Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə48/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   ...   181

FETTE Açmak. * Yardım. * Hüküm.

FETUR Oruç açacak nesne. * Yaratmak. * Yarmak. * İki parmağıyla kaşımak.

FETUT Ekmek parçaları.

FETVA Bir hâdise, bir muâmele hakkındaki hükm-ü şer'îyi ehli olanın haber vermesi ve o hükme dair verilen mâlumat, bilgi.

FETVA EMİNİ Şeyhülislâm kapısındaki Fetvahane'nin başında bulunan zata verilen ünvandır. Şeyhülislâma sorulan şer'i meselelerin fetvalarını hazırlamak, istida ile vukubulan suallere cevap vermek ve şer'iyye mahkemelerinden verilen ilâmları tetkik etmek vazifeleriyle mükellefti. Maiyyetinde Fetvaemini muavini, İlâmat müdür ve mümeyyizi, başmüsevvit, müsevvit gibi ulema ve fukahadan müteaddit memurlar vardı.Fetva eminleri, en yüksek ilim sahipleriyle beraber memuriyetlerinin unvanlarına münasib olarak emin, fakih ve müteşerri' kimseler arasından seçilirlerdi. Fetva eminlerinden, şeyhülislâm olanlar da vardır.Fetva eminliği Kanuni Sultan Süleyman'ın saltanatından sonra ihdas edilmiştir. İstanbul'un fethinden evvel, Bursa Kadıları bu işi gördükleri gibi, İstanbulun fethinden sonra İstanbul Kadısı olan Hızır Bey, fetva eminliği vazifesini görürdü. Bu müessese Osmanlı saltanatının sonuna kadar devam etmiştir. (O.T.D.S.)

FETVA-PENAH "Fetvaya sığınan" Şeyhülislâm.

FE'V (FE'Y) Yarmak. * Koparmak. * İki dağ aralığı.

FEVAHİŞ (Fâhiş. C.) Fâhiş işler. Bozuk işler. Kötü ve haram olan işler, ameller.

FEVÂİD (Fayda. C.) Faydalar. Faydalı şeyler.

FEVÂİD-İ ME'MULE Umulan faydalar.

FEVAİH (Fâih. C.) Meyve ve çiçek kokuları.

FEVAİT (Fevt. C.) Fevt olmuş şeyler. * Vaktinde kılınmamış namazlar.

FEVAK (FÜVÂK) İki sağım arasında devenin memesinde sütün birikmesi. * Rahat. * Rücu. * Uzun boyunlu bir nevi su kuşu.

FEVAKİH (Fâkihe. C.) Meyveler, yemişler, fâkiheler.

FEVARİS (Fâris. C.) Atlılar, biniciler.

FEVASIL (Fâsıla. C.) Fâsılalar. (Bak: Fâsıla)

FEVATİH (Fâtiha. C.) Fâtihalar. Başlangıçlar. * Son vermeler. * Bir kitabın mukaddemeleri.

FEVAZIL (Fâzıla. C.) (Bak: Fâzıl)

FEVC Dalga. Bölük. İnsan kalabalığı. Cemaat. Takım. * Koşmak. Sür'at etmek. * İyi kokunun dağılıp yayılması.

FEVC FEVC Dalga dalga, kısım kısım, takım takım, akın akın, cemaat cemaat.

FEVC-Â-FEVC Akın akın, takım takım.

FEVD Bir işi veya emri başkasına teslim etmek.

FEVD Tavşancıl kuşunun kanadı. * Ölmek. * Canip, taraf, yön.

FEVDEC (C: Fevâdic) Mahfe.

FEVEHAN (Fevh. C.) Güzel kokular.

FEVEHAT (Fevha. C.) Güzel kokular.

FEVERÂN Maddi ve manevi kaynayıp fışkırmak. * Köpürmek. * Coşmak. * Kokunun etrafa yayılması. * Depreşmek. * Şiddet.

FEVERÂN-I ÂB Suyun fışkırması.

FEVERÂN-I DEM Kan fışkırması.

FEVG şişman olmak.

FEVGA' İri vücutlu, şişman kadın.

FEVH Yaradan kan fışkırması. * Bolluk, genişlik. * Güzel kokunun yayılması. * Kaynamak.

FEVH Kokmak.

FEVH Ağız büyüklüğü.

FEVHA (C.: Fevehât) Güzel koku.

FEVHED Semiz oğlan, şişman çocuk.

FEVK Üst. Üst taraf. Yüksek derece. Yukarı.

FEVKALÂDE Âdetin fevkinde. Ayrıca, hususi surette. Bilinenlerin üstünde. Müstesna ve yüksek bir surette.

FEVKALBEŞER (Fevk-al beşer) İnsan gücünün üstünde, insanüstü.

FEVKALGAYE Son derecede.

FEVKALHAD (Fevk-al had) Huduttan ileride. Sınırsız. Hudutsuz.

FEVKALKANUN Kanun üstü. Kanunun kabul etmediği. Kanunun karışmadığı.

FEVKALKÜLL (Fevk-al kül) Hepsinin fevkinde. Bütününün üstünde.

FEVKALME'MUL (Fevk-al me'mul) Ümidin fevkinde, Umulandan ziyade. Ümid edilmedik şekilde. Beklenmedik bir anda.

FEVKALMU'TÂD (Fevk-al mu'tâd) Her zamankinden üstün. Âdetin fevkinde.

FEVKANÎ Üst, üst tarafta, üstteki.

FEVKATTAHAMMÜL (Fevk-at tahammül) Tahammülün üstünde, tahammül edilmez, dayanılmaz, dayanılması imkânsız.

FEVR Hemen. Birdenbire. Acele. Sür'at. * Bir adamın geldiği semt ve cihet. * Suyun kaynayıp fışkırması.

FEVREN Birdenbire, sür'atle, çarçabuk.

FEVRES Buğday, hınta.

FEVRÎ (FEVRİYYE) Düşünmeden ve âni olarak yapılan hareket.

FEVT Ölüm, mevt. * Kaybetme. Elden çıkarma. Kaçırma. Bir şeyin bir daha ele geçmiyecek şekilde elden çıkması.

FEVT-İ FURSAT Fırsat kaçırma. Fırsatı değerlendirememe. Ele geçen bir imkânı kullanamama.

FEVVARE Fıskıye, su fışkırtan şey.

FEVZ Kurtuluş. Zafer. Necat. Muvaffakiyet. Selâmet.

FEVZ Ölmek, mevt.

FEVZÂ Kargaşalık. Anarşi. * Karışmış, muhtelit.

FEVZÂ-YI ÂRÂ Fikirlerin karmakarışık olması. Fikre ait anarşi. Fikrî anarşi.

FEVZAÎ Anarşist. Hiç bir din ve nizam tanımayan. * Kargaşalık ve anarşi ile alâkalı.

FEVZAİYE Fls: Anarşik. Kanun ve nizam tanımayan hal ve hareket.

FEVZÎ Kurtuluşa, fevze âit ve müteallik.

FEVZİYE Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması üzerine II.Sultan Mahmud tarafından eski odalar mevkiine verilen isimdir. Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması esnasında, yeni odalar Kara Cehennem'in attığı yağlı paçavralarla yanmış, eski odalar da ocağın ilgasından birkaç gün sonra yıktırılmıştır. Gerek yanan ve gerekse yıkılan yerlerin vaziyetlerinin tâyini hakkında Sadrazam Selim Mehmed Paşa'nın, Padişaha arzettiği telhis üzerine, Sultan Mahmud, yeni odaların bulunduğu yere Ahmediye, eski odalar mevkiine de Fevziye adının verilmesini emretti (O.T.D.S.)

FEY' Ganimet. Harbde elde edilen mal. * Rücu'. * Haraç. * Zeval vaktinden sonraki gölge. (Bak: Fey-i zeval)

FEY' (FEY'A) Her nesnenin evveli.

FEYA Yahu... gibi mânaya gelir, hayret ifade eder.

FEYAC Söz, kelam.

FEYAFÎ (Feyfâ. C.) Çöller, sahralar.

FEYALİLACEB (Fe-yâ lil'aceb) Hayret ve taaccüb ifâdesi için söylenir.

FEYAYİH (Feyhâ. C.) Genişlikler, enginlikler, boşluklar.

FEYC (C: Füyuc-Feycân) Haber getiren peyk.

FEYCEN Sedef dedikleri ot.

FEYD Sallanmak.

FEYDUM Bir nevi mâcun.

FEYEZAN f. Suyun çok olup taşması, çoşması. * Bolluk, fazlalık, feyiz.

FEYFA' (C.: Feyâfi) Büyük çöl, sahra.

FEYFA-NEVERD f. Çöl yolcusu. Çöllerde yol alıp ilerliyen.

FEYH Sıcağın şiddetlenmesi. * Koku yayılmak. * Kazan kaynamak. * Yara kanamak.

FEYHA Geniş ve büyük olan. Engin.

FEYHA Bir nevi toprak çanak. * Genişlik, vüs'at.

FEYHAK Geniş nesne.

FEYHEC İçki ölçülen bardak. Şarab. Hamr. Bâde.

FEY-İ ZEVAL Güneşin garba doğru dönmesinin başlaması, Güneş tam ortada gibiyken yerde dikili olan şeylerin gölgeleri batıdan doğuya dönüp kısalmakta son bulduğu zamandır. Bundan sonra öğle namazı vakti başlar.

FEYK Tavuğun gıdaklaması. * Uzun boylu erkek. * İyi olmak.

FEYL Hamile kadının sütü.

FEYLAK Büyük adam. * Çok asker. Kolordu. * (C: Feyâlik) İpek böceği ve kozası.

FEYLEKUN Kandıra dedikleri hasır otu.

FEYLEKUS Fil kulağı dedikleri büyük yassı yapraklı ot.

FEYLEM Geniş, büyük nesne.

FEYLEMANÎ Cüssesi büyük olan.

FEYLESOF Felsefe ile uğraşan, felsefeci. (İlm-i hikmetle meşgul olan mütefennin. Dinle münasebeti olmayan gayr-ı müslim. L.R.) (Bak: Hükemâ)(İ'lem Eyyühel-Aziz! Bir şeyden uzak olan bir kimse, yakın olan adam kadar o şeyi göremez. Ne kadar zeki olursa olsun o şeyin ahvâli hakkında ihtilâfları olduğu zaman yakın olanın sözü muteberdir. Binaenaleyh, avrupa feylesofları, maddiyatta şiddet-i tevaggulden dolayı iman, İslâm ve Kur'anın hakaikından pek uzak mesafelerde kalmışlardır. Onların en büyüğü, yakından hakaik-ı İslâmiyeye vukufu olan âmi bir adam gibi de değildir. Ben öyle gördüm; nefs-ül emir de benim gördüğümü tasdik eder. Binaenaleyh şimşek, buhar gibi fenni meseleleri keşfeden feylesoflar, hakkın esrârını, Kur'an nurlarını da keşfedebilir diyemezsin. Zira onun aklı gözündedir. Göz, kalb ve ruhun gördüklerini göremez. Çünki kalblerinde can kalmamıştır. Gaflet, o kalbleri tabiat bataklığında çürütmüştür. M.N.)

FEYLULE İkindiden akşama kadar olan ve mekruh addedilen uyku. (Bak: Kaylule)

FEYNAN Güzel uzun saçlı kişi.

FEYNE Zaman. Saat.

FEYRUZEC Piruze dedikleri kıymetli taş.

FEYŞE (FEYŞELE) (C: Feyâşil-Fiyeş-Fiyâş) Zeker başı.

FEYTEK Dülger.

FEYYAD Erkek baykuş. * Çok yiyen adam.

FEYYAL Fil çobanı. File bakan kimse.

FEYYAZ Çok feyz veren. Çok bereket ve bolluk veren. (Bak: Feyz)

FEYYAZ-I MUTLAK Mutlak ve sonsuz feyiz ve bolluk sahibi. Allah.(Kader herşeye bir miktar ve o miktara göre bir kalıp vermiştir. Feyyaz-ı Mutlak'tan aldığı feyze olan kabiliyeti, o kalıba göredir. M.N.)

FEYYAZ-I MÜTEÂL Çok feyz ve bereket veren. Müteâl olan Allah (C.C.)

FEYYİH Şiddetli adam.

FEYYİL Zayıf hüküm.

FEYZ Ölmek.

FEYZ (C.: Füyuz) Bolluk, bereket. * İlim, irfan. Mübareklik. * Şan, şöhret. * İhsan, fazıl, kerem. Yüksek rütbe almak. * Suyun çoğalıp çay gibi taşması. Çok akar su. * Bir haberi fâş etmek. * İçindeki düşüncesini izhar etmek.(Hakaik-ı imaniye ve esasat-ı Kur'aniye, resmî bir şekilde ve ücret mukabilinde dünya muamelâtı suretine sokulmaz. Belki bir mevhibe-i İlâhiye olan o esrar, hâlis bir niyet ile ve dünyadan ve huzuzat-ı nefsaniyeden tecerrüd etmek vesilesiyle o feyizler gelebilir. M.)

FEYZ-İ SAFÂ Neşenin feyzi, safânın bolluğu.

FEYZ Ü RİF'AT İlerleme, bolluk ve yükseklik.

FEYZA FEYZ Feyiz ile dolu, bol.

FEYZ-AVER f. Feyz getiren. Feyiz veren. * Bolluk veren.

FEYZ-BAHŞ f. Feyiz ve bereket veren, feyiz bağışlayan.

FEYZ-DAR f. Feyizli, bol, bereketli, gür.

FEYZ-EFZA f. Feyiz artıran, bollaştıran.

FEYZÎ Bolluk ve berekete ait ve müteallik. Feyze mensub.

FEYZ-NAK f. Feyizli, bereketli, bol.

FEYZ-RESAN f. Bolluk ve bereket getiren, feyiz bahşeden.

FEYZ-YAB f. Bollaşan, feyiz bulan. Feyze nâil olan.

FEZA Yıldızlar arasındaki geniş boşluk. Gökyüzü. * Yer geniş olmak. * Açık sahra. * Saha. * Yerde akan su.

FEZÂ-YI FEYZ Feyiz sahası, feyzin fezası.

FEZÂ-YI ITLÂK Hudutsuz gökyüzü. Nihayetsiz feza.

FEZA Rahim içinden çıkan su.

FEZA' Korku. Havf. * Sığınma, dehalet. * Uykuda şiddetli korku ile uyanmak.

FEZA (Efzâ) f. Artıran, ziyadeleştiren, çoğaltan (mânâlarına gelip, kelime sonlarına getirilerek birleşik kelime yapılır.) Meselâ: Can-feza $ : Can verici. Hayret-feza $ : Çok hayret verici. Ruh-feza $ : Ruh verici.

FEZAA Yolda ve tarlada yapılan ve höyük denilen suret.

FEZAÎ Gökle alâkalı. Göğe âit. Geniş sahaya âit. Fezaya âit ve müteallik.

FEZAİL (Bak: Fazâil)

FEZA-NEVERD f. Fezâda dolaşan, boşlukta giden.

FEZAZE Ahlâkı kaba ve kerih olmak.

FEZD Kan aldırmak.

FEZÎZ Seyelân etmek, akmak.

FEZLEKE Hülâsa. Netice. Öz. İcmâl. * Hesap listesinde netice.(S - Gerek Kur'an-ı Kerim olsun, gerek tefsiri olan Hadis-i Şerif olsun; her fenden, her ilimden birer fezleke almışlardır. Bir kitab veya bir şahsın yalnız fezlekeleri ihata etmekle harika olması lâzım gelmez. Bir şahıs, pek çok fezlekeleri ihata edebilir?C - Bahsettiğimiz fezleke, sellemehüsselâm fezlekeler değildir. Ancak, hüsn-ü isabetle münasib bir mevkide ve münbit bir yerde, işitilmemiş çok işaretleri tazammun etmekle istimal ve zer' edilen fezlekelerdir. Kur'an veya Hadisin aldıkları fezlekeler, bu kabil fezlekelerdir. Bu kabil fezlekeler tam bir meleke ve ıttıladan sonra hâsıl olabilir ki, herbir fezleke, me'hazı olan fen veya ilmin hükmünde olur. Bu ise, bir şahısda olamaz. İ.İ.)

FEZR Yarmak. * Ayırmak. * Bozup feshetmek.FEZZ : Yalnız şey. Bir kimsenin yalnız kendi başına olması. * Udûl. * Geri dönmek. * Buzağı. * Hafif.

FIDDA Gümüş.

FIDDA-İ HÂLİSE Hâlis ve saf gümüş.

FIKARÂT (Fıkra. C.) Kıssalar, fıkralar, küçük hikâyeler. * Fasıllar, bölümler, kısımlar. * Cümleler, parağraflar. * Omurga kemiklerindeki boğumlar.

FIKARÂT-I ANİFE Mezkur cümleler, yukarıda geçmiş olan cümleler.

FIKARÂT-I KATANİYE Tıb: Bel omurları.

FIKARÂT-I LATİFE Hoş ve lâtif hikâyeler.

FIKARÂT-I MÜNTEHABE Seçkin hikâyeler.

FIKARÂT-I RAKABİYE Tıb: Boyun omurları.

FIKDAN Yokluk. * Bir şeyin belirsiz olması. Yitirmek.

FIKDAN-ÜL AHBAB Ahbab yokluğu. Ahbabsızlık.

FIKDAN-I AKL Akıl azlığı, salaklık, ahmaklık.

FIKDAN-I İMKÂN İmkân azlığı, imkânsızlık.

FIKDAN-I NUKUD Para darlığı, parasızlık.

FIKIH (Fıkh) Derin ve ince anlayış. Bir şeyi, hakkı ile, künhü ile bilmek. İnsanlar arasındaki ilişkilerle ilgili olarak dinî hükümleri ayrıntılı delilleriyle bilmek. Müslümanlar, müslüman olmaları itibariyle Allah'ın emirlerine tâbidirler, uyarlar. Fıkıh ilmi, hangi şartlarda Allah'ın hangi emrinin nasıl uygulanacağını inceler. * Bilmek, anlamak. * Kapalı bir şeyin hakikatına nazarı infaz edebilmek. * Kendisine hüküm taalluk eden hafi bir mânaya muttali' olmak. * Ist: İslâm Hukuku. * İnsanın amel ciheti ile lehine ve aleyhine olan şer'i hükümleri bir meleke halinde bilmesi. Diğer bir ta'rif ile: Ameliyata; yâni, ibadet, ukubat ve muamelâta âit şer'î hükümleri mufassal delilleri ile bilmek. Bu ahkâmı bilmeğe "Fakahet" ve bu ahkâmı böylece bilen zata da "Fakih" denir. Cem'i "fukahâ"dır. Fıkıh ilmini tahsil etmeğe de "tefekkuh" denir... (Ist. Fık. K. Cilt:1, sh: 20)

FIKH-I EKBER Yüksek fıkıh. Dinî bilgilerin en mühim olanı. İmana dair ilim. * İmam-ı Azam hazretlerinin meşhur eserinin ismi.

FIKRA Yazıda bir bahis. * Parağraf. * Kanun maddelerinden her bir kısım. * Kısa haber. * Küçük hikâye. * Omurga kemiklerinin her biri. * Bend. * Kıssa. * Gazetelerde gündelik hâdiselerin kısaca yazılmış şekli.

FIKRA-HÂN f. Hikâye söyliyen, fıkra anlatan.

FIRAK (Fırka. C.) Fırkalar, partiler. * Alaylar, bölükler. * Cennetler. * Ehl-i Sünnet cemaatından ayrılan mezhebler.

FIRAK-I DÂLLE Dalâlete gitmiş fırkalar. Dalâlette kalmış cemaatler.

FIRAK-I SİYASİYE Siyasî fırkalar, siyasî partiler.

FIRAT Ön Asya'nın en büyük nehridir. Diyadin civarında çıkar, Anadolu'nun doğu taraflarına kadar gelip Mezopotamya'yı dolaştıktan sonra Irak'ta Dicle ile birleşerek Basra Körfezi'ne dökülür.

FIRFIRA Topaç.

FIRIŞKA Bütün yelkenleri camadana vurmaksızın kullanabilmeğe münasib olan rüzgâr hakkında söylenilen bir tabirdir. Bu rüzgârın, saniyedeki sür'ati 5-12 metredir.

FIRKA Parti. İnsan grubu. Kısım olmak ve ayrılmak. Bölük. * Tümen.

FIRKA-İ ASKERİYE Askerî fırka, tümen.

FIRKA-İ NÂCİYE Kur'an-ı Kerim'e ve Sünnet-i Seniyeye sıkı sıkıya bağlı olup Ehl-i Sünnet ve Cemaat yolundan ayrılmayan müslümanlar. Bunlar kıyamete kadar lütf-u İlahî ile devam eder.

FIRKA-İ SİYASİYE Siyasî parti.

FIRSAT (Bak: Fursat)

FIRTINA Şiddetli rüzgârla denizin dalgalanıp karışması. * Rüzgârın çok şiddetli esmesi.

FISAD Kan alma, hacamet.

FISAL (Bak: Fisâl)

FISFISA (C: Fısfıs-Fesâfıs) Yaş yonca.

FISH Nasârâ bayramı.

FISK Haddini tecavüz. Günah. Haktan ayrılmak. * Fık: Allah'ın emirlerini terk ve O'na isyan etmek ve doğru yoldan sapıp çıkmak. Böyle olanlara şeriat dilinde "fâsık" denir.(Fısk; haktan udul, ayrılmak; hadden tecavüz, hayat-ı ebediyeden çıkıp terketmektir. Fıskın menşei; kuvve-i akliye, kuvve-i gazabiye, kuvve-i şeheviye denilen üç kuvvetin ifrat ve tefritinden neş'et eder. Evet ifrat veya tefrit, delillere karşı bir isyandır. Yani sahife-i âlemde yaratılan delâil, uhud-u ilâhiyye hükmündedir. O delâile muhalefet eden, Cenab-ı Hak'la fıtraten yapmış olduğu ahdini bozmuş olur. Ve keza ifrat ve tefrit, hayat-ı nefsiye ve ruhiyenin maraz ve hastalığını intac eden esbabdandır. Buna, fıskın birinci sıfatı olan $ cümlesiyle işaret edilmiştir. Ve keza, ifrat ve tefrit, hayat-ı içtimaiyeye karşı isyan ateşini yakan iki âmildir. Evet, bu âmiller Hayat-ı içtimaiyeyi nizam ve intizam altına alan râbıtaları, kanunları keser atar. Evet şehvet veya gazab, haddini aşarsa, ırz ve namuslar pay-mal olur, masumlar mahvolur. Buna da, fıskın ikinci sıfatı olan $ cümlesiyle işaret edilmiştir. Ve keza, dünya nizamının bozulmasını intac edip fesad ve ihtilâle sebebiyet veren iki ihtilâlcidirler. Buna dahi fıskın üçüncü sıfatı olan $ cümlesiyle işaret edilmiştir. Evet fâsık olan kimsenin kuvve-i akliye ve fikriyesi i'tidali kaybedip safsatalara düşerse, itikadâta ait râbıtaları kesmekle, hayat-ı ebediyesini yırtar atar. Ve keza, kuvve-i gazabiyesi hadd-i vasatı tecavüz ederse, hayat-ı içtimaiyenin hem yüzünü, hem astarını yırtar, altüst eder. Ve keza, kuvve-i şeheviyesi haddi aşarsa, heva-i nefse tâbi olur, kalbinden şefkat-i cinsiye zâil olur, kendisi berbad olacağı gibi başkalarını da berbad edecektir. Bu itibarla, fâsıklar hem nev'inin zararına, hem arzın fesadına çalışmış olur. İ.İ.)(Şer'an fıskın üç mertebesi vardır: Birincisi, günahı çirkin addetmekle beraber ara sıra irtikâb etmek; İkincisi, üzerine düşerek inhimak ile yapmak; üçüncüsü, çirkinliğini inkâr ederek yapmaktır. Bu üçüncü tabaka küfür mertebesidir. Fâsık bu hâle gelmedikçe ehl-i sünnet mezhebinde mü'min namı kendisinden selbolunmaz. Binaenaleyh fâsık vasfı içinde kâfirler bulunabileceği gibi, imanını zayi etmemiş olanlar da bulunabilir. E.T.)

FISKIYE Suyu muhtelif şekillerde yukarıya doğru fışkırtan ve ekseriya havuzların ortasında yapılan borunun üzerindeki aletin adıdır. Buna, Arapçası olan fevvare denildiği gibi, Türkçe olan fışkırak da denilir.

FISK U FÜCUR Allah'a isyan içinde olmak, günah işlemek.

FISSA Yonca dedikleri ot.

FIŞKI Pislik. Çör çöp. Fazladan olan. Hayvan gübresi.

FITAM Çocuğu veya yavruyu sütten kesme.

FITHIL Âdem Aleyhisselâm'ın yaratılışından evvel olan zaman.

FITIK (Bak: Fetk)

FITNAT Cibillî ve fıtrî ve âni anlamak ve idrak etmek. * Hikmet. * Zekâvet, basiret, tedbir, fatânet, zeyreklik. Fıtnet diye de okunur. (Zıddı: Gabâvet'tir.)

FITNE Akıllılık. İdrak ve anlayışı kuvvetli olmak. (Bak: Fıtnat)

FITR Oruç açmak, iftar etmek.

FITR (C: Eftâr) Açıldığında baş parmakla şehadet parmağının arası. Karış.

FITRA (Fitre) Fıtrat sadakası, yaradılış atiyyesi.

FITRAT Yaradılış, tıynet, hilkat. (Bak: Evamir-i tekviniye)

FITRAT-I İLÂHİYE San'at-ı Rabbaniye ve kudret-i İlâhiyenin dâima değişen bir defteri olan ve yanlış olarak "Tabiat" namı verilen Cenab-ı Hak'ın fıtrat kanunları ve mahlukatın yaradılışı.

FITRAT-I SELİME Selim fıtrat. Kusursuz sağlam huy. * Ahlâk, din. Haram ve çirkin işlerden uzak ahlâk. * Noksansız yaradılış.

FITRATEN Yaradılıştan, fıtrî olarak.

FITRÎ Doğuştan, yaradılıştan, fıtrata âit ve müteallik. Hayat kanunlarına uygun.(Evet Hz. Muhammed'in (A.S.M.) getirdiği şeriatın hakaikı, fıtratın kanunlarındaki müvazeneyi muhafaza etmiştir. İçtimaiyatın râbıtalarına lâzım gelen münasebetleri ihlâl etmemiştir. Zaman uzadıkça aralarında ittisal peyda olmuştur. Bundan anlaşılır ki; İslâmiyet nev'-i beşer için fıtrî bir dindir. Ve içtimaiyatı tezelzülden vikaye eden yegâne bir âmildir. S.)

FIZZA Gümüş.

FÎ Arabçada harf-i cerrdir. Mekâna ve zamana âidiyyeti bildirir. Ta'lil için, isti'lâ için ve yine harf-i cerr olan "bâ, ilâ, min, maa" harflerinin yerine kullanılır. Geçen mef'ul ile gelecek fasıl arasında geçer. Te'kid mânası da vardı. (L.R.)Başka bir ifade ile kısaca (fî) : "İçinde, içine, hakkında, hususunda, üzere, dâir, mütedair, beherine ve herbirine" mânalarına gelir. Kelimenin başına yazılır ve o kelimeyi "i" diye okuttuğu için ona harf-i cerr denir. Farsçada "Der", "Fî" yerinde kullanılır.

FÎ-ZAMANİNA Devrimizde. Zamanımızda.

FÎ (C.: Fîat) Baha, fiat, kıymet.

FÎ-İ CÂRÎ Geçer değer, muteber fiat.

FÎ-İ MAKTU' Biçilmiş kıymet, kararlaştırılmış değer.

FİAL (Fiil. C.) Fiiller, yapılan şeyler.

FİAL Çocuk oyunudur. (Bir şeyi toprak içinde gizleyip sonra taksim edip "hangimizin hissesinde çıkar" diye ararlar.)

FİAM Çok kalabalık olan erkekler topluluğu.

Fİ AMAN-İLLAH Allahın muhafaza, siyânet ve hıfzında.

FİAT (Fî. C.) Kıymetler, değerler, bahalar.

FİCA Birdenbire, ansızın.

FİCAC İki dağ arasında geniş yol. (Bak: Fecc)

FİCACEN SÜBÜLÂ Turuk-u vâsia, geniş yollar.

FİCC Şam karpuzu. * Tam olmamış olan meyve.

FİDA Dağıtmak. * Atâ etmek. Hediye veya bahşiş olarak vermek. * Bedel vermek.

FİDAM (Feddâm) : Su kabının üzerine koydukları süzgeç. * Mecusilerin ağızlarını bağlamakta kullandıkları bez.

FİDRE Et parçası.

FİDYE Herhangi bir farzından birini yerine getirmeye gücü olmayan bir kimsenin Cenâb-ı Hak'tan özür dilemek kasdı ile, verdiği para veya sadaka. * Esir veya kölelikten kurtulmak için verilen para. * Fık: Fakirin sabahlı akşamlı bir günlük yiyeceği.

FİDYE-İ NECAT Bir kimsenin esirlikten veya başına gelen bir belâdan kurtulmak için, kendisi veya kendi namına başkası tarafından mecburen verilen para vesaire hakkında kullanılan bir tabirdir. Tabirin karşılığı, can kurtarma akçası demektir.

FİE Kalabalık, topluluk, cemaat.

FÎF (C: Efyâf- Füyuf) Düz yer.

FİGÂN f. Ağlayıp sızlama, bağırıp çağırma.

FİGÂN-PERVER f. Feryad ettiren, bağırtan.

FİGÂN-TİZ Yüksek feryad.

FİGÂR f. Ceriha, yara. * İncinmiş, yaralı, müteessir manalarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Dil-figâr $ : Yüreği yaralı.

FİGEN f. Yıkıcı, düşürücü, atıcı.

FİGENDE f. Yıkık, yıkılmış, düşkün.

FİGÜR Fr. Oyuncunun hareketi. * Resim, şekil, canlı resim. * Mecaz.

FÎH (Fî-h) Onda, onun hakkında.

FİHAL (Fahl. C.) İtibarlı, seçkin ve üstün kimseler.

FİHAM (Fahîm ve fahm. C.) İtibar ve nüfuz sahibi kişiler, ulu kimseler.

FİHHÎR Çok gururlanıp fahirlenen kimse.

FÎHİ NAZAR(UN) Şüphe edilen bir mes'ele hakkında söylenir. "Ona bir bakmak, tetkik etmek lâzımdır" demektir.

FİHR (C: Efhâr) Destesenk dedikleri taş. * Taş.

FİHRİS (Fihrist) Bir dükkânda veya bir kitabın içerisinde ne bulunduğunu sıra ile gösteren liste. (Kataloğ) * (C: Fehâris) Her nesnenin aslı. * Kanun.

FİİL (Fi'l) Müessirin te'siri. Amel, iş. *Gr: Hâdiseye veya zamana delâlet eden kelime. (Sarf bilgisinde geniş izahı vardır.) Türkçede; gelme, gitme, yazma, okuma, gezme gibi kelimelere de fiil denir. (Fi'l diye de yazılır.)

Fİ'L-İ BASİT Gr: Basit fiil, tek kökten yapılan fiil. Meselâ: Gitmek, gelmek, olmak gibi.

Fİ'L-İ HİKÂYE Gr: Geçmiş zamanda olmuş fakat konuşan kimsenin görmüş olduğu bir işi anlatan fiil. Meselâ: Okumuş idi, yazmış idi, vurdu gibi.

Fİ'L-İ KIYASÎ Gr: Kurallı ve kaideli fiil. (İş'ten: işlemek; ateşten: Ateşlemek gibi)

Fİ'L-İ MA'LUM Etken fiil. Öznesi yani, faili belli olan fiil.

Fİ'L-İ MECHUL Gr: Faili yani öznesi bilinmeyen fiil. Edilgen fiil. Mesela: Yazılmak, içilmek, vurulmak gibi.

Fİ'L-İ MEZİD Fiilin aslına harf ilâve edilen fiil.

Fİ'L-İ MEZMUM Kötü, fenâ iş. Livâta ve zina.

Fİ'L-İ MUTÂVAAT Mâlum sigasında olduğu halde müteaddi bir fiilin mechulü gibi mânası olan fiildir. (Sevinmek, dövünmek gibi)

Fİ'L-İ MÜN'AKİS Organizmanın bir uyarmaya karşı birdenbire aldığı vaziyet, refleks.

Fİ'L-İ MÜREKKEB Gr: Yardımcı bir fiille birleşerek tek kelime hükmüne geçen fiil. Birleşik fiil. (Vurabilmek, yazabilmek, okuyabilmek gibi.)

Fİ'L-İ MÜSBET Gr: Müsbet fiil. Kendinde nefiy edatı bulunmayan fiil.

Fİ'L-İ ŞART şart fiili. (Bak: şart)

Fİ'L-İ ŞENİ' Irza vuku bulan tasallut hakkında kullanılan bir tabirdir. Bununla birlikte, mutlaka cima' manâsına değildir.

Fİ'L-İ VÜCUBÎ Yapılması gereken, lâzım olan fiil.

FİİLEN Gerçekten, işleyerek, hakikatte.

FÎKA (C Efavık-Efvak) İki defa sütü sağmak arasında biriken süt.

FİKAK (FEKÂK) Halas, kurtulma. * Bir şeyin karşılığında verilen şey.

FİKR (Fikir) Akıl. * Re'y, istek, düşünce.

FİKR-İ ÂMİYANE Bayağı fikir, alelâde düşünce.

FİKR-İ FÂSİD Bozuk fikir, fâsid fikir.

FİKR-İ İNFİRADÎ Tek başına olmak fikri, istişâresiz iş yapmak. Bir şeyi sâde kendine mal etmek fikri, hodgâmlık. (Bak: Himmet)

FİKR-İ MUZMER Gizli kalmış ve dışarı vurulmamış fikir.

FİKR-İ TA'KİB Sona erdirme, peşini bırakmama.

FİKR-İ VATAN Vatan düşüncesi, vatan fikri.

FİKREN Zihnen, fikir ile, düşünerek.

FİKRET Düşünme, tefekkür, teemmül, fikir, Düşünülen şey.

FİKRET-İ BEYZA Münevver fikir. Parlak fikir.

FİKRÎ (Fikriye) Fikir cinsinden, fikirle alâkalı. Fikre âit ve müteallik.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin