı, şerefli, namlı ve tertibli kimseler. * Toprak tabakaları.

ENZAL (Nezl ve Nizil. C.) Soysuzlar, alçaklar, âdi ve aşağılık adamlar.

ENZAM Balıkların karınlarında peydâ olan yumurta dizileri.

ENZAR (Nazar. C.) Bakışlar, görüşler. Seyr.

ENZAR-I DİKKAT Dikkatli bakışlar, dikkatli görüşler.

EPİK Fr. Mevzuu kahramanca olan yazıların frenkçe ismi.

EPSAN f. Bileği taşı.

EPÜRNAK f. Delikanlı, genç yiğit, bahadır.

ER f. Eğer, şâyet, ise, olsa, olur ise... mânalarına gelir.

ER Erken, geç değil.

ERABET Akıllı, zeyrek ve uslu olma.

E'RAC Anadan doğma topal, aksak.

ERACİF Uydurma, yalan sözler. (Bak: Recefe)

ERACİF VE EKÂZİB Yalan ve uydurma sözler.

ERACİH (Urcuha. C.) Salıncaklar.

ERACİZ (Ürcuze. C.) Mısraları kafiyeli, kısa vezinli şiirler, kasideler.

ERADÎN (Arz. C.) Yerler. Arzlar, dünyalar.

ERAHH Tırnağı yassı ve geniş olan hayvan.

ERAİK (Erike. C.) Tahtlar. Koltuklar.

ERAK Uykusuzluk.

ERAKK Çok ince, ziyade rakik, ince ve yumuşak.

ERAKK-I HİSSİYAT Duyguların en inceleri. Gizli hisler, ince duygular.

ERAMİL(E) (Ermele. C.) Bekârlar. Dul kadınlar. Kocaları ölmüş veya boşanmış kadınlar.

ER'AN Ahmak, bön, salak, ebleh. * Deli, çılgın. * Şaşkın, şaşırmış, taaccüb etmiş. * Uzun boylu, akılsız kişi. * Leşker. * Dağ. (Müe: Ra'nâ)

ERANİB (Erneb. C.) Tavşanlar.

ERANİB (Ernebe. C.) Burun uçları.

ER'AS Zayıflığından veya yorulduğundan dolayı yab yab yürüyen kişi.

ERAS Başı büyük olan kimse.

ERASS Sık dişli.

ERAVEND f. şevk, arzu, istek, taleb. * şan, nam, şöhret, meşhur olma.

ERAYİS (Eris. C.) Çiftçiler, ekinciler.

ERAZİL (Erzel. C.) Reziller, namussuzlar, yüzsüzler.

ERBAA Dört.

ERBAB f. Ulu, ulvi, âlâ. * Reis, başkan, şef.

ERBAB (Rab. C.) Sahipler. * Rabler, Terbiyeciler. * Bâtıl ilâhlar. * Türkçede diğer bir mânası: Maharet sahibi, elinden iyi iş çıkan kimse. Bir işin ehli.

ERBAB-I DENÂET Alçak ve rezil kimseler.

ERBAB-I GARAZ f. Garaz sahibleri, kötü niyetliler.

ERBAB-I SİYER Tarihçiler. Peygamberimiz Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) hayatını bilenler.

ERBAH (Ribh. C.) Ribhler, faydalar, kazançlar, kârlar, gelirler. * Faizler.

ERBAİN Kırk. Kırk gün devam eden kara kış.

ERBAİYYET Dört olmak.

ERBAŞ Ask: Subay ve assubayların dışında kalan rütbeli asker.

ERBAUN Kırk sayısı.

ERBED Boz renkli.

ERC f. Kıymet, kadr, değer. * Gergedan.

ERC Uzunluğuna yapılan ev.

ERCA (Recâ. C.) Taraflar, yönler, cihetler.

ERCA Çok rica edilen, pek fazla taleb edilen, çok istenilen.

ERCAF (C.: Eracif) Yalan haber.

ERCAH Daha üstün, daha râcih.

ERCAL (Ricl. C.) Ayaklar.

ERCAN Fars diyarında bir yerin adı.

ERCEL Büyük ayaklı kişi. * Ayakları siğilli olan at.

ERCEN Dübüründe zahmeti olan deve.

ERCİL bot.: Ceviz-i hindi. Hindistan cevizi.

ERCİYE Arkaya, sonraya bırakılan şey.

ERCMENDÎ f. Haysiyetli, şerefli, itibarlı, muhterem.

ERCUZE (Bak: Kaside-i Ercuze)

ERCÜL (Ricl. C.) Ricller, ayaklar.

ERCÜMEND f. Muhterem, şerefli. Muazzez.

ERCÜVAN Erguvan çiçeği. * Kırmızı kadife. * Kırmızı şey.

ERD f. Öfke, kahır, kızgınlık, hiddet. * Un.

ERDA Ağaç kurdu.

ERDE Çürük nesne.

ERDEB f. Muharebe, ceng, cidâl, kavga.

ERDEB Bir ağırlık ölçüsüdür. Arab ülkelerinde kullanılır. Miktarı, İstanbul kilesiyle dokuz kileyi karşıladığı gibi, kullanıldığı mahalle göre de değişir.

ERDEM Usta gemici.

ERDEN Bir nevi kumaş.

ERDİYE (Rıdâ. C.) Baş örtüleri.

ERD-ŞİR f. Eski İran hükümdarlarından bazılarının adıdır.

EREB Hâcet, ihtiyaç. San'at.

EREC Güzel ve hoş koku. Misk ü anber ve ıtır gibi şeylerin güzel kokusu.

EREDA (C.: Erad-Erâdât) Ağaç kurdu. Güve.

ER'EF Daha rauf, çok şefkatli.

EREK Misvak ağacını çok yediğinden dolayı devenin karnı incinmek.

EREN t. Yetişen. Ermiş. Veli.

EREN Sevinmek, sürur.

ERENDAN f. "Hâşâ" mânasına inkâr ifade eden bir kelimedir.

ERENDİZ Müşteri gezegeni. Jüpiter yıldızı.

ERES Çiftçilik, çiftçi olma.

ER'ES Başı büyük, kocakafa.

ERETT Peltek adam, kekeme kimse.

ERFA' Daha yüksek, çok ulvi, en yüce.

ERFA'-I DERECÂT Derecelerin en yükseği.

ERFAK En ziyade yumuşak. * Arkadaş, refik olmaya en çok lâyık, elyak.

ERFEŞ Nefsî isteklerine düşkün olan. * Kulakları uzun ve kaba (adam).

ERGA(B) (Ergav) : f. Irmak, dere, çay, nehir, akarsu. * Su akıtmak için açılan yol, ark.

ERGAD Maişetçe daha ferahlık. Geniş maişet.

ERGAL Sünnet olmamış kişi.

ERGAN Söz dinlemek.

ERGANDE f. Hırslı, öfkeli. * İçkiye düşkün olan sarhoş.

ERGAVAN Bir kırmızı çiçek. Ercüvân denilen kırmızı çiçekli ağaç.

ERGEN (Bâliğ) Çocukluk çağından gençlik çağına geçmiş olan, aklı ermeğe başlamış, bâliğ.Erginlik çağına gelen müslüman genç, namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek gibi Allah'ın farz kıldığı emirlerini yerine getirmeğe mükellef (yükümlü) olur. Küçük yaştan itibaren derece derece gerekli dini bilgiyi öğrenir. Ve iyi alışkanlıklar edinirse ergenlik çağında bunlara daha kolay uyar.

ERGİDE f. Hiddetlenmiş, kızmış, öfkelenmiş, asabileşmiş.

ERGİDE-NİGÂH f. Öfkeli, hiddetli bakış.

ERGİMEK (Bak: Zeveban etmek)

ERGUN f. Sert başlı at. Hızlı ve oynak olarak giden at.

ERGÜVAN Güzel ve parlak kızıl renkli bir çiçek. (Garbda ercuvan denilir.)

ERHA (Rehâ. C.) El değirmenleri.

ERHAB Vâsi, geniş, açık.

ERHAM (Rahim. C.) Döl yatakları, rahimler. * Yakın hısımlar, akrabalar.

ERHAM En rahim, en merhametli, en çok şefkatli.

ERHAM-ÜR RÂHİMÎN Merhametlilerin en merhametlisi. * Allah'ın (C.C.) sıfatlarındandır.

ERHAM Başı beyaz olan at.

ERHAS (Rahis. den) Pek ucuz.

ERİC Güzel koku. Misk, anber ve ıtır gibi hoş ve lâtif olan şeylerin kokusu.

ERİD Besili, semiz.

ERİH Râyiha-i tayyibe. Temiz ve güzel koku.

ERİKE Taht. Padişahın tahtı. * Oturulacak yer. Koltuk.

ERİKE-ÂRÂ f. Tahtı güzelleştiren, süsleyen (Padişah.)

ERİKE-NİŞİN f. Tahtta oturan.

ERİKE-PİRÂ f. Tahtı süsleyen, pâdişah.

ERİS f. Zeki, akıllı, uyanık, zeyrek, uslu.

ERİS(Î) Çiftçi, çift süren, ekinci.

ERİŞ f. Bilek. * Arşın, endaze.

ERİŞ Sakatlanan bir uzuv için yaralayandan alınan şer'i diyet. * Satıldıktan sonra kusuru ve noksanları belli olan malın, kıymetinden bunun için indirilen miktar.

ERK Tıb: Uykusuzluk hastalığı.

ERK Kuvvet, kudret, güç, iktidar, nüfuz.

ERKA Ziyade yükselen. Çok yükselen.

ERKAB Boynu kalın olan adam veya arslan.

ERKABAN Uzun boyunlu.

ERKAH (Rükh. C.) Rükhler, sığınılacak yerler, sığınaklar, siperler.

ERKAM Rakamlar. Sayı işaretleri. * Yazılar.

ERKAM-I AŞERE Sıfır da dahil olduğu birden dokuza kadar olan sayılar.

ERKAM-I CÜMEL Ebced hesabı.

ERKÂN (Rükn. C.) Rükünler. Esaslar. Temeller. İleri gelen kimseler.

ERKÂN-I ASKERİYE Yüksek rütbeli askerler. Zabitler, subaylar.

ERKÂN-I DEVLET Devletin ileri gelenleri, dünyevi makamca ileri olanları.

ERKÂN-I HARB Harb için yetişmiş zâbit. Kurmay subay. * Harb işlerini idare eden kumandanlar. Harb erkânı.

ERKÂN-I İSLÂMİYE İslâmiyetin esasları, temelleri, rükünleri. (Şehâdet getirmek, Namaz kılmak, Oruç tutmak, Zekât vermek ve Hacca gitmek.)

ERKÂN-I SALÂT Namazın rükünleri.

ERKÂN-I SEB'A Yedi rükün.

ERKAN Sarılık denilen bir hastalık çeşidi. * Ekini ifsâd eden âfet.

ERKAM (C.: Erâkım) Alaca yılan.

ERKAŞ (C.: Erakiş) Siyahlı-beyazlı alaca yılan.

ERKAT(A) (C.: Erâkıt) Aklı karalı alaca yılan. * Yer yer beyazlığı olan her kara nesne.

ERKE Misvak ağacı. Bu ağaç sıcak memleketlerde ve bilhassa Yemende yetişir.

ERKEB Büyük dizli. Dizleri büyük olan kimse. * Bir dizi diğerinden büyük olan deve.

ERM Bükmek.

ERMAGAN f. Armağan, hediye. Bir kimseye bir işteki muvaffakiyetinden dolayı verilen hediye.

ERMAH (Remh. C.) Remhler, darbeler, vuruşlar. * (Rumh. C.) Rumhlar, süngüler, mızraklar.

ERMAM (Rimme. C.) Çürük kemikler.

ERMAN f. Arzu, istek, taleb. * Pişmanlık, pişman olmak, nedamet.

ERMAN-HÂR f. Pişman olan, nedamet eden.

ERMAS Eski ve köhne nesne. * (Remes. C.) Sallar.

ERMAS Gözü çapaklı kişi.

ERMED Kül rengi, gri. Boz renkli nesne. * Gözü ağrıyan adam.

ERMEDA Ateş külü.

ERMEL (C.: Erâmil) Ayakları siyah olan koyun. * Kadını olmayan erkek.

ERMELE (C.: Erâmil) Erkeği olmayan kadın.

ERMENİ Eskiden batı Asya'nın kuzey kısmında ve Avrupa'nın Asya'ya komşu olan bazı yerlerinde dağınık şekilde yaşayan bir milletti ki, İranlılar ve Romalılar tarafından birçok defa mağlub edilmeleri üzerine çeşitli yerlere dağılmışlardır. Ve bu dağılma sonucunda büyük şehirlere de yerleşerek san'at, kuyumculuk ve ticaret gibi işleri elde etmişlerdir. Ermeniler nerede varsa, bugün kendi dillerini konuşmaktadırlar. Anadolu'da yaşayanların bir kısmı Türkçe ve Kürtçeyi de iyi bilirler.

ERMİDA' Kül.

ERMİYE (Remi. C.) Remiler, kasırga bulutları ki, bu bulutlardan dolu yağar.

ERMUN f. Gündelikçiye verilen peşin ücret.

ERNEB Tavşan. * Kadın ziynetlerinden biri. * İri fare.

ERNEBE (C.: Eranib) Burun ucu.

ERRAC Fesatçı, müzevir, yalancı adam, sahtekâr.

ERRAHİM En merhametli, büyük nimetler veren, verdiği nimetleri iyi kullananları daha büyük ve ebedi nimetler vermek suretiyle mükâfatlandıran Allah (C.C.)

ERRE f. Tahta kesecek dişli âlet, bıçkı. (Küçüğüne verilen testere ismi bundan gelir.)

ERRE-HÂNE f. Bıçkı yeri, hızar.

ERRE-KEŞ f. Bıçkıcı.

ERREZZAK Bütün rızıkları ve faydalanacak şeyleri yaratan ve ihsan eden Allah (C.C.)

ERS f. Gözyaşı.

ERS Ekmek.

ERSAD (Rasad. C.) Rasadlar, gözlemler, gözetlemeler, gözlemeler.

ERSAH Uylukları etsiz, zayıf (adam). * Kurt.

ERSEM Üst dudağı beyaz olan at.

ERSEN f. Meclis, kongre, cemiyet.

ERSUSA Şeair-i İslâmiyeden olan ve Osmanlı İmparatorluğu zamanında kullanılan kavuk, büyük sarık.

ERŞ Fesat, niza, ihtilaf, rüşvet. * Fışkırmak. * Tırmalamak. * Fık: Yaralanan veya kesilen bir uzuvdan dolayı verilmesi lâzım gelen diyet.

ERŞAH Cin fikirli adam.

ERŞED Her hali daha iyi olan. * Doğru yola diğerlerinden daha yakın olan.

ERŞEM Yemeğin kokusundan iştahı gelep karnı acıkan (adam). * Vücuduna iğne batırıp çivit ile şekil veya resim yapan adam.

ERTA Bir ağaç cinsidir ve yaprağıyla debbağlar sahtiyan boyarlar.

ERTEL Peltek adam.

ERUME (C.: Erum) Kök, anakök. Asıl, menba. * Ağacın ve boynuzun kökleri.

ERVA' Çok güzel olan genç. * Son derece yiğit, cesur ve bahadır adam. * Korkmak.

ERVAH (Ruh. C.) Ruhlar. Canlar.

ERVAH-I HABİSE Habis, kötü ruhlar. Allah'a isyan eden, itaati sevmeyen anarşist ruhlar.

ERVAH-I TAYYİBE İyi ruhlar, iyi kimselerin ruhları.

ERVAH Halk içinde yürürken at üzerindeymiş gibi görünen uzun boylu kimse. * Adımları birbirine yakın olan.

ERVAK (Revk. C.) Revkler, perdeler, örtüler. * Çadırlar, muvakkat olarak bezden yapılan odalar.

ERVAK Sâfi nesne. * Uzun dişli adam.

ERVAM (Rumi. C.) Romalılar, Roma imparatorluğu halkından olanlar, rumlar. * Rumiler, Arap diyarının haricinde bulunanlar.

ERVEB Yoğurt.

ERVEC Halk içinde çok geçen şey.

ERVENAN Dik ses, sadâ. * Iztırablı, sıkıntılı, üzüntülü gün.

ERVEND f. Tecrübe, deneme, sınama. * şeref, şan, şöhret, nam ve itibar, haysiyet.

ERYAF (Rif. C.) Verimli, mamur, düz ve ekini bol olan yerler.

ERZ f. Kıymet, baha, değer. Kadir ve itibar.

ERZAK (Rızık. C) Rızıklar. Azıklar. Yiyecek içecek maddeler. İhtiyaçlar. Maddi, mânevi muhtaç olduğumuz şeyler.

ERZAK-I ASKERİYYE Askere verilen erzak.

ERZAL (Rezil. C.) Reziller. Kepâzeler. Herkesten hakaret ve nefret görenler.

ERZAN f. Ucuz, değeri düşük, pahalı olmayan. * Lâyık, münâsib, muvafık, elyâk, şâyân, müstehak, uygun, yerinde.

ERZANÎ f. Ucuzluk. * Lâyıklık, liyakat, münasiblik, muvafakat, uygunluk.

ERZANİŞ f. Hayır ve iyilikler.

ERZE Çam ağacı.

ERZE f. Samanlı sıva çamuru. * Çamdan çıkarılan zift.

ERZE-GER f. Sıvacı.

ERZEL Daha rezil. Çok fena. Pek kötü. En rezil.

ERZEL-İ NÂS İnsanların en rezili, en fenası.

ERZEL-İ ÖMR İhtiyarlığın sonları, bunaklık günleri.

ERZEN Kendisinden sopa ve baston yapılan bir cins sağlam ağaç. * Şam darısı denen beyaz ve iri cins darı.

ERZENÎN f. Darı ekmeği.

ERZİDE f. Pahası kesilmiş, kıymeti kararlaştırılmış, değeri belli edilmiş olan şey.

ERZİZ f. Kalay.

ES Koyuna iys iys demek.

ESA' Atmak.

ESA Merhem, tiryak, ilâç.

ES'AB (Sa'b. dan) Pek zor, çok zor.

ES'AB-I UMUR İşlerin en zor olanı.

ESABE (C.: Esâib) Bir nevi ağaç.

ESABİ' (İsbi'. C.) Parmaklar.

ESABİ-ÜL KADEM Ayak parmakları.

ESABÎ' (Üsbu'. C.) Haftalar, yedi günlük zamanlar.

ES'ABÎ Gayet güzel ve beyaz göz.

ES'AD Daha mes'ud, en bahtiyar. Daha said olan. En mes'ud.

ESADD Menedici.

ESAFİL (Esfel. C.) Esfeller. Sefâlet çekenler. Pek adi ve bayağı kimseler. Çok alçak olanlar.

ESAHH En sahih. Çok doğru. İllet ve kusurdan çok uzak ve beri olan $

ESAKIF (Üskuf. C.) Piskoposlar, başpapazlar, metropolitler.

ESAKİF (Eskef. C.) Eskiciler, kunduracılar.

ESAKK Yürürken dizlerini birbirine vuran.

ESAL Tâzim etmek, övüp medhetmek.

ES'AL Dişinin yanında zâid bir diş daha biten kimse.

ESALE Uzun yüzlü olmak. Sarkık olmak.

ESALİB (Üslub. C.) Üslublar. Tarzlar. Cihetler.

ESAM Günah. * Günah için olan cezâ.

ESAME Askerlerin. ve bilhassa Yeniçerilerin kaydı, ulüfe defteri.

ESAMİ İsimler, adlar.

ESAMM (C.: Summun) Kulağı sağır olan. * Katı taş.

ESANİD İsnadlar. Senedler.

ESANS Çeşitli yollarla bitkilerden elde edilen veya suni olarak yapılan, kokulu ve uçucu sıvı.

ES'AR (Sı'r. C.) Narhlar. Satılan şeylerin bilinen ve değişmeyen fiatları.

ES'AR (Su'r. C.) Yiyecek içecek artığı.

ESAR Esirlerin ellerini bağladıkları ince kayış.

ESARET Esirlik. Kölelik. Kullara kendini teslim etmiş olmak. Başka milletten olanlara boyun eğmek.

ESARET-İ HAYVANÎ Hayvanlara yakışır bir esirlik. Zulüm, işkence ve haksızlık içinde hayat geçirmek.

ESARİR Gizli sırlar. * Yüz ve avuçtaki çizgiler.

ESAS Temel. Kök. Rükün. şart. Hakikat ve mahiyetler.

ESAS Ev eşyası. Eve âit lüzumlu şeyler. * Mal. Rızık.

ESASAT (Esas. C.) Esaslar. Temeller, kökler.

ESASE f. Gözucu ile bakma.

ESASEN Kendiliğinden, aslından, temelinden.

ESASİYYE Asılla temelle alâkalı. Esasa ait ve müteallik.

ESATÎN Sütunlar. Üstüvaneler. Direkler. * Mc: İleri gelen kimseler.

ESATİR İlk zamanlara ait uydurma hikâyeler. Masallar. Mitoloji. * Saflar. Sıralar.

ESATİR-ÜL EVVELÎN İlk zamanlara ait efsâneler.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin